Kitabımızın
bundan önceki bölümlerinde, içtepilerin ve hatta fobilerin
bir kısım nedenleri hakkında bazı şeyler söylemiştik.
Fakat bu tezâhürler bazen daha ileri giderek, bir önceki yaşamın
olaylarıyla ilgili bazı fikirleri de içerebilirler. Bunlara
tam bir anımsa denemez. Yani bunlarda fikir olarak oluşmuş
bir bilgi yoktur; daha çok, bazı olaylar hakkında duygular ve
tanımalar şeklindedir ve pek az fikir içerirler. Genellikle,
ortada bu duyguları tahrik edici belli hiçbir neden görünmez.
Klasik bilgilerimizle bunları açıklamak istediğimiz zaman, büyük
güçlüklerle karşılaşırız.
Tüm olaylarda olduğu gibi, burada da ruhsal tezahürlerin
birbirinden çok az belirgin nüanslarla ayrılmış şekilleri
vardır. Bu durumlar dikkat bile çekmeyecek kadar belirsiz içtepiler
ve içgüdülerden başlayıp (farklı renklerin birbirine geçişleri
gibi) ortaya çıkan sâbit fikirler, fobiler, dejavüler ve
nihayet “daha dünmüş gibi” net ve canlı anımsamalar şeklinde
belirgin tezâhürlere kadar gider. Geçmiş yaşamların
izlenimleriyle ilgili ruhsal tezâhürlerin ilkel şeklinden;
yani; içtepiler ve içgüdülerden bu izlenimlerin en yüksek
derecesinde rastgelebildiğimiz anımsamalara kadar derece
derece belirginleşen şekillerini tekrardoğuş olgusunun
lehinde kuvvetli birer kanıt olarak kitabımızın kapsamı içinde
ele almaktayız. Şu halde bu konunun incelenmesi yapılırken,
sonlara doğru verdiğimiz örneklerde sanki biraz anı kırıntısı
şeklini almaya başladıkları görülecektir.
İç Tepiler
Geçmiş yaşamlardan
anı olarak kalmış izlenimlerin en belirsiz şekli bazı içtepiler
ve sevki tabilerdir. Bunlar fikir alanından uzaktır. Bununla
beraber, varlığı, sanki bir düşünce ürünüymüş gibi,
belirli bir hedefe doğru sürükleyici içeriktedirler.
Sevkitabilerin
ve içtepilerin bir çoğu, hattâ en çoğu kökenlerini geçmiş
yaşam(lar)dan almış olmakla beraber, bir kısmını nemalandıracak
olaylar da şimdiki yaşamda geçmiş olabilir. Bu olaylar ruhta
gizlice yerleşmiş bulunabilir. Bu konuyla ilgili bazı
durumları kitabımızın 656.sayfasında ele almıştık. Esâsen
ruhsal yaşamın bir dünyada geçen kısmı, önceki dünyalarda
geçmiş kısımlarının devâmından ibârettir. Bundan dolayı,
iç duygularını doğuran olaylar dünyadaki yaşam evreleriyle
ayrılan maddesel aşamaları birer birer çiğneyerek geçmişe
doğru uzayıp gider.
Şu halde,
herhangi bir sevki
tabinin ya da içtepinin bu yaşamda mı ya da geçmiş
yaşamlardan birinde mi kazanılmış olduğunu araştırmadan
önce, onların kökenleri hakkında kesin hükümler vermek doğru
olmaz. Bunun için de tekrardoğuş konusunu kesinlikle gözden
geçirmek gerekir. Örneğin bazı akademik yaklaşımlara göre,
birçok sevkitabileri
ve içtepileri “atavizma teorisi” ile açıklamak noksan bir
yaklaşım olur. Çünkü birçok metapsişik deneyler, bir bakıma,
duygulardan çoğunu kadim zamanlarla ilgili olayların doğurduğu
kişisel teşkillerden ile geldiğini gösteriyor. Biz bu
duygulara neden olan olayların içeriklerini bazen bu
deneylerde ortaya koyabiliyoruz.
Esâsen klasik
psikolojinin dışına taşmış, akademiye mensup bazı bilim
insanlarının son araştırmaları da yönlerini bu yoldaki çalışma
alanlarına doğru çevirmiş bulunuyor(Froydizma). Bununla
birlikte; ne klasik psikolojiyle ilgili düşünceler
(atavizma), ne de günümüz teorileri (cinsiyetle ilgili eğilim
teorisi) tüm bu sevkitabiler
ve içtepileri tekrardoğuş yoluyla olduğu kadar açık, kanıtlanmış
ve mantıklı bir şekilde açıklamaya uygun ve yeterli değildir.
Bu sözün, gereğince hakkını verebilmek için tekrar tekrar
doğuşlar olgusunu iyice incelemiş ve anlamış olmak gerekir.
Şu halde, bu
duygulardan burada söz konusu etmek yararlı olacaktır. Bunun
için önce, serkitabelere
ve içtepilere ilişkin bazı örnekler vermek istiyoruz. Bu şekilde,
bunların ille de geçmiş bir olay ile bağlantılı
bulunduklarını belirginleştirmek olanaklı duruma gelecektir
ki, bu da ileriki açıklamalarımıza ışık tutacaktır:
Örnekler
I. Adana’da
asfalt bir caddede faytonla gidiyordum. Yaklaşık yarım
saatlik uzunluğunda olan bu caddenin bir yerinde at birden bire
durdu. Arabacı yere indi, hayvanı başından tutup yürüterek
tekrar bindi. Bunun nedenini sordum. Arabacı, yaklaşık iki ay
önce yağmurlu bir havada buradan geçerken, tam bu noktada
hayvanın ayağı kayarak yere yıkıldığını ve o zamandan
beri buraya gelince atının durmayı huy edindiğini söyledi.
II.
Kabil’deyken göreve gitmek için, uzunluğu bir saat kadar süren
bir yolu haftada iki kez arabayla geçmek zorunda bulunuyordum.
Bu uzun yolun bir yerinde bulunan çalıştığım kuruma doğru
ince bir yol ayrılıveriyordu. Fakat oraya gelinceye kadar
bunca benzer başka yolları da bulunması, bu yolun son derece
belirsizce ayrılıvermesi beni alışıncaya kadar uzun süre
şaşırtmıştı. Bununla birlikte arabayı çeken at bu yolu
sanki uyurken bile bulacak kadar kolaylıkla tanıyor ve o
noktaya gelince kendiliğinden oraya sapıyordu. Bu at, yıllardan
beri bu yolun emektar yolcusuydu.
III. Henüz
lisedeyken edebiyat öğretmenimizden sınıfta şu Ömer
Seyfettin öyküsünü dinlemiştim: “…de bulunuyordum.
Orada ne zaman kabineye gitsem, canım denizde yüzmek isterdi.
Bu, o kadar belirgin ve güçlü bir arzu olarak içimde
belirirdi ki, tüm irâdeme karşın, kendimi bu arzudan
kurtaramazdım. Bunun nedenini bulmak için uzun zaman aklımı
zorladım, fakat bir türlü bulamadım. Sonunda bir gün bu
konu haloldu: Kabinede pencerelere dikkatlice baktığım zaman,
çam dallarının oraya konmuş bulunduğunu gördüm. Onlardan
hafifçe bir çam kokusu geliyordu. O zaman aklıma geldi: Ben
yirmi yıl öncesine kadar bir deniz hamamına giderdim. O hamamın
çevresi çam ağaçları ile örtülmüştü ! ”
IV. Deneysel
ruhçuluk literatüründe bu konuyu aydınlatıcı bir çok örnek
bulunuyor. Örneğin X şahsı, nedenini bilmediği halde, bir köprüden
ürkeklik hissi duymadan geçemez. Hiçbir şeyden korkmayan
cesur, aslan gibi bir yiğidin küçücük bir at sineğinden ödü
kopar.
Benim bir
kedim vardı; bu hayvan henüz memedeyken, bana getirilmişti.
Bundan dolayı, onun çevresinde olup bitenler hakkında bir
deneyimi yoktu. Örneğin, arı ile büyükçe bir sinekten,
hangisinin daha zararlı olabileceğini henüz deneyimlememişti.
Buna karşın, büyük ve gürültüyle uçan sineklerin üzerine
korkusuzca atlar, onları yakalar ama ufacık bir arıyı görünce;
asla yaklaşmaz, hatta ondan uzaklaşırdı.
Tüm bu
olaylar, ruhçulukla bir takım isimlerle anılır ve tekrardoğuş
görüşü dışındaki düşüncelerle açıklanmaya çalışılır.
Bu açıklamalar birçok noktalarda doyurucu değildir. Eğer
deneysel ruhçuluk yollarında, bu olayların gerçek
nedenlerine nüfuz etmeye çalışılırsa, sözcükler
bulmaktan ya da anlaşılması zor hipotezlere saplanmaktan daha
verimli ve aydınlatıcı sonuçlara varmak olası duruma gelir.
V. Witgenstein
tarafından yapılmış bir deney buraya kısaltılarak alınmıştır:
“Nieder Valley’deki evinde belirgin yetenekleri olan bir
medyom ile bazı deneysel çalışmalar yaparken, canlı bir
insanın uyuduğu sırada, ruhunu dâvet edip edemeyeceğimizi
ruhlardan sorduk. Bu sorumuzdan biraz sonra, medyomun yanındaki
masa üzerine tavandan bir madalyon düştü. Bu, küçük bir
tunçtan yapılmış yumurta biçimli bir madalyondu. Bir tarafında
İsa peygamber’in öteki tarafından Hz. Meryem’in resmi
vardı; 16.YY.’da yapılmış bir şeye benziyordu. Medyomla
bağlantı kuran ruh, bunun; şiddetli bir ölümle öte âleme
geçmiş birisine ait olduğunu söyledi ve bu şahsın
Almanya’da olduğunu ekledi. Bu madalyon, bizimle onu taşıyan
kimse arasındaki seyyalevi bağlantıyı sağlamaya yarayacaktı,
bu nedenle bize gönderilmişti. Bizden, bu madalyon sâhibinin
ıstıraplı obsesyondan kurtarılması için yardım
isteniyordu. Bu şahsın adı “A” harfiyle başlıyordu. Bir
sonraki oturumda da aynı çalışmayı sürdürdük; aynı varlık
yine medyomla bağlantı kurmuştu ve aramızda şu konuşma geçti:
- Bize adınızı söyler
misiniz?
- Henüz söyleyemem.
Bu madalyonu taşıdığım zaman, Fransa’da 14.Louis devrinde
yaşıyordum. Rahibesi bulunduğum manastırın bir
pansiyonerini kaçırmak isteyen bir adam tarafından öldürüldüm.
O, beni öldürdükten sonra korktum ve hizmetçinin yardımıyla
beni uygun gördüğü bir yere gömdü. Bu yerin üzerinde şimdi
bir ev var. Benim cesedim bahçededir.
- Burası neresi?
- Pré aux Cleves
……………Ben onları affedemiyorum. Şimdi bile size çok
zorlanarak yanıt veriyorum. Çünkü o kiliseye musallat olmak
itilimiyle ruhum Dreux’e gitmeye zorlanıyor. Bu, geceleri
bizi güçlendiren iyi ruhlarla iyileştirme girerek gelişmeme
engel olan berbat bir telkindir. Emil, bundan kurtulmama yardım
ediniz.
- Şimdiki
enkarnasyonunuz da, önceki enkernasyonunuzla ilgili anılar var
mıdır?
- Başımdan
yaralanarak şiddetli bir ölümle ölecekmişim gibi, korku içindeyim.
Bu korku bazen beni asabileştiriyor. Şimdi anlıyorum ki, bu
durum, geçmişin bir yansımasıdır. Aynı zamanda ben ara sıra
papaz giyimli adamları ve öldürmek için onlara hücum eden
katilleri rüyamda görüyorum.
- Nerede
oturuyorsunuz?
Medyom güçlükle
“f” harfi ile “Fu” hecesini yazdı.
Ben şiddetle bağırdım:
Fulda. Aynı zamanda medyom da haykırarak elektrik çarpmış
gibi sıçradı ve iskemlesiyle hemen hemen arkaya yıkılacak
duruma geldi. Bu ruh, Fulda’da önemli bir mevkiye sâhip,
kuzinim Amelie de Y…….. idi. Uzun bir sessizlikten sonra
sordum:
- Medyomu neden bu
kadar sarstınız?
- Bunu sizin
bilmenizi henüz istemiyorum.
- Ben sizin gerçekten
kuzinim olduğunuzdan ve bizimle eğlenmek isteyen sahtekâr bir
ruh olmadığınızdan nasıl emin olabilirim?
- Yakında görüştüğünüz
zaman, ara sıra öldürülüyor musun gibi rüyalar görüp görmediğimi
benden sorunuz. Ben size “Hayır” diyeceğim. Fakat bazen de
bir papazın bazı akılsızlar tarafından öldürüldüğünü
görüyorum. Keza bana madolyonu da gösterebilirsiniz. O zaman,
sanki onu daha önceleri görmüşüm gibi bir hale gireceğim.
Birkaç ay
sonra , kuzinime, hemşirenin evinde rast geldim. O, her zamanki
tavırları içinde, ruhçuluk hakkındaki îmanımla alay
etmeye başladı; bunların hepsinin birer illüzyon ve boş şeyler
olduğunu söylüyordu. Ben ise onun bu hücumlarına
hiddetlenmeden neşe ile yanıtlar veriyordum. Sonunda ona
katlediliyormuş gibi rüyalar görüp görmediğini sordum. Önce,
“Hayır” dedi. Ama çok geçmeden, şunları ekledi: Tatsız
bir rüya, daha doğrusu bir tür kabus beni izler ve
sinirlendirir. Ertesi gün keyfimi kaçırır, dedi. Bu rüyanın
ayrıntıları hakkındaki ısrarım üzerine, resmi elbisesiyle
bir Katolik papazı gördüğünü, bunun yanmakta olan
kiliseden kaçtığını ve onu öldürmek isteyen silahlı
adamların kovaladığını söyledi. Ben konuyu değiştirdikten
sonra, sanki bir antikacı dükkanından almışım gibi yaparak
ona madalyonu gösterdim. Elinde evirip çevirerek madalyonu bir
süre incelemeye koyuldu.
- Ne oluyorsun çok
baktın? dedim.
Bunun bana neden bu
kadar yakın geldiğini kendi kendime açıklayamıyorum, dedi
ve ekledi; bu madalyonu bir zamanlar taşımışım gibi bir
etki aldım fakat bunu nerede / ne zaman olduğunu anımsayamıyorum.
Bundan sonra
Prens, kuzinine, ruhsal bağlantı çalışmasında geçen şeylerin
tüm ayrıntısını anlatıyor. Kadın, yazıları (celse
tutanaklarını) görmek istiyor. Fakat Prens Kontesin yazısı
ile, ruh tarafından medyoma yazdırılan yazının birbirini
tutmadığını biliyor. Çünkü kendisi yeğeninden Almanca
mektuplar alıyordu. Fakat kadın yazılarını görünce, tamamıyla
kendi el yazısı olduğunu söylüyor ve bağırarak; kurşun
kalemi kullandığı zaman böyle yazdığını, yazı kalemi
kullandığı zaman prense gönderdiği mektuplarda olduğu gibi
yazdığını ekliyordu. Gerçekten de, prens kendisine kurşun
kalemiyle yazdığı zaman, iki yazının tamamıyla birbirine
benzediğini görüyor.” Witgenstein’in yaptığı çalışma
böylece bitiyor.
Hayvanlarla ilgili örneklerimize
geri dönecek olursak; bliriz ki, hayvanda düşünme yetisi henüz
ortaya çıkmamıştır. Onlar içgüdüleriyle hareket ederler.
Nasıl ki birinci hayvanın yolda durması; “Evvelce ben
burada düşmüştüm, tekrar düşmemek için dikkat
etmeliyim…” düşüncesiyle olmamıştır. O, bu noktaya
gelince, ruhunda izleri var olan geçmişteki olayla ilgili
korku izleniminin etkisiyle ve yalnız o zamana ve mekâna özgü
olmak üzere şuursuz bir şekilde durmuştur. Atın bu durumu
ile, daha önceden belirtilen P.Janet’in süjesinin şarkı söylemesi
arasında psikolojik otomatizma bakımından hiçbir fark
yoktur. Benzer şekilde, ikincisi hayvanın senatoryum yoluna
sapması da hiçbir düşünce ürünü olmaksızın, aynı
otomatizma ile ortaya çıkmış bir harekettir. Fakat dikkat
edilirse, tüm bu içsel duyguların doğmasında, olaylar hâlinde
geçmiş birer nedenin var olduğu görülür. Bu nedenler
atlarla ilgili örneklerde şimdiki yaşamla ilgili olarak görülüyor.
Bununla birlikte, kedi örneğinde, onun arıdan korkma
duygusunun nedenini şimdiki genç yaşamında bulamıyoruz.
Atalarla ilgili hipotez burada, konuyu açıklamaktan çok, karışık
ve anlaşılmaz duruma sokar. Şu halde kedinin bu duygusunu doğuran
olayı yakalamak için onun geçmiş yaşamlarına uzanmak
gerekir.
Beşinci örnekteki
öyküde ise daha toplu ve öğretici noktalar vardır: Burada söz
konusu olan kadın, yüzyıllar önce geçirmiş olduğu bir yaşamın
hâlâ etkisi altındadır. Kendisinin manastırda öldürülmesiyle
ilgili izlenimler, hâttâ az çok fikir elemanlarını da içerircesine
bir takım rüyalar şeklinde onu izlemektedir. Bundan başka yüzyıllar
önce tanımış olduğu bir objeyi açık bir fikirle bir arada
olmamakla birlikte, anımsayabilmesi ve onun etkisi altında dalıp
gitmesi, bu konu üzerinde bizleri düşündürmeye yetmez mi?
|