Demek ki bu yeni enkarasyonda birbirine zıt iki türlü içsel
dürtü bulunacaktır: Bunlardan birisi, daha çok eski yaşamlarda
getirilmiş kötü deneyimlerin kökleştirdiği hırslara bağlı,
ruhun ilerlemesine engel dürtüler; ötekisi de, bunların
tehlikesini anlamış, gerçek tekâmül gereksinimini duymuş
ve pişman olup, hatâlarının giderilmesine karar vermiş bir
varlığın bu eski dürtülerine karşı niyetlenmiş olduğu
yeni duygulardır. Bunlar(kendisini, önceki gibi cinayet
fiiline özendirici olanakları bir dereceye kadar hazırlayan
bazı koşullar içinde) dünyada yeniden yaşarken, aklı başında
olan bir kimseyi desteklemeye yararlar. Örneğin, egoizma,
izzetinefs, çıkarcılık ve nihayet başkalarına karşı zulüm
sergilemek arzusu gibi katil fiiline sevk edici köklenmiş içsel
dürtüler karşısında, spatyomda ki serbest iradenin
tesiriyle yeni doğmaya başlayan; merhamet, sevgi ve elçilik
duyguları bu aradadır. Ancak, bu sonuçlar; öncekilere oranla
yeni olduklarından ve henüz deneyimlerle pekiştirilmemiş
durumda olduklarından zayıf ve cılızdırlar. Eğer bunlar dünyada,
vicdanın yönlendirmeleri altında şuur ve düşünce tarafından
güdümlenmiş bir irade ile desteklenmezlerse, tek başına önceki
duygulara bir tesrililik gösteremezler ve önceki yaşamlarda
da olduğu gibi şahsın sükûtunu önleyemezler. İşte
burada; bağlı şuurun, düşüncenin, akıl yürütmenin ve
iradenin bu yeni duyguları kuvvetlendirmek ve onların eski alışkanlıklara
karşı koymasını sağlama konusunda ne kadar önemli rolü
olduğunu açıkça görüyoruz. Şimdi tekrar konumuza dönelim:
Spatyomdayken serbest imajinasyon yolu ile enkarne olacak varlığa
nüveleri ekilmiş bu yeni duyguların dünyadaki yaptırım gücü
vicdandır. Doğrusu, bu duyguların yeryüzündeki uygulamalarında;
görme özürlüler gibi yürümek zorunda olan beşeri varlığa
vicdan, yolunu göstermeye yarayan bir baston görevi görmektedir.
Beşerin yürüyeceği bu yollar daha önceden birer taslak
olarak çizilmiştir. Beşeri varlık, elindeki bu sâdık
bastonuna dayana dayana, önüne çıkan taşlı ve dikenli
engellere rağmen bu yollarda ilerlemeye çalışırken, basacağı
yerleri de düzenlemeye çalışarak amacına yaklaşmış
olacaktır. Beşer ancak böylece, kendisini daha büyük görevlere
hazırlayacak olan bu küçük deneyimlerde başarılı
olabilir. Fakat bu küçük deneyimler de onun için zor olmakla
beraber, başarılması olanaksız değildir; yeter ki o, bağlı
şuuruyla ve aklıyla buna, yani vicdanın rehberliğine ve “seslerine
” önem vermek kararlılığını ve cehdini göstermiş
olsun.
İşte, dünya deneyimlerindeki etkinliklerin esaslarına bu
yollardan girmiş oluyoruz. Şimdi, eğer beşeri varlık, daha
ayağına takılan ilk engeller karşısında geriler ve bu
taslak hâlinde çizilmiş, yürümesi için gereken kararlılığı
ve cehdi göstermekten kaçarsa, vicdanın sesi derhal bu
hareketinin yanlış olduğunu anımsatır. Vicdanın, bu şekilde,
“Bu
yanlıştır ! ” hükmünü verdiği bir şeyi biz “kötü” bir iş olarak algılarız.
Aksine, hiçbir engel karşısında yıkılmayan bir cehit ile
elimizdeki bastonun gösterdiği yönde ve yolda yürürsek; o
zamanda, vicdanımızın sesini duyarız ki, bu da içimizde
bir “iyilik
duygusu ” olarak kendisini gösterir. Görülüyor ki,
iyilik ve kötülük kavramları vicdan ile başlar. Bundan
dolayıdır ki, vicdan melekesi henüz gelişmemiş hayvanlarda
bizim kabul ettiğimiz anlamda iyilik ve kötülük anlayışı
yoktur. Gene bunun içindir
ki, herkesin birbirinden farklı gelişimler gösteren vicdansal
duygularına göre, ayrı ayrı iyilik ve kötülük anlayışları
vardır. Özet olarak, iyilik ve kötülük hakkında verilecek
bir hüküm, vicdanın; her hangi bir olay hakkında onaylayışımız
ya da karşı çıkışımıza göre değişir. Bunu bir örnekle
açıklayalım:
Henüz beş yaşında olan küçük “ C ”, yaşamının en büyük zevkini, sinekleri yakalayıp öldürmekte
bulur. Bu minik ve âciz hayvanların ıstıraplı çırpınışları
ona, ne olduğu belirsiz zevkler vermektedir. Bu iş, görünüş
olarak, hiçbir önemi olmayan “bir
çocuk eğlencesi ” gibi düşünülebilir. Fakat küçük
“ C
” biraz daha büyür, on yaşına girer. Onun bu ilkel
zevkleri biraz daha gelişmiştir. Küçük sinek ölümleri
onun vahşi hırslarını doyuramaz olur. O, şimdi köpek
yavrularını bağırta bağırta su birikintilerine atarak öldürmekten
ya da boğazlarından iple bağlayarak boğmaktan hoşlanmaktadır
ve bu durum onun için ne kadar eğlenceli bir iştir. Öte
yandan, belediye başkanı “ D
” de yöredeki tüm sineklerin ve başıboş dolaşan köpeklerin
öldürülmesini emretmiştir. Bu onun, görülecek en önemli işlerinden
biridir. Çünkü, ona göre böylece, yöre halkının sağlık
ve selametini tehdit eden bir tehlikenin önü alınmış
olacaktır.
Burada şekil olarak aynı olan ve hatta ikincisi birincisinden
daha şiddetli görünen iki durum vardır: Bunlardan birincisi
bir beşeri zaafın ortaya çıkışıdır, evrenimizde ki İlahi
İrade Yasaları’na uygun bir vicdanın hoş görülmeyeceği
bencilce zevklerin doyurulmasına yönelik bir harekettir. İkincisi
ise binlerce vatandaşın; sağlık, selâmet ve mutluluğunu sağlamaya
yönelik, vicdanı hoşnut eden bir iştir. İşte şekil olarak
aynı olduğu halde, vicdan; çocuğun hareketini kınarken,
belediye başkanınınkini alkışlar. Nasıl ki, “ C
” büyür, yetişkin bir adam/kadın olur. Eğer o, eğitim ve
terbiye ile gelişmiş düşünce ve cehit sergilemeden mahrum
kalır ve o, zayıf kişiliğiyle eski temposunda yürüyüp
giderse, küçüklüğünde yaptığı kötü işlerini tüm hızıyla
sürdürür. Fakat her yaşın kendine özgü bir realitesi olduğunu
daha önce söylemiştik. Bundan dolayı, ne sineklerin ıstıraplı
vızıltıları; ne de köpek yavrularının acı feryatları ve
yalvarışları onun, kötü ve kanserleşmiş zevklerini
doyurabilir. Bu korkunç zevklerin doyurulması için daha büyük
cinayetlerin yapılmasının gereği ortaya çıkar. Böylece,
en yüksek derecesini bulmuş sadistçe duygular ancak çevredeki
bireylere eziyet etmekle, hatta bazen de kan dökmekle sâkinleşebilir.
Bu durum, birçok ıstıraplı deneyimler geçtikten sonra, yakıcı
ışıklarını o kimsenin içinde yaymaya başlayacak olan
vicdanın, kendisini toparlayabileceği ana kadar sürüp
gidecektir.
Bu şekilde vicdanı, yeterli derecede belirginleşmiş bir
kimsenin, yeni bir yaşama tekrar indiği(enkarne olduğu)
zaman, tüm eski yaşamlarının olaylarını unutması vicdanın
yerine göre, yakıcı ya da ısıtıcı alevlerini söndürmeye
asla bir neden olmaz ve sırası geldikçe, birey bu alevlerin kızgın
dokunuşlarını algılamaktan kendisini kurtaramaz. Bununla
birlikte, bu alevler aynı zamanda, başka kötü eğilimleriyle
mücadele ederken, kişinin kullanmak gereğini duyduğu düşünme/akıl
etme melekesine kuvvetli bir ışık olur. Onun bu alev ya da
ışık altında akıl yürütmek için harcayacağı her irâdi
cehit, o anda etkili olmasa bile, vicdanın daha çok ortaya çıkmasına
yardımcı olmakta ve bir sonraki yaşamını iyi ve vicdana
uygun eğilimlerle hazırlamakta kesinlikle etkili olacaktır.
Tüm bunlardan anlıyoruz ki, düşünme etkinliğinin sonuçlarını
bu zamanın olguları içinde değil, gelecek zamanın olaylarında
aramalıdır. Yani fikrin, gelişimindeki tesirliliği; gücünü
bilgiden alarak cezadan kaçmak ya da ödüllendirmelere kavuşmak
gibi maddesel ve hesaplı çıkarlara dayanarak olmaz. Böyle düşünmek,
çok dünyasal ve yüzeysel olur. Onun gerçek rolü, çeşitli
yaşam deneyimleriyle biriken izlenimlerin zenginleştiği bir
vicdana uymak için gösterilmesi gereken cehde yön vermesinde
ve böylece gelecek yaşamın “yüksekliği
”ni sağlamasıdır. Şu halde, dünya deneyimleri içinde
bireyin göstermiş olduğu başarılar, bir takım gelip geçici
çıkarları gözeten hesaplara değil, ruhun olgunluğuna bağlı
kazançlara dayanır.
Görülüyor ki, düşünmenin gelişimindeki yeri çok büyüktür,
fakat onun bu rolü, dayak korkusu ile kabahatten kaçan çocuklarda
olduğu gibi; eski kabahatleri ve onların ıstıraplı sonuçlarını
anımsayarak ve hesaplayarak hareket etmekte değil, o
kabahatlerin ve sonuçlarının az çok olgunlaştırdığı
vicdandan çıkan cılız ya da gür seslere göre bireyin yapıp
ettiklerini düzene sokmak konusundaki tavrında aramalıdır.
Bu nokta iyi anlaşılırsa, yaşamın sarp yollardaki başarı
olanakları kolaylıkla sağlanmış olur.