İNSAN bir yanıyla, fizikokimyasal yasalara bağlı olarak
değişen ve sonunda ölüm ile toprağa
karışan; bir öteki ve asıl yanıyla ölümden sonra da var
olmayı sürdüren ruh varlığıdır. Bu arada,
“Dünya yaşamına veda etmek” ya da “ahiret yurduna yürümek”
de denen ölümden sonra var
olmayı sürdüren yanımız RUH değildir. Ruh, evren üstüdür,
bedenin içinde ruh olmadığı gibi,
evrende de ruh yoktur(*).
“Ruh, ALLAH’ın yalnız
kendisine özgü olan tasarrufu ile meydana
gelmiş olan tek bir enerji çekirdeğidir.”(Sadıklar Planı
Tebliğleri, celse 43) Dünya bedeniyle
birinci derecede bağlantısı olan; ruh değil, ruh
varlığıdır(öz benlik).
Ölümden önceki bedensel ben, nasıl maddelerle ilgili bir
yapı ise, ölümden sonraki yanımızın
da öylece maddelerle ilgili bir tezâhür olduğunu deneysel
ruhçuluk literatüründen biliyoruz.
Kendini bilmezlikten, insanın gerçek doğasından
habersizlikten/bilgisizlikten kaynaklanan
cahillikle kimileri kendini bedenden ibâret sanır ve ölüm
ile yok olacağı yanılgısı içindedir. Bu
şekilde kendinin bedenden ibaret olduğu yanılgısı içinde
yaşayanlara (kadîm Sufi bilgeliğinde)
“ceset olarak yaşayanlar” denir.
Oysa, ölüm denen geçişle “yok olan” bedendir; aslında beden
için de; “yok olmak” değil,
“aslına dönmek” demek daha doğru olur. Çünkü beden, dünyasal
elementlerden yapılmış bir
organizmadır, ölüm ile öz benlik-beden ilişkisi kesilince,
beden/ceset toprağa gömülerek (ya
da bazı geleneklerde olduğu gibi yakılarak) elementlerine
ayrılır, toprak olur, kül olur, duman
olur... Bu anlamda, beden için de yok olmak söz konusu
değil, aslına dönüş söz konusudur. O
bedeni bir ömür boyu canlı tutmuş olan ruh varlığı var
olmayı ebediyen sürdürür ve belli bir
süre sonra gelişim ihtiyaçlarına göre ve belli bir yaşam
planıyla yeniden bedenlenir.
Bu durum yaşam ile ölümün ebediyen sürüp giden döngüsel
doğasıdır.
Bu nedenle ölüm
üzücü/üzülecek bir şey değildir. Elbette ölen bir
yakınımızın arkasından sevinecek değiliz ama
genel geçer âdetlere/geleneklere uyumsuz düşmemek adına
üzülsek de; bu gerçeği hemen
anımsamak, bilgiye yönelik minnettarlığın ve bilgeliğin
gereğidir. Kısaca, ölüm
üzücü/üzülünecek bir şey değil; üzücü olan, çoğu kimsenin
ceset olarak yaşıyor, yani aslında
“yaşamıyor” olmasıdır. Kendinden habersizlik varlıksal bir
cehalettir. Tüm kadim
inisiyasyonların ve kutsal vahiy ile gelen öğretilerin ana
temasının odağında kendini bilmek
vardır.
|