Gelişim
devreseldir. Dünyanın, üzerinde yaşanabilir özellikler
kazanmasından günümüze kadar kaç gelişim devresi geçmiştir
bilinmez ama içinde bulunduğumuz devrenin sonlarında
bulunduğumuzu biliyoruz. Gelişimin temposu ve ivmesi artmış,
zaman hızlanmış gibi algılanmaya başlanmıştır(Schuman
rezonansı). Her devrenin ve dolayısıyla devre sonunun kendine
özgü bir “havası” vardır. Bu hava, her şeyden önce
devrenin rabbi olan Ruhsal İdare Mekanizması’nın kendi
karakterini ve O’nun “damgasını” taşır. Bu
tesirlilik ve onunla gelen bilgi ânidan ortaya çıkan/çıkacak bir
rahmet değildir ve evrensel Tedric Yasası her zaman devrededir.
Buna bağlı olarak Ruhsal İdare Mekanizması’nın devre sonuna özel
tesirliliği âniden ortaya çıkmayacağı gibi, evrensel
sempatizasyon ilkesine bağlı olarak kendisine uyumlanabilecek
olgunluğa gelmiş varlıkları yavaş yavaş(tedrîcen) belli bir
hedefe yönlendirmeye başlar(SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ, syf.
625).
Bu varlıklar beşerî topluluklar
içinde(“öbekleşmeler” şeklinde)(6);
özverili, “yüksek” vicdanlı, yaratıcı, yol
gösterici, fehim ve feraset sâhibi insanlar olarak
belirginleşirler. Beşeriyetin zaman içindeki gelişimiyle, yavaş
yavaş bu insanların sayısı artırmaya başlar. Başka türlü bir
söylemle, vicdanının sesini ve emrini kolayca duyan insanların
sayısı artmaya başlar. Bu anlamda “kurtuluş”a
yönelik iyi bir “aday” olabilmek için “en az
%70 vicdanı ile hareket edebilen bir insan olmak gerek”(SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ, syf.
299) ama daha da iyisi “mâkul
vicdan”la hereket etmek ve yaşamaktır. Mâkul vicdan,
esas itibarıyla ferdin, sâdece vicdanı ile hareket etmesi,
ayrıca kendi şuurunun edinimi/kazanımı(iktisabı) kadar bu bilgi
ile de hareket etmesi demektir. Bu durum, vicdan kademesinin
zorlayıcı hâlini aşmış, doğrudan doğruya varlığın sorumluluk
alanını genişletmiştir. Bu aşamayı(gelişim düzeyini) devreden
önce de tamamlamış olanlar için, en az mâkul vicdana ihtiyaç
vardır. Bu düzeydeki varlıklar için söz konusu, şuurda
uyandırıcı tesir büyük ve çok önemli bir rahmettir. Bir bakıma,
“son rötuşlar” niteliğindeki arınma gayretlerinden
sonra bu durumdaki varlıklar “kurtuluş”un eşiğine
gelmiş “adaylar” olarak kabul edilebilir. Burada
söz konusu “arınma”nın nesnesi durumunda olan
şeyler, ufak tefek dünyasal tutkular, süptilleştirilmiş de olsa
bir takım duygusallıklar vb. ki; bunlar da son bir gayretle terk
edildiği zaman, “büyük kurtuluşun adayları”
kendilerini dünya gelişim okulunun “çıkış kapısı”nın
önünde bulacaklardır. Bu güzel durumun
SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ’nde(syf.
424) şöyle betimlendiğini görüyoruz: “Şimdi öyle bir ‘açık
kapı’ önündesiniz ki, eğer elinizdeki ‘oyuncakları
ve parlak ışıklı âletleriniz’i terk edebilirseniz, sizlere
içeride iyi rehberlerin verebileceği iyi ‘kitaplar’
olacaktır.”
Bir kısmı, otomatik gelişim
düzeyinin “yarı idrakli”(1)
enkarnelerinden (ama çoğunluğu bunun da altındaki gelişim
düzeyindeki bireylerden) oluşan beşeriyet, bu durumundan dolayı
kendi gelişimini daha da ağırlaştırıcı kusurlar içine düşmemesi
için, dünya beşeriyetinin bu devresinden sorumlu ruhsal
organizasyon tarafından gözetilip kollanmaktadır. Beşeriyetin bu
durumda oluşunun başlıca nedeni; kendinden (insanın gerçek
doğasından) habersizliği nedeniyle “nefisli bir
sabırsızlık(2)
içinde olmasından dolayıdır. Kendini bilmez beşerin bu durumu
SADIKLAR PLANI
tarafından şöylece betimlenmiş: “Bu
günün beşeriyeti, nefisli sabırsızdır; cehennemin sıcaklığını
duyumsamaktadır, oraya çekildiğini de bilmektedir. Ama İbrahim’e
olan ona da olacaktır; ateşe atılacak ama ateşin göbeğinde
yanmayacaktır. Demek ki insan, bir noktadan ana noktaya
gelinceye kadar dehşetli ıstırap içinde kalacaktır. ‘Ateşten
kapı’ geçildikten sonra, serin bir yapı olacaktır. Duvarın
bir yanı ateş deryası, öbür yanı Melekût’un kendisi. Bir elin
içi ve dışı gibi…”
Bu anlamda olmak üzere,
beşeriyet gözetilip kollanmaktadır. Bu gözetim bir bakıma Yukarı'nın “çobanlık”
görevidir.
SADIKLAR PLANI
TEBLİĞLERİ'nde bu durum "sürü-çoban"
benzetmesiyle verilmiştir: " Dışarıda kırda bir sürü koyun
var… Onları çobanlar bekler ve bu çobanlar âdil ve bilgili bir
efendiye tâbidirler. Çobanlar ise; sâdık, cefakâr ve işinin
ehlidir. Sizler(bu konuya hizmeti vazife bilen kimseler)
buna benzersiniz; sâdıksınız, cefakârsınız ama ehil değilsiniz.
Çobanlık sanatını öğreneceksiniz. Şimdilik sürüler hareketli
değil; diz çökmüş, yan gelmiş yatıyorlar, geviş getiriyorlar.
Bunların ürkeceği, acıkacağı , yağmurdan, doludan, fırtınadan
kaçışacakları zaman da gelecektir. Ama çoban, âdil ve bilgili
efendisinin dediklerini yapacaktır; sürüyü bilinen şekilde,
bilinen yoldan, bilinen yere götürecektir."(Sayf. 242)
Her devrenin kendine özgü bir “havası”
olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu “hava”, her
şeyden önce devrenin rabbi olan Ruhsal İdâre
Mekanizması’nın(RİM) kendi karakterini, O’nun “damgasını”
taşır. Devrenin Rabbi’nden kaynaklı söz konusu tesir devrenin
kapanış günlerinde en üst düzeyine(süptiliteye, tesirliliğe)
ulaşır.
Özellikle günümüzde olduğu gibi, bir devrenin sonuna
yaklaşıldığı zamanlarda, rahman ve rahîm olan şuurda uyandırıcı
(“kıyam ettirici”) tesir artar; bu tesir, bir
bakıma gelişime zorlayıcı rahmet yüklü bir etkidir. Süptilitesi
giderek artan bu tesir ile devre sonuna enkarne varlıkların
kendi bireysel tesirleri arasında potansiyel farkı hızlanarak
değişir: Genel gelişim düzeyleri uygun olanlar için bu değişime
ayak uydurmak konusunda bir sorun söz konusu değildir, yâni söz
konusu potansiyel farkı giderek azalır, uyum artar ama
gelişmişlik düzeyleri uygun olmayanlar için (herkesin kendi özel
durumuna göre) potansiyel farkı giderek artar teşevvüşe girmek
ve hatta çeşitli psikolojik rahatsızlıklara uğramak
kaçınılmazdır.
Söz konusu
gelişmişlik düzeyine ulaşmak kolay değil, enkarne varlığın
durumuna göre az ya da çok teşevvüş gerektiriyor. “Teşevvüş”
zâten, yeni bir durumla karşılaşılınca ya da böyle bir durumun
arifesinde içine düşülen şaşkınlık ve uyumsuzluktur. Bu
aşamaya ulaşmak ve bunu deneyimlemek her varlık için kendi özel
durumuna göre;
güç,
sıkıntılı, ıstıraplı ve yoğun teşevvüşlü sınanmalara mâl
olacaktır. Burada en az zorlananlar ve söz konusu şuurda
uyandırıcı, kıyam ettirici tesire uyumlananlar devre boyunca ve
enkarnasyonlar olgusu içinde kendini bu son günlere hazırlamış
ve belli bir şuursal olgunluğa ulaşmış olanlar olacaktır. Esâsen
devre boyunca dinsel ve inisiyatik öğretilerin temel hedefi
beşeriyeti böyle bir sona ve kurtuluşa hazırlamak olmuştur.
Devre sonuyla ilgili Ruhsal
İdare Mekanizması’nın (bu konuyla ilgili vazifeli evrensel
organizasyonun) dünyayı büyük değişime/devre sonu devrimine
hazırlamak için beşeriyete sindirmeye çalışacağı tesirlerinin
varlıklarda belli bir düzeyi bulması gerekir. İşte bu denge
tutturuluncaya kadar geçen zaman ise; meşakkatli, ıstıraplı ve
yoğun teşevvüşlerin deneyimleneceği son evredir. Tüm
bu olup bitenler dünya realitesinin gerekleri olarak RİM
tarafından belirlenir ve düzenlenir. Bir olayın ortaya çıkması,
kuşkusuz kısa bir aşama/evre içerisinde olup bitmez. Örneğin,
dünyada ortaya çıkan ve çıkacak bir olayda pek çok yönlü ruhsal
kuşakların dengelenmesi ve bazı noktalarda da ayrılması gerekir.
"Bir doğa olayının ortaya
çıkışı iki konunun bir araya gelmesiyle olur: 1- Doğa olayının
ortay çıkacağı madde planındaki ruhsal tesirin
kapasitesi(sığası), 2- Bu madde planı içerisinde enkarne
varlıkların gelişim yönünde gösterdikleri gayret ve aldıkları
tesirin türüdür. Burada “kapasite”den
kasıt; her devre içerisinde o devreden nasibini alacak
varlıkların, içinde içinde yüzdükleri ruhsal tesirin özellikleri
değişiktir. Yâni her devrenin görüp gözeticisi, çekip çeviricisi
farklı bir plandır ve her planın kendine özgü bir yöntemi, bir
davranış hâli ve bir tesiri vardır.”(3).
Bu evrede
sıklaşacak ve şiddeti giderek artacak olan, insanın alışık
olmadığı doğa olayları ile doğal âfetler; beşerî atâleti
yenmekte, kendisine bir rahmet olarak verilmeye çalışılan kıyam
ettirici tesiri almakta gösterdiği tembelliği ve beceriksizliği
giderecek yardımlar olacaktır. Bu durum, gelişmişlik ve
titreşim düzeyi bu tesire uyumlanabilecek düzeyde olanlar için
bir rahmet ama böyle olmayanlar için bir felâkettir.
Devre sonlarına
özgü yaşam koşullarının olmazsa olmaz gerekleri içinde ve
ayrıca, Yukarı’nın devre sonuna özgü şuurda uyanmaya zorlayıcı
tesiri altında tüm enkarne varlıklar her biri kendilerine göre
belli bir aşamayı kat etmiş olacaktır. Dünyanın bu devre sonuna
özgü özel durumu, bir bakıma onun, evrenin bu köşesinde “laboratuarlık
görevi”nden de kaynaklanmaktadır. Şöyle ki; SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ’ne göre(syf. 598) içinde
bulunduğumuz hidrojen âleminin bir çok yerinde bizimkine benzer
mukadderi taşıyan mekânlar (gelişim okulları uzaysal objeler)
bulunmaktadır. “Dünyanın son devresi bir laboratuar
denemesini/deneyimini andırır şekilde çok karmaşık deneylerin
yapıldığı bir yerdir. Evrenin birçok yerinde sizinki gibi
mukadderi taşıyan mekânlar bulunmaktadır. Şunu demek istiyoruz
ki, “laboratuarlık görevi” yapmak bir aşağılatıcı durum
değildir. Hemen hemen her uzaysal obje bu aşamayı geçirmiş ya da
geçirecektir. Dünyanın bu görevi ona uzaysal bir nitelik de
kazandırmaktadır.”
Bu demektir ki,
bu laboratuarda; farklı derin
araştırma ve incelemelerde bulunan varlık toplulukları azar
azar, kısım kısım(ceste ceste),
dalga dalga büyüyüp genişleyerek âit oldukları uzaysal
objelerine gidecekler ve gerçek gelişim ihtiyaçlarının ifâdesi
olan gerçek deneyimlerini/deneylerini geçireceklerdir. Asıl
gelişim ortamları dünya dışı uzaysal objeler olan söz konusu
varlıkların, dünyanın kadîm zamanlarından beri dünyayı ziyaret
ettiklerini ve çeşitli şekillerde dünya beşeriyetini gözlem
altında tuttuklarını biliyoruz.
(4)
Dünya gelişim
okulunun bu özelliklerinden dolayı gezegendeki gelişim
ağır bir şekilde ilerler çünkü şuur çok dar(1),
bilgi az, etkinlikler/çalışmalar otomatiktir. Enkarne varlıklar
duygusallıklarını yönetebilmeyi öğrenmek ve zorluklara dayanma
güçlerini(sabır) artırmak durumundadırlar. Bununla birlikte
devrenin kapanış günlerine ulaşıldığında gelişimin temposu ve
ivmesi daha da artar. Dünya insanı beşer, devre sonunun son
evresinde ortaya çıkacak bu “hızlanma”dan
yararlanacak, kendisine verilecek olan olanakları “yüksek hayr” uğrunda ve gerçekten “Rabb’e hizmet”
amacıyla(“ALLAH rızası için”) kullanacak olursa,
kuşkusuz lâyık olduğu düzeye ulaşabilecektir. Devre sonunda
gelişim ve değişim, bir kısım varlıklar için şuurun tam
berraklaşması ve belirginleşmesi, başka türlü bir söylemle “vicdanın
nefse galebe çalması”(SADIKLAR PLANI, celse 74)
şeklinde ortaya çıkacaktır. Büyük devrim niteliğindeki bu
değişime uymamak söz konusu değildir ve aslında tüm beşeriyet “yarı
şuurlu ve fakat idraksiz”( S.P. celse 74 ) bir şekilde
bu sürece katılmış durumdadır. Bir devrenin sonunda, varlıkların
kendi şuur aydınlıklarıyla hareket etmeleri gerekmektedir. Hiç
kimse başka bir kimseden medet umamaz(Kur’an, Mü’min 18).
Kişinin çok uyanık(müteyakkız) bulunarak o devrede
yapabileceği son düzeltmeleri yapması, ağırlıklarından
kurtulması şarttır. Bu anlamdaki arınmada ne kadar başarılı
olursa, devre sonunun tesirliliğine o kadar kolay uyum sağlar ve
kurtuluşu kolaylaşır.
Bu anlamda
kurtuluşa yakınlıkları belirginleşmiş olanlar(gelişmişlik
düzeyleri bu anlamda birbirine yakın olanlar) ya da başka türlü
bir söylemle, realite/mantalite benzerliği içinde olanlar yer
yer “öbekleşmeler”i (küçük toplulukları) oluşturacaktır.
Bu gibiler ya kendiliklerinden ya da dış uzay kökenli zeki ve
yardımsever varlıkların gayretleriyle hem korunacaklar, hem de
bir araya getirileceklerdir(5).
Bu durum devre sonu zaman diliminin varlıklara sağladığı
bir üstünlüktür/yarardır(avantajdır). Kendiliğinden “öbekleşmeler”e
gelince; bunlar “çeşitli beşerî vesile ve bahânelerle”(SADIKLAR
PLANI TEBLİĞLERİ, syf.483) olacaktır ama bu,
dışarıdan görünüş olarak böyledir çünkü hiçbir şey rastgele
kendiliğinden olmaz, şöyle ki: Bir varlığın ana tesir kuşağı,
yâni mensubu olduğu tesir planı ile bağlantısı onun genel
gelişim ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak(doğru yoldan
sapmaması, dağılmaması, yıkılmaması için) onun durumuna uygun
olan tesirleri ona göndermektedir. Bu anlamda kendisini
Yukarı’nın rahman ve rahîm olan kurtarıcı tesirine
uyulmayabilmiş olan varlıklar, bir bakıma; (SADIKLAR PLANI
TEBLİĞLERİ’nde ifadesini bulan şekliyle) “En
az İsa’nin söyledikleri kadar, en çoğundan Muhammed’in
yaptıkları kadar olması gerek. Bunun altında değil. Ancak
bunları bile bile, anlaya anlaya yapabilenler devrenin sonunda
özgür olabileceklerdir. Sağduyu sâhibi birey için, gittikçe
yaklaşan ve gitgide bunaltan bir tesir manzumesini gözlemlemek
olanaklıdır. Bu, bir bakıma; dünyaya yaklaşmakta olan bir
kuyruklu yıldızın elektro manyetik alanlarda oluşturduğu
değişiklikler gibidir. Duyumsanır, ölçülür, belirtileri yavaş
yavaş anlaşılabilir. Buna karşın çetin bir yol kat etmesi kaderi
olmuştur.”
Bu durumda olan
varlıklar bağlı oldukları tesir planlarıyla birlikte de bir “tesir
kuşağı” oluşturur ki bunların aynı mekânda bulunmaları
da şart değildir. Böyle bir tesir kuşağı ile bağlantı
kurabilecek titreşim düzeyinde bulunan varlıklar devre sonunun
kapanış günlerinde, devre sonuyla ilgili vazife planlarının
gözetiminde(kısaca devre sonuyla ilgili ruhsal idare
mekanizmasının gözetiminde ve yönlendirmesinde) çeşitli beşerî
vesile ve bahanelerle bir araya toplanabilir. Böyle “öbekleşme”(6)
ve bir arada toplanma, İlâhî İrâde gereği; mukadder olmuşsa,
beşerî vesile ve bahâneler her zaman çokluk çeşitlilik hâlinde
her yerde hazırdır. Bu konuda SADIKLAR PLANI şu açıklmada
bulunuyor(syf 234): ”Şuur birleşmeleri, doğrudan doğruya
varlıkların, diyelim ki; yeryüzündeki insanların kendi
cehitleriyle yapacakları bir şey değildir. Bu ‘birleşme’,
ancak Yukarı’nın müdahelesi ve yardımı ile, daha doğrusu öbek
öbek bulunan birbirinden ayrı, ya da yarı toplu haldeki tesir
şebekeleri, tesir ağları üstün bir tesirliliğin müdahelesiyle
ve aralarının doldurulmasıyla birleşecektir.”
Devrenin kapanış günlerinde beşeriyetin
durumuyla ilgili görüşlerde biri yukarıdaki gibi, bir ötekisi
de; dünya gezegeninden (gelişim anlamında) alacakları kalmamış
ve dünya gelişim okulundan mezun olacak duruma gelmiş varlıklar,
devrim nitelikli o katastrofta(7)
bedenlerini terk edecekler ve yarı süptil arasatta kendilerini
bulacaklardır.
|
(1) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 3, 50, 58, 60, 77, 101, 135,
180, 197.
(2) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 263
(3) SADIKLAR PLANI TEBLİĞLERİ, syf. 466
(4) ÇAĞLAR BOYU UÇANDAİRELER, Ruh ve Madde Yayınları, GALAKTİK
DİPLOMASİ, Erhan Kolbaşı, KOZMİK DOKUNUŞ, Erhan Kolbaşı
(5) NOVUS, Erhan Kolbaşı
(6) NOVUS, Erhan Kolbaşı, syf. 473, Zeynep S. Adlı temasçının
açıklamaları.
(7) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf. 306
|