Genel
görünümüyle insanlık ailesi olarak, bir dönemin sonuna gelmiş
ve asıl ruhsal ihtiyaçlarımıza yanıt verecek gerçek bilgi
arayışının yoluna isteyerek ya da istemeyerek girmeye
yaklaşmış görünüyoruz. Tüm gelişim araçları, teknolojik
imkanlar, tüm savurganlıklar ve sapmalar “ihtiyaç” adına
bir bir deneyimlenmiş… Ama hala arayış ve doyumsuzluk
sürüyor. O halde, gerçek ihtiyaç henüz bulunamamış. Demek ki
ihtiyaç bildiklerimiz ya da bize toplumsal ve geleneksel
koşullandırmalarla önerilen dayatma ihtiyaçlar hep yapaymış.
Bu nedenle hala sınırda dolaşıyoruz. Korkunç bir “yapay
ihtiyaç” skalasının genişlemesinden oluşan son derece daralmış
ve bunalmış bir dünyanın fertleri olduğumuzun acaba farkında
mıyız? Sık sık aynı şikayetleri duyar olduk, yüreğinde insani
değerleri olduğunu hisseden bireyler, “ bir şeyler ne zaman
değişecek, gerçekten insan olduğumuzu ne zaman anlayacağız,
insan gibi ne zaman yaşayacağız, bu nasıl yalan dolan, bu
nasıl adaletsizlik ve düzensizlik” diyorlar haklı olarak. Ama
belli bir eşiği aşabilmek için gereken bilgi henüz elimizde
değil. Başka türlü ifadesiyle, devrenin tamam olduğuna dair
idrak ve şuur aydınlığı, insanlığın gönlünde henüz tam bir
birikime ulaşmış değil ama kıpırdanmalar,
şikayetler, bunalımlar, daralmalar, bireysel ve toplumsal
yaşantımızda şok etkisi yapan çok şaşırtıcı olaylar ve gerçeği
arayışlar büyük bir hızla devam ediyor…
Genel
Görünüm Bu neden
böyle; çünkü devre sonunun enkarne varlıkları genel görünüm
olarak, gerçek ihtiyaçlarını henüz tam tespit edememekte,
tanımlanamayan bir huzursuzluk yaşanmakta, tüm değer yargıları
sürekli alt-üst olarak yeni bir paradigma ortaya çıkmaya
çalışmakta da ondan... Kendini tanımak ve asıl ihtiyacını
tespit etmek konusunda çalışma yapmayanlar için şunu
rahatlıkla söyleyebiliriz ki; eğer şuurlu bir şekilde kendi
üzerimizde çalışma yapmayı göze almazsak ancak çok ayrıntılı
ve dolambaçlı yollardan hareket ederek gerçek ihtiyaçlarımıza
yönelebiliyoruz. Genel realiteye baktığımızda görüyoruz ki,
gerçek içsel gelişim ihtiyaçlarımıza doğrudan yönelecek
duyarlılığı kazanımımız henüz yeterli değil. İçinde
bulunduğumuz realitenin tam şuuruna sahip olmadığımız için,
genellikle önce bize, koşullandırmalarla empoze edilen yapay
ihtiyaçlara yönelmekten kendimizi alamıyoruz. Çünkü doğrudan
gerçek ihtiyaçlara yönelmek, sadeleşmeyi gerektirir ve elbette
ki bir çalışmanın ve uygulamanın ürünüdür. Uygulama yapmanın
ve yasaları kendi nefsinde tatbik etmenin önemi anlaşılmamış
olduğu için genellikle; “vur-kır” sayesinde, yani kaba düzeyde
ve köşeyi dönme kültürü içinde ihtiyaçlarımızı karşılamaya
çalışıyor, neleri kırıp döktüğümüzü farketmiyoruz… Devletler
düzeyinde savaşlar, dünya düzeyinde terör ve gençlik düzeyinde
de okullardaki şiddet olayları… Bunların hepsi birer ihtiyaç
arayışı ve ihtiyaç giderme uygulamasıdır ama arayış ve çıkış
henüz yanlış adreslerde …
Devre
sonunun genel toplumsal görünümünü bu şekilde ortaya koyduktan
sonra, şimdi ihtiyaç kavramını biraz daha derinlemesine ele
alalım. Hemen yukarıda; her hareketin, bir ihtiyaca cevap
vermek demek olduğunu belirtmiştik. Bu anlamda gözlem,
ihtiyaçlarla hareketler arasındaki bağlantıyı görmektir. Bu
ise ancak ön yargılardan uzak ve koşullandırmalardan
arındırılmış bir zihniyet ile olasıdır.
İhtiyaç Ama
Gerçek mi? İstek
ve iradeye göre oluşan ihtiyaçlar gelişim ve değişimin birer
malzemesidir. Yani, ihtiyaç duyduğumuz şeyler genel gelişim
düzeyimiz hakkında ipuçları taşıdığı gibi, ihtiyaçlarımızı
giderme şekillerimiz de realitemiz hakkında bir fikir
verebilir. Bu nedenle ihtiyaç duyduğumuz şeylerin gerçekten
ihtiyacımız olup olmadığını, içsel gelişimimiz için gerçekten
gerekli olup olmadığını bilmemiz/ düşünmemiz gerekir. Aksi
takdirde, yapay (suni) icap ve ihtiyaçlar peşinde, içsel
gelişim yolumuzu uzatmamız çok olasıdır. Evet, tekâmül
ivmesini arttırmak varlığın kendi elinde… İhtiyaçları tespit
etmek de hiç de sanıldığı kadar zor değil!...
Her insanın
yemek, içmek, barınmak, ısınmak, eğitim almak, çalışmak gibi
en temel ihtiyaçları karşılanması açısından olmazsa olmaz
türündendir. Bu ihtiyaçlar varolma ve bedenli olmayı sürdürme
için gereklidir ama temel ihtiyaçların dışındakilerin yapay
veya gerçek olması, bireylerin yaşam programlarıyla birinci
derecede ilgilidir. Sizin bu yaşamınızda yüksek eğitim alarak
bilim insanı olma potansiyeliniz ön planda görünürken filanca
şahsın da tamamen yoksunluklar içinde, fedakarlıklarla dolu
özverili bir yaşam programı olabilir veya bir kişi ünlü bir
sanatçı olurken diğeri ayakkabı tamircisi, bir diğeri de
madencidir. Biri bedensel bir özrü bir ömür taşımak zorunda
iken diğeri de bu yaşamında ünlü ve zengin olma yazgısını
taşımaktadır. Dışarıdan bakarak ‘şu madende çalışan adam bu
hayatta ne elde etti ki, tüm yaşamını mağaralarda geçirdi,
öldü gitti’ gibi yorum, içsel yolculuğa çıkmamış, ezoterik ve
inisiyatik bilgilerle donanmamış bir insanın yorumudur ve
tamamen asılsızdır. O madenci bu hayata sadece sabrı öğrenmek
için gelmiş olabilir ve bu programı yapmıştır, bir başkası da
özveriyi yani kendinden vermeyi, fedakarlığı, sevmeyi
öğrenmek için özürlü bir çocuğa bakmayı programlayıp
doğabilir. Yaşam programlarımız açık şuurla rehberlik onayıyla
bizim tarafımızdan yapıldığından buradaki gibi sadece haz ve
mutluluğa, maddi rahat ve güvenceye yönelik programlarla
karşılaşılmamakta ve izlendiği gibi çok değişik yollarla
olgunlaşmaya, gelişmeye, büyümeye çalışmaktayız.
Herkes
için değil ama genel realite açısından gelişim yolunun
basamaklarını bir bir çıkarken genellikle ters uygulamalarla
önce olmaması gerekenleri deneriz; olmaması gerekenleri idrak
ettikten sonra, asıl olması gerekenlere yani gerçek
ihtiyaçlarımıza yöneliriz ve ancak o zaman asıl değişim ve ona
bağlı olarak içsel gelişim oluşur. Değişim; bir değişim
kadrosu içine girmiş olan tüm varlıkların gerçek gelişim
ihtiyaçlarının sağlanmasından sonra ortaya çıkar. Her bir
yaşamda, bağlı olduğumuz ruhsal planın ve kendi gelişimimizin
genel hedefi doğrultusundaki ihtiyaçlara göre yaşam planı
hazırlar ve bedenleniriz. Bu nedenle, enkarnasyonun
gerekçesinin ihtiyaçlar olduğunu söylemek olasıdır.
Enkarnasyonlar boyunca, şuurlandıkça elbette ki aldatıcı ve
çok oyalayıcı olan yapay ihtiyaçlara yönelmekten kurtuluruz ki
bu da değişimin doğal sonucudur; oyalanmaktan kurtulmanın artı
olarak bir getirisi de, tekâmülü hızlandırıcı bir olgu
olmasıdır. O halde, kendi varlığımızı tanımak ve illüzyonel
aldanmaya kurban gitmemek; bu şekilde de yapay olarak
çevremizde yaratılmış olan oyalayıcı daha doğrusu doğrudan
doğruya bizimle ilgili olmayan ihtiyaçlardan uzak durmak
önemlidir. Değişimin ve içsel gelişimin gereği de budur. O
zaman gerçek varlıksal irademiz, bedensel benimize daha çok
egemen olacaktır ki bir enkarne varlık için ideal olan da
budur. Varlıksal iradenin bedene egemen olması oranında da,
enkarne varlık kendisini yapay ihtiyaçlardan uzak tutabilir;
incik boncukla oyalanmaz, nefsin heva ve hevesinin oyuncağı
olmaz.
Gerçek ve
Yapay İhtiyaçlar
Zaman-mekan, toplumsal, ekolojik ve fizyolojik koşullarla
sınırlı olduğumuz için, elbette ki
her istediğimizi ya da ihtiyaç duyduğumuzu sandığımız her şeyi
elde etmemiz olası değildir. İstediklerimizin tümünü elde
edemesekte, onları düşünüyor olmaktan ve niyetimize almış
olmaktan da sorumlu olduğumuzu unutmamakta yarar var. Bu
nedenle beklenti içine girmeden ve hele hırs haline
getirmeden; sadece akıldan geçirmekte ve “Hayırlı ise, gerçek
ihtiyacım ise olsun…” diyerek, o niyeti, düşünceyi Bütünsel
Olan’a Oluş’a salıvermekte yarar var. Bunu rahatça yapabilmek
için de, gereksiz istekleri sınırlamak, hırsları, arzuları
kısıtlamak gerekli. Bu kısıtlama çeşitli bireysel gelişim
metodlarını uygulayarak, okuyup öğrenek, gelişim seminerleri
ve konfrensalarına katılarak bilgilenmekle de mümkündür.
Bireysel veya grup çalışmaları ile pek çok insanın kendini
yenilediği bir çağda yaşadığımızı unutmamalıyız, bireysel
gelişim metodlarının bu denli yaygın olması bizim için bir
şanstır…
Eğer
içsel gelişim bizler için önemli ise ihtiyaçlarımızla
isteklerimiz arasına bir mesafe koymak zorundayız. Enkarne
varlık olarak, gerçekten asıl kendimiz olan yüksek benimizin
iradesi yönündeki ihtiyaçlar içinde miyiz, ? Yoksa kendi
kendimize, eşyanın ağır ve cezbedici etkisi altında
yarattığımız ya da koşullandırıldığımız yapay ihtiyaçlara mı
yönelmişiz? Bu ayrımı yapabilmek çok önemli; yapay ihtiyaçlar
yaratmışsak, ıstıraplarımızın çeşitliliği de artar.
Yapay ihtiyaç giderme doyumsuzluğu içinde
daha doğrusu böyle bir açgözlülük içinde giderek kabalaşan
ıstıraplarla
yüz yüze gelmemiz olasıdır; yanlış yoldan doğru yola dönmek
için ihtiyaçları acilen bir sıralamaya tabii tutmakta ve önem
sırası listesi yapmakta yarar var. Yapay ihtiyaçlara aşırı
bağlılık, bir bakıma putperestliktir. Bu tür putlardan
sıyrılmadıkça geleceğe giden kristal enerjili, ışıklı yolda
rahat yürünmez ve başarılı bir yaşam planı uygulaması
yapılamaz. Çünkü her yapay istek ayrı bir put, her bir
gereksiz özdeşleşme ayrı bir ayak bağı demektir.
En basit
hali ile örnekleyecek olursak; bir giysiyi herhangi bir marka
olmadığı için giyememek, falan ya da filan yerden
alınmadığında bir yiyeceği yiyememek veya filan muhitte
oturamamak, şuraya gidememek, buraya gelememek gibi örnekleri
çoğaltmak mümkündür. Söz konusu özdeşleşmeleri koruma
ihtiyacımız, elbette ki yapay bir ihtiyaçtır. Kökeninde
özdeşleşme olan yapay bir ihtiyaç ise ıstıraplarımızın bir
kısmının nedenidir.
Dolayısıyla belki de, yaşam programımıza uygun olmadığı için
kavuşamadığımız yapay istek ve ihtiyaçlarımız nedeniyle kendi
kendimize zulmeder haldeyiz(1).
Bu tip içinden çıkamadığımız durumlarda kendi doğum haritamıza
müracaat etmek ve kendimizle yüzleşmek en doğru ve sağlıklı
metotlardan biridir.
Moda ve
Reklâm Sektörü Bir
takım yapay ihtiyaçları durup durup ortaya çıkarmamız
nedendir? Dar ya da kapalı şuurluluktan dolayı, içinde
bulunduğumuz realitede yeterince aydınlanmamış olduğumuz için,
telkin altında kalma ve güdülenme meylimiz, maddi ve dünyasal
koşullandırmalara, maddesel cazibeye karşı eğilimimiz
fazladır. Günümüzde reklâm ve moda sektörünün üzerimizde
yarattığı telkin mekanizmasının çok çeşitli etkileri altında,
kendimizle ve iç benliğimizle meşgul olmaktan alıkonmuş
durumdayız. Tv de reklâm işkencesine uğramadan
izleyebildiğimiz program çok az… Yapay ihtiyaçlar, yadsınamaz
icaplar olarak körüklendikçe, insanlar yapay ihtiyaçlar içine
sokuluyor, açgözlülükler körükleniyor ve uyku
derinleştirilerek, daha çok sürüleştiriliyor. Bu şekilde
oluşturulan yapay ihtiyaçlarla sanki sürüleştirilerek
yönetiliyoruz. Böylelikle, toplumları sürüleştirerek yönetmek
daha kolay ve daha karlıdır. Kendini bilmemekten ve
dolayısıyla “uyurgezer tarzda yaşamak” tan kaynaklanan
bu beşeri zaafımızdan yararlanan daha derin uykuda ve
kendinden habersiz bireylerden oluşan kurumlar/kuruluşlar
maddesel birikimlerini kat kat arttırmaktadır. Gerçek
biriktirilecek ya da peşinde koşulacak değer maddesel birikim
midir, yoksa idraklenmeyle gelen şuur gücü müdür, onlar bunu
bilemez, söylense de anlamazlar; çünkü doğruluk ve
aydınlık, sadece olduğu gibi olmak ve varolmanın sevincini
duymak yerine sahip olmak arzusu ve hırs ile yer değiştirmiş,
sahte ihtiyaçlar peşinde bir ömür koşar hale getirilmişiz.(2)
Ayak izlerimiz şeffaflığını çoktan yitirdi ama yine şeffaflık
gerektiren yeni bir dönem başlamak üzere, bir an önce bu
fazlalıklardan kurtulmaya çalışmak ve bu konularda şuurlanmak
hem kendimiz hem çevremiz için öyle yararlı ki!...
Yukarıda
belirtmeye çalıştığımız anlamda kendimizi istismar ettirmemek
için, geleceği;
maddesel olmaktan çok, manevi olarak hazırlamak ve böyle bir
mantalite-duyarlılık içinde yaşamak bizi her türlü zorlanmadan
korur. Yani şimdiye kadar benimsediğimiz ve putlaştırdığımız
özdeşleşmeleri atmak bizi sadeleştirir ve doğallaştırır.
Muhammed Peygamberin Kâbe’deki putları asasıyla birer birer
kırdığı gibi, bizde içimizdeki irili ufaklı putları istersek
kırabiliriz. Bu putlardan sıyrılmadıkça, “Yeni İnsanlık”a
giden yolda rahat yürünmez. Çünkü onların her biri ayrı bir
yapay ihtiyaç demektir. Bunlar içsel gelişim hızımızı
durdurmasa bile, ağırlaştıran, bizi maddeye bağlayan ve
yeterince madde ya da servet sahibi olmadığımzda huzurlu
olamayacağımızı zannettiren ayak bağlarıdır. Aksi takdirde,
nefsin doyurulması peşinde koşa koşa bir ömür heba etmiş
olabiliriz ya da Yeni Çağ’a aday olma liyakatimizi yitirmiş
olabiliriz. Beşeri koşullandırmalar ve maddesel cazibe peşinde
koşmak ve bu tarz bir yaşam, “nefsin zulmü” altında
yaşamaktan başka bir şey değildir. Neden diye soracak
olursanız yanıtımız çok sabit çünkü sizin için en gerekli
temel gereksinimleriniz ve onlara uygun şartlar yaşam
programımızda mevcut, ama bu demek değildir ki, insan gelişmek
ve ilerlemek için çalışmasın ve kendini tamamen yanlış bir
kaderci anlayışla tembelliğe terk etsin. Yaşamını geliştirmek
için gerekeni yapsın ama maddi hırsların esareti altında
otomatik davranmasın. Ben kimim, nereye gidiyorum, asıl amacım
bunlar mıydı ? sorularını sık sık sorma şansını yitirmesin ya
da , kendine bu konuda güvenmiyorsa destek ve yardım almayı
ayıp sanmasın…
Maddesel
ortamların derinliklerinde bilgi uygulaması yapmak durumunda
olan enkarne varlıklar olarak bizler için elbette ki
doyurulması gereken yanlarımız her zaman olacaktır. Ama
bunların zaman içinde (tekâmül seyri içinde) giderek
kabalıklarını yitirmesi makbuldür. Giderek daha süptil ve
latif şeylere ihtiyaç duyar hale gelmek önemlidir. Bedensel
benin ihtiyaçlarından kurtulup ya da onları kontrol altında
tutup, iç varlığımızın, asıl kendimizin ihtiyaçlarına yönelmek
çok yararlıdır. Gerçek ihtiyaçlarımız, iç varlığımızla ilgili
olanlardır. Onların karşılanması bizi Yeni Çağ’a taşıyacaktır.
İç varlığımızın ihtiyaçlarına yönelebilmek, bedensel benle
ilgili açgözlülüklerden kurtulmakla, yapay ihtiyaçlara “Dur,
yeter artık!” demekle olasıdır. Bu da nefse karşı belli
bir karşı koyma gücü geliştirmekle yakalanabilecek başarıdır
ve bir iç çalışmanın, içsel yolculuğun, kendini tanıma
çalışmasının ürünüdür. Hiç kimse kendi kendine oralardan
çıkamaz, mutlaka bilgi ile karşılaşması gerekir. İç varlığının
ihtiyaçlarını çok ihmal etmeye başlarsa huzursuz olur,
mutsuzdur, sık sık hastalanır, işleri ters gider, eli-bacağı
oynamaz hale gelir, oturup düşünmek zorunda kalır ve işte asıl
gelişim bu noktadan sonra başlar ve bizim kendi hızımıza göre
de bir ivme gösterir.
Kuşkusuz,
her şey; en genel anlamda; tekâmül etme ihtiyacımızı
karşılamak, gidermek içindir. Her şey tekâmül için araçtır ama
bunlardan hangileri bizim bu yaşamdaki planımıza uygun
araçtır, bu önemlidir. Bu araçlardan, bu yaşamımdaki içsel
gelişim ihtiyaçlarıma uygun olan hangisi/hangileridir, bu
seçimi isabetli yapabilirsek, hem yaşam planımızı uygulamış,
hem de tekâmül hızımızı artırmış oluruz. Bunun için, bir
olaylar silsilesinden başka bir şey olmayan yaşamda halden
hale giriyoruz. İçsel gelişim ihtiyaçlarımızı gidermek için,
kendimizin ve çevremizdekilerin ihtiyacı olan epröv
planlarının etkisi altında haletler yaşıyoruz. Bu haletler
şimdilerde, devre sonunun bitiş günleri içinde bulunmamızdan
dolayı; çokluk, çeşitlilik ve genellikle de kabalık ve
şiddet/ıstırap içermektedir. Tüm hareketler gibi, özellikle
devre sonlarındaki “yozlaşma hareketleri” de bir
ihtiyaç karşılamak içindir. Buradaki hareket kavramımıza
düşünce ve vicdan hareketleri de dâhildir. Kuşkusuz bunları
ille de bire bir yaşamak söz konusu değildir. İyi bir gözlem
becerisi sergileyerek, çevremizdeki bireylerin ve medya ile
gözler önüne serilen olaylardaki figüranların sergiledikleri
yozlaşma örneklerinden dersler çıkararak kendimizi
hızlandırabiliriz. Çevremizi böyle bir duyarlılık içinde
gözlemleyerek, gerçek ihtiyaçlarımızı saptayabiliriz.
İhtiyaçlar ile hareketler arasındaki bağlantı da böyle
sağlıklı bir gözlem ile ortaya çıkar.
Sağlıklı
Gözlemin Önemi Böyle
bir gözlem becerisiyle olaylara ve çevremizde olup bitenlere
yönelmek içsel gelişim açısından çok yararlıdır. Semavi
Yönetim tüm varlıkların ihtiyaçlarına genel bir cevap vermek
üzere bin bir türlü kombinasyonlar hazırlamaktadır.
Geçirilmesi gereken deneyimler geçirilir, haletler yaşanır ve
sonunda ortalama bir anlayış belirir ki amaç ta budur.
Tüm
varlıklarda ortalama bir anlayış düzeyi oluştuktan sonra;
global değilse bile, yöresel bir değişimin ortaya çıkması
olasıdır. Bu değişim “illüzyondan hakikate geçiş” tir.
Yani, varlıkların ihtiyaçları ve liyakatleri
alacakları/almakta oldukları bilginin belirleyicisi
olmaktadır. Dolayısıyla, bizleri “Yeni İnsanlık” dönemine
ulaştıracak bilgi konusunda da liyakat artırmak kendi
elimizdedir.
Sevmek ve
Evrensel Bakış Ezoterik
tradisyonlara göre; kadim ve ruhsal öğretilerde verilen
bilgiler öncelikle o zamanlardaki varlıkların ihtiyaçlarına
göreydi ve o zamanlar verilen bilgiler o zamanlar içindi.
Şimdi için ayrı bilgilere ihtiyaç var. Beşeriyet için çok
pahalıya mal olacak, çok köklü bir değişiklik de hızla
yaklaşıyor. Onun bedelini zaten çekmekte olduğumuz
ıstıraplarla peşinen ödüyoruz. Yeni bir sistemin(New Age…)
oluşturulması süreci içinde, bazı sarsıcı olayların
metaryelize olması ve bizi uyandırması kaçınılmaz olmuştur;
çünkü devre artık bitti bitecek… Ama belirtmekte yarar var:
İhtiyaçlarını dengelemiş ve yeni bir döneme uyumlu hale
getirmiş, inceltmiş, hassaslaştırmış, biz ruhuna uygun hale
getirmiş olanlar için bilgi akışları hep mevcut, şaşmaz bir
planlama ve düzenleme ile harikulade bir ahenk görünenin
ardındaki görünmeyenden bize her zaman sesleniyor. Bunu görmek
için içe dönmek ve olaylara daha derin bakmak gerekir. “Melekûtun
yere inmesi” de bu olsa gerek… Yani yeni bilgilerle
donatılmış, huzurlu, kendisiyle, yaşam programıyla, evrenle
barışık insanlık ailesi.
Kendisiyle ve evrenle daha barışık olmak demek, sevmek
demektir.
Zamanla daha çok sevmek demektir. Sevemediğini de sevmek
demektir. Ve birgün hiçbirşeyi ayırmamak demektir. Herşeye
eşit mesafede olmak demektir. Herşeyi sevebilmek elbetteki çok
yüksek bir anlayış, çok yüksek bir beceridir. Ama oraya doğru
yürüdüğümüz her an daha rahat, esnek, yumuşak ve akıcı
olmamız; evrenle bütünleşerek onun sesini duyabilmemiz de
mümkündür. Burası eski deyimiyle Alem-i Mümkünat yani imkanlar
alemidir. İmkanlar aleminin sunduğu fırsatları doğru
değerlendirmek, olayların dilini yavaş yavaş çözerek,
bu yaşamın kulaklarımıza neler fısıldıyor olduğunu nihayet
duymak demektir.
Temel ve
yaşamsal gereklilikleri saydıktan sonra Yeni Çağdaki en temel
ihtiyacımız Evrensel bir bakış elde etmektir diyebiliriz
rahatlıkla!...
Evrensel
bakış; her şeyi olduğu gibi kabul edebilmektir. Dünya ve evren
üzerindeki her türlü ama her türlü yaşam formuna sevgi ve
anlayış ve şefkat ile bakabilmektir.
Gerçek ihtiyaçları görüp acımamak ve oyalanmamaktır. Kendimize
ve gelişim ihtiyaçlarımıza doğru bakabilmek yaşadıklarımızı
buna göre değerlendirebilmektir.
Hem
kendimizin hem de diğerlerinin gelişimlerine ve gelişim
araçlarına saygı ve sevgi duymaktır.
Evrensel Bakış nasıl elde edilir?
Uyum ve esneklik çalışması ile... Yani
tüm insanlık ailesinin şu anda yeryüzünde yaptığı ve hergün
gözlemlediğiniz çalışma ile... Bizi zorlayan, gerilimler
yaratan olaylar bizlerin içindeki kapasitenin ortaya çıkmasına
neden olur ve kapasitemiz her geçen gün biraz daha açılıp
genişledikçe içinde bulunduğumuz ortama biraz daha uyumlu hale
geliriz. Böylece "hayatta olmaz" dediğimiz kalıplarımızın
nasılda esnediğini görürüz yani büyüdüğümüzü idrak etmeye
başlarız! Çünkü daha önce de belirttik, evrende her şey
mümkündür. Evrenin kalıpları yoktur, tekdüzeliği yoktur. Evren
her formdadır. Zorlayıcı olaylar uyum ve esneklik kazanmak
içindir ki, böylece daha geniş bakış açılarına sahip
olabilelim. Daha anlayışlı ve daha
şefkatli ve tabi ki daha
sevgiyle davranabilelim...
Ben yerine
“Biz” demeyi, olay ve olguların taşıdığı bilgiyi ruhumuza mal
etmeyi ve şuurlanmayı isteyelim. İyi ve kötü kalıplarını
kırarak her ikisinin de gelişimimiz için gerekliliğine saygı
duyalım. İyiyi ve güzeli istediğimiz kadar zor ve acı
dediklerimizle karşılaştığımızda da sabır ve sevgi
gösterebilelim. Hem iyiden ve karşılaşın zorluklardan alınan
tüm dersler ruhumuza kaydolur ve bir daha karşılaşma
gereksinimimiz ortadan kalkar. O nedenle yaşamımızdaki zorlu
olay tam da geliştirilmesi gereken yönümüzün törpüsü ve
uyandırıcı etkisidir. Şikayet yerine olaya bir de bu açıdan
bakmak evrensel bakışın, uyanışın yani kıyam etmenin, ayağa
kalkmanın, dikeyde durmanın ve yatay etkileri tanımaya
başlamanın ilk temel uygulamasıdır.
Diyebiliriz ki, Holistik yani bütüncül bir bakış açısıyla
bugünün pozitif düşünce ve eylemi yarının yeni tohumudur.
Geleceğimizi biz kendi ellerimizle hazırlamakta, adeta özenle
çizmekteyiz ve her şey Büyük Hayr’a olumluya hizmet
etmektedir… Kimbilir bir saksıdaki çiçeğin gelişimini izleyip
çocuk saflığı ve temizliği içinde şunları düşünen ne kadar çok
yeni çağ insanı vardır:
"Saksıdaki çiçek tohumlarının çimlenmesini gözlüyorum. Bunların
eski ve yeni realitemdeki özelliklerini inceliyorum; yaşanan,
bazı olayları yeni aldığım bilgilerle ve yeni realite
anlayışımla inceliyorum. Olayların, olguların aynı zamanda
geleceğin tohumlarını oluşturduklarını artık çok
rahat anlıyorum.”
Bu
dünya umutsuzluk yeri değil, umudun sevginin, barışın,
iyiliğin, erdemin, güzelliğin yeşermeye çalıştığı aden
bahçesidir, tohumlar ekildi, büyüdü, ürün verdi, hasat zamanı
tüm seven yürekler ürünleri hep birlikte toplayıp herkese ve
tüm kardeşlerine dağıtacaklar… |