2006 yılının Eylül
ayında çeşitli disiplinlerden bilim insanları ve
akademisyenler, IONS-Noetik Bilimler Enstitüsü kampüsünde bir
araya gelip, bir barış bilimi oluşturulup oluşturulamayacağı
konusunu tartıştılar. Aşağıda okuyacağınız, bu toplantıya
katılan bilim adamlan ve akademisyenlerin yaptıklanı
konuşmalardan özetlenmiş kısımlar, bu konu başlığının zengin
derinliğine ve insanın sürdürülebilir biçimde bir arada
yaşayabilmesi yoluyla; gelişmesi için hala arayış içinde olan
dünya açısından taşıdığı öneme dair bir fikir verebilir.
Marilyn
M. Schlitz:
Şiddete ve saldırıya yönelik muazzam bir potansiyele sahip
olduğumuz fazlasıyla açık. Bununla birlikte, kendi evrimsel
gelişimimizde bilinçli etkenler olduğumuz gerçeğini de
kutlayabiliriz. Potansiyellerimizi bilimin merceğinden bakarak
yeniden ele aldığımızda, ne olduğumuzu ve ne olabileceğimizi
yeniden tanımlama şansına sahibiz. Bilim, nesnelliğe ve içsel
benliğimizden kopuk olan dışarıdaki dünyaya dayanmaktadır.
Bilinç, bu fizikselliğin yan ürününden ibaret ise,
bilinçliliğimizin etkisini nasıl anlayabiliriz?
Bu durum, baskın
hakikat sistemimizin dayandığı bilgi kuramında bir şeyler
temelinden yanlış olduğunu akla getirmektedir. Hakim olan bu
görüşün sınırlarını göz önüne aldığımızda, yeni bilimsel
keşifler kendimizi yeni bir tarzda görmemiz için bir fırsat
yaratmaktadır. Rasyonel-entelektüel-bilimsel itki ile bizi
barışa ve toplum yanlısı davranışlara yönlendiren itici
kuvvetler arasında bir kesişim noktasından ortaya çıkmakta
olan yeni bir oluşumun aktif katılımcılarıyız.
Hans-
Peter Duerr:
2005 yılı Einstein'in büyük keşfinin yüzüncü ve Russel ile
Einstein'in birlikte yazdıkları manifestonun ellinci yıl
dönümüydü. Bu manifesto, savaşı tamamen durdurmayı öğrenemezse
insanoğlunun hayatta kalmasının hiçbir yolu olmayacak,
demektedir.
Geçen yıl, bu harikulade
manifestoyu güncellemem istendi ve ben "bu imkansız" yanıtı
verdim. Yalnızca bir değil, on ya da on iki kadar nükleer
tehlikeye sahip olduğumuz bugün, bu konuda ne diyebiliriz ki?
Bir seviye alta inmek ve "Rasyonel insanoğlunun rasyonel
olmayan şeyleri yapmasının nedeni nedir?" sorusunu sormak
zorundayız. Manifestodan "yeni
bir
bakış açısı ile düşünmeyi
öğrenmek zorundayız" diyen bir
satır seçtim.
Yeni bir bakış açısı ile
düşünmek, eski düşünme yolundan tamamen değişik bir yöne
gitmek anlamına gelmez, yalnızca düşünmenin ötesine geçmek
anlamına gelir. Ve, bilirsiniz, bilim insanları bunu pek
sevmez. Bilim insanları, manipüle etmek amacıyla
kavrayabileceğiniz bilgiye sahip olmak isterler. En
başlangıçtan itibaren ikililiğe sahibiz. Özne ve nesne
ayrılmıştır. Nesneden ayrılabiliyorsam, bir nesneyi de diğer
nesneden ayırabilirim ve böylece ayırmaya, ayırmaya ve
ayırmaya başlarız. Bunu tekrar tekrar yapar ve böylece
anlamayı umarsanız, bir nükleer fizikçi olursunuz. Sürecin er
geç sonuna geldiğinize, en sonda neyin var olduğunu gerçekten
bildiğinize inanırsınız. Derken büyük bir sürpriz yaşarsınız:
Geriye hiçbir şey kalmamıştır. Madde kaybolur ve sadece
ilişkiler kalır. Bu "yeni
fizik"tir.
Cassandra
Vieten:
Yeni fiziğin bakış açısına dair beni heyecanlandıran şey,
psişe hakkında bilimden ve bilgelik geleneğinden
öğrendiklerimizle doğrudan bağlantılı olmasıdır. İçsel huzuru
geliştirme anahtarının bir parçası, bilincin ve durağan bir
varlık olarak algıladığımız benlik hissimizin, yalnızca bir
hareket olduğunu fark etmektir. Duygularımız, düşüncelerimiz,
kavramlarımız, inançlarımız; -bunları her ne kadar katı ve
gerçek olarak algılasak ve böyle oldukları olgusuna bağlansak
da- bunların hepsi harekettir.
Kendimi bilincimin
hareketine bırakırsam, buradan, sevginin içsel özünden,
Hans-Peter'in söz ettiği gibi en temel ve en değişmez varlık
temelinden huzurun ortaya çıkışında bir çelişki vardır. Demek
ki, içsel huzuru bulmak için bilincimizi bir tür sakin göl
olmaya zorlamak değil de, daha çok sörf yapmaya
benzetebileceğimiz bir tür atikliği geliştirmek daha uygundur.
Bruce
Lipton:
Bir biyolog olarak, bana göre, bilim ve barış kavramı çok
ilginç, çünkü biz altıbuçuk milyar insan ile birlikte yaşamaya
çalışıyoruz. Bedenin içine bakarsanız, onun sadece tekil bir
şeyden oluşmadığını görürsünüz. Bu, nüfusu elli trilyonu aşan
bireysel vatandaş, insanoğlu olarak ; şimdiye kadar dünyada
sağlamaya muktedir olduğumuzun çok ötesinde bir teknolojiyle
uyum içerisindeki bir toplumdur olarak yaşamakta. Aslında, bu
dünyada yaratmak istediğimiz şeyler
-barış, uyum ve bireyler
arasındaki ilişkiler- sağlıklı
bir insan vücudunda zaten mevcuttur.
Hans- Peter Duerr:
Bana öyle geliyor ki, fiziksel bir şiddet uygulamadan
insanları köleleştirmek isterseniz, nüfusu çok incinebilir
olduklarına dair küçük bir korku ile beslemeniz gerekir.
Kendinizi açmak ve serbest bırakmak için bir güven ortamına
ihtiyacınız vardır. Fakat "Korkuyorum çünkü zırhım yok," der
ve kendinizi silahlandırırsınız...
Bruce
Lipton:
Biyolojik sistemler sürekli gelişmek veya korunmak üzere
tasarlanmışlardır, fakat aynı anda ikisi birden olamazlar.
Çünkü gelişme çevreye açıktır; özümsemekte, içselleştirmekte
ve uyarana doğru ilerlemektedir. Korunma ise bunun tam
tersidir: uyaran şeyden uzaklaşma ve kendini kapatmadır.
Gerçek şu ki, korkuyu sisteme koyduğunuz anda büyüme
sisteminin çarkları arasına takılacak bir şey fırlatmış
olursunuz. Gelişmenin yansıması olan evrim de sınırlanmış
olur. Böylece, bugün içimizi dolduran korku miktarı,
evrimleşme süresini ve bu korku alanı içinde kalan her bireyin
sağlığını devreden çıkartmaktadır çünkü kendinizi
sürdüremezseniz, gelişmeyi de sürdüremezsiniz. Doğa hiçbir
şeyi yedi gün yirmi dön saat, yılın 365 günü korumada olmak
üzere tasarlamamıştır. Korunma yalnızca çok önemli bir durum
için kullanılıp, gerek kalmadığında derhal devreden çıkarılmak
amaçlıdır.
Cassandra Vieten:
Kendi insan doğamızın üstesinden gelebilir miyiz?
Genlerimizin? Yapımıza kazınmış şu kadim saldırganlığımızın?
İnsanlar bu soruları sormaktadırlar, fakat aynı zamanda insan
doğasının ne olduğu ile ilgili küçük bir yalanı da yutmuş
gibiyiz. Bizler ancak kısmen kaç ya da dövüş
sistemleriyizdir. Diğerleriyle yakın ilişki kurma
kapasitesinin temelini oluşturan tamamen bütünleyici bir
sistemin varlığına dair yeni kanıtlar vardır.
Beynin, yalnızca kan
bağınız olan kişilerle yakın ilişkiler için değil, kan bağınız
olan kişilerin dışında kalanlarla da yakın ilişkiler için de
ödüllendirme sistemini kullanıyor olduğunu gösteren çalışmalar
vardır. Sanki, biyolojik sistemimizde yeterince dikkat
edilmediği için gelişmemiş, güdük kalmış ama uygun ortamda
tamamen biçimlenebilme kapasitesine sahip bir parça olması
gibidir bu.
Bruce
Lipton:
Hücredeki genom kelimenin her anlamıyla programlanabilir bir
çiptir: Hücre çekirdeği, taşıdığımız inanç sisteminin
düşündürdüğü gibi yalnızca "salt okunur" değil, okuyan ve
yazan programlamaya sahip bir sabit disktir. Epigenetik dalı,
bireyin ortama nasıl cevap verdiğine bağlı olarak tek bir
genin 3.000 farklı değişken yapabileceğini söylemektedir.
Birdenbire, artık durağan,
sabit herhangi bir şey olmaktan çıktık; çevrenin
programlamasına yanıt olarak gerçekleştirilmeyi bekleyen
potansiyeller olduk.
Cassandra
Vieten:
Geçen gün, diğerkamlık, yani benlik içermeyen hizmet üstüne
çalışmalar yapan bir sosyal bilimci olan Kristen Renwick
Monroe hakkında yazılmış bir makale okudum. Monroe, diğerkam
insanların çok derin karşılıklı bağlantıda oluş ve karşılıklı
ait oluş deneyimine sahip olduklarını ve diğerkamlıklarının
buradan kaynaklandığını bulmuş.
Bu durum, "İyi bir birey
olmak için, şunu yapmam gerek... Buna ihtiyacım var..."
şeklinde düşünmek yerine, noetik (insanlığın tümü tarafından
üretilen düşünceler küresiyle ilgili) bir anlayıştan
doğmaktadır. Monroe, akılcı kişisel çıkarlarımıza dayalı
bilişsel modellerimizin, yaşam kalitemiz ve bir kültür olarak
sürdürülebilirliğimiz açısından önemli olan birçok insan
davranışını açıklama konusunda tamamen yetersiz olduğu
sonucuna varmış. Barış bilimi evrimleşmek için bilim ile boy
ölçüşecektir çünkü mevcut modeller sıra dışı davranışları
yeterince açıklayamayacaklardır. Aralarında bir denge kurmaya
çalıştığımız şeyler, bilim dediğimiz sorgulamaya dayanan
rasyonel bilme sistemi ile içkin bilişe sahip olan yanımızdır.
Barış bilimi bağlamında, bunları uzlaştırmaya nasıl
başlayacağız?
Noel
McInnis:
Barışın her birimizin içinde doğuştan var olan bir devre
olduğu olgusunu vurgulamak istiyorum. Bebekken, kimin uzattığı
parmağı tuttuğumuz bizler için bir mesele değildi. Irk,
cinsiyet, yaş mesele değildi. Hatta, hangi parmaklarını
uzattıkları bile bir mesele değildi. Biz sadece o parmağı
kavrardık ve sonra geri çekildiğinde, o parmağı bırakırdık.
Taocu terminolojide bunun
anlamı, "Geldiğinizde memnuniyetle karşılarız, gittiğinizde
peşinize düşmeyiz," şeklinde özetlenebilir. Bunun, insan
etkileşimlerinin temel karşılaşma kuralı olduğuna dair bir
hipotezim var; fakat mevcut yetiştirilme tarzları hepimizde
doğuştan var olan bu devreye kısa devre yaptırmaktadır. Pek
çok insanın, "Ah., bu anlamsız, gayrı ihtiyari bir refleks,"
dediği şeyin ötesine geçip, "Tamam, eğer bu bir refleks ise,
bir şeyi yansıtıyor olmalı. Yansıttığı şey nedir? Bilincin bir
durumu veya düzeyi mi? Bu bilinç durumu hepimizin içinde
işleyen bir devre mi?" diye soran büyük bir bilimsel çabanın
ortaya çıkışını görmek istiyorum.
Marilyn M.
Schlitz:
Barış ve toplum yanlısı davranışlar için bu fiziksel devrenin
içimizde var olduğu fikrini geliştirelim. Beynimizin aç/kapat
türünden iletişim ve bilgi çeşitleri için yapılandığını
biliyoruz. Burada sözünü ettiğimiz türden fikirlere daha
uyumlu ve esnek olması için beynimizi nasıl kullanmaya
başlamalıyız?
Phil
Shaver:
Bebek, biri tarafindan bakılmaya hazır ve tek başına hayatta
kalamaz halde doğar. Onun genomu, kendisini kabul edecek, ona
kötü davranmayacak, ihmal etmeyecek vb. birini beklemektedir.
Fakat tabi ki, bu türden en uygun aile ortamının var olmadığı
birçok vaka söz konusudur. Bebeği içine alan bu ortam
uygun biçimde müşfik değilse, güvenebilme, nezaket gösterme,
sevgiyi fiziksel yollardan sergileme becerisinin çok yanlış
yollara sapabildiğini hepimiz biliriz.
Marilyn M.
Schlitz:
Sizin mesleğiniz merhameti, empatiyi, güvenliği ve kişinin kan
bağıyla bağlı olduğu kişilerden oluşan çevrenin dışına
çıktığında hangi etkenlerin var olması gerektiğini incelemek
için bilimsel yöntemleri kullanmaya odaklı. Hem genetik açıdan
mevcut olan bu fiziksel devre hem de erken yaşlarda alınan
terbiyeye yanıt veren bu şey, yaşamın ileriki evrelerinde
eğitilebilir mi?
Phil
Shaver:
Evet, psikoterapi temelde bunun gibidir. Yeni bir bağlanma
figürü ile kurulan düzeltici bir ilişkidir. Psikoterapide
amaç, kişi için istikrarlı, güvenilir bir figür olmaktır,
böylece onlar farklı davranış çeşitleri olduğu fikrini yavaş
yavaş keşfedebilirler.
Deneyler yaparak, kişinin
kendini daha güvende hissetmesine neden olan yollar bulduk;
bunları ya bir tür Budist meditasyonu ile bilinçüstünü yada
-artık resimler veya kelimeler gibi şeyleri göstermek için
bilgisayarlarımız olduğundan- bilinçaltını kullanarak
uygulayabiliyor ve onların beyinleri ile davranışları üzerinde
ölçülebilen etkilerini sergileyebiliyoruz. Bu çeşit metotları
kullanıp insanları daha güvenli kılabilirsek, onların diğer
grup üyelerine daha açık olduklarını görürüz. Bana kalırsa,
insanların empati, özen gösterme, açıklık, hoşgörü ve tüm bu
çeşit şeylere karşı yetenekleri olduğunu ve ayrıca, bebeklerle
ilgili araştırma yapanların daha ilk başta gördükleri şeyi
aklımızda tutmalıyız: Bebek yorulmuşsa, hastaysa, incinmişse
bağırmaya başlar; -"bu tamamen benim ile ilgili" der- ta ki
biri onun imdadına yetişene, soruna yol açan şeye yönelik bir
tür rahatlama ve çözüm olduğunu ona gösterene dek. Sinir
sisteminin değişim yeteneği konusunda Dalay Lama ve
sinirbilimcilerin de katıldığı bir toplantıya konuşmacı olarak
davet edildim. Dalay Lama, konunun kendisi için ilginç
olduğunu çünkü bunun eski bir Budist meditasyon tekniği
olduğunu söyledi: Oturup, daha önce hiç hissetmediğiniz kadar
destekleyici, nazik, sevgi dolu bir ilişki içinde sevilmenin
verdiği hisle kendinizi tamamen doldurmaya gayet ediyor ve
sonra bunu, kendi zihninizden diğer insanlara doğru
yayıyorsunuz. Bu durumu, yarım saatlik bir laborotuvar
deneyinin sınırları dahilinde inceledik.
Çalışmaya, sevilmesi kolay
biri ile başlayıp, deneyim kazandıkça yavaş yavaş daha
tarafsız biriyle (örneğin, sabah gazetenizi dağıtan kişi)
devam ederek ve nihayetinde çalışmayı sevmediğiniz veya sizi
inciten insanlara doğru genişletirsiniz; açıklık ve iyilik
doğrultusunda kendinizi değiştirmeniz mümkündür. Bu olgu,
ruhsal geleneğin çağlar boyunca bir parçası olmuştu ama artık,
çağdaş yaşamda bunu çeşitli yollarla -bilimi kullanarak
ölçülebilecek yollarla- kanıtlamak da mümkündür.
Diane
Powell:
Aklıma, "olana kadar uydur" deyişi geliyor; aslında bunda bir
doğruluk payı olduğu görüşündeyim. Daha pozitif duygular
edinmeyi deneyen kişiler, bu şekilde kendi zihinlerinin
pozitif duyguların peşine takıldığını görmekteler. Yine,
şefkatli ve sevecen insanlarla beraber olmak, onlarla aynı
tınıda olmak bu döngüyü kuvvetlendirmektedir. Bir terapist
olarak, sık sık görüyorum ki, insanlara yeniden ebeveynlik
yapmakla kalmıyorum, tutarlılığım sayesinde, onlar için
sevilebilecek güvenli bir insan haline de geliyorum.
Geçen gün, Edgar Allan
Poe'den bir alıntı okudum. Başkasının ne düşünüyor ya da
hissediyor olduğunu anlamak isterse, aynanın karşısına geçip
onun mimiklerini, beden dilini tamamen taklit etmeye çalışır
ve o kişinin deneyimlerini ve hislerini gerçekten algılarmış.
Michael
Nagler:
Barış araştırmalarında ve barış yaratma sürecinde biz bunu her
zaman yapmaktayız. Rol oynama yöntemi, insanları şiddet
içermeyen hareketler için eğitirken kullandığımız ana
modellerden ve metotlardan biridir. Dikkatinizi, Gandhi ve
Einstein'ın portreleri arasında oturduğumuza çekmek isterim ve
kısa süre önce öğrendiğime göre, 1949'da (Hindistan'ın ilk
başbakanı) Nehru ABD'ye gelmiş ve Princeton Üniversitesine
gidip ' Einstein ile görüşmüş; tam o sırada Einstein aniden
bir parça kağıda atom bombasının gelişim evrelerinin bir
şemasını çizmiş. Bu olay, Gandhi'nin Güney Afrika'da
Satyagraha'yı, yani şiddet içermeyen direnme felsefesini
geliştirmesiyle aynı yılda olmuş.
Köpeği olan bir arkadaşım
var. Eskiden bu köpeği ormanın köşesinde olan arka bahçesinde
beslerdi. Dışarıya bir kap mama koyardı, köpek onu yerdi.
Arkadaşım kabı almaya geldiği bir gün, kabın her zamanki
yerinde olmadığını gördü. Ertesi gece başka bir kap koydu.
Aynı şey oldu; kap kaybolmuştu. Neler olduğunu merak ettiği
için, bir akşam mamayla dolu kapı kapının önüne koyup, mutfağa
koşup saklanarak köpeğinin ne yaptığını anlamak istedi. Köpeği
mamadan bir lokma bile yemeyip, kabı ağzına alarak ormanın
içine doğru koşmaya başlayınca, onun ardına takılıp takip etti
ve ne gördü biliyor musunuz? Bir çalıya tasması takılı kalıp
yakalanmış başka bir köpek vardı ve arkadaşımın köpeği
yemeğini diğer köpeğe getirip onunla paylaşıyordu.
Bundan yola çıkarak,
fiziksel bir devreye sahip olup olmadığımız meselesi hakkında
endişelenmemek gerektiği sonucuna vardım. Bizler ne barış ne
de savaş için fiziksel bir devreye sahibiz. İçimizdeki devre,
seçimlerle ilgili. Dolayısıyla, oraya inip bu seçimlerin nasıl
şekillendiği üstünde çalışmaya başlamalıyız.
Konferans serisinin
katılımcıları:
Hans-Peter Duerr:
Max Planck Fizik
veAstrofizik Ensititüsünün eski yöneticisidir ve Ludwig
Maxmillan Universitesinde (Münih, Almanya) profesördür. 1986
Çernobil felaketinden sonra Bavyera 'da kurulmak istenen
nükleer yakıt tesisini protesto etmek amacıyla kurulan
Golyat'a Karşı Davud örgütünün kurucularındandır.
Marliyn M. Schlitz:
Neotik Bilimler
Enstitüsünde eğitim ve araştırma başkan yardımcısıdır.
Bruce Lipton:
Hücre biyoloğu ve yeni
oluşan çevresel faktörlerin genler üzerindeki etkisini
inceleyen epigenetik alanında bir öncüdür. İnancın Biyolojisi
(The Biology of Belief) adlı kitabın yazarıdır.
Cassandra Vieten:
California Pacific Tıp
Merkezinde ve Neotik Bilimler Enstitüsünde araştırmacı
bilimcidir.
Noel Frederick Mc lnnis:
Uluslararası Bağışlama Günü
örgütünün yardımcı başkanıdır. Oregon City 'deki Yeni Batı
İlahiyat Fakültesinde çalışmaktadır.
Michael Nagler:
California ve Berkeley
Universitesi Klasik ve Karşılaştırmalı Edebiyat Fakültesinden
emekli profesördür. Şiddet İçermeyen Eğitim Meta Merkezinin
başkanıdır. Şiddet İçermeyen Geleceği Arayış (The Search for a
Nonviolent Future) adlı kitabı da dahil birçok kitabın
yazarıdır.
Diane Powell:
Psikiyatr, sinirbilimci ve
Harvard Tıp Fakültesi John E. Mack Enstitüsü Kliniğinin eski
yöneticisidir.
Phil Shaver:
California Davis
Universitesi Psikoloji Bölümündeki Yetişkin Destek
Laboratuvarı yöneticisidir.
|