Hayatta herkes bir
şeylerin arayışındadır; çoğu insan gözlerinin taşıyabildiği
kadarıyla etrafında bir şeyleri arar ve sonra durur;
bazılarıysa içlerine döner, görüntülerin bittiği yerde
gerçeğin başladığı o sınırsız alanda arayışını sürdürür. İçsel
görü de Pralaya’ya
(1)
girmek zorundadır ama
gerçek bu içe bakışın da ötesinde, derinliği kavranılır
olmayan o sınırsızlık ortaya çıktığında kalıcı olacaktır; bu
sınırsızlıkta ise
Ses,
yine galip gelen olacaktır. Ancak, içsel görüntü dışsal
görüntüden daha gerçektir ve
Mahamanvantara
(2)
sırasında
Monad
(3)
devam ettiği sürece
devam edecektir. Gerçek’teki
Ses’in
tohumlarının ne olduğu ise varlıkların bilebileceğinin
ötesinde bir bilgidir; bu noktada durur, en derin saygımızla
önünde eğiliriz.
Bu yolda pek çok şey vardır ve bunların arasında gerçek
olanlar da vardır ve tabii gerçek
“koca bir Brahma
(4)
çağı
boyunca devam etmek”
anlamına gelebildiği sürece. Şimdi buna gerçek diyelim ve
“kılıf” olana da gerçek dışı diyelim; fiziksel olanın en büyük
illüzyon olduğu ve ondan büyük bir yanılsamanın olmadığı bir
gerçek dışından söz ediyoruz. Bu şekilde üzerinden aşağı
indiğimiz merdivenin en alt basamağından başlamalıyız
tırmanmaya. Gerçekten varolduğuna inanmadığımız bir şeyi
araştıramayız ve varolduğunu reddettiğimiz sürece ruhu da asla
tanıyamayız. Fizik dünyayı da, onun
Maya’nın
(5)
gücü sayesinde gerçek hale dönüştüğüne inanmadığımız
sürece asla tanıyamayız.
Fiziksel olanı araştırmanın
yöntemlerini biliyoruz, çünkü fiziksel olana yanıt veren,
fiziksel dünyanın kapsadığı duyuları ve özellikleri kendimizde
geliştirdik. Bununla beraber, bu duyular ve özellikler şuurun
diğer düzlemlerini araştırmak için yeterli değil ve eğer böyle
bir araştırmaya girişmek istiyorsak, her biri ait olduğu
düzleme yanıt veren diğer algılarımızı da geliştirmemiz
gerekir. Bununla beraber, düşündüklerimiz ve yaptıklarımız,
çoğunlukla diğer düzlemlere aittir ve sadece görüntüleri
yüzünden bize fiziksel gibi gelir.
Bütün insanlar çok az bile
olsa düşünürler, ama şuurlu düşünme çalışması düşünce
düzlemine aittir ve düşünce düzlemine ait düşünceler fiziksel
bir kargaşadan doğmazlar. Şuurlu olarak düşünmediğimiz sürece
otomatik düşünüyoruzdur. Bir işi şuurlu olarak yapmak ona
hakim olmak demektir ve her bir düşüncemize kendi irademizle
hakim olmadığımız sürece gerçekten şuurlu düşünüyor olamayız.
Düşünmek, düşünce düzleminde çalışma yapmak demektir ve bir
inşaat ustası bir evi inşa ederken, evin ustanın ellerinde
kendiliğinden inşa olamayacağı gibi, düşünmeyi de bizim
istediğimiz gibi gerçekleştirmemiz gerekir ve bunu sahip
olabileceğimiz en iyi niyetle gerçekleştirmemiz gerekir. Ne
var ki en iyi niyete de sahip olsa bir insanın düşüncelerini
istediği gibi gerçekleştirmesi son derece uzun bir zamanı
gerektirir. Bu çalışmada yolu tıkayan iki zorlukla
karşılaşılır: biri diğer türlü davranma alışkanlığı ve
ikincisi geçmişten gelen karma üzerinde çalışmak için fiziksel
düzlemde çalışma zorunluluğu. Eğer bu iki engelden ilkinin
üstesinden gelmek için elimizden geleni yaparsak,
yapabileceğimiz her şeyi yapmış sayılırız ve bu durumda geri
kalanı da karmaya bırakmamız gerekir.
Dolayısıyla şimdi ilk yapılması gereken
düşünmeme alışkanlığımızı ortaya çıkarmak olmalıdır ki bu da
bizi ilgilendirmeyen düşünce akımlarına kapılmamak demektir.
H. P. Blavatsky bu dünyaya
“Cehalet
Okulu” adını vermektedir.
Hindu felsefesine göre, fiziksel dünyada bizler ancak cahil
olduğumuzu öğrenebilir, burada bilgi olduğunu zannettiğimizin
bilgi olmadığını, ancak cehaletten, şekilden ibaret olduğunu
fark edebiliriz. Fiziksel, dünyasal bir seviyeden düşünmek
cahillik ve yanılgı demektir. Öncelikle bunu öğrenmemiz
gerekir ama aynı zamanda gerçek düşünme eyleminin ne olduğunu
da öğrenmek çok önemlidir, öğrenmediğimiz sürece önceki
öğrendiklerimizi bırakmamız mümkün olamayacağı gibi önceki
öğrendiklerimizden kurtulmadan yeniyi öğrenmemiz de mümkün
değildir.
H. P. Blavatsky ikinci okula
“Öğrenme
Okulu” demekte ve
üçüncüsüne de
“Bilgelik Okulu”
adını vermektedir. “Öğrenme Okulu”, cehaletle bilgelik
arasındaki kritik bir hal gibi görünüyor, tıpkı suyun buhara
dönüşmeden önceki kritik hali gibi. Her iki seviyenin güçleri
de bu seviyede olanın üzerinde etkilidir ve hangi yöne
gideceğini bilemez. Öğrenmek aslında karar almak demektir. Bir
yolu ya da diğerini seçersiniz; seçme özgürlüğü olan bir
varlık için bu bir ilerleme olmasa da ilerlemeye götürmesi
beklenendir. Dolayısıyla düşünen biri olarak bir insan
zihinsel aktivitesinin her anında ya cehalet aşamasında, ya
öğrenme ya da bilgelik aşamasındadır. Bunu anladığı taktirde
kişi düşünce biçimini öğrenmeye başlayabilir ve tüm düşünce
sistemine hakim olarak cahilliğinden kurtulabilir.
Ne var ki bu bile bir iç gözlem değildir, bu sadece
mantıklı olan herhangi bir kişinin gerçekten bir birey
olabilmesi için yapması gerekendir. “Bilgelik Okulu”nun
ötesinde
“Akshara’nın
(6)
Suları”
sonsuzluğa, düşüncenin ötesine uzanır. Düşünce kişi için
vazgeçilebilir olmadan önce onun üzerinde hakimiyet
kurulmalıdır, aksi taktirde her zaman rahatsız edici bir unsur
olacaktır. Düşünce düzlemindeki düşünceler fizik düzlem
üzerindeki nesnel unsurlara benzer, nasıl ki fiziksel
dünyamızı konuşmanın ve iradenin gücüyle inşa ediyorsak
düşünce dünyamızı da düşüncelerle konuşma ve bunlara hakim
olmakla oluştururuz.
Bir şeyi görmenin her zaman
iki yolu vardır; biri ona bakmak diğeri onu görmek. Örneğin
çöplerin içinde sürünerek hareket eden bir böcek görürsünüz,
bu, onun hareketlerini görmeniz anlamına gelir; daha sonra
böceğin nereye gitmek istediğini gözlemlersiniz ve hangi amaç
için gitmek istediğini anlamaya çalışırsınız, böylelikle de
böceğin zihnine girmiş ve amacını anlamış olursunuz.
Düşüncelerimiz için de böyledir. Düşünme alışkanlığımızı
biliriz ve bize doğru yaklaşan, alışkın olduğumuz, şuurumuza
girmeye girmeye çalışan istenmeyen düşüncelerimizi hissederiz,
onları görür güçlendirmezsek, böylece bir sonraki sefer bizi o
kadar kolayca ele geçirmelerine izin vermemeyi öğrenmeye
başlamış oluruz. Eğer onları formüle etmek yerine reddedersek,
irademizle edinmiş olduğumuz alışkanlık gücümüz arasında bir
çatışma çıkacaktır. Ne zaman ki alışkanlığın gücünü altederiz,
ancak o zaman kendi istediğimiz gibi düşünmeyi daha az
zorlanarak başarabiliriz. Ve en sonunda kazandığımız hakimiyet
bize düşünme özgürlüğünü kazandıracaktır.
Ancak bizler bu özgürlüğü
kazandıktan sonra Patanjali’nin
(7)
“düşünme prensibinin
değiştirilmesinin bloke edilmesi”
olarak adlandırdığı şeyi
yapabiliriz. Düşünceyi şekillendirdiğimizde düşünce prensibi
değişmiş olur. Düşünce prensibini bloke ettiğimizde artık daha
fazla zihinsel resim üretilmeyecek böylece şuurumuz daha
ötelere uzanabilecektir. Düşünce alışkanlığımızı değiştirmek,
bizlerin günlük alışkanlıklarımızdan çok farklıdır ve genelde
hakkında çok az şey biliriz. Söylendiğine göre, bir rehberlik
eşliğinde bunu yapmazsak da başarısız olabiliriz. Yoga üzerine
kitaplar üzerinde çalışabiliriz, ama H. P. Blavatsky’nin
söylediğine göre alt düzlemdekini değil, Bilgelik Okulu’ndaki
öğretmenimizi aramalıyız. Öğretmenini fizik düzlemde aramayıp
ona yüksek düzlemlerde ulaşabilene ne mutludur; o astral
düzlemin aldatmacalarına kanmaz. O, öğrenci hazır olduğunda
Üstadın da hazır bulunduğu saf zihin düzlemine ulaşmak için
kendine hakim olabilen kişidir. |
DİPNOTLAR:
1.
Pralaya,
bir
dinlenme periyodu olup
aktiflik periyodu olan Manvantara ile dönüşümlü
olarak yer değiştirir; gecenin gündüzle
yer değiştirmesi gibi.
2.
Mahamanvantara,
büyük bir
tezahür sürecidir.
3.
Monad,
yaşam birimi, şuurun aktif olan kısmıdır.
4.
Brahma,
Hinduların, kesin olarak bağımsız, sonsuz, ebedî ve ezelî her
yerde var olan, en yüksek varlık kavramı; ÇN.
5.
Maya,
illüzyondur.
6.
Akshara,
ebedi olan;
Brahman’ın adıdır; ÇN.
7.
Patanjali,
yoga
sistemini kurduğuna inanılan Hintli Budist Rahip; ÇN.
|