Bilgelik yolunda yürümenin gereklerinden
olan “farkındalık” kavramı, zaman enerjisi, ‘an’da olmak, buda
hâli ve yin-yang enerji dengelerimizin kurulmasıyla yakından
bağlantılıdır.
Bireysel yin-yang dengesi yani
fiziksel ve enerji bedenlerimiz arasında kurulması gereken
pozitif ve negatif enerjiler arasındaki dengeye, Gurdjieff
öğretisinde merkezler arası enerji dengesinin kurulması adı
verilir. (bkz. “merkezler” şeması) İnsanda dengeli bir enerji
sirkülasyonun oluşturulması Gurdjieff’te “4 nolu insan”
tipinin en belirgin özelliği olarak geçer. Bu düzeyin Tibet
Budizmi’ndeki karşılığı, “ayna bilgelik ya da akıl bilgeliği”
olarak dilimize çevrilmiştir.(1)
Burada birey, “uyanan insan”,
aydınlanmış insan niteliğini kazanmış ve şuurlu yetki alanına
geçmiş; yaydığı enerji alanı ile başkalarını da harekete
geçirecek “manyetik merkez” haline gelmiş insandır.(2)
Gurdjieff’e göre, bu “dört nolu insan” tipinde alt merkezlerin
de dengeli olarak kullanımı devreye girmiştir(bkz. Merkezler
şeması). İçsel ve bireysel yin-yang enerji dengelerinin
kurulmuş olduğunun işareti olan bu durumda, her üç merkez de
dengeli bir şekilde ve de yüksek benlikle bağlantılı olarak
çalışır ki, bu durum aynı zamanda “idrakin iki ucu açık”
olması anlamına gelen bir durumdur(3).
Güncel / yüzeysel bilgi ile, aşkın bilginin, başka
bir deyişle “derin ve görünenin ardındaki görünmeyen bilgi”nin
‘bir’ ile bütünleştirilmesi, anlaşılması ve uygulamaya
konulması söz konusudur ki, bu aynı zamanda; bilginin,
görünmeyendeki idesini hissetmek anlamına gelir. Platon bu
konuyu anlatabilmek için mağaradaki gölgeler örneğini vermiş
ve insan uyanmadığı sürece ayaklarından zincirle bağlı bir
pranga mahkumudur ve gölgelerle meşguldur, Hakikat’ten uzaktır
demek istemiştir.
Bu anlamda farkındalık;
“gerçek ibadet hali”yle hemen hemen özdeş bir şuur halidir.
Hatta, Yüksek Farkındalık ve Şuurlu Yetki Alanına geçiş tüm
ibadetlerin de hedefidir.Diyebiliriz ki, “Sürekli Yüksek
Farkındalık” hali gerçek ibadet halidir. Böyle bir farkındalık
ile yapılan ibadette ve günlük yaşam uygulamasında “ikinin BİR
edilmesi” varlıksal birliğin, insanın yaratılmış olan her
şeyle özde bir olduğunun deneyimlenmesi söz konusudur.
(4)
İkiyi Bir etmek en kısa tanımıyla olana katılmak
yani yaşamın bireye getirdiklerini olduğu gibi kabul edebilmek
gücüdür ve hayli zordur. Bu basit gibi görünen iki cümle için
kimbilir kaç yaşam uygulama yapmak gerekir. Pek çok insanın
yaşamı bireysel kaderini ve yaşamın ona getirdiği kişileri,
olayları kabullenmeye çalışmakla geçer ve bu kabullenmeyi
öğrenmeközel bir ruhsal eğitim almadan da bu pek zordur.
Zaman Enerjisi ve Farkındalık
Zaman enerjisi açısından farkındalık kavramına
baktığımızda,”farkındalık anının, zaman enerjisi ile doğrudan
bağlantının kurulduğu an” olduğunu söylüyor ezoterik bilgiler
bize... Farkındalık bize en çok bir olay içindeyken
gereklidir. Her şey doğal ve olağan akarken farkındalık daha
kolaydır ama biri size hakaret ederken veya hakkınızı
elinizden almak isterken farkında olabilmek, içsel olarak
sakin kalmak inisiyatik çalışma gerektirir. Düşünce
kontrolünden tutun da duyu,duygu, algı, nefis kontrolüne kadar
pek çok uygulamanın aynı anda devreye sokulması gerekir.Eğer
böyle bir uyanıklık halinde isek; o olay ruhsal hafızaya
kaydedilir bu, ideal bir gözlem hali ve idrak (olanı anlama
fark etme hali) durumudur, idrak ardından şuurlanmayı
getirecektir (5).
Olayı izlerken, yaşarken, “farkındalık anı”nda değilsek,
onun tesiri bedensel hafızaya kaydolur. Dolayısıyla,
farkındalık ile “an’da olmak” hemen hemen aynı şeydir. Ama biz
genellikle AN’da yaşayamadığımızdan dolayı, tam algılama ile
gözlem yapamıyoruz. Böyle olunca, sadece aşkın yanımıza değil,
bu dünyaya doğarken bağlı olduğumuz planımıza şimdi moda olan
deyimiyle yuvaya ya da ruhsal aileye de uygulaması yapılmış
bilgi tanecikleri gönderemiyoruz. Bu bilgi tanecikleri
başkalarının da kullanımına sunulmak üzere evrensel bilgi
bankasında muhafaza edilir. Bu kavrama başka bir deyişle
kişisel veya plansal akaşik kayıtlar demek de mümkündür…
Farkındalık Halinde Gözlemci Olmak
Olmakta olana “farkındalık halinde
gözlemci olmak” yaşama ve tezahürata bilgece bir yaklaşımdır.
Bunun da gereği, içsel sükûnet halinde duyguları kontrol
altında tutarak ve düşünce kontrolü yaparak “olayla olay
olmamak” tır. Olmakta olana sadece tanık olmak; sağlıklı bir
gözlem halidir. Burada yaşarken böyle bir hal her zaman mümkün
olmadığından hiç olmazsa olay bittikten sonra hemen otokontrol
sistemini oluşturmak, olayı gözden geçirmek ve kendimizin
nerede nasıl durduğunu iyi tespit etmek bireysel gelişimimiz
için çok yararlı; aynı zamanda da gördüğünden ders çıkarmanın
ön koşuludur. Olmakta olan’a karşı tanıklık halimizi ne kadar
sürekli kılarsak, içsel gelişim olanaklarını bilgelik yolunda
en iyi şekilde değerlendirme şansını yakalarız. Suyun, ateşin
etkisiyle “buhar olup yükselişe geçmesi” gibi; bizim de
ıstıraplı eprövlerin ya da maksatlı ıstırabın yakıcı haletini
bilgece yaşayarak yükselişe geçmemiz bilgelik yolunda yürümek
istemenin bir gereğidir.
Olmakta olana farkındalık halinde
uyum sağlamanın ve usta bir gözlemci olmanın bir yan ürünü ve
gelişimin hızını arttırıcı bir getirisi de “AN” da
olmaktır“AN” da zaman olmadığına göre, “AN” da düşünce de
yoktur, günlük olayları sürekli takip eden zihin halimiz
durmuştur ve o olaya konsantre olmuşuzdur. Yüksek benimizle
bağlantı da “AN” da yani günlük olayları kovalayan zihin
halimiz durdurulduğunda yani yatay etkilerden sıyrılıp dikey
bir duruş sergilediğimizde harekete geçer. Şöyle bir örnek
verelim asıl siz başka bir boyutta özel bir koltukta oturuyor,
ya da ayakta duruyor ve bir dijital ekrandan burayı izliyor
gibi düşünün, bu sizin yüksek beniniz olsun, onu size
göndereceği bilgileri alabilmeniz ve duymanız için o ekranla
olan bağınızın güçlü olması gerekmez mi? Diyelim ki,
görünmeyen kordonlarla bağlı bir bağınız veya kulaklığınız
var, günlük yaşamın ve sokağın gürültüsü içinde bu kulaklıktan
gelen sese açık olmak için ara ara sessiz bir yerde durup
dinleme yapmalısınız yoksa o değerli sesi duyamaz, yön tayini
yapamaz hale gelir, oradan oraya savrulursunuz…
Bunu isterseniz meditasyonla,
isterseniz nefes egzersizleriyle, isterseniz kristal enerji
çalışmasıyla elde etmek için uğraşabilir, kendinize yeni bir
yol ve anlayış hali yaratabilirsiniz. (Doğal Yaşam sayfasının
pratik uygulamalar bölümünde bu konuyla ilgili pek çok
egzersiz vardır).
Sezgiler bu özel hal içinde günlük zihin halinin
durdurulduğu noktada daha rahat akabilir. “AN” dışında
geçmişte ya da gelecekte olduğumuz durumda sürekli ya geçmişi
ya da geleceği düşünürüz yani ya bize yapılan haksızlıklarla
ilgili hesaplaşmalarımız ya da gelecekten beklediklerimizin
gerçekleşmemesi hakkındaki kaygılarımız gündemdedir. O günün
ve o “AN” ın bize anlatmak istediği bilgiyi ve ruh halini doya
doya yaşamayı ve ruhumuza sindirmeyi bu nedenle ihmal ederiz.
Zihnimizi sürekli meşgul etmemek ve yaşama en doğal halimizle
“An” içinde katılmak istiyorsak geçmiş-gelecek vesvese ve
endişelerinin kontrol altına alınması aynı zamanda da nefis
kontrolü anlamına taşır.
“AN” da Olmak Gerçekten “var olabilmek” için,
olabildiğince “AN” da olmak gerek. Bu şeffaflaşmak, kristal
enerjilere karşı geçirgen olmak, yaşam enerjilerinin dengeli
bir şekilde bizden akmasına izin vermek anlamına da gelir.
“Olmak” ta eylemsizlik ve farkındalık vardır; yapmak ise üç
boyutlu mekândaki insani durumumuzdur. “Yapmak” zamana
bağlıdır, “olmak” ta ise zamansızlık söz konusudur. “Düşünce”
de “yapma” ya dâhildir. “AN” da olmak ve “zaman” da olmak
birbirinden çok farklı durumlardır. Zihin sürekli olarak
zamandadır ve “yapma” durumundadır. Hafızadakiler “zaman” dır,
zihnimiz “zaman” da çalışır. İşte biz, zaman içinde olmakta
olan olayları düşünürken, hep “yapma” durumundayızdır. “AN” da
kalmaya çalışmak zihnin çok zoruna gider ve o kadar zorlanır
ki, bu iş enkarnasyonlar boyu sürer, insan hep günlük yaşamın
içinde kalmak ister ve bu tip uygulamalardan kaçar bu nedenle
de birçok birey tarafından başarılamamıştır. Başarılması hayli
zor haller olsa da bilgiyi yükseltmek adına bunlardan da söz
etmekte yarar vardır.
“AN” da kalmayı başaranlardan biri şöyle demiş: “48 dakika
‘AN’ da kalmayı başaran biri, aydınlanmaya çok çok
yaklaşmıştır.” – Caynizm Üstatlarından Maivira.
Olana Katılmak
Olmakta olanı, araya düşünce yoluyla bir yargı katmadan
izlemek sonra da onu bir bilgi haline getirmek için üzerinde
çalışmak gerekir. Olana katılma hali insanı özgür kılar, ruh
özgürlüğüne kavuşmanın yani ölümsüzlüğün başlangıç noktasıdır
ve bunu yaşamanın keyfini sürdürmek de insanın hakkıdır. Bu,
bu kadar basit ama bu kadar zor, çünkü alışık olmadığımız bir
uygulama… Yani olmakta olanı, düşünerek değerlendirmeye
kalkmayacaksınız, sadece fark edeceksiniz ve varlığınızın o
bilgiye nüfuz etmesine izin vereceksiniz o kadar… İzlediğinize
yorum getirir, düşünce katarsanız, artık o gördüğünüz gerçek
değildir, sizin yorumunuzdur. Düşünceyi ürettiğiniz anda buna
duygu da hemen eşlik eder. Düşüncesiz olduğunuz anda, olmakta
olana sadece tanık olduğunuz anda, iyi bir gözlemci
durumundasınız demektir ki bu farkındalıktır yani başka bir
deyişle objektif olmak ve gerçekçiliktir… Bu tip çalışmaya
başlarken insan zorlanabilir ama umutlu olmak gerekir çünkü bu
tip uygulamalar hep yapılmıştır. Bir olay başlarken kendinizi
uyararak,”işte başlıyor, dikkatli olabilirim ve dışında
kalabilirim” deyin başarılı ya da başarısız olmanın peşinde de
olmayın bu da bir kısıtlamadır, zamanla kendiliğinden olay
başlarken yüksek bir farkındalık hali hemen hatırlamaya geçiş
olduğunu siz de fark edecek ve çok sevineceksiniz…
Artık çağın bir gereği olarak, Doğu
Bilgeliğinin bu gizemli bilgileri günümüz insanın kullanımına
sunulmakta ve uygulamaların da hiç de sanıldığı kadar zor
olmadığı, bunun için tapınaklara gitmemiz gerekmediği bir
dönem içinde olduğumuz hatırlatılmaktadır. Herkesin kendi
varlığı ve bedeni onun tapınağıdır, bilgi herkese, uygulama
yapmak isteyen her insana açıktır, biraz dikkat ve ilgi
gerektirir, bu dikkat haline, Sadıklar Planın’da “Rikkat Hali”
de denir, insana bazı sade gerçekleri göstermeye yeterlidir.
Konuyu abartmaya ve ulaşılmaz kılmaya hiç gerek yoktur…
Şuur açısından “farkındalık”
kavramına gelince; “şuurda uyanmak” yani kıyam etmek; bir
bakıma, farkındalıksızlıktan farkındalığa doğru değişim
göstermektir. Görülüyor ki, AN’da yaşayamayışımızın nedeni
farkındalıksızlıktır. Yani,
farkındasız olduğumuz için, AN’da olamıyoruz.
İdraki sığ, seçimleri sahte benliklerinin elinde, bedeni
tarafından yönetilen yani, et ve kemik olarak yaşayan insanın,
farkındasızlık-uyur gezer halinde olması doğaldır zaten. Bu
nedenlerden dolayı, farkındalık ve AN’ı yaşamak tüm inisiyatik
öğretilerde, kendini tanıma çalışmalarının hedefini oluşturur.
Farkındalık hedefine giden yol üzerinde, en önemli aşamalardan
biri de, “bireysel yin-yang dengesi”dir.
Buda Hâli
Terbiye edilmiş, “gevezelik”ten
kurtarılmış bir zihnin en doğal hâli olarak nitelenen
farkındalık, Tibet Budizmi’nde önemle üzerinde durulan bir
konudur: Tibet Budizmi’ne göre, aslında bireyin yapması
gereken şey, sadece zihnin gerçek doğasının saf farkındalığı
içinde kalmaktır. Günlük yaşamda anlayacağımız bir dile
çevirdiğimizde aşağıdaki sözler bize; olayları ve kişileri
yargılamamamızı onları ve yaşananları çıplak haliyle ve
gerçeğe en yakın şekilde yorum yapmadan algılamamızın,
bireysel gelişimimize çok yararlı olacağını anlatıyor.Biz
bazen insanları ve olayları sadece dış görünüşüyle baştan
yargılar, keser atar ve o olayın ya da kişinin bize sunmak
istediği gelişim fırsatını baştan reddederiz. Bu aynı olayın
defalarca yani biz uyananana kadar ısıtılıp ısıtılıp tekrar
önümüze konması anlamına gelir.
Eğer yaşamınızda aynı olay sık sık tekrarlanarak karşınıza
geliyorsa ve bunu fark ettiyseniz acaba almam gereken ders
neydi? Neden alamıyorum? Neyi fark etmem gerek diye sade bir
soru ile kendinize sorun sorun. Bu soru sorma halinin bile ne
kadar çok şeyi değiştirdiğine tanık olduğunuzda çok
sevineceksiniz…
Tibet Budizmi’nde
“aydınlanmışlık” da yani ‘Buda hali’ de “farkındalık”a
endekslenmiştir. Şöyle deniyor: “Buda doğası, yani,
‘aydınlanmışlık; sadece, sizin kusursuzca, bilinçli ve boş,
açık ve uyanık olarak ‘AN’ın farkındalığı içinde kalmanızdır”.
Ünlü Tibet’li inisiyelerden Dudjom Rinpoche bu durumu şöyle
tanımlamaya çalışıyor(1):
“Hiçbir söz onu tanımlayamaz, Hiçbir örnek onu açıklayamaz, Samsara(6)
onu kötü hale getiremez.”
Başka bir Tibetli inisiye / lama ve kaynak eserimizin
yazarı olan Sogyal Rinpoche ise farkındalık haliyle ilgili
olarak şunları kaydetmiştir: “Daha önce de belirttiğim gibi,
AYDINLANMA gerçektir ve her birimiz, her kim olursak olalım,
doğru koşullarda ve doğru bir eğitimle, ZİHİN DOĞASININ
FARKINDALIĞINA erişebiliriz ve böylelikle içimizdeki ölümsüz,
ebediyen saf olanı öğrenebiliriz. Bu, dünyadaki tüm ezoterik
öğretilerin vaad ettiği şeydir ve sayılamayacak kadar çok
insan tarafından deneyimlenmiş bir olgudur.”
Yin-Yang Dengemiz Farkındalık denen bu halin, bireysel yin-yang dengemizle
ilgili kusurlarımızın giderilmesinden, merkezlerimizin kontrol
altında çalıştırılmasından sonra ulaşılacak bir aşama olduğunu
belirtmek isteriz: Şöyle ki, bir tesir aldığımız zaman, o
tesire hangi merkezle tepki verdiğimiz çok önemlidir. Ama
genellikle ve hatta hemen hemen her zaman, o anda realitemiz
gereği hangi merkez ön planda ise ve de o anda hangi sahte
benimiz sahnede ise, o merkezden ve o sahte benin gereği kadar
yanıt verebiliyoruz. Genelde hareket merkezimizden belki iyi
zamanımızdaysak duygu merkezimizden tepki dışlaştırıyoruz.
Tipik dünya insanının Gurdjieff’in de belirttiği gibi
merkezleri kontrol altında olmadığından ve sahte benliklerinin
başıboşluğundan dolayı, bugünkü genel görünümüye en belirgin
niteliği “farkındalıksızlık” olan insanlık manzarasını
kendimiz oluşturmuş durumdayız.
O halde, söz konusu durumu, yani;
içsel ve bireysel yin-yang dengesinin şu ya da bu durumda
oluşunu fark etmek ve gereğini yapmak içsel gelişim açısından
ve devre sonunun kıyam ettirici, şuurda uyandırıcı etkisine
uyum açısından çok önemlidir, ama önce bunu fark etmek
gerekir.
Gurdjieff Uyumakta olduğumuzu fark etmezsek, uyanma gereksinimi
duymayız. Makine niteliğimizin farkında değilsek,
“makinelik”ten ve otomatizmadan kurtulma gereksinimi duymayız.
Açgözlü olduğumuzu, gururlu, kibirli olduğumuzu fark
etmemişsek; bu beşeri zaaflarımızın üzerine gidemeyiz /
gitmeyiz. Çünkü, onları “yok” olarak kabul ediyoruz demektir.
Bu güzelliğiyle övünen kibirli ‘Tavus Kuşu’ halidir. Ezoterik
öğretilerde Tavus Kuşu, insanın gereksiz kibrinin ve kendini
beğenmişliğinin, dünya cazibesine kapılarak ruhsal yönünü
görmezden gelmesinin, her şeyi dış görüntüsüyle
değerlendirmeye çalışmasının, marka, şan, şöhret ve şehvet
tutkusunun ifadesidir ama kendini kusursuz sanan Tavus Kuşu
ayaklarının ne kadar çirkin olduğunun hiç farkında değildir.
Çirkin Ayak sembolüyle de, yürünen yol arasında doğrudan bir
bağlantı vardır, yani yürüdüğü yol aslında yol değildir ve
birgün bu gerçeği mutlaka fark etmek zorundadır.Fark
edilmeyen, dolayısıyla yok olan bir şeyin üzerine gitmemiz ve
gereğini yapmamız söz konusu olamaz… Bu nedenle, sadece ruhsal
tebliğlerdeki bilgileri değil, kutsal metinlerdeki ayetleri ve
onlarda de yankılanan uyarıları, hatırlatmaları da biraz
üzerimize alınmamızda yarar vardır…
|