“İyilik”
“İstek” ve “Cehalet” Bunlar, doğa’dan kaynaklanan ve ebedi
ruhu cisim kazanmış bedene bağlayan üç niteliktir. -Bagavat
Gita
Her gün,
sanki baktığımız noktanın diğer açılardan farklı göründüğü ve
bu yüzden de her ters görüşün kendi açısından doğru olduğu
gerçek değilmiş gibi, değerler ve ahlakla ilgili problemlerin
birbirine çok ters bakış açılarından tartışılması ve
birbiriyle uzlaştırılamayan farklı görüşlerle sonuçlanması ile
ilgili sorularla ve yanıtlarla karşılaşıyoruz. Bu da şunu
gösteriyor ki; bir şey hakkında doğru hüküm vermek için onu
sadece bir ya da iki yanıyla değil, tüm yönleriyle birlikte
ele almak bilgece bir tutum olacaktır. Dolayısıyla, örneğin
eğer bir yoginin kendi dünyasını ilgilendiren konulara
kayıtsız bir bakış açısıyla yaklaştığı söyleniyorsa, bir kişi
böyle bir yogiyi sığınağı içinde aptalca bir kayıtsızlık
içinde, dünyada olup bitenlerden tamamen habersiz ve herhangi
bir şekilde haberdar olmayı da istemeyen biri gibi
düşünecektir. Yogiler hakkında bir diğer hayal ürünü olan konu
da şudur; yogiler tüm dünyadan daha üstün olduklarını
düşünecek kadar kendini beğenmiş insanlardır ve o derecede
kendini beğenmiştirler ki kendilerinden başka hiç kimseyi
umursamazlar. Bir diğer kişi ise kendi zihninde yogiyi cennete
gitme şansını kaybetme korkusundan dolayı bu dünyada şiddetli
bir yalnızlık işkencesine katlanan ve bütün acıları ve
endişeleri için öbür dünyada mükafatlandırılmayı bekleyen kişi
olarak görecektir.
Bu tür
konular hakkındaki tüm spekülasyonlar ve bu tür düşünceler
bütün düşünce yöntemleri ve insanların bütün eylemleri
Bagavat
Gita’da öğretildiği gibi bir ya da daha fazla
Gunas’dan
ya da itici güçten kaynaklanır. Bu durumda bu dünyaya ait
olanlara karşı kayıtsızlık hem
Sattwa’dan “iyilikten”,
Rajas’tan, “istekten” veya
Tamas’tan, “karanlıktan”
veya “cehaletten” kaynaklanıyor olabilir ve böyle bir
kayıtsızlık kaynağına göre övülmeye değer olabileceği gibi
gülünç veya aptalca olabilir.
Sattwa,
özveriyi ve gerçeğin fark edilişini ifade eden “iyilik” olarak
çevrilir, çünkü bu iki nitelik olmadan hiçbir şey gerçekten
iyi olmaz. Aptallıktan kaynaklanan ya da kökeni bencilce bir
istek olan iyilik tavsiye edilmez. Bu yüzden belki de
sattwa’yı “bilgelik” yani gerçeğin fark edilmesi olarak
açıklamak daha iyi olacak.
Rajas,
“tutku” anlamına gelir; kişinin bir şeyi elde etmek isteği ya
da hırsı demektir ve dolayısıyla da bencilliğin ürünüdür.
Tamas,
“karanlık” ya da cehalet anlamına gelir. Kişinin nasıl kötülük
yapılacağını bilmediği için kötülük yapmaması hayranlık
duyulacak bir durum değildir ve bu yüzden de bir fazilet
sayılmaz. Onun eylemsizliğinin nedeni “cehalettir” ve cehalet
de olumlu bir durum değildir. Kötülük yapmaktan sakınan kişi
iyidir, hatta bunu yapmak ona kâr sağladığı için bunu yapıyor
olsa bile ya da iyiliği sevdiği için iyilik yapıyorsa veya
kötülüğün gerçek doğasını fark ettiği için bunu yapıyorsa bile
bu iyidir. İnsan düşüncelerini ve eylemlerini, değer ve
kötülüklerini bu üç veçhe altında düşünecek olursak, neyin
tavsiye edildiğini ve neyin edilmediğini görebiliriz ve
böylelikle arayan kişiye sorun oluşturan pek çok zorluktan
kaçınabiliriz.
Bir an
için insanın içindeki en büyük itici güçlerden birini
düşünelim, örneğin “sevgiyi” üç yönden ele alalım.
Tamas
gerçeği, güzelliği ve iyiyi fark etmekteki yetersizliği,
işaret eder. Bu yetersizlikten ise vesvese, çarpık hüküm ve
delilik doğar. Tamas’tan kaynaklanan “sevgi” bu yüzden
sevilmeye değer olmayan ya da itici olan, iyi olan yolda hata
olan bir şeyi sevmek demektir. Örneğin bir kadın sadece
üzerinde “soylu” yaftası olduğu için ya da ceketinin
üzerindeki pirinç düğmelerin hesabını yaparak aptal bir adamla
evleniyorsa böyle bir evlilik Tamas’ın sonucudur, çünkü
ünvan ya da adamın pirinçten düğmeleri için onunla evlenerek
hata yapıyordur.
Rajas’tan
kaynaklanan sevgi ise sahip olma arzusundan kaynaklanandır.
Bu, herhangi birşeye sahip olmayı isteyen benliktir ve böyle
bir sevginin gerçek ucu, her ne kadar farklı bir itilimi olan
daha yüksek bir tür sevgi ile sık sık karıştırılsa da aslında
kişisel çıkarlardır. Dolayısıyla, eğer bir adam bir kadınla
kendini rahat ettirmek için evleniyorsa, bunun nedeni o kadına
karşı ayrıca belli bir ölçüde bencilce olmayan bir sevgi
hissediyorsa bile, onun her şeyden önce kendi rahatını seviyor
olmasıdır ve eğer kendini sonradan onun tarafından hayal
kırıklığına uğramış bulduğunda da sevgisine karışmış olan
büyük bir oranda Tamas’ın olduğunu bilir.
Sattwa’dan
kaynaklanan “sevgi”, yani gerçeğin fark edilmesinden
kaynaklanan sevgi ise oldukça farklıdır. Eğer bu tür sevgide
sadece Sattwa varsa, sahip olma isteği sözkonusu bile
olmayacaktır. İstek, arzu uyandıran bir obje anlayışından
doğar, saf sevginin oluşumu ise kendindendir ve kendi kendini
var eder, varoluşu için kendi varlığından başka bir objeye
gereksinim duymaz. Tıpkı güneşin ışığını saçacağı bir objeye
gereksinim duymaksızın parlamaya devam etmesi gibi, “ruhsal
sevgi” de kendi kendine yeterlidir. Bu sevginin dışsal
yayılımı için bir nesne gerekecektir ama burada sevginin nüfuz
etmesine ihtiyacı olan nesnedir, sevginin kendi içinde nesneye
gereksinimi yoktur. Gerçeğin farkedilmesinden kaynaklanan
sevgi kendiliğinden bilgiyle özdeştir, çünkü varlığı kendinden
olan bilgi en yüksek bilgidir. Varlığı kendinden olan bilgi,
kendi varlığından başka bir nesneye gereksinim duymaz ama
evrendeki her şeyi kapsar. Dolayısıyla “gerçek sevgi” her şeyi
kucaklayan kendi ilahi varlığı için, “sevginin sevgisidir” ve
onun varlığında ne kadar küçük olursa olsun gerçek bir
varoluşa sahip hiçbirşeye karşı kayıtsızlık yoktur.
Bu ışıkta
bakıldığında yukarıda bahsettiğimiz yogi oldukça farklı bir
görüntü kazanacaktır. Sevgi tesiri altında olmasa yogi
olamazdı ama onun sevgisi bilgelikten kaynaklanır, cehaletten
ya da açgözlülükten değil. Hiçbirşeyi sevmemek ya da sadece
kendini seviyor olmak yerine o, herhangi bir gerçek varoluşa
sahip olan her şeyi sever ve kendini bundan alıkoyamaz çünkü o
her şeyin içindeki ebedi gerçekliğin birliğini fark eder ve
dolayısıyla da her ayrı bireyin özünü kendi varlığı gibi
algılar. Yogi, hayal ürünü olan ve gerçek bir varoluşa sahip
olmayandan başka hiçbirşeye kayıtsız değildir ve buna karşı
kayıtsız olmaktan başka bir şey de yapamaz çünkü o hayali
olanın (gerçek dışı olanın) üzerindedir ve gerçek olmayanın
hiçliğini fark etmektedir.
Gerçek
bir okültist, eşine, ailesine ya da hayatındaki insanlara,
insan ya da hayvan soyuna veya herhangi bir şeye karşı
kayıtsız değildir. O, kederli bakışlarla sinsi sinsi dolaşan
bir sahte sofu, bir huysuz adam olmadığı gibi, kalbi yüksek
varlığının kurtuluşunun korkusuyla, zihni hoşnutsuzluklarla
dolu, ağzından yapmacık dindarlıklar saçılan biri değildir. O,
her şeyi evlenmek üzere olan birinin gelinini sevdiği gibi
sevebilen dürüst bir karakterdir. Onun sevgisinin yangını öyle
güçlüdür ki sadece yöneltildiği nesneleri doldurmakla kalmaz,
aynı zamanda onların ötesine de geçer, yeryüzüyle gökyüzünü
kucaklar ve hatta yüce olanın tahtına da uzanır.
Bu
şekilde üç Gunas’ı ya da tüm zihinsel hallerin kökenini aldığı
üç niteliği dikkate alarak her erdemi inceleyebilir ve onları
üç farklı yanıyla gözlemleyebiliriz. Bu, herkesin kendi
üzerinde deneyebileceği son derece eğitici bir uygulamadır.
|