Bedri Ruhselman Metapsişik Cemiyeti'nden ayrıldıktan sonra,
kendi başına çalışmalar yapar. Bu arada gördüğü bir rüya veya
aldığı bir bilgide, kendisinden birlikte çalışacağı vazife
arkadaşlarını seçmesi istenir. Şu şartla ki, seçilenler
gerektiğinde vazife için her şeyden vazgeçebilmelidirler. Bu
bildiri üzerine Bedri Bey derhal harekete geçer ve çevresinden
8-10 kişiyi seçer. Onlardan vazife yolunda her engeli aşarak
yürüyeceklerine dair söz alır. Böylece Bedri Bey'in vazife
grubu kurulmuş olur. Ve sonra geceyi gündüze katan bir çalışma
başlar. Esasen Bedri Bey'le beraber olmak; durmadan çalışmak,
zamanın her dakikasını değerlendirmek demektir.
İşte o günleri görmüş, yaşamış kişilerden biriyle karşı
karşıyayız şimdi. Enginlere dalmış mavi gözleri, mert tavrı ve
gür sesiyle Hazım Akalın huzurunuzda. Bedri Bey'le ilk
tanışmasını kendine özgü üslübuyla, her sözü sindirircesine,
kelime kelime anlatıyor:
-
Askerden yeni gelmiştim. Bir yol arıyordum kendime. Derken
Bedri Bey'in kitaplarıyla karşılaştım. Onları okumaya
başladım. Kafamdaki düğümler bir bir çözülüyordu. Konuyla daha
yakından ilgilenmek gereğini duyduğumdan Metapsişik
Cemiyeti'ne girdim. O sıralarda Bedri Bey Cemiyet'ten
ayrılmıştı ve Cemiyet'in Başkanı Dr. Refet Kayserilioğlu idi.
Refet Bey, Bedri Bey'in kitaplarından dersler vererek bizi
yetiştiriyordu. Refet Bey ve Bedri Bey'in diğer eski dostları,
Cemiyet çalışmalarının yanı sıra haftada bir-iki kere Bedri
Bey'le özel görüşmeler yapıyorlardı. 1956 Yılı 'nda Bedri Bey
bir enfarktüs krizi geçirmiş ve Akdeniz Vapuru' ndaki gemi
doktorluğu görevinden altı ay izinli olarak evinde istirahata
çekilmişti. İşte bu nedenle, ben de kendisini arkadaşlarla
birlikte Harbiye'deki evinde ziyaret etmiş ve ilk kez orada
görmüştüm.
- Peki daha sonra birlikte çalışmanız ne şekilde gerçekleşti?
- Bu
istirahat süresinde Bedri Bey, sırtüstü yatıp dinlenmesi
gerektiği halde, gördüğü bir rüya veya aldığı bir mesaj
üzerine, kendine vazife arkadaşları seçme işine girişti.
Seçilen 8- 10 kişinin içinde ben de vardım. Her birimizden
vazife uğruna gerektiğinde evimizi barkımızı, işimizi
gücümüzü, bırakacağımıza dair tek tek söz aldı. Bedri Bey'in
şartları gerçi biraz ağırcaydı. Fakat o, vazifeyi her şeyin
üstünde tutardı. Ve ancak öyleleri ile birlikte çalışabilirdi.
Nitekim kendisi bize örnek olarak, enfarktüs krizi geçirdiği
halde, hayatını hiçe sayarcasına sabahlara dek 15-20 saat
çalışırdı.
- Seçilenler
arasında başka kimler vardı?
- Dr,
Refet Bey, Metin, Hüsrev Bey, Mehmet Fahri, Erdoğan, Atilla ve
bir-iki kişi daha vardı galiba.
- İlk çalışmalar
nasıl başladı?
- Bedri
Bey çalışmalara her arkadaş üzerinde medyumluk denemeleri
yaparak başladı. Herhalde iyi bir medyum bulup, yüksek bir
varlıkla irtibat sağlamayı düşünüyordu. Yahut öyle direktif
almıştı. Benim Bedri Bey'i yakından tanıyışım bu denemeler
sırasında oldu. Her arkadaşa deneme için haftada bir gün
ayırmıştı. Benimle 6 deneme yapabildi. Denemelerin sonucunda
ben kendimi medyumluk yönünden çok zayıf hissediyordum. Fakat
Bedri Bey hiç de benim gibi düşünmüyordu. Ve yılların
biriktirdiği tecrübeler sonucu sabırla beklemesini biliyordu.
Ne varki, 6. celsenin sonunda gelen bir bilgiyle benim
medyumluğum sona erdi. Ve yine benim vasıtamla gelen bilgide
Bedri Bey'e, onun, ihtiyacı olan bilgileri bizim kanalımızla
almasına lüzum yok. O bilgileri siz verebilirsiniz
deniliyordu. Doğrusu buna ben de çok sevindim. Gerçek dileğim
de buydu zaten. Ve o çalışmalar beni müthiş rahatsız ediyordu.
Her seferinde, denemeye giderken beni bir düşünce alırdı,
bugün ne söyleyeceğim diye. Sanki söylenecekleri ben
söyleyecekmişim gibi.
- Sizin medyumluğunuzla yapılan celselerde alınan bilgilerden
veya haberlerden bir küçük örnek verebilir misiniz?
-
Aklımda kaldığına göre bir tanesi şöyleydi galiba:
"Gökler,
gökler, bulutlarla dolu gökler. İçine bir buzun sokulmasını
bekleyen, boşanıp aydınlığa kavuşmak isteyen gökler ve güneşi
kaybeden insanlığa güneşi göstermek isteyen sizler...
Gökler boşanacak, güneş görünecek elbet... Dünyada yalnız
kalmayacağınızı biliniz. İlk parıltıları takip eden günlerden
sonra, diğer ülkelerden de faaliyetinize iştirak olunacaktır."
- Çok ilginç. Bugünle ve gelecekle ilgili işaretler var değil
mi? Şimdi gelelim konumuza. Evet Hazım Bey, sonra?
- Sonra
Bedri Bey program yaptı. Ve her hafta cuma geceleri 22.00 ile
23.30 arası zamanını bana ayırdı. Bu süre içinde oturup
benimle sohbet ediyordu. Bu bana o zaman çok ağır geliyordu.
Bedri Bey kim, ben kimim? Onun bunca vaktini almak, karşılıklı
geçip konuşmak sıkıyordu beni. O da bu halimi hissediyor ve
tatlı konuşması ile sıkıntımı kısa zamanda gideriyordu. Ben o
zaman çok gençtim ve bu konuların çocuğuydum. Fakat Bedri Bey
bir çocukla bile çocuk olmasını çok iyi bilir, ağırlığını hiç
hissettirmezdi. Onun en büyük özelliklerinden birisi de, hiç
şüphesiz küçülmesini bilmesiydi. Yine onun yukarı aleme
saygısı, teslimiyeti ve vazife idraki çok büyüktü. İşte,
yukarı alemden gelen bir direktif üzerine bana bu kadar zaman
ayırması buna bir delildir.
Cuma
gecesi sohbetlerinde Bedri Bey, oradan buradan tatlı tatlı
konuşur, hatıralarını anlatır, araya da bazı bilgiler
sıkıştırırdı. Aslında bu, hiç belli etmeden ustaca bir bilgi
veriş tarzıydı. Yine hayatı ile ilgili anılarını öyle esprili
bir şekilde anlatırdı ki, hem sizi güldürür hem kendi çocuk
gibi katılırdı gülmekten. Hele bir anısı...
- Neydi o?
-
Biliyorsunuz Bedri Bey bir ara Afganistan'a gider, orada bir
sanatoryumun başhekimliğini yapar: O sıralarda kendine, evden
hastaneye, hastaneden eve kolaylıkla gidip gelebilmek için bir
bisiklet alır. Bir sabah yine aynı yoldan bisikletle hastaneye
gider. Hastanede geç vakte kadar çalışır. Gece eve dönmek
üzere bisikletine atlar ve yola koyulur. Yollar iyice karanlık
ve ıssızdır. Fakat Bedri Bey her gün gidip geldiği bu yolu iyi
bildiğinden, koyuverir kendini. Derken önünebirden bir toprak
yığını çıkar. Ve Bedri Bey bisikletin. üstünden uçarak lök
diye bir çukura düşer. Yumuşakça bir yerdir burası.
Pek bir
yeri acımaz. Ama az sonra bumuna gelen kokulardan anlar ki,
boynuna kadar lağımın içindedir. Düşünün bir kere, zifiri
karanlıkta, boğazına dek lağımın içinde. Bir-iki debeleniyorsa
da, daha çok batmaktan korkarak, kendi başına buradan
çıkamayacağını anlıyor. "Gelin, kurtarın!" Falan diye bağırıp
çağırıyor. Neticede oradan geçen iki-üç kişi bu sesi
duyuyorlar da, gelip Bedri Bey'i çukurdan çıkararak
kurtarıyorlar.
Gerçekten güç bir durumda kalmış. Ne bilsin adamcağız, sabah
geçerken bir şey yokmuş, yol dümdüzmüş. Meğer o gün,
İstanbul'da hemen her gün gördüğümüz gibi, orada da bir lağım
çukuru kazmışlar. Ve de gece karanlığında Bedri Bey'e tuzak
olmuş burası.
- Evet, Hazım Bey, bu hoş sohbetler takriben ne kadar sürdü?
- İki ay
kadar sürdü. Ondan sonra asıl vazifeler başladı.
- Ne gibi yani?
- Mehmet
Fahri'nin medyumluğunda, gelecekte olacakları bildiren
(profetik) tebliğler alınmaya başlandı. Ve Bedri Bey, bu
tebliğlerle ilgili olarak herkese görevler verdi. Mesela bana
ve Hüsrev Bey'e noterlerle ilişki kurma görevi verilmişti.
Biz, bu gelecekte olacakları bildiren profetik tebliğleri
notere götürüp, orada saklanmasını sağlayacaktık. Olay
gerçekleşince de, tebliğ noterden alınacak ve basın toplantısı
yapılarak durum kamu oyuna açıklanacaktı. Böylece Yüksek
İdareci Alem'in olayları önceden bildiği ispatlanmış olacaktı.
Nitekim öyle oldu. 1958'de Adana'da olacak bir sel felaketi
ile ilgili olarak alınan bir tebliğ bizim kanalımızla notere
verilip saklandı. Olay gerçekleşince, tebliğ noterden alınarak
bir basın toplantısı yapıldı ve durum gazetelerde duyuruldu.
- Noterle ilgili
bu vazifenizde bir engelle karşılaştınız mı?
- Evet.
İlkin gittiğimiz noterler güçlük çıkardılar. Şüphelendiler,
gizli bir şey zannettiler ve almak istemediler. Fakat sonra
Hüsrev Bey ve ben tanıdık birer noter bulduk ve bu işi böylece
hallettik. Bizim iş nispeten kolay sayılırdı yine. Bu arada
mesela Bedri Bey, Yüksek İdare Mekanizması başlıklı çok uzun
bir yazısının gazetelerde yayınlanması vazifesini Dr. Refet
Bey'e vermişti. Bu güç bir işti gerçekten. Ancak Dr. Refet
Bey, daha önce Karaman Gazetesi'nde ve sonra Yirminci Asır
Dergisi'nde yazarlık yaptığından, böylece basın çevresince
tanındığından bu görev ona verilmişti.
Fakat
Refet Bey, bütün gayretlerine rağmen söz konusu yazının
gazetelerde çıkmasını sağlayamamıştı. Bu duruma Bedri Bey'in
canı sıkıldı. Çünkü o, vazifenin yapılmamasını, en haklı
mazeretler bile olsa, asla kabul etmezdi. Ona göre bir vazife
yapılamamışsa bu, vazifeye yeterince konsantre olamadığımız ve
gerekli gayreti göstermediğimiz içindir. Bu sebeple aslında
çok kolay olan noterle ilgili işi başardığımdan dolayı Bedri
Bey, Dr. Refet Bey'in yapamadığı vazifeyi bana verdi ve Dr.
Bey'i de bana yardımcı olarak görevlendirdi. Ben bu durum
karşısında bir tuhaf oldum ve ezildim tabii. Çünkü o sıralarda
Refet Bey bizim başkanımız ve öğretmenimiz. Her şeyi ondan
öğreniyoruz. Bedri Bey de içinde bulunduğum ruh halini
hissetmiş olacak ki, beni bir kenara çekip, böyle düşünmemem
gerektiğini, her kim olursa olsun eğer vazifenin gereklerini
yerine getirirse mutlaka başaracağını belirtti. Böylece
icabında Refet Bey'in bile başaramadığı bir işi pekala
başarabileceğimi söyleyerek ve beni teselli ederek güvercin
misalini verdi,
- Evet, çok güzel
bir misal o. Dr. Bey'den dinlemiştim bir kere. Yine de sizden
dinlemek isterim. Anlatır ınısınız lütfen?
- Bedri
Bey güvercini vazife ve teslimiyet sembolü olarak görür ve
derdi ki: "Güvercini Mısır'dan alıp İstanbul'a getiriyorlar.
Ve bırakıyorlar. Güvercin önce göğe doğru dimdik yükseliyor.
Sonra havada belli bir yükseklikte duruyor, yuvasının özlemi
içinde kendini bırakıyor ve öylece uçuyor. Böylece ta Mısır'a
kadar gidip yuvasını eliyle koymuşçasına buluyor. Güvercinin
radarı mı var, telsizi mi var? Nasıl başarıyor bu işi? Elbette
bunların hiçbirisi yok. Ancak güvercinin yuvasına olan özlemi,
kendini teslimiyetle oraya doğru bırakışı ve kanat çırpışı,
onunla yuvası arasında görünmez bir yol oluyor. Ve güvercin bu
hasretin çizdiği harita üzerinden yuvasına kavuşuyor. İşte biz
de vazifeye kendimizi böylesine adar, güvercin gibi tam teslim
olarak kanat çırparsak, İlahi alemin de yardımlarım üzerimize
çeker ve vazifemizi mutlaka başarırız."
- Merak ettim
doğrusu siz başarabildiniz mi bu vazifeyi?
- Bedri
Bey'den Refet Bey'le birlikte ayrıldık. Dışarı çıktığımızda
Refet Bey'e, durumu garip gördüğümü belirterek, "kusura bakma
ağabey" demeye getirdim.Refet Bey de ezikliğimi anlayarak,
"Önemli olan senin veya benim yapmam değil, vazifenin yapılmış
olmasıdır" diyerek beni yatıştırdı. Ve birlikte gazetelere
başvurduk. Aslında yine işi yapan Refet Bey'di. Ben onun
yardımcısı durumundaydım.
Çünkü
benim basında hiç tanıdığım yoktu. Böylece Refet Bey Milliyet
Gazetesi Yazı İşleri Müdürü ile görüşüp, tam onu ikna ediyordu
ki, rahmetli Peyami Safa geldi, yazıyla ilgilendi. Ve "Yazı
çok uzun. Ben şöyle bir okuyayım, bazı kısımlarını çıkarayım,
öylece basalım" dedi. Biz de Bedri Bey'in huyunu
bildiğimizden, bir kelimesinin bile çıkarılmasına razı olmaz
dedik. Ve bu yüzden yazı Milliyet Gazetesi'nde çıkacakken,
çıkmadı. Başka gazetelere müracaat ettik. En sonunda o zaman
çok okunan bir akşam gazetesi olan Ekspres'te yazının
çıkmasını sağladık. Şunu da belirtmek isterim ki, Refet Bey'in
bu olaydaki tutumu ve vazife anlayışı bana büyük bir örnek
oldu. Gerçekten Refet Bey, bunu hiç gurur meselesi yapmadan,
itiraz etmeden bana yardımcılık görevini memnuniyetle kabul
etti ve yine aslında işi başaran o oldu. Ne var ki, aynı
zamanda bizlere de güzel bir örnek yerdi.
- Peki, Bedri Bey
yazısının Ekspres'te çıkışından memnun kaldı mı?
- Bunu
pek yeterli bulmamış olacak ki, sonradan aynı yazının broşür
halinde basılmasını ve yurdun dört bir yanına dağıtılmasını
istedi. Neticede kısa zamanda, sabahlara kadar çalışarak bu
broşürleri bastırdık ve yurdun dört bir yanına dağıttık,
telefon rehberlerinden, adresleri tarayarak. Üniversitelerde
okuyan tanıdıklarımıza da broşürlerden vererek oralarda da
dağınlmasını sağladık. Ve bir sabah, o zaman Fatih'te
oturuyordum, durakta dolmuş bekleyenler, beni koltuğumun
altında bir yığın kağıtla gördüler. Onları fazla merakta
bırakmamak için her birine birer tane dağıttım. Sonra iş
yerimde de herkese aynı broşürlerden dağıttım.
Böylece
hepimiz seferber olmuştuk. Vazifeden çıkar çıkmaz doğru
Bedri-Bey'in evine koşar ve başlardık çalışmaya. Bir de
bakardık gün ağarmış, sabah olmuş. Bu faaliyetlerde Bedri Bey
de enfarktüslü olmasına rağmen bizimle beraber sabahlara kadar
çalışırdı. Ondaki azim, sebat ve usanmak bilmeyen çalışma,
hepimizi ateşlerdi. Bedri Bey'i ancak birlikte çalışırken tam
tanıyabilirdiniz. Yoksa vazife dışında onun çok sade bir
görünüşü ve konuşması vardı. Herhangi bir kimseden farksızdı.
Fakat vazife anındabir başka insan olurdu sanki. Hali, tavrı,
konuşması, üslübu değişirdi. İşte o zaman büyük vazifeli Bedri
Ruhselman'ı bütün heybetiyle görebilirdiniz.
- Konuşmamızın
başında Bedri Bey'in, her birinizden, vazife uğruna
gerektiğinde işinizi-gücünüzü, evinizi-barkınızı
terkedeceğinize dair söz aldığından bahsetmiştiniz. Bunu
gerektiren bir durum oldu mu?
- Oldu
elbet. Mesela ben o zaman Beyoğlu'nda bir film şirketinin
muhasebecisiydim. İş sırasında Bedri Bey'den bir telefon gelir
ve derhal işten bir süre ayrılıp verilecek bir vazifeyi yapmam
istenirdi. Ve ben hemen verilen emri yerine getirirdim. Bu
böyle iki-üç-beş devam etti. En olmaz saatte işi bırakıp
gidiyordum. Nihayet bir gün patron beni odasına çağırdı. "Bak
Hazım, seni severim bilirsin. 'Fakat ikide-bir olur-olmaz
zamanda işi bırakıp gidiyorsun. Artık kendine bir çekidüzen
vermen gerekiyor herhalde?" yollu bir konuşma yaptı. Ben de
kendisine, inandığım yolda yürümenin benim için hayati bir
önemi olduğunu, buna mecbur bulunduğumu belirttim. Ve "Ancak"
dedim "Sizden aylık aldığıma göre sizin işinizi de
aksatmamaya, en iyi şekilde yapmaya mecburum.
Nitekim
ayrıldığım günler, tekrar işime gelerek iki üç saat fazla
çalışıyor ve açığı kapatıyorum. Ama yine de diyorsanız ki,
senin bu aykırı saatlerde çekip gitmen iş prensiplerini
çiğniyor ve başkalarına da kötü örnek oluyor. O zaman size hak
vermekten ve ayrılmak için müsaadenizi istemekten başka sözüm
kalmaz" dedim. Neticede benim bu inançlı ve kararlı tutumum,
patronu olumlu yönde etkiledi. Ve hadi git öyleyse, ne
yaparsan yap, ama benim işimi de aksatma dedi. Fakat bütün
arkadaşlar için durum aynı olmadı tabii. Mesela Metin bu
yüzden işinden çıkarıldı. Sonra Atilla'nın medyumluğu başladı
ve bizim işler artık son buldu. Bedri Bey, Atilla'nın
medyumluğunda aldığı bilgilerle şimdi noterde saklı tutulan
son kitabını hazırladı. Metin bu bilgileri daktilo etti. Ve
Hüsrev Bey de daima Bedri Bey'in yanında ona yardımcı olarak
kaldı. Böylece bu üç kişi son kitabın vazifelisi oldu. Ve
kitap medyuma bildirileceği vakitte basılmak ve piyasaya
çıkarılmak üzere onlara emanet edildi.
Kitabını bitirdikten sonra da biliyorsunuz Bedri Bey aramızdan
ayrıldı. Bir yazısında Bedri Bey vazifeyi "Bütün hal ve
hareketlerimizin sebebi ve sonucudur" diye tanımlamıştı.
Gerçekten o, her hal ve hareketini vazifeye uydurmasını
bilmişti. Hazım'ın da dediği gibi onu en iyi anlatan kelime
vazife idi. Bu yüzden yazımıza "Büyük Vazifeli" başlığını
uygun gördük. Ve yine bu nedenle, satırlarımıza son verirken,
ona.ençok yakışan aynı sıfatı kullanarak, Büyük Vazifeli Bedri
Ruhselman'a sonsuzluk yolundaki yeni vazifelerinde başarılar
dileriz. |