“A” şahsı zayıf ve cılız ruhunu kuvvetlendirmek için, daha doğrusu
“pişirmek”
için, olaydan olaya girecek, olaylar arasında yuvarlanacak ve
yoğrulacaktır. Onun buna gereksinimi vardır. Bu onun içsel
gelişim gereksinimidir. Bundan dolayı, bir kimsenin başka
birine oranla acı yaşam koşulları içinde yaşaması bir
talihsizlik eseri olamaz. Eğer burada bir talihsizlik söz
konusu olursa; o da, bu işin aşkın nedenlerini görmemekte ve
onun bir talihsizlik saymaktadır. Bilgili ve basiretli insan
ise tüm bu üzüntülü ve yorucu olayların, gelişim açısından
bir zorunluluk olduğunu kabul eder ve bir boksörün yediği
yumruklara karşın, seve seve döğüşü sürdürmesi gibi dünya
olaylarının kendisine doğru savurduğu hatırı sayılır
yumrukları yiye yiye o olaylara egemen olmaya çalışır. Boksörün,
rakibinden kaçmakla ya da pasif olarak başını onun yumrukları
altına uzatıp beklemekle hiçbir üstünlük elde edemeyeceği
gibi, olaylardan kaçmakla ya da pasif kalmakla da yaşam mücadelesinde
başarıya ulaşmaz. Yaşam mücadelesi ile ilgili fikirlerde ne
yazık ki ne klasik ruhçuluk ne de klasik maddecilik bize
ortalama olan doğru yolu gösterebilmiş, sağa / sola kaçmaktan
başka bir şey yapmamışlardır.
O halde, girişimlerden korkmayacağız.
Her girişimin sonunda başarısızlık olasılığı vardır.
Fakat bu başarısızlıklar bizi amaçlarımızdan uzaklaştırmak
şöyle dursun; tam tersine, ona yaklaştırır. Böyle olunca
başarısızlıktan korkmayacağız; yeter ki hiçbir girişimimiz
vicdanımızı en ufak bir oranda bile incitebilecek kötü amaçlara
yönelik olmasın. Durum böyle olunca, iyi niyetle başlamış
her girişim ruhumuzun güçlendirmesi için zorunlu olan bir
etkinlik hamlesidir. Sonuçta ortaya çıkacak başarılar ya da
başarısızlıklar ikinci derecede önemli olan durumlardır.
Burada asıl önemli olan, bu başarı ya da başarısız sonuçların
bizi daha yüksek ruhsal durumlara ulaştıracak yeni girişimlere
yönlendirmeye araç olmasıdır.
İyi niyetle yapılmış bu girişimimiz
eğer başarısızlıkla son bulmuşsa, bu başarısızlık bize
yeni girişimlerde bulunmamız için bir kırbaç darbesi olmalıdır.
Olaylara karşı üstünlük bu şekilde sağlanır. Kuvvetli
ruhlar bu şekilde yetişir. Fakat altını bir kez daha çiziyorum
ki, burada üstünlüğü ve kuvveti sağlayan biricik etmen iyi
niyettir. Bu iyi niyeti belirleyen ruh melekesi de vicdandır.
Şu halde, vicdanının sesiyle hareket eden ve bu hareketle başarısızlığa
düşen her birey gerçekte başarılı olmuştur; eğer başarıdan
amaç, ruhun zaferi ise… Çünkü sürekli olarak söylediğimiz
gibi, ruhu zafere ulaştıran şey başarılı / başarısız
son değil, o sona ulaşmak için sarf edilen emektir.
O halde “A”
şahsının yaşamdaki başarısızlıklarının, onu yeni girişimlere
yönlendirmek ve maddesel sarsıntılar karşısında
kuvvetlerinin felce uğramasını önlemek gibi bir üstünlüğü
vardır. Bir önceki yaşamda elde edilmemiş kudretleri madde
âleminde çeşitli yollardan tamamlamaya ruhlar muhtaçtır.
Bir önceki yaşamını rahat ve bolluk içinde geçirmiş ama
onu iyi kullanamamış ve o yaşamından yenik çıkmış bir
ruh varlığının zayıf yanları çoktur. Bolluk ve bereket içinde
sağlanamayan bu zaferin yokluk / kıtlık içinde sağlanması
genellikle daha çok kolay olmaktadır. Burada İsa
Peygamber’in hikmet dolu sözünü paylaşmadan geçemeyeceğim:
“Zenginin
cenneti kazanması; devenin, iğne deliğinden geçmesi kadar
zor bir iştir.”
Bu sözün anlamında olanaksızlık
bulunmaktadır. Fakat bunu olanaksızlık olarak kabul etmekten
çok, olanaksızlık derecesinde zor şeklinde yorumlamak daha
uygun olacaktır. Biz, her kim tarafından gelirse gelsin, iyi
niyet ve ruh zenginliğiyle gösterilen her cehtin; her özverinin,
çok az da olsa, ruhun “yükseltici” ve huzura kavuşturucu sonuçlar doğuracağından
emin bulunuyoruz. Bu sonuç da, ruh varlığının beslediği
amaçlardaki iyiliğin ve gösterdiği cehitlerin derecesiyle
uyumludur. Zorluklar ve yokluklar içinde geçen bir yaşamda başarının
daha kolay elde edilmesi şundan dolayıdır. Yoksul kimsenin özveride
bulunması ve maddesel getirisinden yararlanması; dünyasal
zevklere gömülmüş bir kimseninkinden çok daha kolay olur.
Dahası, darlık içinde yaşayanların karşılaştıkları güçlükler
ve başarısızlıklar onları daha çok girişime ve etkinliğe
sürükler. Fakat bu durum, zenginlerin dünya yaşamlarından
zaferle çıkamayacakları anlamına gelmez. Tam tersine, alınan
sonuçların iyiliği, sergilenen cehitlerin fazlalığı ile
ilgili olduğundan, eğer bir zengin adam / kadın yaşamdan başarılı
olarak çıkabilecek kadar sürekli bir cehit sarf edebilmek
kudretini göstermişse; onun elde edeceği sonuçların büyüklüğü,
fakirinkinden kuşkusuz çok daha fazla olacaktır. Parasız bir
kimsenin eline geçen on kuruşun beşini başkasına vermesi
yanında, bin lirası olan bir kimsenin beş yüz lirasını başkasına
vermesi ruhsal cevherler üzerinde çok daha belirgin sarsıntı
ve değişime oluşturabilir. İşte bundan dolayıdır ki;
birincisi kolay, ikincisi güç bir iş olur.
Tüm bunlara karşın, bazı varlıkların
dünyadaki gelişmelerinde refah yolunu yeğlemeleri, bu yolun
gelecekte sağlayacağı parlak zaferler yanında tehlikeli birçok
sonuçları da hazırlayabilir ve bu sonuçlar, zaferin parlaklığı
oranında karanlık olur. Ne yazıktır ki, birçok varlık;
bolluk içindeki yaşamın cazibesine aldanarak ya da yüksek
makamlara daha çabuk varabilmek sevdasına kapılarak kendi
kuvvetlerinin üstünde zengin ve tehlikeli bir yaşam
deneyimini göze alırlar ve onların bu kararları kendilerini
büyük sıkıntılara ve yıkımlara aday duruma getirir. Böyle
yanlış ya da ölçüsüz düşünceyle bir dünya yaşamının
seçmesi yüzünden, deneyimlerini başarıyla bitiremeyen bir
enkarne varlığın, bir sonraki yaşamında kusurunu anlayarak,
düzelteceği ve başarıya ulaşmak için, uzunca olmakla
birlikte, daha güvenli bir yolu, yani ıstıraplı ve sıkıntılı
deneyimler içeren bir yaşamı yeğleyeceği doğaldır.
“A” şahsının önceki yaşamında olduğu gibidir ve gelecek yaşamda
o da “A”
nın yaptığı gibi, kusurunu anlayacak ve onun bu yaşamındaki
sefâletini seve seve kabul edecektir. Bu sözler, birçok gözler
önünde kapalı duran kalın perdenin arkasına geçen öykülerle
ilgilidir. Aynı öykülerin perde dışında geçen kısımları
ise örneğimizin başında belirttiğimiz şekilde yalan yanlış
etkilere hedef olan yoksulluk ve refah tablolarıyla süslenmiştir.
Demek ki, bizim için doğru olan “talihlilik” ve
“talihsizlik” konusu böylece perdenin dışında doğar
ve orada biter. Nasıl ki perdenin arkasında başımızı uzatıp
baktığımız zaman talihli sandığımız “B” şahsının feci sonunu ve talihsiz sandığımız “A” şahsının da
mutlu yaşamını görünce, burada vermiş o0lduğumuz hükümlerin
ne kadar yüzeysel olduğunu anlamakta gecikmeyiz.
Bu düşüncelerle “talih”
kavramını mezara gömmüş oluyoruz. Enkarne ruh varlığının
yaşamında bir “talihsizlik” konusu düşünülemez.
Esasen varlığımız başlı başına bir talih eseridir. “Talihsizlik”
diye bir kavramı oluşturan ıstırap duyguları, bizim maddeye
olan bağımlılığımızın bir sonucudur ki, varlığımızın
güçsüzlüğünden ve “geriliğinden” hızını
alır. Varlık güçlendikçe, maddesel durumlara ve olgulara
egemen duruma geldikçe, ıstırap duygusu zayıflamaya başlar.
Bu durum sürdüğü sürece bir an gelir ki, artık bir daha
dirilmemek üzere ıstırap, geçmişin karanlık sayfalarına gömülür
gider. İşte yolumuz budur ve yeniden dünyaya gelmekteki büyük
/ varlıksal amaçlarımızdan biri de budur.
|