Öz
benliğin bedensel ben ile bağlantısının beyindeki şuur
merkezi aracılığıyla olduğunu biliyoruz. Uykuda olmadığımız
zamanlarda , şuur(beyin); sadece şuur üstüyle değil, çevre(enkarnasyon
ortamı) ile de beş duyu aracılığıyla daha yoğun bir şekilde
bağlantılıdır. Farklı bir söylemle, enkarne varlık uyanık
durumdayken, bir yandan öz benliğiyle (şuur üstü ile) bir
yandan da enkarnasyon alanıyla bağlantı durumundadır(yâni
her iki yandan tesirler alır durumdadır) ama daha çok çevreden.
Bu şekilde öz benlik, kendi şuur ötesinden gelen
gerekliliklere(îcaplara) göre, kendisinin bir tezâhür uzantısı
olan fizik bedeni yönetir.
Öz benlik, bu yapılanma içinde
beyindeki şuuru kullanarak fizik bedeni yönetir ve ondan
yararlanır. Bedensel ben(fizik beden) uykuya dalınca, durum
biraz değişir: Beyindeki şuur merkezlerinin enkarnasyon ortamı(dış
âlem) ile bağlantısı büyük ölçüde kesilmiştir. Bu
durumda şuur, şuur dışına daha çok bağlıdır/açıktır
ve şuur ötesi ile daha çok ilgilenir durumdadır. Buna “şuurun
(ve şuura bağlı
merkezlerin/istasyonların) kendi içine dönmesi”
deniyor. Uyku durumunda şuur, enkarnasyon ortamına karşı
pasif ama şuur ötesine karşı aktif haldedir. Uyku durumunda
şuur(ve bağlı merkezler) enkarnasyon ortamının(günlük yaşamın)
bağlarından kurtulmuş olduğu için, o günkü kazançlarının
sonuçlarını(izlenimleri ile görgü ve deneyim birikimini) şuur
dışına aktarmak için, şuur dışını önceki kıyas
bilgileriyle ilk/ön muhasebesini rahat rahat yapar. Bu ön
muhasebe sonucu, şuur dışına uykuda aktarılan bilgiler bir
ömür boyu orada biriktikten sonra, ölüm ötesinde asıl/esas
muhasebeden geçirilir ve ondan sonra, önceki(şuur altındaki)
öz bilgilere katılır. Görülüyor ki, beyindeki şuur
merkezi uyanıkken dışa (dış dünyaya /günlük yaşama) karşı
etken iken, uyurken iç dünyaya karşı aktiftir.
Şuur
merkezinin bu etkinliği, gün boyunca uyanıkken edindiğimiz
izlenimler ile, görgü ve deneyim birikimimizin kıyas
bilgileriyle ön muhasebesini yaparken bunları şuur dışına
aktarmaktan ibarettir. Bu önemli iş için şuurun dış dünya
ile olan bağlantısının iyice zayıflaması, yâni bedenin
tamâmen, hatâ derin uykuda olması gerekir.
RÜYA VE MEKANİZMASI: Uyku ve uyanıklık farklı şuur halleridir.
Uyanıkken beynin şuur merkezi dışa yönelik olarak etken
iken, uykuda; iç dünyamıza yönelik olarak, günlük
birikimimizi şuur dışına aktarmakla meşgûl ve dolayısıyla
edilgendir. Bu arada “görülen”
rüyaların iki tesir kaynağı vardır: Bunlardan bir yataydan
(enkarnasyon ortamından/çevreden), ikincisi de düşeyden(şuur
ötesinden) gelen tesirler.
Uyku sırasında öz benliğin(dolaylı
olarak da beynin) en önemli işi o günkü bedenli uygulamaların
muhasebesini/ değerlendirmesini kıyas bilgileriyle yapıp, şuur
dışına aktarmaktır. Öz benlik(asıl kendimiz) böyle varlıksal
önem taşıyan bir işle meşgûlken; örneğin, komşudan
gelen bir gürültü, sokaktan geçen arabanın sesi ya da yağmakta
olan yağmurun pencere kenarında çıkardığı tıpırtılar
vb.vb. uyuyanı uyandırmayacak şiddette ise, şuur merkezi söz
konusu işini kesintisiz sürdürür ama bu yan tesirleri de şuur
dışı kanalıyla şuur altına aktarır. Başka türlü bir söylemle,
yataydan gelen ama bedeni uyandıracak kadar güçlü olmayan
tesirleri de şuur altına aktarır. Ancak, yan/ yatay
tesirlerden biri bedeni uyandıracak şiddette olursa, bu
etki/uyaran şuur merkezinin dikkatinin içten dışa dönmesine
neden olur ki, o zaman birey “uyku şuur hâli”nden
“uyanıkık
şuur hâli”ne (kısa süreli de olsa) geçer.
Şimdi
biz, bedenin uyanmadığını varsayarak yazımızı sürdürelim
ve uyku sırasında neler olup bittiğini görelim:
Varsayalım
ki, sağdan sola dönerken ayak baş parmağımız karyolanın
soğuk demirine dokundu… Bu dokunuşla ayaktan gelen tesir,
saniyenin kesirleri içinde şuurdan şuur dışına geçerek şuur
altına yansıyınca, orada kayıtlı bulunan sayısız
izlenimlerden kendisine uygun olanlardan birini/birilerini
rastgele “yakalar”
ve orada bir dalgalanma/hareketlenme oluşur ve böylece şuur
altında bir imajinasyon etkinliği kontrolsüz olarak başlar(145).
Beyin ötesinde(şuur altında) başlayan bu hareketlenmenin (şuur
dışı kanalıyla) şuur merkezine (beyine) yansıması kaçınılmazdır.
Şuur merkezine yönelik bu hareketlenme şuuru harekete geçirecek
kadar güçlü ise, bu imajları fark eder ve uyanıklık
durumuna geçer. O anda “görülmekte”
olan rüya da net olarak anımsanır. Ama şuur altından gelen
tesir şuur merkezinin moleküllerinde bir hareketlenmeye neden
olamayacak kadar zayıfsa, şuur merkezi, kendi günlük
izlenimleri şuur dışına aktarma işini sürdürür ve dolayısıyla
rüya da “görülmez”. Rüya sırasında şuur altından kaynaklanan ve
beyine yönelmiş bulunan imajlar, olabildiğince dünya
realitelerinin görünümüne bürünerek şuura yansırlar.
Günlük
konuşmalarımızda/yazılarımızda rüya için “görmek”
sözcüğünü kullanırız ama o, görülen bir şey değil;
daha çok, imajinasyondur. Şuur altındaki imajinatif
hareketlenmenin şuura yansımasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz
gibi, söz konusu hareketlilik, şuura yansıyacak ve şuuru
harekete geçirecek şiddette olmayabilir. O zaman rüya “görülmez”,
daha doğrusu rüya oluşmaz/ortaya çıkmaz. Uyuyan kişi yukarıda
belirtilen yatay kaynaklı tesirlerle rüya görebildiği gibi,
düşeyden kaynaklanan tesirler nedeniyle de rüya görebilir.
Örneğin, vazifeli/rehber bir varlık kişiye rüya göstermek
isteyebilir. Böyle bir gereklilik otaya çıktığı zaman, o
kimsenin öz benliğinin şuur
üstüne(öz benliğin onayı ile) göstereceği rüyayla ilgili
tesirler gönderir. Şuur üstüne gönderilen bu tesir şuur dışı
kanalıyla şuura yansır ve oradaki moleküllerin titreşimini
artırır. Şuura yansıyan bu tesirler gösterilecek rüyanın
konusuna ve amacına göre şuur dışının malzemesine bürünmüştür.
Bu malzeme günlük yaşamın izlerinden/izlenimlerinden oluşmuş
birikimdir. Başka türlü bir söylemle, şuur üstünden çıkıp
gelen tesirler; kişinin o geceye kadarki yaşamının kendisine
kazandırdığı dünyasal görgü ve deneyim birikimini oluşturan
malzeme yığını içinden, gösterilecek rüyanın konusuna
uygun olanlarına bürünerek şuura yansır. Uyku sırasında
şuur, büyük ölçüde şuur dışına yönelik durumdadır ve
şuur üstünden gelen ve belli bir rüyayı “gördürmeye” yönelik tesirler, şuur dışında zâten var
olan malzeme birikimi içinden belli izlenimleri uyandıracak
olanlar seçilmiştir(146).
Görülüyor
ki, belli bir rüyayı “göstermek”
isteyen varlık şuur dışında zâten çokluk ve çeşitlilik
hâlinde bulunan malzemenin(yâni dünyasal birikimin)içinden,
uyuyan kişiye göstermek istediği rüyanın konusuna/amacına
uygun olanlarını şuura yansıtacak şekilde tesir gönderir.
Yataydan kaynaklı tesirlerle “görülen” rüyalar daha dağınık, belirsiz ve sönük iken,
düşeyden(şuur üstünden) kaynaklı tesirlerle “görülen” rüyalar daha
belirgin, canlı ve derin izlenimlidir(146). Düşeyden gelen
tesirlerle kişiye gördürülen rüyalar genellikle özel(kişiye
özel) öğeler ve amaçlar içeren rüyalardır. Bu amaçlar/öğeler
şunlar olabilir: Gelecekle ilgili olayları(ya da bunlardan
kesitler) bildirmek, herhangi bir duruma/tehlikeye karşı uyarılarda
bulunmak, bâzı bilgilerin sezgilerini vermek vb.vb. olabilir.
Evrende olup biten her şeyin olduğu gibi enkarne varlıklara yönelik
şuur üstünden gelen tesirlerle
“gördürülen” rüyalar
da Ünite’nin(**) kontrolu(ve dolayısıyla Aslî İlke’nin
gerekleri)(**) dışında değildir. Yataydan kaynaklanan
tesirlerle görülen rüyalar da bu evrensel kuralın kapsamındadır.
Kişi, gördüğü rüyayı rastgele, bağlantısız ve “anlamsız”
denebilecek sözcüklerle dillendirip, “Rüya
bu işte…” deyip geçebilir ama hiçbir rüya, özü
ve amacı bakımından rastgele, anlamsız ve tesâdüfen görülmüş/gösterilmiş
değildir. Evrende; gereksiz, anlamsız, abes ve yersiz hiçbir
oluş/olgu yoktur.
Özetle
belirtmek gerekirse, şuur üstü kaynaklı tesirlerle görülen
rüyalar şuur dışındaki birikimlere bürünerek şuura yansır.
Yataydan gelen tesirlerin neden olduğu
rüyalarda ise, bâzen şuur altından alınmış materyallere bürünerek
rüya öğeleri olarak şuura yansır.
Bununla
beraber, belli bir rüyayı göstermek isteyen vazifeli/rehber
varlık, amacının gerçekleşmesi için eğer gerek görürse,
sâdece şuur dışındaki bilgilerden değil; aynı zamanda, şuur
altındaki(geçmiş yaşamlarla ilgili) bilgilerden de yararlanır.
|