Burada üzerinde duracağımız nokta,
hatanın gereği, değeri ve hatâdan sakınmanın olası olup
olmadığıdır. “Yüksek hakikatler” den dem
vururken; çoğu kez, yanılmakta olduğumuza dikkat etmeyiz. Bir
tartışmada, herkesin hakkı ve hakikati kendi tarafında görmesi
ve kavgaların ortaya çıkması hep bu gafletin sonucudur. Herkes
değilse bile, her gâfil, Mutlak Realite’ye ulaşmış gibi
iddiakârlığa girişir ve bundan da hakikatin en yüksek tahtına
oturduğunu zanneder; dinsel, felsefi, bilimsel, toplumsal,
ahlaksal vb. “ekol sahipleri” ortaya çıkar.
(1)
Tüm bu ekolcüler aralarında boğuşurlarken, düşünmezler ki; hiç
birisi inanışta, Mutlak Realite’ye ulaşmış değildir ve
hepsinin az çok hatalı yanı vardır. Fakat işin asıl zor yanı
şudur ki; hangi ekol sahibinin, hangi noktada ötekinden
hakikate daha çok yakın bulunduğunu takdir etmeye az çok
yarayacak ölçülerde herkesin kolayca kullanıp uygulayabileceği
şeyler değildir. Bu durum, birçok aldanmaların sonunda doğacak
önemli ve karışık bir çok zararlı olayların nedenidir.
İnsanın realite alanı ne kadar darsa, o kadar çok hata yapma
olasılığı vardır. Bu duruma göre, denilebilir ki; en olumsuz
bir duygu ve düşünce ile yaşayan bir kimsenin hükümlerinde
inanışlarında hemen hemen yok denecek kadar az isabetler
vardır. Üstad (2)
diyor ki, “Aşağı derecedeki ruhlar için olan
realitelerde, daha yüksek derecelerdekilere oranla hata
olasılığı daha fazladır. Ruh yükseldikçe bu olasılık azalır.
Fakat hata olasılığından kurtulmak bizim gibiler için de söz
konusu değildir.” Şu halde ruh, madde aleminde ne
kadar yükselmiş olursa olsun, asla hatalardan arınmış
değildir. bu hata, oran olarak “geri ruhlar”
ınkine göre azdır ama hatasızlık söz konusu değildir. Üstad’ın
aşağıdaki sözleri bu fikri tamamlar:
“Yüksek düzeylere çıktıkça, görüş alanı genişler, hata
olasılığı azalır ve bunun ikisi bir gider. Fakat sadece
dünyada değil; maddeye bağımlı kaldığınız sürece, yani
aracınızın noksanlığı içinde kaldığımız sürece, hatta az önce
belirttiğim gibi, bizim dereceye gelenlerin bile, hatadan
arınmış olma olasılığı yoktur.”
Bu sözlerin gerçek değerini takdir edebilmek için Üstad’ın
tekamül düzeyi hakkında az çok bir fikir sahibi olmak gerek.
Konumuz bu olmadığı için, şimdi bu nokta üzerinde
durmayacağım. Ancak şu kadarını itiraf etmek zorundayım ki,
yıllarca süren deneyim yaşamımız boyunca Üstad’ın bulunduğu
gelişmişlik düzeyi, bizim tüm duygu ve düşüncelerimizin
üstünde kalmış ve takdirimizin üzerine çıkmıştır.
Burada yanılıyor muyuz, bilmiyorum. Yalnız bugün benim için
bir realite olan şey şudur ki, bizim şu andaki
kabiliyetlerimiz bu yüksek plandaki varlıkların olgunluk
düzeylerini takdir etmeye uygun değildir. Buna karşın,
Üstad’ın birçok kez; “Bizler de hatadan arınmış
değiliz.” demesi bizim için, belki çok kimselerin
kavrayamayacağı derin anlamları içerir. Aşağıdaki tebliğler de
aynı fikirlerin ayrıntılarını içermektedir.
(3)
“Şunu biliniz ki, dünyanızda, ne kadar yüksek olursa olsun,
hatalardan arınmış bir fert yoktur. Her zaman bazı şeylerin
hatalı tarafları olduğunu göz önünde tutunuz. Tüm hakikati
anlayamazsınız.”
Hatta, dünyanın ağır yaşamından kurtulmuş ama henüz tüm
maddesel bağlarını çözmemiş varlıkların bile hatadan arınmış
olmayacakları düşünülürse; bizler gibi dünyada şimdi
yaşayanların hatasız olacaklarını varsaymak gülünç olur.
Hata özellikle dünyamızdakilerin olgunlaşma yolunda
geçirecekleri deneyim türlerinden biri olarak kabul
edilebilir. Deneyim ve hata birbirini yürütür ve tamamlar /
bütünler. Dolayısıyla hatasız bir deneyim yaşamının anlamı
yoktur. Her hakikati, kolayca ve ceht sergilemeden ve hatasız
bir şekilde elde edebileceğimize inandığımız anda,
etkinliğimiz durur. Oysa ki, insanın madde evrenindeki
varlığı, maddeler üzerindeki tesirliliğini arttırmak içindir
ki, bu da, ruhun etkinliğini kullanmaya alışmasıyla olasıdır.
Cehd etme gereğini duymayan bir ruh duraganlığa mahkumdur ve
bu durum ruhun özünde bulunan tesirlilik melekesiyle asla
bağdaşmaz. Ayrıca, unutulmamalıdır ki; insanın cehtini
kamçılayan ve sürdüren en önemli etmenlerden biri de,
aldanmaları sonucunda ortaya çıkan durumudur. Şimdi vereceğim
tamamlayıcı tebliğler bizi bu konuda daha çok aydınlatacaktır:
“Siz dünyada hakikatlere nasıl binbir güçlükle
kavuşabiliyorsanız; o kadar güçlükle, bu ahret bilgilerine
kavuşabilirsiniz. Yoksa varlık dünyadaki kuralların aksine
hareket etmiş olur… Çünkü dünya işlerinde birçok aldanma
vardır. Unutmayınız ki, sizin dünyanızda her şey bir
çalışmanın ve bir cehdin meyvesidir. Siz, dünyanızdan çıkmış
değilsiniz. Sizi görüp gözeten ruhlar da sizi hayata
sürükleyebilir. Yeter ki, sizler dünyadaki kuralları ihlal
etmeyesiniz.”
Bu son cümle hemen fikirleri alt üst edebilir. Nasıl ki, ilk
işittiğimiz zaman, bizde de aynı şeyi yapmıştı. Çünkü
insanların (“bedensiz” ) rehberleri ve
yardımcıları tarafından hataya itilmesi fikri, böyle bir
düşünce tarzına henüz alışmamış olanların zihnini
karıştırabilir. İşte biz bu şaşırmışlık hali içinde Üstad’a
şöyle bir soru yöneltmiştik: Bu son ifadenizi biraz açar
mısınız? Aldığımız yanıt doyurucu olmuştu. Bu yanıt aynı
zamanda şimdiye kadar aldığımız bilgilerin iyi bir özetini
oluşturmuştu:
“Siz dünyasal yasalara bağımlısınız. Sizleri yasaların
kapsamının dışına çıkararak kurtarmak lehinize olmaz. Başka
türlü ifadesiyle, sizleri; cehitsiz ve hatasız he hakikate
ulaştırmak hayrınıza bir şey değildir.”
Bu sözlerin iyice irdelenmesinden sonra, görüp gözetmenin,
hataya sevk olunmakla ilgisi daha iyi anlaşılır. Üstad’ın
açıklamalarını incelemeyi sürdürelim:
“Dünyada isabet ile hatanın yan yana gittiğini, hakikat ile
sevabın birlikte gittiklerini de belirtim. Nasıl ki,
aldanacaksınız ve hamle yapacaksınız… Böyle böyle aldanarak,
hamleyi arttırarak aradaki fazla bilgiden yararlanacaksınız…
Her zaman yinelediğim gibi, hakikatleri kolayca ve zahmetsizce
tebliğ edemen. Bu sizin yararınıza olmadığı gibi, içinde
bulunduğunuz dünyanın yasalarına da karşıdır… Yalnız size ufak
bir gerçeği bildirmekte sakınca yok ama gelecekte cehitlerle
ve hatalarla ortaya çıkaracağınız hakikatleri birer birer
anlatacak durumda olmadığımı bir kez daha yinelemeliyim .”
Buradaki güçsüzlük, keyfi ya da rastgele bir durum gibi
sanılmamaktadır. Yer yer geçen ifadelerdende anlaşıldığı gibi,
bu doğa yasalarının değişmez bir sonucudur ve hiçbir varlığın
iradesi bunun önüne geçemez. Fakat şunu da unutmayalım ki, her
şeyde olduğu gibi burada da doğa yasaları sürekli olarak
bizlerin gelişimimize yarayıcı sonuçlar doğurur.
Sonunda sevgili Üstadımız, bu konudaki son görüşmemizde, son
celselerini (4)
yine bu konuyla ilgili tebliğleriyle kapatmışlardır:
“….öteki bir kısım hatalar dünyamızda geçerli yasalar gereği
olarak kalacaktır. Hatalar insanlara, yeni hamle yapmak ve
daha büyük hatalara düşmemek gibi yararlar sağlar. Tebrikler,
sevgiler, hoşça kalın.”
Zaten doğal yaşamımızın bize bu hükümlerin en canlı
örneklerini bol bol verir. Hangi insanoğlu ta doğduğu günden
itibaren tüm yaşam programını kesin olarak ve önceden
bilmektedir? O bir kez gözü kapalı olarak yaşama karıştıktan
sonra, yaşam koşullarının sonsuz, sürekli sarp ve dikenli
yollarında yuvarlanmaya yürümeye çalışır. Yarın ne olacak,
başladığı bir işin sonunda başına ne gelecek?
Tüm bunlar meçhul olmakla birlikte, o yürümeyi sürdürür.
Burada ona güç ve cesaret veren bir tek etmen vardır; o da,
genellikle aldatan ümit… Bununla birlikte, belki ümitler boşa
gider, belki emeller gerçekleşmez ama bu yolda sarf edilmiş
cehitlerin hiçbiri ziyan olmuş değildir. Çünkü esasen
sergilenen cehitlerin amacı, kesinlikle gerçekleşmek olan,
bizim asla düşünemediğimiz ve hatta tasavvur bile edemediğimiz
daha yararlı hedeflere yönelikti. Dolayısıyla bir konuda
cehtedilmiş ve bizim bilgimiz dışındaki amacı gerçekleşmiştir.
Bunun, dünyasal anlayışların esareti altında beklediğimiz,
görünüşteşu ya da bu sonucu vermemesi; olsa olsa ancak onların
karşısında vereceğimiz tepkiler bakımından önemli olabilir.
Görüldüğü gibi bu da bir aldanma..
Dünyadaki aktif ve yaratıcı insanların yaşamlarını
araştırırsanız, istisnasız olarak onların kendilerini
sıradanlıktan ve klasiklikten kendilerini kurtarmış
olduklarını görürsünüz. Hata yapmaktan ve hatasını kabul ve
itiraf etmekten korkanlara karşı ilim kapıları kapalı kalır;
çünkü bu tutum kişiyi cesaretsiz ve uyuşuk yapar. Bunun yanı
sıra, iyi niyetli ve iyilik için çalışan kimselerin düşeceği
hatalar yükseltici kuvvetler içerir. Böyle bir hatayı itiraf
ve kabul ederken, o kimse sıkılmaz sevinir. Bu sevinç, hataya
düşmüş olduğu için değil, onu keşfedebileceği içindir; çünkü
bu tutum, onun bir ilerleme adımı olmuştur.
Bir öğrenci, öğrenmek için birçok hata yapacaktır. Bir çırak
elbette ki hatalar yapacaktır. Bunun gibi, uygulama alanı olan
dünyamızın insanları da hatalar yapacaklardır. Yeter ki bu
hatalar kasten ve kötü amaçla yapılmış olmasın; eğer böyle ise
esasen onlar hata kapsamından çıkar. Şu halde tekamül yolunda
hata yapmak kişinin hakkıdır; ona bu hakkı tanımayarak,
özgürlüğüne yönelik saldırı, görünüşte iyi gibi olsa da,
gerçekten zararlıdır.
Demek
ki, akıllı bir kimse, kendisinden daha yüksek düşünen ve
duyanlara karşı büyük bir saygı gösterirken, geri realitelerde
yaşayan küçük kardeşlerine de geniş bir hoşgörü duygusu
besler. Ayrıca da bilir ki, bu küçük kardeşi ne kadar
hatalarda yuvarlanıyorsa, kendisi de o kadar hatadan kurtulmuş
değildir. |