Metafizik / New Age

WWW.ASTROSET.COM

 

UNUTMANIN GEREĞİ ve YARARI

Bedri RUHSELMAN

Bedri RUHSELMAN’ın RUH ve KÂİNAT adlı serinin CİLT 3, sayfa 783 ve devamından günümüz Türkçesine uyarlanmıştır.

Yayına Hazırlayan: Selman GERÇEKSEVER

  Unutmanın önce doğal olduğunu, sonra dünya deneyimlerinin başarılı bir şekilde geçirilmesine engel olmadığını inceleyip irdeledikten sonra(bkz. Kaynak eser sayfa 689 ve devamı), önümüzde ele alınması gereken bir konu kalıyor ki; o da, unutmanın gereği ve yararıdır. Evet, geçmiş yaşamları unutmuş olmak, daha doğrusu anımsayamamak gerekli ve yararlıdır. Niçin?

  Daha önceki yaşamları ve o yaşamlarda geçen olayları anımsamanın birçok bakımdan sakıncaları ortaya konabilir. Biz bunlardan bir kaçını örneklerle açıklamaya alışacağız:

  1- Bir pehlivan güreşine gidebilirsiniz. Bundan amacınız heyecanlanmaktır. Eğer pehlivanların önceden pazarlıklı olduğunu ve hangisinin yenileceğini, hangisinin yeneceğini önceden bilmiş olsaydınız, onlara izlemeye gelmekteki amacınız gerçekleşebilir miydi? O zaman, sizin için burası anlamsız ve sıkıntılı bir yer olurdu. Hiç heyecan duymadan ve amacınıza ulaşmadan buradan uzaklaşırdınız. Sizi bu tatsızlığa düşüren etmen gelecek işin sonucunu önceden bilmiş olmanızdır. Benzer şekilde, sınavda soracağınız soruyu önceden haber verdiğiniz öğrencinin başarılı olması onun lehine bir meziyet sayılabilir mi? Burada öğrencinin başarılı olmuş sayılmaması, gene kendisine sorulacak soru hakkında onun önceden bilgi sahibi olmasıdır.  

  Örneğin, bir kimsenin cesaretini sınamak için onu ateşe atar gibi bir cesaret denemesi tasarlarsınız; fakat o, önceden bunun sâdece bir deneme olduğunu ve ateşe asla atılmayacağını bilse, ateşe atar gibi yaptığınız zaman, onun gülmesi ve korku belirtisi göstermemesi cesaretine ve soğukkanlılığına kanıt olur mu? Kuşkusuz, hayır. Keza burada da bu denemenin anlamsız kalması, onun gelecek olay hakkında önceden bilgi sahibi olmuş bulunmasından ileri gelir. İşte tüm bu haller tıpkı dünyaya inen bir varlığın spatyomda imajine ettiği gelecek dünya yaşamıyla ilgili olayların planlarını önceden anımsamasına benzer. Yukarıdaki örneklerde olduğu gibi, biz de eğer önceki yaşamımızı ve o yaşamda verilmiş olan gelecek yaşamın olayları hakkındaki kararları anımsamış olsaydık, bu dünyadaki uygulamalarımızdan birçoğunun değeri kalmazdı ve onları başarılı bir şekilde tamamlamaya olanak bulamazdık. Bir deneyimin içeriğini ve ne kadar süreceğini önceden bilip, ona karşı koymak başkadır; hiçbir şey bilmeden, nasıl sonuçlar vereceğini tahmin etmeden ve bazen de olayları önleyici, hesaplanmış kaçamak önlemleri alma girişiminde bulunmadan, o deneyimin/yaşam sınavının koşullarına ve gereklerine göğüs germek başkadır. Bu yaşam sınavlarının içeriklerini önceden bilmek, onların hedeflediği amaçlara karşıdır. O hedefler ki, her şeyden önce; ruhun yanılarak, aldanarak ve sonunda bir çok kez yuvarlanarak madde âleminde etkinlik göstermesine ve bu etkinliklerden dolayı yeni yeni olaylarla karşılaşmasına ve böylece görgü ve deneyimini artırarak madde üzerinde ki tesirliliğini geliştirebilmesine yöneliktir. Her olayın nasıl olup biteceğini önceden bilen bir kimseyi bu hedefe ulaştırmaya yarayacak sonuçlardan dolayı hata olasılıkları görece azalmış, bu da onun lehine değildir.

  2-Dünya beşeri yasa ve genel vicdan karşısında "câni" yada "rezil" damgasını yemiş bir sabıkalı düşünelim. Bu, daha sonra pişman olmuş ve toplum içinde faziletli bir birey gibi yaşamaya karar vermiş olsun. Acaba bu kimse kendisini tanıyan çevresinde bu kararını başarıyla uygulayabilir mi? Yasa ve toplum onu bu kez damgalamıştır ve onun tüm hareketlerini kayıt altına almıştır. Kendisinin her hareketinden kuşku edilir ve hiçbir konuda ona güvenilmez. Kim tarafından işlendiği bilinmeyen her suçtan, önce o sorumlu tutulur. Eski hataları her vesileyle yüzüne çarpılır ve birçok girişimine de engel olunur. Kısaca, bu sabıkalının güven içinde iradesini özgürce kullanarak namuslu insanlar gibi yaşamını kazanmasına fırsat verilmez. Bu durum, onun esasen cılız olan ve doğru yolda henüz emeklemeye özenmiş bulunan iç dünyasını daha da karartır, kuvvetten düşürür.

  Bundan birkaç yıl önce doğrudan doğruya kendim tanık olduğum bir olayı, iyi bir örnek olduğu için burada okuyucularıma sunmak isterim. Devlet Demir Yollarında doktorluk yapıyordum. Bir iş için ekspresin vagonunda yolculuk ederken, şu olayla karşılaştım: Tren şefimiz yolcuların biletlerini kontrol ederken, onların arasında, yıllarca önce kendisi henüz bilet memuru iken treninde yankesicilik yaparken yakaladığı ve polise teslim ettiği bir adamı görmüş ve tanımıştı. Adamı getirdi ve trende bulunan sivil memura teslim etti. Memurlar adamı sorgulamaya başladılar. O, yolculuğunun nedenini anlattı. Söylediğine göre, bir yerden bir yere zorunlu bir nedenle yolculuk yapan namuslu bir insan görünümündeydi. Cebi yoklandı, 8-10 lira kadar bir para çıktı. Tren şefi bunun herhalde yolculardan birine ait olması gerektiğini iddia etti. Çünkü o, bir yankesiciydi. Adam bunu şiddetle protesto etti: “Artık ben çoktan beri o işten vazgeçtim, şimdi namusumla para kazanıyorum ve bu para benimdir.” diye çırpınıyor ve parayı nasıl kazandığını da uzun uzadıya anlatıyordu. Fakat o, bunları söyledikçe, herkes kendisiyle alay ediyor, kimse onun söylediklerini ciddiye almıyordu.

  Tüm parası elinden alındı; biletçiler yolcular arasında dağılarak, parası kaybolan yolcu olup olmadığını soruşturdular, ama kimse paraya sahip çıkmadı. Buna rağmen, sabıkalı şahıs ilk gelen istasyona kadar gözetim altında tutuldu ve o istasyonda polise teslim edilmek üzere indirildi. Bundan sonra, tren şefinden bunun kim olduğunu sordum; “doktor” dedi. “Ben bu adamı 20 yıl önce yankesicilik yaparken yakalamıştım. O zaman dan beri bu adama trenimde her rasgelişte polise teslim ettim.” Ben yine sordum: “Peki, o zamanlar onu hep yan kesicilik yaparken mi yakaladın? ”Hayır. ” dedi. “Fakat bu adam sabıkalıdır ve yolcular için tehlikelidir. Benim trenime binmemesini, her yakalayışımda sıkı sıkı tembih ettiğim halde yine de ara sıra onu trende görürüm. ” Burada belki tren şefi haklıdır ve belki bu adam kötü huylarında vazgeçmemiş bir yankesicidir. Fakat olabilir ki, bu yoldan gerçekten ayrılmış ve namusluca yaşamını kazanmanın yollarına başvurmuş bir kimsedir. Bu konu orada; ne kendisinin birçok yıldan beri hırsızlığını yakalayamayan tren şefi için, ne de o nu tutuklayan polis için, ne de başka bir kimse için bilinebilirdi. Şimdi bir an, bu adamın gerçekten yola girmiş olduğunu varsayalım ve o, Eskişehir’den Bileciğe, ümit ettiği bir işi izleyerek yaşamını kazanmak için bir yolculuk yapmak zorunda kalmış olsun. Eğer onu tüm tren şefleri, sabıkalı diye almazsa ya da yarı yolda indirip polise teslim ederse; zaten bin bir zorluk içinde kazanabilen bu yaşam kavgasında bu “zayıf ruhlu” adam, canını namuslu yollarda nasıl kurtarabilir? Bununla birlikte toplum onu böyle bir kayıt altında tutmakla da haksız sayılmaz…

  Fakat geçici olan beşeri yaşamın toplumlarının bu haklı uygulamasını İlahi İrade Yasaları başka türlü yapar ve samimi olarak doğru yola girmek isteyenleri o yolda yürümelerine engel olacak “lekeleri” onların suratlarından siler ki, burada doğanın kullandığı en kusursuz temizleyici araç unutmaktır. Dünyada eski yaşamlardaki suçlar unutulmalıdır. Çünkü bu gibileri kurtuluşu ve yükselmesi buna bağlıdır.

  3-Dünyada birbirine kötülük yapmış, öç alma duygularıyla beslenmiş iki kişiyi gözümüzün önüne getirelim. Bunların tekâmül için, her şeyden önce, kendilerini böyle olumsuz duygularla kurtarmaları gerekir ki, bu da öç alma duygularına karşı onların karşı koymalarıyla olasıdır. Bunun için, bu iki kadim düşmanın yani bir yaşamda o kadim hırslarını oluşturan hoş olmayan durumları unutmaları gerekir. Çünkü bir tek yaşamın deneyimlerinde başarılı olamayacak kadar “zayıf ruhlu ” kimselerin, iki yaşamda birbiri üzerine yığılacak deneyimlerin ağırlığı altında başarıyla kalabilmeleri pek olası değildir. Esasen ruhların tekâmülünü hedefleyen İlahi İrâde Yasaları bunu kolaylaştıracak hiçbir çareyi ihmal etmiş değildir.

  Nasıl ki, bir yaşam önce birbirine “kanlı bıçaklı düşman ” iki kimse Yasalar’ın sağladığı bu kolaylıktan yararlanarak yeni yaşamlarında örneğin, iki kardeş olarak yaşayabilirler.

  Bu durum aradaki nefretin, daha sonra yapılacak bir takım fedakârlıklarla sevgiye dönüşmesine yardım eder. İlâhi İrâde Yasaları’yla ruhlara böylece yarım edilirken, bu işi güçleştirecek ve hattâ ona engel olabilecek eski nefret duygularının anıları da onlarda yaşatılmak istenmez. Çünkü önceki yaşamlarında birbirlerinin amansız düşmanı olduğu tüm çıplaklığıyla bilen iki kardeş, aralarında diken gibi duran bu kin ve nefret dolu anılarda  yaşarken birbirini nasıl sevebilir? Ayrıca, bu anlaşma / sevişme bu kimselerin güçleri dışında bir yığın engeller yüzünden gerçekleşmezse, onların iki kardeş olarak dünyaya gelmelerinin ne değeri kalır?

  4-Varlık dünyaya enkarne olmadan önce, buradaki etkinlik planını kendi tekâmül düzeyine uygun şekilde spatyomda belirler. Fakat bu yaşam planı düzenlenirken, etkili olan ruhsal hâlet, dünya maddelerinin içinde düşünen ve duyan varlığın hâletinden başka türlüdür. Yaşam planı kapsamında deneyimleyeceklerimiz bu dünya kafasına göre hazırlanmış değildir. Çok sıkıntılı koşullar içinde yaşamak zorunda kalan beşer, spatyomda tekâmül ihtiyaçlarını duymak ve bilmek olanağına sahip değildir. Bundan dolayıdır ki, varlığın orada yaptığı plana uygun düşmez. Aradaki farkı şöyle açıklayabiliriz:

  Dünyaya inmeden önce, varlığın hedeflediği amaç, dünyanın hemen sürekli bir şekilde “acı” olan olayları içinde yoğrularak görgü ve deneyimini arttırmaktır. Oysa ki bu düşünce ile dünyaya inince, aynı varlığın anlayışı değişir; dünyada bulunuş amacını maddelerin derinliklerinde ve onlarla kendi arasındaki kuvvetli bağların yabancı zevklerinde arar. Bu durum onun spatyomdaki düşüncesinin tamâmiyle aksine olduğundan, arada oluşan “uçurum” onun için bir ıstırap nedeni olur. Maddelere egemen olmak için bin bir zahmet içinde onların bağlarından kurtulmaya çalışmakla, dünya zevklerine kapılarak maddenin esareti altında kalmak arasında beliren ruhsal mücadele, ıstırap şeklinde kendisini gösteren bir olaydır.

  Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, duygu ve eğilimleri dünyanın alaycı ve geçici mutluluklarına doğru yol almış beşer, eğer spatyomdaki serbest koşullar altında belirlemiş olduğu ciddi bir yaşam planını anımsar ve bilirse, onun burada yazılı olan korkunç ve felâketlerle dolu deneyim yaşamına başlamaya asla cesâreti kalmaz. Yarın ortaya çıkacağını kesin olarak bildiğiniz bir felaket, ondan önceki sizin yirmi dört saatlik yaşamınızı felç etmeye yeterken, tüm yaşamınız boyunca birinden ötekine atlayarak ve belki de hiç ara vermeden ardı ardına gelecek korkunç ve dayanılması güç, acı ve felâketli olayları saati saatine önceden bilmeniz yaşamda cesaretle etkinliklerinize ve girişimlerinize olanak bırakır mı? O halde bunları bilmemek ve sırası geldiği zaman; onlarla karşılaşınca, arkasından iyi günlerin geleceğini ümit ederek deneyim yaşamında gerekli olan cesareti yitirmemek en yararlı bir iş olur ki, bu da o günün olaylarını sonuçlandıran geçmiş zamanki işlerimizi unutmakla olasıdır.

  5-Nefsi onurlandırmanın, gelişimde olumlu etkisi olduğu gibi, olumsuz etkisi de vardır. Bununla birlikte yeryüzünde ortaya çıkan herhangi bir ruhsal hâletin yararlı olabilmesi için ölçülü ve yerinde kullanılması gerekir. Dünyadaki deneyimleri ilgilendiren ruhsal haller iyice ayarlanmış olmalıdır. Bunların aralarındaki oranlarda oluşacak eksiklik ya da fazlalık yararlı değil, zararlı sonuçlar doğurur.

  Örneğin, nefsin “onuru” birçok durumda bireyi büyük kusurlardan koruyabilir: Kişi nefsinin “onurunu” düşünerek, kendini birçok aşağılık durumlardan ve aşağılanmalardan kurtarabilir, birçok kötü hareketlerden ve kötü mekânlardan / ortamlardan uzaklaştırabilir. Fakat nefsin bu şekilde yararlı olabilmesi bir tek koşula bağlıdır ki, o da nefsin onurunun ancak fazîlet sâhibi bir kimse olabilmek için sarf edilecek cehte eşlik edebilecek oranda ölçülü ve ayarlı olmasıdır. Bunun ölçüsü de kişinin şuur ve vicdanı tarafından denetlenir. Fakat bunun yanında birçok hodbince (bencilce / egoistçe) ihtiraslara âlet olmak, başkaları üzerinde bir üstün olma ve hüküm sürme aracı olarak kullanılarak, bu ölçünün dışına çıkan öyle nefsi yüceltme / onurlandırma durumları vardır ki, sâhibini en korkunç uçurumlardan yuvarlamaya fazlasıyla yeterlidir. Bireyin tüm girişimlerini kırar, cesaretini yok eder; kardeşleriyle, hem cinsleriyle olan ilişkilerini incitir, toplum içinde kişiyi pasif, çekilmez, çekinilir bir yaratık durumuna düşürür, hattâ daha ile giderek; onu serkeş, küstah ve bir cani yapar. Kısacası, bu durum kişinin gelişimini iyiden iyiye yavaşlatır. Böyle taşkın bir nefsi yüceltme durumu gelişim aracı olmaktan da çıkar, zehirli bir yılan hâlini alır ki, bunu geri bedensiz varlıkların belirgin vasıflarından kabul eder. Bundan dolayı, bazı kimselerin övünme ifadesi olarak kullandıkları, “İzzetinefsime çok düşkünümdür…” söylem bir meziyet olmaktan çok, beşeri bir kusur ve zaafın ifadesi olup, kendinden habersizliğin dillendirilmesidir.

  Görülüyor ki, nefsi onurlandırmanın yararlı rolünü değerlendirebilmek için, önce onu erdemler yönünde ölçülü olarak kullanılmasını bilmek, sonrada; eğer bu huy kötü bir şekilde kullanılmaya esasen alışılmış ise, onu daha çok tahriklerden korumak için, yaşamdaki girişimlerde dayanma gücünün üzerinde ağır yükler altına girmemek gerekir. Kişi bir önceki yaşamında neden başarılı olmadığının hesabını vermek için değil, başarılı olması gerektiği için dünyaya gelir. Demek ki burada içsel gelişim için ona gerekli olan şey, geçmiş yaşamlarındaki utandırıcı anılarının her vesileyle yüzüne vurulması değil, beşerî zaaflardan kurtulmasına yarayacak durumlarla karşı karşıya gelmesidir. Yani o yeryüzüne ceza çekmeye gelmez, gelişip yükselmek için gelir. ALLAH dünya yaşamını, yapılmış kaba hatâların intikamını almak için değil; varlıkların yükselmesine, henüz güzelliğini ve iyiliğini tahmin bile edemediğimiz çok parlak ışıklı ortamlara doğru uçup gitmesine bir araç olarak yaratmıştır.

  Bu fikrimizi de bir örnekle açıklayabiliriz: Bir önceki yaşamının deneyimlerinde başarılı olmamış maddesel olanaklarını dünyanın aldatıcı zevk ve sefası uğruna harcamış ve yeryüzündeki yaşamının bir amaç olmayıp, bir gelişim amacı olduğunu anlayamayarak, bu yüzden dünyada birçok kötülükler, zulümler ve işkenceler yapmış ya da bunların yapılmasına neden olmuş bir şefi, bir sâhibi göz önüne getirelim. Birinci yaşam sınavından başarısız çıkan bu varlığın ikinci dünya yaşamında kusurlarını telâfi edici olanakları içeren bir yaşam içinde bulunması gerekir. Böylece o, önceki yaşamında hemcinslerine karşı gösteremediği yakınlığı, sevgiyi bu kez göstermeye çalışacaktır. Birinci yaşamında o, kudretli ve kuvvetli bir beşeri makama sahip olmakla bu işi denemişti. Şef olmuştu, hükümdar olmuştu. Fakat bu denemeye / deneyime dayanamadı ve yuvarlandı. Şimdi de tamâmıyla bunun tersi olan bir yaşam şekli deneyecektir. Çünkü yol daha kestirmedir ve öncekinden daha kolaydır.

 Bundan dolayı o, şimdi yeryüzüne dayanabileceği kadar ağır, kötü ve sefil maddesel koşullar altında; hemcinslerine egemen değil, mahkûm olarak gelir. Bunun için önce, onun bu koşulları içeren maddesel bir durumda enkarne olması gerekir. Örneğin, ağır bir bedensel rahatsızlık içinde; parasız, yersiz- yurtsuz, sefâlet ve yoksulluk dertleriyle geçecek bir yaşam onun aradığı şey olacaktır. Dahası, önceki yaşamında “frensiz” bir şekilde gelişimine yol vermiş olduğu nefsini “kamçılayarak” yeniden uyandıracak her şeyden onun uzaklaşmış olması gerekir. Uzak durması gerekenlerden biri de geçmiş yaşamını ve o yaşamında sürdürdüğü saltanatı ve sergilediği kötülükleri tamamen unutturmaktır.

  Eğer böyle olacağı yerde, bu kimse ve çevresindekiler geçmiş yaşamlarının bu zâlim, iğrenç ve korkunç simasını tanımış olsalardı; ne çevresindekiler ona gereken şefkati ve tatlılığı gösterebilirlerdi, ne de o çevresindekilerden bunu samimiyetle isteyebilirdi. Ayrıca, çevresine karşı kalbini yumuşatması, çevresindekilere sevgi ve ruh bağlarıyla yaklaşması için hasta ve merhamet etmeye değer bir duruma gelmeye katlanan bu zavallı varlık; böyle çevresindekilerden merhamet ve şefkat yerine, her vesileyle hakaret ve intikam hırsı içeren tutumlar gördükçe, önce uyanan, sonra da şahlanan nefsinin iç tepisine kapılarak isyan eder ve eğer kendisine gösterilen hakaretleri hiçbir kimseye iade edemeyecek bir durumda bulunuyorsa, yaşamına son vererek denemesinde yine başarılı olmadan çekip giderdi. Oysa ki, pişman olmuş, “yükselmeye” karar vermiş ve bunun içinde; ağır, özverili ve zor bir yaşamı göze almış bir varlığın bu fedakârlığı ve girişimi İlâhi İrâde Yasaları gereğince boşa gidemez. İyi ve olumlu amaçlarla yapılmış her cehit kişiyi kesinlikle yükseltir ve sevindirir.

  6-Nihayet, çok sevdiğimiz bir kimseyi; babanızı, ananızı, çocuğunuz ya da sevgilinizi yitirdiğiniz ilk acılı saatleri anımsayınız. O anlarda sizi hiçbir şey teselli edemezdi ve hiçbir şeye isteğiniz / ilginiz kalmamıştı: Tüm benliğiniz karanlık alevlerin yakıcı ısısıyla yanmaktaydı ve gözünüz dünyayı görmüyordu. Benliğinizi sâdece bir tek şey işgal etmişti ki, o da sevdiğiniz en değerli bir şeyi belki ebediyen yitirmiş olduğunuzu sanmanın içinizde teselliye yol vermeyen acılarıydı. Eğer sevgiliyi unutma vetiresi araya karışmış olmasaydı ve siz o ilk ıstıraplı saatlerinizin duygularını aynı tazeliği ve ayrıntılarıyla duymakta ve düşünmekte ölünceye dek devam etseydiniz yaşamınızın kalan kısmında durumunuz nice olurdu? Fakat bilmek gerekir ki, birçok varlığın geçmiş yaşamlarında unutulması gereken bu acılardan daha çok büyük acıları ya da utandırıcı anıları vardır.

  Bir tek yaşamımızda bile birçoğumuzun unutulmasını istediğimiz, bize karşı sergilenmiş olan ya da bizim yapmış olduğumuz ne kadar yüz kızartıcı işleri ve maceraları vardır. Özet olarak bizlerin yeryüzündeki dayanma gücünü, cesaretini ve “yükselme” olanaklarını, anılarıyla incitecek olan daha önceki yaşamları unutmak gerekir. Tezahürat ortamında hiçbir şey yersiz ve gereksiz değildir. Hiç şaşmadan işleyen İlâhi İrâde Yasaları altında her şey büyük amaca, yani ruhların “yükselmesi ” amacına uygun bir gidiş içindedir. Unutma vetiresi de bu yasaların hikmetle dolu değişmez gerekleri olarak kalacaktır.

 Yayın Tarihi:08 Mart 2014 

 

© Astroset 2003-2014