Kur’an’ın
işlevsel yanlarından biri, dünya insanını, maddeleşmiş dünya
yaşamından (inisiyatik ifadesiyle “karanlıklar”dan,
“cehennem”den
kurtarmaya çalışmaktır (Ahzab 43). Bu istenmeyen durumdan
korunmanın "sakınmanın" ve kurtularak "yükselmenin"
yolu hidayete ermektir(Bakara 157). İşte bu
istenmeyen, insanın yüceliğiyle bağdaşmayan durum yerine,
erdemli pozitif insanlara özgü bir yaşamın ikame
edilmesi(yerine geçirilmesi) "ibadet hali"ni sürekli kılmakla olasıdır(1).
Pozitif
insanın niteliklerinden biri olan sabır, teslimiyet(2)
kavramında anlamını bulan imanın gereği ve erdemli
insanlara özgü bir fazilet ve meziyettir(3).
Pozitif
insan büyük ölçüde "zihin gevezeliği"nden kurtulup; aklını, vicdanı yönünde
kullanabilen insandır. Bu da aklın, nefsin egemenliğinden(daha
doğrusu zulmünden) kurtarılmasıyla olasıdır. Bu başarı,
pozitif yaşama kararlılığı içinde olan insana, "ayetler
evreni"nden başka bir şey olmayan çevremizdeki
olayları daha sağlıklı irdeleyip, analiz etme niteliği
kazandıracaktır.
"Gören
gözler"(Casiye 13, Ra’d 4, Nahl 6 + 12, Zariyat 20
+ 21, Secde 26, Naziat 26, Neml 52, Bakara 171, Fussilet 53)
bireye bunun için gereklidir. Bu ayetlerde anlamını bulan gören
gözlere sahip olmanın gereği; beşeri aklın,
kendini tanıma kararlılığı çerçevesinde terbiye
edilmesidir ki bu da pozitif insanın (Kur’an ifadesiyle
"takva ehli basiretli kişi"nin
tavrıdır. Bu tavrı sürekli kılmanın yan ürünü de "makul
vicdan"dır(4).
Nefsin iğvasından ve beşeri/toplumsal koşullandırmalardan
sakınma konusunda belli bir farkındalık/uyanıklık içinde
olmak pozitif yaşama titizliği içinde bulunan bireye özgü
bir tavırdır. Maddenin cazibesinden, nefsin (Kur’an
ifadesiyle "şeytan"ın) iğvasından
ve toplumsal/beşeri koşullandırmalardan sakınma becerisi kişiye,
Kur’an’dan daha çok yararlanma (ayetleri daha derinlemesine
anlama) gücü kazandırıyor. Bu anlamda "sakınanlar"
için Kutsal Kelam’ın bir kılavuz olduğunu
Bakara 2’de görüyoruz. ALLAH’ın bizlerle konuşma şekillerinden/araçlarından
biri olan Kur’an’ı anlamak (başka türlü ifadesiyle,
ALLAH’ın bizlere hitabını anlamak) ve gereğini yapmak
bizce önemli ise, yaşarken böyle bir sakınma titizliği
içinde bulunmalıyız ki, bu titizliğe sahip olmak da pozitif
insanın niteliklerinden biridir. Pozitif olmak, "iyi"
olmaktır. Felsefede ALLAH’ın "yüce iyilik"
olarak adlandırıldığını biliyoruz. İyi olmak aynı
zamanda İlahi isimlerden (Esma-ül Hüsna’dan) biridir: Hadi.
ALLAH bizden, kendisine benzememizi, O’nun sıfatlarıyla sıfatlanmamızı
istiyor. Bunun Sufizm’deki karşılığının "Allah'ın
rengi ile boyanmak" olduğunu biliyoruz ki, böyle
bir kararlılık ve ceht içinde bulunmak pozitif insanın harcıdır.
Pozitif
yaşamanın gereği olan sakınmak(5)
duyarlılığının ve farkındalığının bir yan ürünü de
"selim kalp"e sahip olmaktır. Yani, bireyin vicdan kanalının
nefsanî tesirlerden arındırılmış olması… Bu, aynı
zamanda "kalp temizliği"dir. Kalp temizliğinin ya da
selim kalp'in Sufice ifadesi, "gönül ehli" olmaktır.
Yani kalbin gönül’e dönüşmüş olması durumu. Birey
ancak sakınma titizliği içinde gönül
boşluğunda yükselebilir, gönüller dolusu sevgi ile Bütün’e
(onun
en süptil/ince, latif tesirlerine) yönelebilir. İşte bu
anlamda "gönül uluları" ancak ve elbette ki Kur’an Vahyinin
derinlerine daha çok nüfuz edebilir. "...rehberlerinden
bir hidayet üzere olanlar" da(Bakara 5) elbette ki bu gönül
uluları, pozitif insanlardır.
Tüm
bunlardan anlaşılacağı üzere, Kutsal Kelam’ın "Sakınınız
!" uyarısı, pozitif insan da dâhil, tüm
realitelerde bulunan enkarne varlıklar için geçerlidir. Yukarıya
doğru giderek incelse de, her realitede nefsaniyet vardır;
nefse karşı böyle bir sakınma titizliği ve duyarlılığı içinde bulunmak her realite basamağındaki
beşerin hayrınadır.
Tanrı’nın
sıfatlarıyla sıfatlanmak, aynı zamanda
"teslimiyet"in de ifadesidir. Bunun Kur’an’daki
ifadesini Bakara 138’de görüyoruz. Pozitif düşünme ve
davranma titizliği içinde olan sakınanlar bir bakıma bu
anlamda teslimiyeti gerçekleştirme yoluna girmiş olanlar oluyor… Zaten
Kur’an’ın ideal insanı olan "müselman";
"İslam" sözcüğüyle bağlantılı olarak, İslam’ın vahye dayalı
gerçek çehresinde "Allah'a teslim olmak" vardır ki, bununda gereği pozitif
insan olmaktır.
Kur’an’da
sakınmak kavramında
anlamını bulan pozitifliğin bir gereği de, elinde bulunan içsel gelişim
olanaklarını (sahip olduğu nimetleri ve rızkı) başkalarıyla
paylaşmaktır, kendi yararlandığı bir olanaktan başkalarına
da pay çıkarmaktır. Bu "nimetler"in kapsamına her şeyle birlikte bireyin sahip olduğu
bilgi de girer. İşte pozitif insan, sahip olduğu bilgiyi de
başkalarıyla(ona gereksinimi olduğunu hissettikleriyle) paylaşır.
Esasen bu anlamda bilgi paylaşımı, biliyor olmanın sorumluluğunun
yerine getirilmesidir. Bilen, bildiğinden sorumludur; bu
sorumluluğun gereği de, o bilginin uygulamasını yapmak ve
onu ihtiyaç sahipleriyle paylaşmaktır. Esasen en büyük ve
değerli sadakanın da bilgi olduğunu yeri gelmişken anımsıyoruz.
Pozitif
olmanın gereği olan böyle bir titizlik ve duyarlılık içinde
bulunmak aslında, kendimiz için istediğimiz bir şeyi başkaları
içinde istemenin (İsa Nebi, Thomas’ın İncili) gereğidir
ve bu durum; beşeri zaaf ve rahatsızlıklarımızdan biri olan
cimriliğin tam tersidir.
Cimri
bireyin karakteri olan biriktirme rahatsızlığına yakalanmadan, elimizdekinin
yeterli olanından fazlasını gerçek ihtiyaç sahipleriyle
paylaşmakta(ya da ihtiyaçtan fazlasını edinmemekte) yarar
vardır. Pozitif insan bilir ki, ALLAH’ın verdiği nimetler
yerli yerince harcanırsa(ve hele onlar için şükredilirse) çoğalır.
Bu çoğalma, onları başkalarına dağıtmak içindir,
biriktirmek ve istifçilik için değil… Bu nedenle, tükenirde
bana kalmaz gibi bir beşeri endişeye kapılmaya
gerek yoktur. Hepsi de aslında emanetten başka bir şey
olmayan ALLAH’ın nimetlerinin şu ya da bu nedenle bizde
birikmesi; vericiliğimizi, başkalarına da onlardan pay çıkarıp
çıkarmayacağımız konusunda sınanmak içindir. Kişi, varlıkla
da sınanır, yoklukla da… Ama varlıkla sınanmak (Kur’an ifadesiyle
servet şımarığı olmamak)(6)
herhalde daha zordur.
Pozitif insanın belirgin niteliklerinden
olan vericiliğin/fedakârlığın (Kur’an ifadesiyle başkalarına
da pay çıkartmanın)
(7)
tersi olan cimrilik/nekeslik rahatsızlığına birey yakalanmışsa;
yani bir bakıma dünyalaşmışsa,
ALLAH rızası için vericilik ve hizmet gücünü de yitirmiş
demektir. Bakara 245’te bu tehlikeye karşı beşeriyetin uyarıldığını
görüyoruz. ALLAH, çıkarsız vericiliğin karşılığını
kat kat artmış olarak iade edeceğini de yine Bakara 245’te
belirtiyor. Veren elin üstünlüğü Muhammed Nebi’nin bir
hadisinde de dile getirilmiştir: " Veren el, alan elden üstündür."
Bir
toplumda makul bir birliğin en önemli görünümlerinden biri
olan yardımlaşma ve dayanışma bilincinin (pozitif insanlar
aracılığıyla) kök salması da Kur’an’ın beşeriyetten
beklediği güzelliklerden birisidir. Bu güzel durum; barışa
yönelik değer üreten ve hayırlı işler yapma titizliği içinde
olan pozitif insanın sahip olduklarıundan başkalarına da pay
çıkartmak talimleri sayesinde, toplumda yaygınlaşmasına bağlıdır.
Aynı zamanda, İlahi İrade Yasalarından (Sünnetullah) olan yardımlaşma ve dayanışma, varlık olmanın gereğidir.
Yukarıdan beri, irdelemeye çalıştığımız anlamda,
pozitifleşmemiş bir birey, nefsaniyetinden ve beşeri
tutkularından dolayı bu varlıksal gerekliliği yerine
getiremez. Varlık varlığın gelişim aracı olduğu bir tezahürat
ortamında; bilenin, bilmeyene yardım etmesi bile, biliyor
olmanın sorumluluğunun gereğidir. Esasen yardımlaşma ve
dayanışmanın bilinç düzeyinde kusursuz olarak yaşandığı
yer ruhsal plan( plane)
durumudur. Biz enkarne varlıklar da(planlarımızın tezahür
uzantıları olarak) yüksek benimize/asıl kendimize ve planımıza
benzemek durumunda olduğumuza göre, bu dünyada pozitif olmak
zorundayız.
Kalbi
ürperti içinde olan pozitif insan, yanlış yapmama ve doğru
yolda olma titizliği içindedir. Toplumsal yaşamdaki her türlü
kandırıcı ve cezp edici etkiye ve koşullandırmalara rağmen;
doğruya, iyiye ve güzele yönelik olarak yaşamak pozitif
insanın, taklit edilmeye değer bir meziyetidir.
Toplumsal
yaşamda Kur’an’ın takva ehli pozitif insandan
beklediklerine pozitif insanın meziyetlerine, günümüz sözde
modern beşeriyeti henüz tam olarak ulaşamamıştır.
Kur’an’la gelen Kutsal Kelam’ın ideal insanının özellikleri
şunlardır. Kur’an’a göre pozitif insan toplumsal yaşamda
şu altı konuya saygılıdır:
1-Yaşam
hakkına saygı, 2-Özgürlük hakkına saygı, 3-Duygu ve düşünceye saygı, 4-Bilimsel kanaate saygı, 5-
Namus ve haysiyetine saygı, 6-
Mülkiyet hakkına saygı.
Gerçek çağdaşlığın ve uygarlığın
bu konularda insanların birbirine saygılı olmasıyla ortaya
çıkacağına inanıyoruz ve bu konularda birbirine saygılı
olan insanlardan "YENİ İNSANLIK"ın oluşacağını biliyoruz.
Dünya
beşeriyeti için yeni insanlık düzeyine ve toplumuna ulaşmak,
yine Kur’an ifadesiyle doğru yolda olmanın en doğal sonucudur. Pozitif insan
doğru yolda olmak ifadesinde anlamını bulan; barışa yönelik
değerler üreten ve her durumda hayırlı işler yapma titizliği
içinde olan, bilgiden nasipli bireydir(Araf 32). Gerçek üstünlük
de, bu insanın söz konusu meziyetleriyle gelen üstünlüktür.
Başka türlü ifadesiyle gerçek üstünlük ve iktidar,
ALLAH’a giden doğru yolda en iyi şekilde yürüyebilen pozitif insanın
durumudur. Pozitif insan bu kazancını, Kur’an’ın ilke değerlerine
uymasına borçludur. Kutsal Vahyle gelen bu ilke değerlerin;
İlahi İrade Yasaları(Sünnetullah), Kur’an’daki İslam,
akıl, bilim ve insani değerler(yani erdemler) olduğunu
biliyoruz. Beşeri zaaflardan ve kusurlardan kurtulup insanlaşmak
da bu ilkeleri yaşama geçirmekle olasıdır.
Dünya
beşeri toplumunun bu anlamda insanlaşarak yani pozitifleşerek
bir Âdem devresini bitirmesi için Kutsal Kelam’ın dünyaya
dönem dönem indirildiğini ve bu rehberlik ve eğitim kapsamında
tüm toplumlara peygamberler geldiğini biliyoruz. Kutsal Vahyin
dünya beşerine dönem dönem indirilmesinin amacı; beşerin
tekâmülü, aydınlanması ve doğru yol boyunca, bu Âdem devresiyle hedeflenen sona aşama
aşama ilerletilmesidir. İşte İlahi Murada uygun olarak böyle
kutsal bir amaç ile beşeriyete verilmiş olan bilginin;
idraklenme cehti içinde hazmedilerek şuurlanılması,
pozitifleşmenin ve devreyi başarıyla bitirmenin gereğidir.
Pozitif insan, bu gereği yerine getirmiş ya da getirme
titizliği içinde olan, Kutsal Kelam ölçülerine göre makbul
insandır. Pozitif insan, bu gereği yerine getirme çerçevesi
içinde, "sapkınlık"(8) yerine
"hidayet"i(9)
yeğlemiş ya da böyle bir duyarlılık ve sakınma içinde
olan iman onuruna ermiş insandır.
Görülüyor
ki kurtuluşa giden doğru yolda olmak Yahudi, Hıristiyan ya da görünüşte
Müslüman olmakla; yani, nüfusa bu şekilde kayıtlı olmakla
olası değildir. Kurtuluş ve insanlaşmak "takva" kavramında anlamını bulan
pozitifleşmekle olasıdır. Müslüman bir ailenin Müslüman çocuğu
olmakla, gerçek anlamda Müslüman(yani teslim olmuş, hanif anlamında Müslüman) olunmuyor.
Doğru yola kılavuzlanmak (Bakara 135 + 136 + 137), pozitifleşmek
kavramında anlamını bulan "akıl-gönül sahibi olmak"la(10)
olasıdır. Esasen bizleri doğru yola kılavuzlayan Kutsal
kelamı(ALLAH’ın bize hitabını) en iyi anlayanlar, dolayısıyla
da O’nu en iyi anlayanlar akıl-gönül sahibi pozitif
insanlardır.
“Doğru
yola kılavuzlanmak”
ifadesinde anlamını bulan pozitifleşmek,(yine Kur’an
ifadesiyle) "Allah'ın ipine yapışmış olmak "(11) titizliği içinde yaşama kararlılığı
sergilemek, indirilen dinsel öğreti’ye göre yaşamakla
gelen pozitifliktir. Bunun tersi durum ise Müslüman/Hıristiyan/Yahudi
görünümünde(bid’at ve hurafeden oluşmuş bir) uydurulan
dine göre
yaşamak oluyor ki bunun Kur’an’daki adı sapmışlıktır.
Pozitiflik
ile bağdaşmayan sapmışlığın(8) nedenlerini ve bunlardan
sakınmanın gereklerini de yine Kur’an’dan öğreniyoruz:
Kur’an bu nedenleri "gözlerin/kulakların mühürlü,
kalbin hastalıklı olması" sembolizmi ile veriyor(12). Bu kimseler bu
nedenle Allah'tan yüz çevirmiş oldukları( Bakara 137) için; onların ALLAH’a olan inançsızlıkları
ile ALLAH’ın gönderdiği resul ve nebilere yönelik saygısızlıkları; Kur’an’daki gerçek/özgün İslam
olan "indirilmiş din" varken, kendi
uydurdukları bir dine göre doğru yoldan sapmışlık
sergilemeleri son derece doğaldır.
“Pozitif
insan”
kavramında anlamını bulan takva ehli hanif insanın gözü-kulağı mühürlü ve
kalbi hastalıklı(12) olmadığı
için "salih amel"(barışa yönelik eylemler ve hayırlı işler)
üzere olması son derece doğaldır. Pozitiflik anlamında öteki Kur’an ifadeleri de şunlardır:
"Kabe'ye yönelik olmak","Kurandaki
islama yönelik yaşamak", "doğru yolda olmak",
"hidayet üzre olmak","yüzünü
Allah!a döndürmek"tir.
Birey
hangi realitede bulunursa bulunsun, o realitenin doğrusundan sapması her zaman olasıdır. Çünkü
nefsaniyetin sıfırlanması(öldürülmesi/yok edilmesi) söz
konusu değildir. Böyle olunca, her şeyin sınanma ve sınav
aracı olduğu şu dualite ortamında kusursuzluk söz konusu
olamaz. Burada önemli olan, işlenen kusurun(ya da Kur’an
ifadesiyle sapkınlığın hemen farkına varıp, doğruya yönelmek; hatta
"tövbe" ederek bunu
yapmaktır. Böyle güzel bir manevranın övgüsünü Bakara
160’ta görüyoruz: "..Tövbe edip hallerini düzeltenler
ile gerçeği açıklayanlar.." İşte, İlahi övgüye değer bulunan bu güzel farkındalığa
pozitif insan sahiptir. Çünkü pozitif insanın böyle
bir duyarlılığı(sakınma titizliği) vardır. Kur’an’ın aynı
ayetinde günahları affeden(Gaffar ve Gaffur) ALLAH’ın bu tövbeleri
kabul ettiğini görüyoruz. Çünkü ALLAH aynı zamanda tövbeleri
kabul edendir(Tevvab) zaten… İşte böyle bir gaflet ve
dalaletten, güzel bir manevra ile kendini kurtarıp; af dileyip
tövbe edenlere ALLAH, kusurunu düzeltme(bir daha, hatta birçok
kez sınanma ve sınanarak güçlenme/arınma) olanağı lütfediyor.
Böyle bir telafi olanağına, biz dar/kapalı şuurlu varlıkların
çok çok gereksinimi olduğunu ve bu olanağın giderek daha çok
pozitifleşme fırsatı(hatta rahmeti) olduğunu,
bu sayede kusurlarımızı düzeltip, doğru yolda (sırat-ı müstakim)
kalma gücüne sahip olacağımızı çok iyi biliyoruz.
Yine
biliyoruz ki, bu anlamda tövbe eden varlık, haddini bilen;
kusurlar içinde olduğunu anlamış, kusurlarını düzeltme ve
sakınma titizliği içinde bulunan pozitif insandır ki, bu da
doğru yola yönelmişliğin, doğru yolda kalma titizliğinin belirtisi makbul bir
tutumdur.
Kur’an’daki
İslam bireyde, biyolojik bedeni ve onun meta-biyolojik yanını
bir bütün olarak geliştirmeyi hedeflemiştir ki bu, pozitif
insanın en belirgin niteliklerinden olan makul vicdandır(orta
yol). Birey için kendinden habersiz, beden olarak yaşamak
ne kadar sakıncalı ise; bedensizmiş gibi tamamen vicdan insanı
olarak yaşamak da o kadar istenmeyen bir durumdur. Esasen,
bedenli olup da tamamen vicdan insanı olarak yaşamak hemen
hemen zaten olası değildir. Makbul olan, orta yol olan makul
vicdanlı olarak yaşamaktır. İnsan, enkarne
durumda esasen ruh varlığıdır ama bedenin ve maddenin de
hakkını vermek durumundadır. Enkarne ruh varlığı ancak
orta yolda(ki bu bedenli bir yaşam için doğru yoldur) olduğu
sürece, kendisini olduğu kadar bedeni de geliştirir ve çevresine
karşı da pozitif anlamda iyi bir örnek(taklit edilmeye değer
bir örnek) olma başarısına ulaşır(13).
Pozitif
orta yol insanı sadece akıllı değil, akıllı olduğu kadar
da vicdanlı bir kimsedir. Başka türlü ifadesiyle, aklını
nefsin heva ve hevesi yönünde değil, vicdanı yönünde
kullanan insan, orta yolun pozitif insanıdır. Aklın sağlıklı
bir şekilde işlemesi ancak makul vicdan titizliği içinde yaşamakla
olasıdır. Kur’an’ın insandan beklediği de bundan başkası
değildir. Aklı sağlıklı bir şekilde işletmenin(yani, aklı
insani değerler ve vicdani şeriat yönünde işletmenin)
sadece bireysel açıdan değil, çevre ve toplum açısından
da ne kadar önemli olduğunu; ayrıca, anlayışsızlıktan
kaynaklanan sorunların ve sağlıksız beşeri ilişkilerin(bu
anlamda) "akılsızlık"tan kaynaklandığını biliyoruz. Aklı, vicdan ve
insani değerler yönünde değil de, nefsanî itilimler yönünde
kullanmanın Kur’an’daki karşılığı akılsızlıktır. Bu nedenle, pozitif insanın yaptığı gibi; aklı
insani değerler ve vicdani şeriat yönünde işletmek, olup
bitenlerden içsel gelişim yönünde yararlanmak, dolayısıyla
anlayışlı ve hoşgörülü olmak, başta Kur’an olmak üzere
tüm kutsal ve inisiyatik öğretilerde vurgulanmıştır. Bu
anlamda "akıllı olmak", aklı vicdan yönünde, yani Yüksek
Benimizle(asıl kendimizle) bağlantılı olarak kullanmak
oluyor. Bu arada, vicdanın; Rabb Planı’nın bizdeki en uç
noktası olduğunu da(SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ’nden) anımsıyoruz.
Vicdan
yerine nefsin güdümündeki beşeri aklın sergilediği(yani akılsızlığın sergilediği) günümüz beşeriyetinin
yüzkarası marifetlerini üzülerek görüyoruz. Bu talihsiz
manzaranın müsebbipleri(sebep olanları) söz konusu akılsızlıklarından dolayı o kadar anlayışsız,
aymaz, gaflet ve dalalet içindedirler ki,(Kur’an ifadesiyle)
".. öğüt alıp düşünmekten bile acizdirler." (Bakara
269) Öğüt alıp düşünenler
ve aklını işletenler ise (Bakara 269’a göre) pozitiflikte anlamını bulan
salih akıl sahipleridir: “.. temiz akıl sahiplaerinden başkası
öğüt alıp düşünemez." Kur’an’la gelen Kutsal Kelam da, öğüt olduğuna göre,
Kur’an’ı da en iyi anlayanlar salih akıl sahibi pozitif insanlar olmaktadır
(Kamer 40).
Konumuz
olan pozitifleşmek, beşeri
aklın; içsel gelişimi engelleyici kabalığının
giderilmesiyle olasıdır. Beşeri aklın bu niteliğini
gidermek, onu nefsin hegemonyasından kurtarıp, vicdana teslim
etmekle oluyor. Herşeyin ayet olduğu bilinci içinde yaşamak, beşeri
akıl(geveze zihin) üzerinde oluşturulacak vicdani bir
egemenlikle olasıdır. Bakara 242’de dile getirilen,
"..ayetleri düşünebilmek.." ve onlardan(nimetlerden) içsel
gelişim yönünde yararlanabilmek için önce; beşeri aklın
bu anlamda terbiye edilmesi ve onun, nefsin tesirliliğinden
kurtarılması gerek. Ancak o zaman akıl,(pozitif insanın tavrı
olan) vicdan ile kol kola yürüyebilecek bir olgunluk düzeyine
ulaşabilir. Aklın vicdan ile kol kola gitmesi ise, makul
vicdan ifadesinde anlamını bulan makbul bir
durumdur ki bu aynı zamanda, dinsel ifadesiyle orta yoldur. Makul vicdan uygulamasının dışa vurumu;
sükûnet, ferahlık, içsel huzur ve doygunluktur. Ancak bu
anlamda edeplendirilmiş bir akıl ile sadece anlayışsızlık
ortadan kaldırılmakla kalmaz, bu sayede yapılan sağlıklı gözlem
ve algılama ile her şeyin ayet olduğu fark edilir ve bu
nimetten/rahmetten içsel gelişim yönünde yararlanma şansı
yakalanır ki Kur’an’ın da bizden istediği budur.
Pozitif
insana özgü bir tavır olan aklın/zihnin bu anlamda eğitilip
ıslah edilmesi(Sufizm’deki ifadesiyle "sarhoş
gezmek" ten kurtuluş),
zihnin/zihniyetin(mantalitenin) değişiminin gerçekleşmesidir.
Aklın nefsin hegemonyasından kurtarılmasıyla ortaya çıkan
zihniyet değişikliği doğal olarak; önyargılardan kurtulmayı,
bağnazlıktan uzaklaşmayı da beraberinde getirecektir. Böyle
bir zihniyet yenilenmesiyle, değerlendirmelerin yeniden yapılması
kişiye insanlaşma ve pozitifleşme yönünde pek çok olumlu
puan kazandıracaktır. Kişiyi dengesiz, şuursuz ya da en azından
kapalı şuur halinde
tutan bir takım olumsuz etkilerden kurtulması da bu yolla olasıdır.
Bu
şekilde, pozitif insana özgü bir safiyet ve arınma eşliğinde
gelen akıl, Thomas’ın İncili’nde(Kelam 39)(14)
"yılanlar kadar tedbirli" olarak geçer. Yani İsa Nebi
burada mealen; hem vicdanınızı hemde aklınızı birlikte
kullanabilecek durumda olun diyor. Bu sembolik uyarıda, yılan
akla, güvercin ise vicdana karşılık oluyor. Vicdanın güvercinler
gibi özgür olması… Bu güzel durumda; aklın, nefsin
hegemonyasından kurtarılmasıyla olasıdır. Aklı nefsin
hegemonyasından kurtarmak için, önce nefsi terbiye etmek
gerek. İçimizdeki şeytan olan nefs, terbiye edilerek kontrol
altına alındıkça da vicdan özgürleşecektir ki, vicdanın
göksel işlevini gerçekleştirmesi de ancak böyle olasıdır.
Her konuda sağlıklı akıl yürütme de; aklın, bu anlamda
terbiye edilmesiyle olasıdır. Bu şekilde bir nefsin terbiyesi
ile Rabb Planı’nın içimizdeki uzantısı olan vicdanı özgürleştirerek;
aklın denetimini vicdana vermek, kendini tanıma cehti içinde
idraklenmeye çalışmakla olasıdır ki, pozitif insanın tavrı
da budur.
“Orta
yol” da
olmanın, pozitif insana özgü makul vicdanlı olmakla özdeş
olduğunu yukarıdaki paragraflarımızda belirtmiştik.
Muhammed Nebi’nin sağlığında, onun yakın çevresinde
bulunmuş ilk Müslümanlar(Sahabiler) için de orta yolu
izleyenler ifadesi kullanıldığını Bakara
143’te görüyoruz. Sahabiler, sayıları çok az da olsa,
"indirilmiş din" olan Kur’an’daki özgün İslam’a göre yaşayan
küçük bir pozitif insanlar topluluğuydu. Muhammed Nebi önderliğindeki
bu seçkin insanlar topluluğu elbette ki makul vicdan uygulayıcılarıydı.
Pozitif insanın tavrı olan vicdana yönelik(ama aklını
kullanarak) yaşamak, bir bakıma simgesel anlamda(Bakara
143’teki ifadesiyle) "Kıbleye yönelmiş olmak" tır.
Bakara 143’ün ikinci cümlesinde kıbleye yönelmiş olmanın (içsel gelişim bağlamında
vicdana yönelmiş olmanın)
bir sınav ve gözlem vesilesi yapıldığını görüyoruz. (15)
Bu duruma göre, Resul’e uymak; hem Kâbe’ye(yani
vicdana) yönelmek, hem de Kur’an’daki özgün İslam’a
uymak/yönelmek (doğru yola yönelmek) oluyordu.
“İç
denetim”den
yoksunluk, bireyi; paranın, konforun ve bencilliğin tuzağına
düşürür. Bunlar da pozitifleşme yolunda büyük
engellerdir. Pozitif insanın bir niteliği de "iç
denetim" sahibi olmasıdır, çünkü o içsel dengeye
sahiptir, duygusal karmaşa içinde değildir. Pozitif insanın
bu güzel niteliğinin dışa vurumu israftan/savurganlıktan
sakınmaktır. Bu bağlamda, pozitifleşmenin dışa vurumu
savurganlıktan sakınmaktır demek
hiç de yanlış olmaz. Çünkü pozitif insan bilir ki,
temelinde; nefsin başıboşluğu bulunan savurganlık, kendini
bilmezliğin bir tür ifadesidir. Kendini bilmez insanın bu
zafiyetinden yararlanan günümüz sömürgen kapitalizmi, tüketim
çılgınlığını körükleye körükleye, dünyayı önü alınmaz
bir felaketin eşiğine getirmiştir. Bu vahim durum, elbette ki
kendini bilmezlikten kaynaklanan nefsanî arzularımızın perişan
manzarasından, yani bir türlü pozitifleşememekten
kaynaklanan olumsuzluktan başka bir şey değildir. Ayet ayet
gelmiş olan Kutsal Kelam’ın bunca uyarısına rağmen;
edeplendirilmemiş, kontrol altına alınmamış aklın eseri
olan ruhsuz teknoloji, beşeriyetin tepesinde kara bulut gibi
durmaktadır. Günümüzde tüketim çılgınlığının eşliğinde
ortaya çıkmış bulunan israf(savurganlık) sadece birçok çevre
sorununun(gereksiz atığın) nedeni değil, aynı zamanda gelir
dağılımındaki dengesizliğin ve yoksulluğunda nedenidir.
Zamanında pozitifleşememenin bedelini günümüz beşeriyeti
bu şekilde ödemeye, bunun sıkıntılarını göğüsleye göğüsleye
insanlaşmaya, kurtulmaya ve "Yeni İnsan" olmaya çalışıyor.
Pozitif
insanın yaşam yolu olan doğru yolun Kur’an terminolojisindeki karşılığı
Sırat-ı Müstakim,
Sufizm’deki karşılığı "Seyr-i Süluk" tur. Doğru yolda olmak aynı zamanda,
hakikatten hakikate giden yoldur. Bu yolda ilerlemenin,
idraklenme cehti içinde şuurlanmak olduğunu biliyoruz. Tüm
varlıklar için dönüş ALLAH’a olduğuna göre(15),
bu dosdoğru yol boyunca yardımlaşma ve dayanışma yasasının
gereği olarak O’na doğru yönelik yaşamak(ki bunun ibadet
hali içinde
yaşamak demek olduğunu da belirtmiştik) pozitif insana özgü
güzel bir yaşam şeklidir.
Dünya
yaşamında doğru yolun, aynı
zamanda orta yol(makul vicdan) olduğunu daha önce de belirtmiştik.
Bireyin orta yoldan sapıp; asıl kendisinden habersiz,
beden(bedensel ben) olarak yaşaması(Kur’an’a göre) zulüm
türlerinden biridir. Bu anlamda kendine zulmeden bireyin, çevresine
de zulmetmemesi pek olası değildir: Buna "bireyin
bireye zulmü" diyebiliriz. Örneğin, dünyasal/beşeri
yaşama(tamamen değilse bile) büyük ölçüde sırt çevirmek,
bireyin bedenine karşı zulmü olduğu gibi; bunun tersi
de(yani yoğun bir şekilde dünya yaşamına gömülmek)
enkarne varlığın aşkın yanına(asıl kendisine) zulmüdür.
Kısaca, bu tavırlanmanın/zihniyetin her ikisi de orta yol/doğru
yolda(sırat-ı müstakim’de) olmamaktır. Bu durumda, zor ama
makul ve makbul olan tutum orta yolda(yani, makul vicdan uygulaması içinde) olmaktır. Pozitif insana
özgü bu tutum aynı zamanda(asıl konumuz olan) adaletin ta
kendisidir. Yani her şeyi yerli yerinde ve ifrata(aşırılığa,
işgüzarlığa) kaçmadan yapmak ve nimetleri(içsel gelişim
olanaklarını) yerli yerinde değerlendirmek. Aksi halde birey
kendi zulmünü, kendi elleriyle kendine hazırlamış olur (
Allah onlara zulmetmedi, onlar kendi kendilerine zulmettiler - Hud 101 ).
İyilik/kötülük,
doğruluk/eğrilik göreceli ve elbette ki realiteden realiteye
değişen kavramlar olmasına karşın; iyilik/güzellik, doğru
yolda olmak, hatta pozitif düşünmek, iyi niyetler içinde
olmak tüm kutsal metinlerde vurgulanmış ve tüm peygamberler
bu şekilde yaşayarak çevrelerine iyi örnekler olmaya çalışmışlardır.
Çünkü bu şekilde olmak erdemli pozitif insanın tarzıdır.
Birey(Bakara 171’de geçtiği şekliyle) sağırlıktan/körlükten
ve inançsızlık
illetinden yakasını sıyırmadıkça,
pozitif insana özgü erdenleri de kendinde tezahür ettirmeye
başlar ama sağırlık da,
körlük de ve inançsızlık da ısrar ettikçe de, sıkıntılı ıstıraplar/yaşam
sınavları(eprövler) içinde bu kusurunu(bilerek ya da
bilmeyerek) gidermeye çalışır. Bu gidiş, bir bakıma(Kur’an
ifadesiyle) Allah'a yönelmektir(Sebe 9). Allah'a yönelmiş
olmak pozitif insan olma kararlılığının
dışa vurumudur(16).
Günümüz
beşeriyetinin yüz karası eylemlerinden olan; kul hakkı çiğnemek,
yolsuzluk/usulsüzlük ve(belki de bunların toplamı
olan)haram, elbette ki pozitif insan için söz konusu değildir.
Çünkü pozitif insanın haram ile sınanmak gibi bir epröve gereksinimi kalmamıştır.
Pozitif insan, haram kavramında anlamını bulan beşeri zaaf ve kusurlarla ilgili
yaşam sınavlarını başarıyla geçmiş ya da bunlara gerek
kalmamıştır. Görüldüğü gibi, bir toplumu oluşturan
bireylerin pozitifleşmesi, o toplumda; bireylerin basiretsizliğinden(kalp
körlüğünden)
kaynaklanan; kul hakkı çiğnemek, yolsuzluk, haram kazanç
gibi olumsuzlukların kendiliğinden yok olmasını beraberinde
getirecektir.
Yukarıda
değindiğimiz beşeri kusurların ortadan kalması elbette ki
iyiliklerin yaygınlaşmasını beraberinde getirecektir.
Pozitifleşen bireylerden başlayarak topluma(ve giderek tüm beşeriyete)
yaygınlaşan bu iyilik,
bireyin idraklenme cehti ve samimiyeti karşılığı olarak
"Allah'tan gelen iyilik"tir( "Sana gelip çatan
her iyilik Allah'tan dır... Nisa 79).
Sapkınlık yerine hidayeti yeğleyerek ALLAH’ın lütfuna(Yukarı’nın
daha çok rehberliğine) layık duruma gelmiş pozitif insan
elbette ki toplumun yüz akı/seçkin üyesidir.
“Âlemlerin
Rabb’inden indirilmiş”(Hakka
43) olan Kur’an, pozitif insanı(gerçek mü’mini) şöyle
tanımlıyor: " ... Allah ve resulüne iman ederler, sonra
hiçbir kuşkuya düşmezler ve mallarıyla, canlarıyla Allah
yolunda didinirler. İşte bunlar özü-sözü birbirine
uyanlardır." -Hucurat
15. Bu insan tiplemesinin kurtulmuş
olduğunu da Mü’minun 1’de görüyoruz: "Hiç kuşku
yok, kurtulmuştur mü'minler." Bunların
aynı zamanda Allah'ın yeryüzündeki halifesi durumunda olan kimseler olduğunu
da yine Kur’an’da görüyoruz: "Allah; sizin, iman edip
barışa/hayra yönelik işler yapanlarınıza şu vaatte
bulunmuştur: Onardan öncekileri halef kıldığı gibi, onlarıda
yeryüzünde mutlaka halef kılacak..." - Nur 55.
Takva
ehli pozitif insan için Kur’an’da geçen başka bir isim de
"hanif" sözcüğüdür. Ali İmran 191’de hanif nitelikli
pozitif insan için şöyle dendiğini görüyoruz: "İbrahim'in
dinine yüz çevirmeyen hanifler Kutsal kelam üzerinde düşünürler/akıllarını
işletirler. Bununla da yetinmeyip şöyle derler; Ey Rabbimiz
sen bunları elbette ki boşuna yaratmadın." Bu ayette gördüğümüz
akıl işletmek becerisinin, pozitif insanın belirgin
niteliklerinden biri olduğunu, daha önceki paragraflarımızda
belirtmiştik. Bu insan, kalbi huşu içinde akıl-gönül
sahibi "hadi" (iyi
insan)dır. Yukarıdaki ayette İbrahim dininden kasıt da İslam'dır. ALLAH, bizden(dünya beşeriyetinden)
hanif olarak(yani, pozitif insan olarak) O’nun dini İslam’a
çevirmemizi istiyor(Rum 30) ve(yine aynı ayette)," doğru
ve eskimez" dinin İslam olduğunu belirtiyor. Aslen bir Sümerli olan İbrahim
peygamberin, hanif bir Müslüman(ve doğal olarak da dininin de
İslam) olduğunu Ali İmran 67’de görüyoruz: " İbrahim
ne bir yahudi idi, nede bir hıristiyan. O sadece hanif bir müslümandı/Allah'a
teslim olandı.."
Bütün
bunlardan anlıyoruz ki, insan; nüfusa kayıtlı olarak hangi
dinden görünürse görünsün, hanif ya da takva ehli gibi kavramlarda anlamını bulan pozitifliği bünyede
gerçekleştirmedikçe Kur’an ölçü ve ilkelerine göre Müselman(ALLAH’a
teslim olmuş) sayılmıyor:
“İsa onlarda inkârı sezince, şöyle konuştu:
‘ALLAH’a gidişte benim yardımcılarım kimdir? Havariler
dediler: ‘Biz ALLAH’ın yardımcılarıyız, ALLAH’a iman
edenleriz.’ .“
|
(1) İbadet hali: ALLAH’ın nazarında tüm yeryüzü mabet ve tüm meşru
fiiller(“amel” nitelikli eylemler) ibadettir. Bu anlamda İBADET;
özgürce işletilen akla sahip, bilime âşık, insan haklarına
ve insani değerlere saygılı, güzelliğe tutkun, sürekli
çalışıp değer üreten hak eri ve benliğini ALLAH’a
adamış kişilerle beraberlikte olma titizliğidir. Günümüz
ilahiyat profesörlerinden Hüseyin ALTAY’a göre Kur’an
okumak, dinin ilk ve en önemli farzıdır. Kur’an’ı hakkıyla
ve anlayarak okumak en üstün ibadettir. Kur’an beşeriyete
ALLAH’ın hitap şekillerinden biri olduğuna göre; O’nun
bize hitabını anlamaya çalışarak Kur’ansal ilkeleri yaşama
geçirme titizliği içinde bulunmaktan daha güzel bir ibadet
şekli olur mu? Bu anlamda bir ibadet halinin sürekli kılınması,
elbette ki; kişiyi çirkin fiillerden, akla ve sağduyuya aykırı
olan her şeyden alı kor. Bu durumda görülüyor ki, esas
olan; olduğu gibi yaşamı ibadet hali içinde
deneyimlemektir. Bu nedenle, ibadet şekillerinden biri olan
namaz, Hz. Muhammed tarafından “dinin
direği” olarak nitelendirilmiştir. İbadet halinin
“direk”e
benzetilmesi; onun sadece bireysel düzeydeki önemine değil,
aynı zamanda toplumsal düzeydeki önemine de dikkat çeken
bir vurgulamadır. Çünkü toplumun yapı taşları
bireylerdir. İdeal bir toplum, elbette ki; bu anlamda, ibadet
hali içinde yaşayan erdemli bireylerden oluşur. İbadet
halini en uygun şekilde ifa etmek, “…tam
bir saygı ile ALLAH’ın huzurunda bulunmak…”(Bakara
238) ile özdeş bir durumdur. Keza Bakara 3’te anlamını
bulan
“sakınanlar” kapsamına girmek de “ibadet
hali” ni sürekli kılmakla olasıdır. Gözetip
koruyan(“Mevla”)
ALLAH’ın korumasından daha çok yararlanmanın da böyle
bir ibadet hali içinde yaşamakla mümkün olduğunu da
Bakara 11’de görüyoruz.
(2) Teslimiyet:
Maddesel cazibeden ve nefsin iğvasından korunma/sakınma
titizliği içinde ve ibadet halinde yaşamaya çalışmak
teslimiyettir. Dışsal koşullandırmaların(şeraitin) güdümünde
değil, vicdani koşullandırmalar yönünde idraklenme cehti
sergilemek ALLAH’a teslimiyettir. ALLAH’a teslimiyetin dışa
vurumu, nefsin iğvasına karşı sakınma uyanıklığı içinde
idraklenip, şuurlanmaktır. Bakara 135’teki ifadesiyle, “…İbrahim’in
dininden olmak”. “İslam”
sözcüğünde anlamını bulan ALLAH’a teslimiyet ve
O’nun peygamberlerine inanmaktır. “Müslüman” sözcüğü,
Farsça’daki “Müselman” dan bozularak dilimize girmiştir. Sözcüğün
aslı, “Müslim”
ya da “Müslime” yle bağlantılı olarak “silm” ve “selam”
köklerinden türemiş ve Kur’an bünyesinde “ALLAH’a
teslim olmak” anlamında kullanılmıştır.
(3) Yaşam boyunca idraklenme cehtini, her şeye rağmen SABIR ile
sergileyip, sonucu ALLAH’a bırakmak, pozitif mantaliteye
sahip olmanın gereğidir. Daha teknik bir ifadeyle; zaman
enerjisinin olgunlaştırıcı etkisinin ortaya çıkmasını
sabır ile beklemektir.
Bu
arada, bireyi bu kararlılıktan caydırmaya yönelik beşeri
etkilere(nefsin ve toplumsal koşullandırmaların iğvasına)
sabır ile dayanma gücü sergilemek gerekir. Pozitif yaşama
kararlılığında olan bireye özgü bu tutum, aynı zamanda;
Ali İmran 159’daki ilahi uyarının ve tekâmülün gereğidir:
“Bir
kez işe giriştin mi, ALLAH’a dayan ve güven. Çünkü
ALLAH, kendine dayanıp güvenenleri sever.” SABIR
ve tekâmülde bu anlamda başarılı olan birey, hayatı
pozitif olarak yaşamak yolunda nefsine karşı da güçleniyor
demektir. Nefse karşı geliştirilen muhalefet gücü, gerçek
samimiyetin de belirtisidir.
(4) “Makul
Vicdan” kavramı için bkz. SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ,
sayfalar: 388, 392, 411, 423, 456,457, 501.
(5)
“Sakınmak” kavramının geçtiği ayetler: Leyl 4 + 10, Ali İmran 138 +
76 + 186, Naziat 40 + 41, Bakara 1 + 2 + 3 + 4 + 5 + 206 +
177, Yunus 63, Hakka 48
(6)
Zühruf
23, İsra 16.
(7)
Bakara
265 + 268, Ali İmran 92, Tagabun 16, Nahl 27, Leyl 4 + 10
(8)
“Sapkınlık/sapmışlık”
konulu ayetler: Duhan 29, Haşr 19, Maide 60, Saff 5, Nisa 27
+ 116, Kamer 47, Nahl 115, İbrahim 30, Ahkaf 32, Bakara 5 + 6
+ 7 + 8 + 9 + 10 + 11 + 99
+ 212 + 257
(9) “Hidayet” kavramının
geçtiği ayetler: Casiye 11, Leyl 12
(10)
“Akıl-gönül
sahipleri”yle ilgili ayetler: Ali İmran 7 + 190,
En’am 97, Ankebut 43 + 49, Talak 10, Mücadile 11
(11)
“ALLAH’ın
ipi” ile ilgili ayetler: Ali İmran 103, Bakara 256
(12) Bakara
183 + 184, Enbiya 44 + 47, En’am 104, A’raf 179, Casiye23
(13)
Pozitif
insan’ın “makul vicdan” durumu
konusunda daha ayrıntılı bilgi için bkz. SADIKLAR PLANI
TEBLİĞLERİİ sayfalar: 388, 392, 411, 423, 456, 457, 501
(14) THOMAS’ın
İNCİLİ, Ruh ve Madde Yayınları
(15)
“Dönüşümüz
ALLAH’adır”
konulu ayetler: Kalem 15, Yunus 4, Bakara 143, 245, 223, 203,
28, İnşikak 6, Rum 11, Ankebut 8, Meryem 93, Lokman 14, Mü’min
61, Kasas 88
(16) Bu
konunun doğrudan ya da dolaylı olarak işlendiği öteki
ayetler: Hucurat 3, Hacc 37, Fatır 28, Taha 113, Zümer 28,
Ali İmran 133, 134
|