Felsefi öğretilerde beş duyularımızla algılanan fiziksel /
maddesel ortama “duyularla kavranan âlem”, fizik
ötesi alemde “akıl ile kavranan alem” (ya da
“akledilir alem”) olarak geçer. İnisiyatik öğretilerde bu
âlemler kısaca “görünen” ve “görünmeyen”olarak geçer ve
görünenin yönetici (ve onun varlık nedeni) görünmeyendendir.
Görünen, görünmeyenden dolayı vardır. Biz enkarne varlıkların
da; bir görünen, bir de görünmeyen yanımız var, yerkürenin de
öyle… (Şekil -1) Dolayısıyla, görünenden görünmeyene doğru
gradüel (giderek incelen, gitgide süptilleşen) bir yapılanma
söz konusudur. Bu nedenle insanı sadece görünen yanıyla ele
almak, insana kısır bir yaklaşımdır. İnsan görünen ve
görünmeyen (5 duyuyla algılanamayan) yanıyla bir bütündür.
Dahası, aslolan ve asıl kendimiz olanda bu “görünmeyen”
yanımızdır. Her zaman var olan ve ölümsüz olan bu görünmeyen
ama asıl kendimiz olan görünmeyen ruhsal yanımızdır.
Şekil
1
Görünenden görünmeyene doğru biyolojik / fizik, eterik,
astral, mantal, kozale… olarak adlandırılan katmanlardan
(titreşim düzeylerinden) oluşan bir yapımız var. Ölüm denen
geçiş ile fizik ve eterik bedenlerimizi yerkürede bırakır,
doğmadan (enkarne olmadan) önce bulunduğumuz yere döneriz;
burası spatyomdur ( ya da dinsel öğretideki adıyla ahirettir.)
Aslen ruh varlığı olarak evrensel / kozmik işimiz olan tekamül
olgusunun, bedensel ben olarak aydınlamak bu bedenlerimizle
yakından ilgilidir: Astralden besleniyor ( ya da astral
varlığı) olmak ile mantalden besleniyor olmak arasında çok
fark vardır. Astral / mantal kirlilik enkarne varlığın
gelişimi ve gelişmişliği açısından çok önemlidir. Bu yazımızda
bu önemi nereden kaynaklandığını; astralden mantale, oradan
kozale gidişin nasıl olduğunu, bildiğimiz kadarıyla
irdeleyeceğiz.
Dünya beşeri olarak duygusal varlıklarız; duygusal düzeyde
(duyguları kontrol etmeyi öğrenme aşamasında) olmaktan dolayı
da astralden besleniyor değilsek bile astral alemle
bağlantımız daha çok Astral alem ( hem kendi varlıksal
yapımızda, hem de yerkürenin varlıksal yapısında) fiziğin
hemen sonrasında buluna titreşim düzeyidir. Burası dünyadan
yansıyan düşünce şekilleriyle ve bu düşüncelerle beslenen
astral varlıklarla doludur. Pozitif ve negatif (yani titreşimi
yüksek ve düşük) düşünce şekilleri (“formpanse”ler)
astral âlemi oluşturur. Ölüm denen geçişten sonra spartoma
giden yolumuz üzerinde içinden (büyük olasılıkla) geçtiğimiz
ortam da burasıdır. Ölüm ve ölüm ötesi elbette ki ayrı bir
konu ve bu yazımızın kapsamında değil.
Tekâmül düzeyi ve bedensel arınmışlık durumumuzla ilgili
olarak hangi mekanla / ortamla rezone isek, oradan besleniriz.
Şimdi bir duygusal varlıklar olarak, ya da bu durumda olanlar
büyük ölçüde astral ile rezone durumdayız, dolayısıyla
astralden gelenlerin daha çok etkisi altında bulunuyoruz /
bulunurlar. Astral Plan’dan (“plane”=düzey /
ortam) gelen etkinin malzemesinin süptilitesi (inceliği /
titreşim düzeyi) fizik plana oldukça yakın. Bunların bir kısmı
(durugörü medyumlarının gözlemlerine göre) gerçekten de çok
ürkütücü düşünce şekilleridir. Bu malzeme büyük ölçüde dünya
beşeriyetinden kaynaklanan negatif nitelikli (hırs + kin +
öfke + haset) düşünce şekilleriyle oluşmuş ve beslenmiştir. Bu
düşünce şekillerinin durdukları yerde sürekli olarak negatif
emisyonları da vardır. Söz konusu düşünce formlarından oluşan
varlıklarla (“egregorlar”) (1)
büyücülükle çok iş yapılmış; yapanın da, yapılanın da başına
çok dert açmıştır. (2)
Astral Plan duygularla / duygusallıkla ilgili gelişimimizin
etkisi altında bulunduğu bir enerji dağılım yeridir. Dünya
beşerinin yapısı ve gelişim düzeyi genellikle (ve özellikle
bireysellik gelişim düzeyinde) duygusal realite olduğu için,
beşer ancak astral planla rezone (uyumlu) durumdadır. Bu
nedenle bireysellik gelişim düzeyinde; gerek dinler olarak
gerekse felsefe ve inisiyasyonlar olarak duygularımızın /
duygusallığımızın dışında herhangi bir etkinlik / aksiyon
dünya beşerini ilgilendirmemiştir. Beşeri etkileşim / iletişim
çeşitli düzeylerde duygusal ağırlıklı olarak sürüp gidiyor.
Dünya beşeriyeti olarak bu Adem Devresi’nde sanki “duygusallık
ve duygusallıktan arınma” mastırı yapan öğrenciler
gibiyiz.
Şekil 2
Duygusallıktan / astraldan kurtulup, mantale gidiş yolumuz
üzerinde hemen hemen kaçınılmaz şekilde takılmadan geçmemiz
gereken duraklardan biri, (özellikle Ortaçağ’da) bir kısım
cahil kişinin her nedense (ama elbette ki kendi gelişim
ihtiyaçları gereği) takılıp kaldığı ve o zamanlardan beri “büyücülük”
olarak bilinen etkinliklerdir. Büyücülük, astralin belli bir
titreşim düzeyine takılıp, kalmışlığın gereği olan ve oranın
düşük titreşim varlıklarıyla / tesiriyle bilir bilmez
(cahilce) olumsuz işler yapmanın adıdır ve doğal olarak bu
işler tüm kutsal metinlerce yasaklanmanın da ötesinde
lanetlenmiştir. Büyücülük, enkarne varlığın, astralden
beslenen duygusallıklarını gidermesi aşamasında saplanıp
kaldığı sanki bir bataklıktır. Çünkü büyücülüğün malzemesi
kaba titreşimli “geri varlıklar”
dır.
Böyle “geri” varlıklarla yapılan işler de
varlıklarla yapılan işler de elbette ki kaba niteliklidir. Bu
nedenle kadim zamanlardaki ünlü büyücülerin bile ölümleri feci
şekilde olmuştur. Yazımızın konusu elbette ki bu değildir. Ama
astralle ilgili bir konu işlenirken, “büyücülük”
ister istemez değinilen bir uygulamadır.
Genel tekamül seyri içinde “astralden kurtulma cehti”
olarak da adlandırabileceğimiz bireysellik gelişim sürecinde,
dünya beşeri büyük ölçüde bedene ve bedensel uzantılarla haşır
neşir olmanın da ötesinde onlara özdeşleşmek zorunda da
kalmıştır. Bu arada yoğun olarak da astral düzeydeki
enerjilerle beslenmek durumunda olduğu için egosunun
gereksinimleri doğrultusunda ve sürekli olarak geçici bir
memnuniyet halinde, zihinsel ve bedensel konforunun peşinde
koşmaktan kendini alamamıştır. Bu bakımdan şimdi genel
görünümüyle dünya; astral doyumu tamamlamak ve ondan kurtulma
gayreti içindedir. Olmakta olan bu şey beşeriyeti buna, bu
değişime zorlar durumdadır. Yani aslında kıyamet olup
durmaktadır. Ama kıyamet bitti bitecek, hala kıyamet kopacak
diye bekleyenler de yok değil; “kıyamet koptuğu zaman”
zaten yeni insanlık dönemine geçilmiş olacak. Dolayısıyla
içinde bulunduğumuz bu devrenin başından (6-7 bin yıldan) beri
dünyada olan her şey dünya beşeriyetini kıyamete hazırladı.
Hazırlanan hazırlandı, hazırlanamayan, eski realitesinde
kaldı… (Sadıklar Planı Tebliğlerindeki ifadesiyle “devre
sonu artıkları”) . Yeni İnsanlık bu “hazırlananlar”
ile yani “takva ehli” aydınlanmış kişilerle oluşacak. Bunlar
çok büyük ölçüde, astral temizliklerini tamamlamış, Astral
Plan’dan gıdalanmaktan / nemalanmaktan kurtulmuş Mantal
Planı’nın insanları olacaktır. Söz “kıyam” kavramına gelince,
konumuzun ana temasından biraz ayrılır gibi olduk ama aslında
global anlamda ayrılmadık: Yazımızın başlığında da yer alan “Astralden
Mantate” gidiş aslında bireysellikten Yeni İnsan
olmaya doğru gidişten başka bir şey değildir.
Bireysellikten Yeni İnsana Gidiş
Şimdi dünya beşeri söz konusu astral doyumunu tamamlayabildiği
kadar tamamladıktan sonra, Mantal Plan’a yükselme aşamasına
girecektir. Hatta bizden beklenen (uzun vadede…); mantalin de
üzerine çıkıp, Kozal Plan (bkz. Şekil -2) düzeyinden gelen
tesirlere uyum sağlamaktır. Şimdiki devre sonunun dünya
beşeriyeti, büyük çoğunluk olarak Astrat Plan (“Astral
Plane”) deneyimlerini (yani, duygular ve
duygusallıklarla ilgili eprövlerini) tamamlamaya çalışan
enkarne varlıklardan ( dolayısıyla kök ve karın çakralarından
dünyaya bağlı bireylerden) oluşuyor. (Şekil 3) Bu nedenle,
21.yy’a gelmişiz hala; savaş, terör, denir korsanlığı, insan
ticareti ve çevre sorunlarımız var. Duygusallığın ne olduğunu
anlamak ve bu beşeri zaafı aşmak için çok çeşitli ve değişik
duygusallıklar içinde yaşıyoruz. Duyguları kontrol altına
almadıkça mantal düzeye yükselemeyeceğimizi biliyoruz ve bu
yönde çabalıyoruz. Bu bir bakıma 6-7 bin yıllık bireysellikten
kurtulma cehtimizin son günleridir; başka bir anlamda, mantal
düzeye aday olma telaşı içinde son sınavların verildiği “bitiş
günleri”ndeyiz diyebiliriz.
Mantal Uyanış
Mantal Plan (“Mantal Plane”) duyuların dışında
olan, makul nedenlere ve makul akla hitap edebilen ve
(varlıksal yapımızdaki) daha yüksek titreşimlere uyum
sağlamamıza yardım eden entelekt (müdrike) ile ilgili bir
düzeyimizdir. Astralle ilgili duygusallıklarını halledip de,
duygularını kontrol altına almış ve Mantal Plan’a yönelmiş
bireyin en belirgin niteliği kendini bilme / tanıma arzusudur.
Çünkü o, mantal düzeyindeki enerjilerle bağlantı kurmaya
başlamadıysa bile varlıksal yapısının (bkz. Şekil 2) o yanının
etkilerini / esintilerini almaya başlamıştır. Bu günkü
beşeriyet, (astrale göre) daha az miktarda olmak üzere, mantal
plan enkernasyonlarını da içermektedir. Bu nedenle devre
sonunun gitgide yoğunlaşan kendine özgü zamanı içinde dünyada
“mantal uyanış dönemi” başlamıştır. Söz konusu
uyanış hızlandırmak amacıyla dünya toplumu olarak “genel
bir temizlenme ve arınma” süreci içine girmiş
bulunuyoruz.
Savaşlar, terör ve çevre sorunlarıyla gelen etki bombardımanı
ve iletişim (dolayısıyla etkileşim) artmış durumdadır. Zamanı
“hızlanmış” olarak algılar olduk ve zaman
gerçekten de sayılı yıllar öncesine göre “daha hızlı”
geçiyor. Bunun nedeni devre sonu zaman enerjisinin (ki
onun asıl sahibi de Rabb Planı’dır) yoğunluğunun artmış
olmasıdır. Bu arada iletişim / etkileşim son derece hızlanmış
durumdadır. Bunun bireye sağladığı epröv (yaşam sınavı) ve
halet yaşama zenginliği ve çeşitliliği gelişim açısından
elbette bir rahmettir. Bireyin bu nimeti iyi
değerlendirilmesi, onun Mantal düzeye uyumunu ve geçişini
kolaylaştıracaktır. Ama basiretsizlik nedeniyle bu nimeti
nefsani çıkarlar duygusallığın doyumu yönünde kullanması
bireye negatif karma yükleyecek ve gidişini ağırlaştıracaktır.
Dahası, yukarıda değinip geçtiğimiz “temizlik ve arınmak”tan
kastımız; mantal bedenin (bkz. Şekil -2) titreşim düşüklüğünün
yeniden yükseltilmesi için yapılan bir yardım operasyonudur.
Beşeriyetin bugün buna gereksinimi her zamankinden daha
fazladır, hem de acilen… Yaşam sınavları (eprövler) ve olaylar
içinde başarılı olamamamızın (yani onları içsel gelişim
yönünde değerlendiremememizin), gerçekten insani değerleri
ortaya koyamayışımızın, madde ile aramızdaki ilişkinin
çoğunlukla maddenin lehine bozulmuş olmasının nedenleri;
mantal düzeyimizdeki ilişkinin çoğunlukla maddenin lehine
bozulmuş olmasının nedenleri; mantal düzeyimizdeki
ahenksizlikten ve enerji düşüklüğünden kaynaklanan beşeri
zaaflarımızdır. Mantal titreşim düzeyinin düşüklüğünden dolayı
fiziksel ya da astral titreşimler (bkz. Şekiller 1+2) çok daha
egemen duruma çıkmaktadır. Bu durum zaman zaman bizleri sanki
“hislerimizin kurbanı” haline getirmektedir.
Bunda zihinsel durumumuzun içeriği ve aktivitesi önemli ve
etkilidir.
Zihin Gevezeliği
Nefsin ve duyguların kontrolsüzlüğünden (başıboşluğundan)
dolayı, beşeri zihin (beşerin mantali) her an bireyin başına
iş açacak durumdadır. Beşeri zihnin en belirgin niteliği onun
“gevezeliği”dir. Bu nedenle “zihnin
sessizleştirilmesi” inisiyatik çalışmaların en önemli
tahminlerinden biri olagelmiştir. Tarikatlarda tutulan “sükut
orucu” zihni kontrol altına almaya ve mantalin
tanzimine yönelik bir uygulamadır. Müridin bu uygulama ile
elde ettiği / edeceği “sükûtun gücü” ona içsel gelişim yolunda
çok şey kazandırır / kazandıracaktır. Çünkü zihin disiplin
altına alınıp, onun sessizleştirilip sakinleştirilmesi aklı
kullanmanın önünü açar.
Burada, sessizleştirilip sakinleştirilerek kontrol altına
alınanlar sahte benliklerdir. Sahte benliklerin gevezeliği (
bu velveleyle oluşan uğultu) bittikten sonra asıl efendinin
(yüksekbenin, asıl kendimizin) yönlendirmeleri ( vicdanın
fısıltıları) fark edilebilir. Kur’an ifadesiyle, “salih
akla sahip olmak”, “aklı işletmek” ve “akletmek”
(işlevsel akla sahip olmak) zihnin bu anlamda
sakinleştirilmesi ile gerçekleşen bir başarıdır. Bu konuda
makbul düzeye gelmiş olanları Kur’an “akıl ve gönül
sahipleri” olarak adlandırıyor. (Ali İmran 7). Esasen
tüm dinsel öğretide bu anlamda “akıl sahipleri”
içindir. Zihin gevezeliğinden kurtulmanın bu öneminden dolayı
tüm mistikler “zihinsizlik” diye bir kavram
geliştirmişlerdir. Bunun için “sükut orucu”
tutup, meditasyon yaptıklarını biliyoruz. Çünkü o ustalar
(mürşidler) biliyorlardı ki, ayetlerle dolu olduğu (Kutsal
Vahiy’de) bildirilen çevremizde baktığımızı görebilmek için de
(yani böyle bir farkındalığı yakalayabilmek için de) gelen
ilhamın / sezginin (vicdan fısıltılarının) fark edilebilmesi
için de zihnin sessizleştirilip, kontrol altına alınması
gerek.
Sessiz olmayan zihin “geveze zihin”dir. Bu
gevezeliği onun; yetersizlik duygusundan, endişe, kuşku (hatta
vesvese) be korkaklığından kaynaklanır ki; bunlar, duygusal
düzey bireyinin özellikleridir. Zihin bu durumdan kurtulmak
(yani, nefsin egemenliğinden kurtulmak) mentall düzeye giden
yolun başına gelmek demektir. Buraya kadar irdelediklerimiz,
genel anlamda “mantal temizlik” e hazırlık çalışmaları ya da
mantal öncesi durumlardır. “Mantalin arındırılması ve
düzenlenmesi” ayrı bir yazıda ele alınacak kadar geniş
ve önemlidir. Gerekirse o konuyu ayrı bir başlık altında
inceleriz.
Astral arınmasını, astrale bağımlılığını bitiren / sonlandıran
birey için mantal arınma ve mantalin düzenlenmesi özellikle
Yeni İnsanlık arefesinde kaçınılmaz hale gelmiştir. Çünkü
içinde bulunduğumuz devrenin artık bitiş günlerine gelmiş
bulunuyoruz. Yeni devrede geçerli realite mantal düzeyin
realitesidir. Ama bu arındırma operasyonu için gerekli
malzemeyi fizikten (bağlı şuurumuzdan) mantale aktarmak
zorundayız. (Bkz. Şekil -2) mekanizma böyle işliyor. Bununda
yolu olaylar içinde haletleri derinden yaşamak, doğru
bildiğini her şeye rağmen olabildiğince uygulamaktır.
Haletleri derinden (dolayısıyla verimli bir şekilde) yaşamanın
yolu sakinleştirilmiş bir zihne sahip olmakla olasıdır; hatta
Echart TOLLE’e göre aydınlanmaya yönelmenin yolu da budur. Bu
konunun en seçkin araştırmacılarından ve uygulayıcılarından
biri olan E.Tolle diyor ki, “Aydınlanma yolculuğunda
önemli olan şudur: zihninizden ayrılmayı, onunla
özdeşleşmemeyi öğrenmek. Düşünce akışımızdaki bir aralık, bir
boşluk yarattığımız her seferinde bilincimizin ışığı güçlenir.”
(“Şimdinin
Gücü”
adlı kitabından…)
Yukarıda değinip geçtiğimiz “mekanizma” aynı
zamanda mantal planın uyarılmasının esasını oluşturur. Fizik
plandan gelen (yatay) tesirleri bu şekilde mantal plana
aktarabilmek, tüm inisiyatik öğretilerin en belirgin
amaçlarından biridir. Mantal ile fizik plan arasındaki
tıkanıklığın giderilmesi astral temizlik ile, akışkanlığın
sağlanması ise bu yolla olabilir. Bu idraklenme celatinin ve
bilgi uygulamasının da esasıdır. Bireyi şuurlanmaya götüren
idraklenme cehti; müdrikenin (entelektin) artması ve anlayış
kapasitesinin genişlemesi yanı sıra mantalde sevgi enerjisinin
de birikimine elverişli zemini hazırlar. Sevgi enerjisinin
mantelde birikimiyle; yardımlaşma, dayanışma ve birlik
anlayışı içinde fizik plandaki sevgi uygulaması arasında yakın
ilişki vardır. Unutmayalım ki, böyle bir gelişim süreci
içinde; mantalde oluşan en ufak bir pozitifleşme, fizik bedene
en azından %100’e varan bir yansıma yapar. Bire karşı yüz
verim almak… Pozitif bir mataliteye sahip olunması durumunda
“devre sonunda verimliliği”nden yararlanmak böyle olasıdır.
Mantal bedeni (bkz. Şekil-2) oluşmamış varlık henüz “zeki
varlık” dediğimiz bireyde artık mantal beden oluşmuş
demektir.(3) İnsan adayı olmanın onuruna yakışır
şekilde mantal bedeni değerlendirmek gerek. Mantal bedene
sahip olmak, insan olmak demek değildir. İnsanlık evren
kapsamlı bir varlık branşıdır. İnsanlık, evrenlerde zeki
varlıklardan oluşan bir varlık branşıdır. Bu branşın en üst ve
en onurlu aşaması İnsan-ı Kamil’dir. Dolayısıyla,
sadece yerküre değil, tüm evrendeki zeki varlıklar giderek
İnsan-ı Kamil olmaya çalışan değişik şuur düzeylerindeki
beşeri varlıklardır. (SADIKLAR PLANI Tebliğleri, Sayfa 537,
Ruh ve Madde Yayınları)
Zeki varlık sadece mantalle ve fizikle ilgili yasaları
yönetebilir. Bu bakımdan şimdiki halde ruhsal dünyayı
etkileyemiyoruz. Bu etkileme kozaliteyi yaşayabilen varlıklar
için olasıdır. Burada da anlaşılıyor ki; Yukarı’yla uyum
sağlamak istiyorsak, mantal bedenimizin çok temiz ve
düzenlenmiş olması gerek. Ayrıca, fizik, planda var olan “mukadderat
ve icabat dengesi”ni de çeşitli şekillerde kurabilmede
başarı sağlamış olmak gerek. Bunun için; mantal temizlik ve
mantalin düzenlenmesi (tanzimi) çerçevesinde olgunlaşma
sürecimiz, esneklik ve uyum performansımızla ilgili olarak
inişli çıkışlı bir seyir gösterebilir. Bu seyir içinde;
mukadderat ve icabat dengesini iyi kurabilmişseniz, uymanız ya
da takılmamanız (özdeşleşmemeniz gereken durumları iyi
kestirebilir, negatif dejenerasyonlara karşı uyanıklığınızı
diri tutabilirsiniz. İsa Peygamberin o ünlü özdeyişinde geçen
“diri” kavramının açılımını da bu bilgide
buluyoruz… Böyle bir mantal gelişim süreci içinde TANRI’dan
doğal olarak ve sürekli akıp gelen şuurda uyandırıcı Rahman ve
Rahim olan tesirlerin bizde otomatik bir yansımaya bağlanması,
bize o’nun en büyük lütfudur.
Sevginin Önemi
Mantaldeki pozitifleşme doğrudan doğruya fizik bedende değil,
önce zihinde (intelligence) ortaya çıkar. Fiziğe yansımalar
bunun heyecan halleridir. Bu mekanizma içinde mantaldaki
pozitifleşmenin sonuçları şu alanlara yansır:
Davranışlarınıza, kendi dışımızda her şeyle bağlantı
derecemize / uyumumuza insanlarla ilişkilerimizdeki SEVGİ
dozuna yansır.
Unutmayalım ki, eğer bedensel benimiz (bağlı şuurumuz) belli
bir arınmışlık düzeyinde değilse mantal enerjiyle gelen bir
takım uyarıları da doğru dürüst hissetmek olası değildir. Bu
bakımdan, fiziksel sağlığımıza dikkat etmek zorundayız.
Bedensel arzuların (damak lezzeti, fiziksel konfora düşkünlük,
tutkular, özdeşleşmeler vb.) doyurulması uğruna sağlığı
bozmak, mantal gelişimi ağırlaştırabileceği gibi, mantal
gelişimin fizik bedendeki yansımasını ve tezahürünü de
engelleyecektir. Bedensel sağlıksızlık, Planımıza (yüksek
benimize) karşı görevimizi de (yaşam amacımızı da) aksatır.
Çünkü sağlıksız bir beden, Planımıza doğru enformasyon akışını
layıkıyla gerçekleştiremez; bu, mantalden çok astrale
hizmettir, astrale yönelik yaşamaktır.
Bu yazımıza konu ettiğimiz astral, mantal ve kozal
bedenlerimiz (bkz. Şekil -2) varlıksal şuur alanımızın belirli
yoğunluk bölgeleridir. “ÖZ”ümüzün kendi
çevresinde (fizik bedene doğru) oluşturmuş olduğu alan kısım
kısımdır (faklı titreşim düzeyleri olarak…) Bu kısımları
değişik titreşim düzeyleri olarak düşünebiliriz. En içteki en
açık renkte olmak üzere, dışa doğru fiziğe kadar koyulaşır.
Bunlardan kozal titreşim alanı “ÖZ”e en yakın
olan kısımdır.
Astral, mantal ve kozal bedenlerin mekânı dünya spatyomu
değildir.(Bkz. Şekil -1). Dünya spatyomu (ahiret) astral
maddenin dünyaya (dünya titreşimlerine) yakın ve uzak
çevresinde ibaret olan bir mekandır, bir tesir alanıdır,
dünyanın kendisine aittir. Bildiğimiz kadar sizlerle
paylaştığımız mantal gelişim düzeyinden sonraki hedefimiz;
temelde, her şeyin ilkesinin bulunduğu kozale ulaşmaktır. Her
şeyin ilkesinin, nedeninin bulunduğu bedenimiz… Bu beden
halinde bulunmanın adı “bilgeleşmek”tir, gerçek hükmet sahibi
olmaktır.
Enkarne varlığın mantalden sonraki hedefi kozaldir.İnsanlaşma
yolumuzun, mantalden sonraki aşaması kozaldir. Bu muhteşem
tekamül kervanı, istesek de istemesek de bizi oraya götürüyor.
Zeki varlık (mantal düzeyin varlığı) olmanın da ötesinde “ilkeler
varlığı” olmak söz konusu. Kozal Yasaları
kullanabilecek düzeye ulaşmak varlıksal mukadderimizdir. Sözü
buraya getirince, ister istemez Dr. Bedri RUHSELMAN’ın o özlü
paragrafını anımsıyoruz:
“Görgü ve deneyimsizliği yüzünden,ebedi yolculuğunun belkide
küçük bir kısmını ne kadar sapıkça geçirmiş olursa olsun, her
kul muhakkak ilahi nimetlerin büyük mutluluklarını doya doya
hissedecek ve ALLAH’ın büyüklüğünü öz varlığında gittikçe
artan bir zevk içinde yudum yudum tatmak bahtiyarlığını idrak
edecektir.” – Bedri RUHSELMAN |