Dünyaya
niçin geldik? Ruh varlığının yaşamında olup biten her şey
onun gelişimi içindir. Ruhun yükselişi ebedîdir. Ruh varlığının
madde evrenindeki yaşamı da bir ebediyet kadar uzundur. Onun
bu ebedî yaşamı içinde bir saniyelik bile zaman değerinden
mahrum bulunan dünya yaşamında kötülük aramak ve görmek
anlamsız bir iş olur. Ebedî olan ruh yaşamına oranla, tek
bir an bile olmayan dünya yaşamını amaç olarak kabul
edemeyiz. Ruh varlığının maddesel evrendeki yaşamı sayısız
ve sonsuz olaylarla doludur. Esaâsen ruh yaşamının bir anlamı
da budur. Olayların gerçek değerleri ve var oluşlarının
hikmeti iyi ya da kötü olmalarıyla değil, şu ya da bu bakımdan
ruhun tekamülüne (ruh varlığının gelişimine) katkı sağlamalarıyla
belli olur. Eğer (A) şahsının yaşamı, (B)’nin yaşamına
oranla “kötü”
geçiyorsa, bu; (A)’nın kötülük çekmesi ya da cezalandırılması
için değildir. İlâhî İrade Yasaları bu kadar basit bir görüşle
değerlendirilemez. Doğada ödül ve ceza olmadığını birçok
kez yinelemiştik. Bu sözümüz doğa ve ruhsal olaylara dayanır.
Eğer (A)’nın yaşamı (B)’ninkine göre ıstıraplarla
dolu geçiyorsa, bu durum (A)’nın içsel gelişim
gereksinimlerinden doğmuş bir zorunluluktur. Nasıl ki o, bu
sefil yaşamının karşısında isyan ederek gerilerse, ya da
ona edilgen bir şekilde boyun eğerse yeryüzüne inerek böyle
bir yaşamı seçmiş olmasındaki amacından uzaklaşmış olur
ve yaşamından yenik olarak çıkar.
Acaba yaşam deneyimlerinden yenik ya da başarılı çıkmak,
olaylar karşısında zaafa düşmeme ne demektir? Belirsiz görünen
ve bazen de yanlış düşüncelere neden olan bu konunu iyice
irdelenmesinde yarar vardır:
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, “olaylar
içinden başarıyla çıkmak” demek; maddeci bir
yaklaşımla anlaşıldığı gibi, olayların gereklerini
maddesel (beşeri) arzu ve eğilimlerimize uydurabilmek değildir.
Bu bir yenilgidir. Bunun aksini düşünelim: Olaylar içinden
başarıyla çıkmak, bizim geri ve tehlikeli arzu ve eğilimlerimizi
kamçılıyor diye olaylardan ve sonuçlardan kaçmak da değildir.
Bu da, deneyimlerden kaçınmayı / çekinmeyi ve sonunda yaşamdan
yenilerek çıkmayı beraberinde getirir. Çünkü bu beşeri
arzu ve eğilimler dünya yaşamındaki deneyimlerin elemanları
arasında bulunan birer gelişim aracıdır. Yaşam
deneyimlerinden başarıyla çıkmak demek; ne geri eğilimlerimizi
nemalandırmak, ne de o deneyimlerden çekinmek / kaçınmak
demektir. Dünyaya inmekteki amaç ne odur ne de budur. Burada
yapılacak iş, bu araçlar sonucunda varlıkta oluşabilecek acı
/ tatlı tepkileri vicdanın yönlendirmelerine uygun yönlere
çevirmektir. Bu yapılabildiği anda, bir yaşamın başarıyla
sonuçlanmış olduğu söylenebilir.
Bu sözleri bir örnekle açıklamazsak gene belirsizlikten
kendimizi kurtaramayız. O halde X…..’i bir örnek olarak
ele alalım. Bu şahıs dünyaya para sevgisiyle gelmiştir.
Onun paraya karşı olan çekimi, sözlerimize göre ne gerçekleşmesi
gereken bir amaçtır, ne de boğulması, yok edilmesi gereken
bir illettir. O sadece X…..’i para kazanmak yolu ile türlü
türlü etkinliklere yöneltmeye ve bu etkinliklerden de ona türlü
türlü yararlar sağlamaya yarayan araçtır. O halde bu hırs
ne atılacak ne de satılacak bir şeydir. Bundan dolayı X…..
böylece para kazanmak sevdasıyla dünyada birçok girişimde
bulunacaktır. Onun bu girişimleri de genel gelişim ve dünyaya
inmekteki amacı bakımından gereklidir. bu girişimler neler
olabilir? Pek çok! Örneğin; bir aşçı dükkanı açar, bir
komisyoncu olur, bol para getiren bir meslek peşinde koşar,
memur olur, tüccar olur, borsacı, kumarbaz hattâ hırsız,
katil vb.vb. olur.
Eğer o, bu hırsın, selâmeti nefis için tehlikeli olduğunu
düşünen ve onu, sakınması gereken bir düşman sanan düşünce
ve anlayış sahipleri arasında bulunursa, bu arzusunu öldürmek
amacıyla para kazanmak konusunda da hiçbir girişimde
bulunmaz. Kendisini yeryüzünde korkunç bir atâlete yönlendirecek
olan, anlamsız bir kanaatkârlığa düşer. Örneğin bir
arabacı ise, günlük ekmek parasını çıkarınca sırt üstü
yatar uyur, ya da “bir lokma bir hırka” diyebilecek kadar da ileri gitmiş
ise, işini gücünü iyice bırakır bu durum onun ruhunda
sonucu pek kötü olan tembellik arzusunu yaratır. Bu şekilde
ruh varlığının en güzel bir melekesi olan ve gelişimin
hedefi bulunan tesirlilik kabiliyeti gelişeceği yerde, tam
tersine giderek uyuşur. Oysa dünyaya inmekteki amaç tamamıyla
bunun aksineydi.
Ya ruhunun kuvvetsizliği ya da yanlış bir telkin ve
terbiyeden doğmuş bir bağnazlıkla hareket etmesi yüzünden,
böyle bir atâlete düşmüş bir münzevi, bir kötümserden
başka bir şey değildir. Ayrıca onun bu dünyadan ayrılışı,
hiç kuşkusuz zafer çığlıklarıyla karşılanmayacaktır.
İnzivâya çekilmiş münzeviler, kurtuluşu kanaatte bularak
tembelce bir yaşam yeğlemiş olan işsizler ve nihayet tüm dünya
işlerinden kaçmak isteyen ümitsizler derece derece bir grupta
yer tutarlar. Bunlar dünyaya niçin gelmişlerdir? Eğer amaçları
maddesel arzularını (kendi söylemleriyle) “kâr etmek” idiyse, bu arzular ruh durumundayken zaten yoktu.
Bu arzu ve eğilimlerin doğuşu madde ile olan bağlantı
sonucudur. Bundan dolayı eğer amaç bu arzulardan kaçmak
olsaydı, varlık; maddeler içine girmez, ruh âleminde rahat
oturabilirdi. Eğer inziva yaşamı, bazılarının sandığı
gibi; bazı harikalar ve mucizeler göstermek amacına yönelik
ise, bu amaç gene ruh yaşamında bol bol vardır. Eğer ruhun
maddesel bağlantılar dışında ortaya çıkan esiri
etkinlikler birer mucize sayılıyorsa, bu mucizelerin tasavvur
bile edilemeyecek şekilleri spatyumun her varlık hayatında doğal
ve zorunlu bir tezâhür olarak bulunur. O halde bunun için,
yani çevresindekilere beceri göstermek ya da dünya yasalarının
dışında yaşamaya çalışmak için dünyaya gelmeye gerek
yoktur. Spatyum da ruh varlıkları için bol bol bulunan şeyleri
sağlamak amacıyla dünyaya gelinmez. Çünkü yeryüzünün
yasaları spatyumunkilerden farklıdır ve ruh varlıkları bu
yasalardan yararlanmak için enkarne olurlar. Yeryüzünün
yasaları da belirginleşen en belirgin özellik, enkarne varlıkları,
yaşam sürdürmek için her an sürekli bir maddesel etkinliğe
yönlendirmektir. Dünyanın bu yasalarından içsel gelişim yönünde
verimli bir şekilde yararlanmış olan bir kişi, dünya yaşamı
deneyimlerinde başarılı sayılır.
Belirttiğim gibi; ruh–beden ilişkisinin gevşemesi, normal /
sıradan durumlarda görülmeyen bazı metapsişik becerilerin
gelişmesine zemin hazırlar. Örneğin uzun zaman tüm gürültülü
yaşamdan ve onun gereği olan işlerden elini eteğini çekmiş
günlük gıdasını birkaç zeytin tanesine indirgemiş edilgen
bir kendinden geçip dünyayı unutma halinde yaşayan bir münzevide
bir takım sıra dışı (alışılmış dışında) haller görülebilir.
Bu da böyle bir yaşamın elbette en doğal sonucudur. Bu münzevi
ya da derviş ya da fakîr, örneğin; kendisini, bulunduğu
yerden yüzlerce kilometrelik uzaklardaki insanlara gösterebilir
(dedubluman) ya da gelecek olayları önceden çevresindekilere
haber verebilir (telestezi) ve hattâ kendi bulunduğu bölgeden
onlarca metre uzaktaki eşyaların yerlerini değiştirebilir
(tenekinezi). Bununla birlikte bunların hiçbirinde bir sıradışılık
ya da olağanüstülük yoktur. Bu tezahürler hiçbir zaman,
herhangi bir ruhun, bu becerileri göstermeyenlerden daha yüksek
ya da daha gelişmiş ve hattâ ayrıcalıklı olduğunu imâ
etmez. Bu yüzden birçok deneyimsizlerin gözünde büyüyen bu
beceri sahipleri arasında öyleleri bulunur ki, onlar; eğer dünyadaki
vazifelerini ihmal etmişlerse, spatyumda, dünyadaki parlak
becerilerinin karanlığı içinde donup kalırlar.
Özet olarak, ruh-beden ilişkisinin
gevşemesinden dolayı ortaya çıkan bu durumlar; kerâmet,
ermişlik sayarak , kişiyi gelişim yolundan ve yüksek
vazifelerinden ayıran böylesine yalancı gösterişlerin
cazibesine kapılmaktan sakınmak gerekir.
Şimdi bir de bunun aksini ele alalım: Eğer para hırsıyla yaşayan
X… böyle yapmaz da, bunun tam aksine olan yolu tutarsa, yani
para kazanmak arzusunun bir araç olduğunu büsbütün unutup,
para biriktirmeyi, olabildiğince fazla altın toplamayı yaşamın
bir amacı olarak bilirse, onun; yaşamda altın biriktirmek
amacıyla her kötü ve hatta iğrenç hareketi sergilemesi
kendince olumlu ve geçerli bir iş olur. Artık o, para hırsını
insani yüksek ve vicdani etkinliklere yönlendirecek bir araç
olduğunu unutmuştur. Bundan dolayı, daha çok para toplamak
amacını eğer o, az emek sarfetmekle ya da hiç çalışmamakla
da elde edebiliyorsa, tereddüt etmeden ve vicdanının sesine
de kulak asmadan bu yolu yeğler ki, bu da her zaman geçerli ve
doğru bir yoldur. Çünkü bu yol onu daha kestirmedir ve daha
çok para getirmektedir. O, çalar çırpar, hilekârlık yapar,
yalancılık ve dolandırıcılıktan çekinmez, başkalarına
ihanet eder, riyakârlıktan utanmaz, başkalarının sırtından
geçinir ve hatta bu uğurda başkalarını yok eder. Tüm
bunlar ona göre geçerli ve doğrudur. Çünkü o, bu yolların
hangisinden amacına daha çabuk ve emin olarak varabilirse, o
yolu izlemekte kendince haklıdır. Yeter ki yakayı ele
vermesin…
Bu kimse yaşam ve deneyimi bakımından kayıptadır, başarısıdır.
Hiç, kuşkusuz, spatyoma dönenlerden yenik düşmüşler, başarısızlar
ve ümitsizler kâfilesine katılacaktır. Çünkü onun para
sevdâsıyla dünyaya gelmesi, dünyada altın biriktirmek için
değildi. Buradaki amaç, önce para kazanmak için atılacağı
işlerde vicdanının sesine uyarak, zahmetli ve çileli
maddesel kazançlardan gerektiğinde ve her fırsatta fedakârlıklar
yapabilme olanağını bulmak içindi. İş yerinde, kendisinden
yardım ve anlayış bekleyen birçok zavallı ile karşılaşacaktı.
Onlara yardım edebilmek, onların sıkıntılarına çözüm üretebilmek
için, önüne birçok geniş fırsatlar ve olanaklar çıkmış
olacaktı ve o, gerektiğinde kendi gözyaşının akmasına
neden olsa da, bir zavallının gözyaşını dindirmek fırsatını
ve mutluluğunu tadacak, bunun sevincini yaşayacaktı.
Ayrıca, para kazanmak için sergileyeceği girişimler onun önüne
ne kadar çok, ne kadar geniş uygulama alanları açacaktı…
Dahası, o bu alanlarda vicdanının huzur ve doyumunu sağlayacak
ne kadar büyük işler görmek ve erdemli etkinlikler göstermek
şansını yakalayacaktı. Örneğin, bir öğretmen olacaktı,
büyük bir sevgi ile öğrencilerine iyi ve topluma yararlı
bireyler olarak yetiştirecekti. Doktor olacaktı, birçok
biyolojik / fizyolojik ıstırabı giderecekti vb vb.
Özet olarak, bu fikirleri kısaca şu formüllerle
toparlayabilirim: Ben para kazanmaya mecburum ama onu gereksiz
yere biriktirmek için değil, kazandığım bu parayla ya da
onu kazanırken göstereceğim etkinliklerle benim yardımıma
gereksinimi bulunanlara geliştirmek için. Bu formül, şu
genel formülün yaşama uygulama şekillerinden biridir: Ben dünyada
yaşamak zorunda kaldım ama orada sadece yaşamak için değil,
göstereceğim cehitlerle doğanın genel uyumu içinde küçük
bir yardımcı olabilmeyi öğrenmek için.
Tüm bunlarda da şu sonuç çıkar: dünya yaşamından ve
deneyimlerinden amaç; ruh varlığının maddesel kazançları
bir amaç değil, yüksek ve aşkın (müteal) hedeflere araç
olarak tanımaya uygulama ile öğrenmesidir. İşte ruh varlığı,
bu uygulama ile gelen görgü ve deneyim birikimi oranında,
maddeye ve maddesel olaylara egemen olur ki, dünya yaşamlarında
gösterilen cehitler bu işteki başarının oluşumu için
gerekli olan birer alıştırma makamına geçer.
Uzaklara gitmeye hiç gerek yok; yaşamdaki tüm etkinliklerin
beşeri becerileri üzerinde oynadıkları etkili rollerini
bilmeyen yoktur. Örneğin, kent yaşamının gürültü kalabalığı
içinde hiç yaşamamış bir köylü, bu ortama ilk kez girince
şaşırır ve her adımda bin bir beceriksizlilik yapabilir. O
bu yaşam içinde acemi ve korkak bir varlıktır. Fakat birkaç
aylık şehir yaşamına onun karışması bu acemi ve korkak köylüyü
ustalaştırır. O da herkes gibi ya da herkese yakın bir
kentli olur ve becerilerini başkaları gibi cesaretle
kullanmaya başlar. İşte bu durum kısa bir deneyim çabasının
köylüye kazandırdığı bir beceridir. Eğer bu köylü şehre
indiği halde, orada halk arasına karışacağı, iş yaşamına
katılacağı ve itişli kakışlı kalabalığın içerisinde
yuvarlanacağı yerde; kendisini bir odanın içine hapsedip, sâdece
pencereden gelip geçenleri izlemekle yetinmiş olsaydı birkaç
ay değil, birkaç yıl sonra da, halk arasına ilk karıştığı
zaman ilk gündeki acemiliğini korur ve köyüne döndüğü
zamanda da sanki kente hiç inmemiş gibi olurdu.
Bir kez ıstırap vermiş bir olay ikinci kez aynı bireye
yeniden çatarsa, onda önceki kadar derin acılar duyumsatmaz.
Bununla şunu demek istiyoruz. Ruh varlıkları olaylarla karşılaşa
karşılaşa gittikçe “pişmekte” ve güçlenmektedirler. Bu da gösteriyor ki, “olayları
yenmek” ; ne onlardan uzak durmak, ne de onların oluşmalarına
neden olduğu ruhsal tepkilere pasif olarak boyun eğmekle olasıdır.
Tam tersine olaylarla karşılaşmak, onlarla “göğüs
göğse çarpışmak” ve sonuçta varlığın iç
zemininde doğan hâletleri vicdanının gösterdiği yollarda
kullanmak dünyada değişip, dönüşüp gelişmenin sırrını
oluşturur.
Vücut denen organizmanın kasları ve dokuları atıl kalmakla
nasıl zayıflar ve “sönerse”, tepki onun
gibi öz benliğimiz de âtıl ve pasif kaldığı zaman gelişimi
için gerekli güce kavuşamaz. İçinde bulunduğumuz üç
buutlu âlemin her uzaysal objesinde geçerli olan bir yasadır.
Güçlük işi, herhangi bir olay karşısında, çocuklar gibi
ağlayan ya da sevinen yetişkin değildir. Güçlük işi,
birkaç yıllık dünya yaşamının gelip geçici küçük
olaylarından etkilenmeyen ve onlar karşısında tepkilerini
vicdanı ile çizmiş olduğu yollardan ayırmayan yetişkindir.
|