Her
enkarnasyon belli; kültürel, dinsel ve ulusal özellikleri olan
bir toplumun içine olur. Bu özelliklerin hepsi sanki kat kat
büründüğümüz birer “örtü”dür ve bunlarla büyürüz. Esâsen bu,
yaşam planımızı hazırlarken kendi seçimizdir ve bu seçimimizi de
sebep-sonuç yasasına göre genel gelişim ihtiyaçlarımız ve karmik
birikimimiz belirler. “Örtüler”le oluşan alışkanlıklar ve
özdeşleşmeler, duygusallıklar ve doymazlıklar da cabası... Dünya
maddesinin cezp edici ve
kendisine bağlayıcı etkisiyle birlikte bu tür beşerî ve
toplumsal ağırlıklar gelişimin hızını azaltan, yaşam planının
uygulanmasını zorlaştıran etmenlerdir.
Bu
etmenler(genel ve simgesel anlamda “örtüler, ağırlıklar”) ruh
varlığı(öz benlik) için ya da ruh varlığından dolayı değildir
ama; belli bir yaşam planını gerçekleştirmek, kıyas bilgileri(1)
elde etmek, görgü ve deneyim birikimini artırmak, bunları
spatyomda değerlendirerek öz bilgiler(2)
birikimine katkı sağlamak için
beşerî, toplumsal ve dünyasal koşulları(“ağırlıklar” örtüler”)
birer gelişim aracı olarak kullanması bakımından gereklidir.
Bunlardan gelişim yönünde yararlanarak ve bunlara rağmen gelişim
yolunda ilerleyerek, idraklenme ve şuurlanma süreci içinde bu
“örtüler”den(alışkanlıklar ve özdeşleşmeler, duygusallıklar ve
doymazlıklardan) ama bu işlevleri ve hizmetleri bitince onları
terk etmek, onlardan arınmak ve kurtulmak durumundayız. Aksi
taktirde, sırtta giderek ağırlaşan yük ile yürünmez, yol
alınmaz.
Birey kendini
tanıma duyarlılığı içinde idraklenme cehti sergiliyor olmasa da;
yâni kendisini bedenden ibâret bir organizma sanma talihsizliği
içinde yaşıyor olsa da, öz benliği(ve öz benliğinin içinde
bulunduğu ruhsal plan) ona çeşitli yaşamsan senaryolar
hazırlayarak, “gereksiz ağırlıklar”dan kurtulmasına,
arınmasına/”hafiflemesine” yardım eder. Bu konuda Alman kökenli
bir teolog ve aile terapisti olan Bert Hellinger diyor ki,
“Yaşam, hayal kırıklığı ile yaşamayı bırakıp; gerçekleri görmen
için, seni hayal kırıklığına uğratır. Yaşam sadece önemli
olanlar kalana kadar gereksiz şeyleri yok eder.”
Tüm bunlardan
dolayı seçkin inisiyasyonlarda ve tekâmülcü ruhçulukta, kendini
tanıma çalışmaları kapsamında; özdeşleşmelerden arınmak,
alışkanlıkların otomatizmasından kurtulmak, erdemsizliklerden
uzak durmak önemli konular olarak ele alınmıştır. Örneğin,
özdeşleşmelerimizin (başka beşeri ve toplumsal koşullandırmalar
ve empozisyonlarla birlikte) güdümünde bulunuyoruz. Bu, aynı
zamanda bir tür “uyur gezerilik ve kaybolmuşluk”tur. Bu
“kaybolmuşluk”tan kurtulmak için “şimdi burada” olmak ve zihin
“hapishanesi”nden kurtulmak gerek. Bunun için önerilen çâre;
yaşarken, olabildiğince uzun süreler idraklenme cehti içinde
“an” da olmaya çalışmaktır. Her an, kendini tanıma duyarlılığı
içinde farkındalık...
Duygusallıklarımıza gelince; bunları “sıfırlamak” söz konusu
değildir. İdraklenip şuurlanmanın gereği olarak,
duyguları/duygusallıkları kontrol etmek, yönetmek ve en aza
indirmek durumundayız çünkü bu olmadan sağlıklı bir kendini
bilme uygulaması yapılamaz. Nefsi “sıfırlamak/öldürmek” de söz
konusu değildir. Çünkü nefs, vicdan birim(3)
düalitesi işleyişinin(mekanizmasının) olmazsa olmaz birimidir.
Kısaca, böyle bir duyarlılık ve farkındalık içinde, “gereksiz
ağırlıklar” kapsamında belirttiğimiz “ağırlıklardan/örtülerden”
soyutlanabildiğimiz ölçüde, bizler için ilâhî bir nimet olan bu
enkarnasyonun hakkını vermiş olmanın varlıksal kazanımını elde
etmiş olabiliriz. Dahası, tüm bunlar şimdilik varlıksal ve
evrensel hedefimiz olan Vazife Planı’na hazırlanmanın gereğidir,
akıllı olalım...
|
(1) İLÂHÎ NİZAM ve KÂİNAT, syf.
61,122
(2) Enkarne varlık dünya bedenini terk ettikten sonra,
dünyada yaşayarak elde ettiği bilgilerin, bir bakıma
muhasebesini ve değerlendirmesini yaparak bunları “şuur
altı”nda(a.g.e.144) bulunan önceki kazanımlarına ekler.
Varlığın öz bilgi birikimi “idrak kanalı”yla(a.g.e.92) ruha
yansır.
(3) a.g.e. sayfalar; 61,97,88,101,103,114,162,182. |