Bütün felsefe öğrencileri zamanı ve mekanı ebedi birliğin
imajinatif suretleri olarak algılarlar ve bunların her biri
sonlu anlayışı üçlü bir ifadede tezahür ettirir. İnsan
zihninin sınırlamalarından dolayı zamanı geçmiş, şimdi ve
gelecek olarak bölüyoruz ama yüksek düzlemde bütün zaman
sınırlamaları Ebedi Şimdi’de erirler. Bulunduğumuz fizik
düzlemdeki mekan anlayışımız fiziksel görüşü sağlayan insan
organlarının eksikliğinin bir sonucudur ve bu yüzden de
sınırlı ve eksiktir. Etrafımıza baktığımızda bir nesnenin beş,
on ya da yirmi mil uzakta olduğunu söyleriz; deneyimlerimizden
kazandığımız perspektifimiz bize görünür uzaklıklar hakkında
az çok bilgi verirken bir çocuk ise aya en yakınındaki
oyuncağına uzandığı rahatlıkla uzanabilmektedir. Bir ressam
uzaktaki bir nesneyi yakında göstermeye ya da yakındaki bir
nesneyi uzakta göstermeye niyetlendiğinde perspektif
kurallarını ihlal etmektedir.
Düz bir zemin üzerinde on mil boyunca bir kolonlar halinde
uzanan evler düşünün, bunların hepsi kesinlikle aynı
boyutlarda olsun, birbirlerinden uzaklıkları ise elli ya da
yüz fit kadar. Çizginin bir ucunda bulunan saf bir gözlemci,
bunduğu açı bütün evleri görebilecek şekilde duruyor olsun,
evlerin kendisinden uzaklaştıkça küçüldüğünü ve birbirlerine
yaklaştıklarını söyleyecektir. Oysa varılan bu sonuç doğru
değildir. Göz, kusurlu bir organdır ve iyi bir dürbünü yardıma
çağırdığında bunu fark edecektir. Nesneler sekiz ya da on mil
uzaklıkta görünürlerken dürbün tersine çevrildiği taktirde
olasılıkla yirmi ya da otuz mil uzakta görüneceklerdir. Bundan
şunu öğrenmekteyiz, bir perspektifin üzerinde bulunan bir göz,
çizginin uzağında bulunan en sondaki evi en az en yakındaki
kadar detaylı görebilir ve o ev ona uzak gelmez.
Zaman adını
verdiğimiz kavram da benzer şekildedir. Mevcut anda
gerçekleşen olaylar bize zihinsel olarak yakın ilişkideymişiz
gibi görülür, tıpkı ilk ev gibi; düne ait olanlar da çok
uzakta değildir ve çizginin uzağında bulunan birtakım evlerle
kıyaslanması da mümkündür. Yine de birisi çıkıp şunu
söyleyebilir; “yıllar önce gerçekleşen bir olay biliyorum ve
bu bana sanki dün olmuş gibi geliyor”. Kesinlikle öyle! Çünkü
şu anda bunu söylerken dürbününü kullanıyor. Ölüm anında tüm
geçmiş hayatın kendini zihne ardı ardına gelen detaylar
halinde sunduğu söylenir. Neden? Çünkü ruh bu esnada, fizik
bedeni oluşturan titreşimleri üzerinden atmaktadır, bu
titreşimlerin kökeniyse fizik beyinde bulunur ve beyin bu
titreşimleri zihinsel bakış açısının imajinasyonları yoluyla
geçmiş ve gelecek ayrımlarımıza tabi tutar. Ardından, dışsal
nesnelere olan odaklanışını kaybeden ruh içe döner ve kendi
kimliğine dair bu geçici konsantrasyon halindeyken mevcut an
içinde tüm geçmişine birden odaklanır. Diğer yandan,
ilerlemekte olan mevcut an bize sınırsızca uzun gibi gelebilir
ve böylelikle bizlerin zamana neredeyse tamamen köle olduğumuz
ortaya çıkar, ama zamanın sırrına hükmedenin sayesinde bir
ömür göz açıp kapamak kadar kısa algılanabilir.
Bazıları, insan zihinlerini
geçmiş bir olaya çok canlı bir biçimde döndürmek suretiyle
geçmişi şimdiden ayıran imajinatif örtünün yırtılıp parçalara
ayrılmasıyla olayın kendisinin fizik plana projekte
edilebileceğini söylemektedirler. Bunun zihinsel olarak kısmen
fark edilebilmesi örneğin Julius Caesar’ın oyunu izlenirken
gerçekleşebilir. Diyelim ki, bu birbirine
karışan zamanlara sempatinin sihirli gücü ile aktarıldık ve şu
anda Roma’da bulunuyoruz. Romalılar ne yapıyorsa onu yapıyoruz.
Marullus’un görkemli konuşma sanatıyla heyecanlanıyoruz ve bu
sırada Antony’nin hilekar söz söyleme sanatını dinliyorken
Brütüs’ün kaderi terazide tartılıyor.
Şarkının atası şairin
sazından yükseliyor ve çağlar boyunca titreşip duran cesur
nota bugün yankısını yüreklerde buluyor. Yine, Grek
nöbetçilerin ateşleri Truva duvarlarının etrafında parıldıyor
ve yine de bir kez daha Andromache’nin sesi duyulurken
rüzgarın süpürdüğü İlium kulelerinin altında duruyor, Hektor’a
“elveda” dedikten sonra kaderiyle karşılaşmak için ileri
atılıyor.
Zaman, sikluslar halinde
ilerliyor gibi görünse de dairesel gibi görülen bu ilerleyiş
aslında spiraldir. Bir yuvarlak testere hem kendi etrafında
döner hem de batıdan doğuya doğru dönen dünya tarafından
hareket ettirilir. Dünya güneşin etrafında kendi yörüngesinde
döner ama güneş de kendi yolunda ilerlediği için dünya asla
aynı noktaya iki kez gelmez. Fiziksel olandan daha yüksek
düzlemlerde de bu böyledir, zihin düzleminde örneğin, hareket
spiraldir ve her zihinsel deneyim aynı siklusta daha önce
deneyimlenenden farklıdır.
Geçmişten ve şimdiden
bahsettim, ya peki gelecek? Eğer geçmiş ve şu an, Ebedi
Şimdi’nin hayali suretleriyse, bundan geleceğin de aynı
kategoriye ait olduğu gerçeği çıkıyor. Eski bir özdeyiş şöyle
der, “güneşin altında yeni olan hiçbirşey yoktur”; bu
birçoklarının düşünebileceğinden daha derin bir gerçeği
açıklıyor. Eğer her şey sikluslar halinde ilerliyorsa geçmişin
bilgisi geleceğin bilgisi için anahtar olabilir demektir ve
gelecek de geçmişin bir projeksiyonudur. Evrenin bir bütün
olarak yukarı doğru bir spiral eğilim içinde olduğunu
hatırlayacak olursak, geleceğin, detayda daha dolu ve zengin
olmakla birlikte, geçmişin ana hatlarıyla bir temsili olacağı
bilgisi açığa çıkar veya geleceğin, geçmişin daha yüksek ve
daha kapsamlı bir bakış açısından görülmesi ya da başka bir
deyişle yüksek planlarda kendine denk geleni olduğunu
söyleyebiliriz.
Yine, eğer tezahür eden
üçleme; geçmiş, şu an ve gelecek ise, bunlar sadece tek bir
Ebedi Şimdi’nin sonlu bölünümleridir ve bundan da elbette
bugün insanda mevcut olan ve geçmişte varolmuş olup gelecekte
de varolmaya devam edecek olan ruhun varlığı ortaya
çıkmaktadır ve insanı ilgilendiren her şey tüm evreni de
ilgilendirmelidir. Doğanın farklı alemlerindeki her varlığın
şekli ya da görüntüsü değişime uğrar, çünkü şekil içsel
varlığın yukarıda olanı ve formun sınırlı anlayışının ötesinde
olanı fark etme adına olan tekamül işleyişinin derecesini her
zamanki şuursuz çabasıyla da olsa, (yüksek zekaların
yönlendirici gücü altında) ifade etmektedir. Eğer zaman ve uzaklık gibi
böyle sınırlı anlayışlar sadece bizlerin İlahi Birliğe
atadığımız sınırlamalar ise, ilahi zihne ve görüntüye göre
büyük-küçük ayrımı yoktur. Mikroskop, en küçük şeylerde bile
harikulade bir mükemmelliğin kanıtını sunar ve bir şeyleri
açığa çıkarma konusunda teleskopla rekabet eder.
İnsan, spiralin zirvesinde
duran emeline olan tekamülsel işleyişinde sürekli olarak
yarını ve onun yeni duygulanımlarını düşünmüş ve dünyada dönüp
duran bir seyyah gibi düz bir çizgide hareket ediyor görünür.
Yine de insan dünyada daha önce çeşitli devirlerde, çeşitli
ırklar olarak çok kez dolaşmıştır ve eğer her şey ona şu anda
yeni görünüyorsa bunun nedeni başarısız oluşu ve varoluşunun
gerçek önemini kavrayamamış olmasıdır, çünkü dikkat
edildiğinde her şey gerçek ve bölünemeyen bir bütünün görünür
bir parçası olduğu için tek bir şeyin gerçek bilgisi, her
şeyin bilgisi anlamına gelmektedir.
Geçmiş zamanların
döngülerinde sürüklenen insan, şu anda ve gelecekte bencilce
bir istekle her noktada geçmişte oluşturduğu nedenlerin
sonuçlarıyla karşılaşmaktadır; ama kendini tutkunun kör edici
etkilerinden ayıramayan kişi için güneş asla doğmaz. Sabah,
öğle ve gece yarısı aynıdır çünkü ebedi ruhsal Güneş
ışınlarını yine onun üzerine düşürmektedir ve onun saf
ışığında illüzyon yok olmakta; geçmiş, şimdi ve gelecek
kendilerini zihinsel görüntüleriyle eşzamanlı olarak sunmakta,
mesafeler kaybolmaktadır. Merkezden başlayan gözü dairenin
çevresine kaymakta ve merkezle çevrenin aynı olduğunu
bilmektedir.
|