Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

HAYATIN ÖNCÜLERİ

James M. PRYSE
Çeviren: Işık Uçkun
Yayın Tarihi: 07.Ocak.2009

  O istedi ve Gerçeğin Kelamıyla hepimiz tezahür ettik, cisim kazanmış varlıklarının ilki olduk.                                                                                                                  James 1.18

  Bu arkaik bir öğreti olmakla birlikte tüm varlıkların, her şeyin cisimleşmiş ruhlar olduğu bir gerçektir. Yani cansız veya ölü olan hiçbir şey yoktur, ama herşey hayatın sınırsız bir bütünün her küçük parçacığında titreşir. İnsanın ruhu Gerçekler dünyasında Tanrı’nın isteği ile doğmuştur ve ruh, İlahi Düşünce ile uzayda imajine edilen tüm dünyalarda hayatın öncüsüdür.
  İnsanın kendisi Kelam’dır. Tanrı’nın dile gelmiş düşüncesidir. O, varolmuş her şeyin modeli, hayatın habercisi, tüm idelerin arşetipi, tüm formların kalıbıdır. Bu hayatı titreştiren evren, sürekli değişen sevinç ve üzüntü halleri ile ışık saçan cennetleri ve karanlık cehennemleri ile Tanrının kendisine sunduğu fedakarlıktır ve insan sunağa yatırılan ilk adaktır. Bu, çarmıha gerilenin trajedisidir, çünkü insan feda edilmiş insandır, kendisi için kendini feda etmiştir ve bu feda olmadan varolan şeylerin bir evreni olamazdı.

  Thomas Taylor, Emerson’un deyimiyle “zamanın dışında doğmuş bir Yunanlı” olarak “Creed of the Platonic Philosopher (Platoncu Filozofun İmanı) adlı eserinde şöyle yazıyor;

  “İnsan ruhunun tüm bilgiyi içerdiğine inanıyorum ve insan şu anda her ne bilgiye ulaşmışsa bu aslında bir zamanlar sahip olduğunun yeniden keşfinden başka bir şey değil, sadece belli bir disiplin bu bilgiyi çekildiği köşeden geri çağırıyor.
  Ruh, kanatlanmış güçleri mükemmel hale geldiğinde ve uçmak için kuş tüyleriyle süslendiğinde yükselir ve ilahi doğayla birleşerek dünyayı yönetir. Mantıklı bir işleyişle bir şeyleri birleştirip teke indirgemek ve bir zamanlar evreni ilahilikle birlikte yönetirken açıkça gördüğü bu aşkın oyunların
ı hatırlayabilmek ruhumuzun bilgi alanındadır.”

  İnsan gerçeği ancak düşüncenin özgür ve zincire vurulmamış gücünü kullanarak bilebilir ve gerçek varlık dünyasına geri dönebilir. Bazı öğretilere takılıp kalanlar, doğanın herhangi bir gerçeğini araştırmaktan, hayatın herhangi bir sorununu düşünmekten korkanlar sadece korkak değil, imansızdırlar da. İnançta bağnazlık inançsızlığın en kötü formudur çünkü zihni ve ruhu sınırlamakta ve insanı formüle edilmiş inançların dar sınırlarıyla sınırlandırmakta, kısaca kendi içsel ilahiliğini, Tanrı İradesinin bir enstrümanı olarak dünyayı şekillendiren gerçek yerini inkar etmekte ve ilhamın ve vahiylerin tek kaynağı olan Sınırsız Zihin’den yayılan düşüncelerin içsel akışını hapsetmektedir.
  İnsanların
kalıplaşmış inançları bahane ederek kendi etraflarına duvarlar ördükleri doğrudur ve düşüncenin özgürleşmesini ya da ruhun ilahi güçlerle çalışmasını durduran ne varsa bunları gereksiz engeller olarak gören herkesi düşman olarak lanetlemek de söz konusu kalıplaşmanın bir ürünüdür. Sadece üzerinden çok geçilmiş yollardan yürüyen, kendisine atalarından miras kalanı sorgusuzca kabul eden kişinin cesarete ihtiyacı yoktur ama kalıplaşmış öğretilerin karşıtı kişi, düşünce dünyasında bir öncü olarak cesur ve korkusuz olmalıdır.

  Bir zamanlar insanlar dünyanın düz olduğuna inanıyorlardı ve denizciler sahilden çok fazla uzaklaşmaya cesaret edemiyorlardı çünkü aksi taktirde uzay boşluğuna düşmekten korkuyorlardı. Gerçekler dünyası da, mevcut bakış açısına göre böyle düzdür, ama düzlük gerçek olmadığı için çok tehlikeli bir sınırda durmuş, dipsiz bir uçurum hakkında ölçümlemelerde bulunmaktadırlar..

  Şimdiyse insan gerçeği arayarak ancak Tanrı’ya ulaşır. İçsel zihin, insanın gerçek kimliğidir, tüm evreni yansıtır ve sınırsızdır. Kendisi hakkında cesurca düşünen, kendi içsel varlığının derinliklerini araştıran kimse Gerçek’ten uzak yanlış yollara sapmayacaktır çünkü Gerçeğin kendi dünyasında yürümektedir. Ne var ki bu Gerçek araştırması ancak kişi özgürce düşünüp yalnızca kendi çok duyarlı şuurunun kaynaklarına güvendiğinde olumlu olabilir. Kişi yalnızca duyularını kullanarak algıladıklarıyla hüküm vermeye kalktığında ya da sadece zihnini düşünce imajlarından oluşan bir müzeye dönüştüren öğrenci kitaplarıyla veya büyük babalarından kendisine miras kalan bayatlamış inanç kırıntılarıyla beslenen arayışlarla hareket ettiğinde olumlu sonuçlara ulaşamayacaktır. Diğer insanların düşüncelerini inceleyip onları yeniden düzenlemek de düşünmek değildir. Ayrıca varoluş fenomeninin araştırılması varlığı duyular dışı algılamaya ulaştırmaz. İnsan ancak duyularını bir defalığına kapattığında, içe döndüğünde ve kitapların, varlığını unuttuğunda gerçekten düşünmeye ve sadakat ruhunu tutuşturmaya başlar. Ardından Ebedi olandan kendine uygun düşünceyi çeker alır.

  İçsel zihin, duyuların yarattıklarıyla kirletilmemelidir. Bununla ilgili Sibylline Kahini şöyle söylemektedir: 

  “Onu bu çamurlu dünyaya düşürmeyin, derin uçurumlarına düşmesin; üzgün ve karanlık krallıklarına dünyanın; hayaletlerle dolu karanlık, korkunç cehennemlere düşürmeyin onu.”

  İnsanın dışsal hayatı aşağılara inmiştir, içsel hayat ise ondan uzak tutulmalıdır ki kirletilmesin. Ruhun yegane evi Ebedi Olan’dır; bir değişimler dünyasında onun sabit bir yeri olamaz. Tüm rijid felsefe sistemleri, inancın kategorize edilmiş sistemleri ve organizasyon formları geçicidir, onlar zihin için birer tuzak, ruh için birer hapishanedirler. En iyi ihtimalle bunlar zayıf ruhlar için, ilahi ışığın zihinlerinde isteklerin dumanıyla boğulduğu zihinler için dinlenme yerleridir. İnsanların dinsel dogmalara takıldığı fanatizm, zayıflıktan ve körlükten kaynaklanır. Kör inanç sağlamlığı ise bir tür ruh ölümüdür, araştırmayı ve derinleşmeyi engeller. Ruh özgürlük nefesine ihtiyaç duyar ve zihinsel özgürlüğün bedeli ise sürekli aykırılıktır.

  İnsanı hala körleştirmeye devam eden bir şey de bazı organizasyon formlarına takılıp kalmaktır ki bu; yenileşmeyi ve gelişmeyi durdurur. Form, hayata hizmet etmesi gerekendir ve hayatın değişen fazlarıyla ilgili sürekli bir anlamlılığı olmalıdır. Demokratça ya da despotluk şeklinde, formun kendine özgü kusurları olacaktır ve özlenen sona erişmekte bir geçici adaptasyondan öte bir şey olmayacaktır oysa kişisel düşüncelerin çelişkileri ve bütünle olan uyumsuzluğun giderilmesi ilkelerle uzlaşan bir doğayı gerektirir.

  Mükemmelleşmiş bir insanlık hiçbir organizasyona gereksinim duymayacaktır çünkü bu durumda  insanlık yaşayan bir organizma gibi olacak, tüm üyeleri arasında uyumlu bir karşılıklı etkileşime sahip olacaktır. Kahramanlar pozisyonlarına göre seçilmezler, onları ilahi doğrular kucaklamıştır. Bir yöneticiyi seçerken insanlar yalnızca yeteneklerinin ve niteliklerinin gücüne göre, yönetici olması gereken doğru kişiyi seçmeye çalışırlar. İnsanların, yanılmaz bir seçim için gerekli olan kavrayışı kaybettikleri bir çağda kaçınılmaz olarak yanlış yönetimlere maruz kalmaları doğaldır. Yöneticilerine sadece kısa bir dönem için görev yetkisi vermek, insanları ayırt etme yeteneği yoksunluklarına karşı kısa bir süre korur ama daha bilgece yönetilmekten ve yardımsever bir idarecinin yönetimi altında daha geniş bir özgürlük içinde yaşamaktan da uzaklaştırır.

  Eğer adalet ruhu ve özgürlük sevgisi kişilerin ve yöneticilerinin göğüslerini kabartıyor olsaydı yönetimin formunun önemi daha küçük olurdu. Özgürlüğün ölçüsü Gerçeği ayırt etme yeteneğidir çünkü yalnızca Gerçek insanları özgürleştirebilir.

http://www.theosociety.org

 

© Astroset 2004-2010