Yaratılış imajinasyon ile başlar.
İmajinasyodan da önce irâde söz konusdur. Bu nedenle, asıl
konumuz olan imajinasyona girmeden önce, irâde kavramıyla ilgili bilgilerimizi gözden geçireceğiz.
Ancak, irâdeye sâhip olmak canlılığın bir belirtisi,
canlılara özgü bir nitelik ve canlılıkla birlikte
var olan bir melekedir. Bu nedenle irâde ile imajinasyon arasındaki
bağlantıya girmeden önce, can
ve canlı sözcüklerinden ne
kastedildiğine bakalım:
Enkarne varlıklarda irâdenin başladığı ruhsal gelişim düzeyi
hayvanlık düzeyidir, bitkilerde irâde yoktur. İrâde
melekesinin ilk ortaya çıktığı aşama hayvanlık aşamasıdır.
İrâde melekesi; hayvanlık aşamasından başlayarak, beşer
ve beşer üstü aşamalarda sürüp gider. İrâdenin başladığı
gelişim düzeyinin genel gelişim süreci içindeki adı can
aşaması'dır. Bu duruma göre, bitkilere enkarne
durumda bulunan ruhlar henüz can
aşaması'nda değildir. Varlığın
gelişim süreci içinde can
aşaması, kat edilip geçilecek bir merhaledir. Beşeriyet
mertebesinden sonraki bir gelişim aşamasından sonra, irâde
melekesi bizim anlayamayacağımız daha yüksek melekelerin yanında
şimdiki önemini yitirecektir. İrâde, canlı varlıkların
(hayvan, beşer) bir şeyi istemesidir. O halde canlı olmayan
varlıkların (hayvan altı) irâde beyanında bulunmaları düşünülemez.
Bu arada, irâde ile arzu'nun
aynı şeyler olmadığını belirtmekte de yarar vardır: Arzu,
bir şeye karşı sâdece eğilimdir ve daha çok, nefs kaynaklıdır.
Arzu ile irâde arasında çok fark vardır. Çünkü eğilim gösterilen
şeyin, yönünde irâde bildiriminde bulunmak ayrı bir şeydir:
Bir şeye eğilim gösterebilirsiniz ama onu istemeyebilirsiniz,
irâde bildiriminde bulunmayabilirsiniz. Arzu, belki; irâde aşamasına
geçmemiş eğilimdir(temâyül). Bireyde arzu (eğilim, temâyül)
var ama bu arzu irâde aşamasına (fiiliyata yönelik bir
etkinliğe / eyleme) geçmemiş olabilir. Arzu, irâdeye dönüşmeden,
imajinasyon başlamıyor. Arzuda ruhsal bir eğilim yokken, irâdede
bilfiil istemeye yönelik bir ruhsal eğilim ve dolayısıyla
imajinasyon vardır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, imajinasyonun bir önceki aşaması
irâdedir ama arzu değildir. Başka türlü bir söylem ile,
imajinasyonun sâdece başlaması değil, bitişi de irâde
iledir. İmajinasyon irâdesiz olamaz ve irâdesiz süremez. İmajinasyonu
yönlendiren ve yöneten irâdedir.
Ancak, ruhun maddeye bağlılığı yüzünden; yani, şuur
daralmasından ve kapanmasından(1) dolayı irâde şuura geçmeyebilir. Yani, kendi irâde etkinliğinden
haberdar olmayabilir. Dolayısıyla bir enkarene varlık beşerî
ve dünyasal / maddesel koşullandırmalara kapılmış, iğvanın
kurbanı olmuş(2) ve maddesel değerlerle ne kadar özdeşleşmiş
ise, irâdî etkinliklerinden o kadar habersizdir. Hatta
hayvanlar irâdeye sâhip olmalarına rağmen,onların kendi irâdelerinden
habersiz oluşları bundandır (maddesel esâret altında oluşlarından).
İleri hayvanlık düzeylerinde ve beşerî aşamada, enkarne
varlık maddenin esâretinden kurtulabildiği ölçüde, kendi
irâdesini fark eder düzeye gelir. Maddeye bağımlılık,
serbest irâdeyle ilgili şuura sâhip olma farkındalığını
engeller. Örneğin, varlık spatyumun ilk aşamalarında, irâdeye
elbette ki sâhiptir ama bırakıp geldiği bedenli yaşama hâla
bağlılığından dolayı bunun (irâdeye sahip olduğunun)
farkında değildir. Bundan dolayı da, spatyomun bu ilk aşamasında
irâde
dışı imajinasyon (kendiliğinden imajinasyon) varlığı
bir süre etkisi altında tutar.(3)
Tüm varlıkların, kendi imajinatif etkinliklerinin tesirliliği
altında olduklarını söyleyemeyiz: Kendi imajinatif
melekeleri belli bir düzeye gelmemiş varlıklara,
imajinasyonda yol kat etmiş olanlar yardım eder. Bir ruh varlığına
egemen olan başka bir ruh varlığı; onun maddeleri üzerine,
imajinatif etkinliği ile ve bu varlığın irâdesini
kullanarak etkili olabilir ki, bu durum genellikle telkin ile (
ya da telkin altında kalmak ile) karıştırılır.
Bunun deneysel örneklerini hipnotik çalışmalarda görürüz(4).
Hipnozda, operatörün etkisi altında bulunan süje, operetörün
oluşturduğu imajlara, (kendi serbest irâdesiyle) uyar. Burada
en önemli koşul; süjenin irâdesinin her noktada, operatörünki
ile uyuşma / örtüşme durumunda olmasıdır. Bu uygunluk ve
örtüşme için, en uygun deneysel koşullar hipnoz durumunda
ortaya çıkar. Ama
bu durum, genellikle, yukarıda da belirttiğimiz gibi, telkin
ve kendi kendine telkin şeklinde
ifâde edilir. Böyle ifâde edilse bile, telkin içeriğinin
de imajinasyona dayandığı ortadadır. Bu arada, hayvanlara
telkin yapılamamasının açıklaması da ortadadır:
Hayvanlara telkin yapılamaz, çünkü onlar imajinasyon
melekesinden yoksundurlar.
İşte buraya kadar anlatılan esaslardan hareketle, spatyomdaki
bir varlık da dünya yaşamında gerçekleştireceği beden ve
yaşam şeklini orada (spatyomda) imajinatif etkinliklerde
bulunarak saptar. Bu etkinliğin tesirliliği, varlık enkarne
olduktan sonra (bedensel ben üzerinde) egemenliğini korur ama
enkarne varlık(birey) bunu anımsamaktan (yani, spatyumda kendi
oluşturduğu imajinatif maketlere göre, kendi imajinatif
maketlerine / kalıplarına göre yaşamakta olduğunu anımsamaktan)
acizdir. İrâdemizin bu tesirliliği o kadar kapsamlıdır ve
bizler kendi irâdemizden o kadar habersiziz ki, (bu nedenle) böyle
bir gerçeğin olduğunu rahatlıkla reddedenlerimizin sayısı
az değildir.
İmajinasyon
ve İmaj
Varlığın imajinasyon etkinliğinin kesinlikle ortaya çıkan
bir sonucu vardır ki (varlığın haberi olsun olmasın) bu
sonuca imaj denir. Bir irâde sonucu ortaya çıkan imajı bulabilmek,
onun sâhibini bulmak demektir. Bununla birlikte imajlar, sâhiplerinden
başka varlıklardan da kaynaklanır. Bu hal onların, başkaları
tarafından benimsenmiş olmalarından ileri gelir. Şu halde,
bir imajın gerçek sâhibini bulmak için, onun kimden
kaynaklandığını bilmek asla yeterli değildir.
İmajinasyonda, ruh varlığının kurucu
bir etkinliği vardır. İmajlar ise varlığa saprofit(çürükçül)
olarak enjekte ve empoze edilmiş de olabilir. Bunun açık-seçik
örneklerini sanat eserlerinde görebiliriz: Örneğin,
Goethe’ nin Faust’u,
Beethoven’in Beşinci
senfonisi bu sanatkârların özbenliklerinde sûretlenmiş
ve canlanmış birer imajdır. Oysa ki, Faust
ile Beşinci Senfoni’ yi ruhlarında
istedikleri zaman yeniden ayniyle yaşatabilen (hatta onları başkalarının
ruhlarında da yaşatmaya muktedir olan pek çok insan
bulunabilir. Ama bunların hiç birisi bu eserlerin sâhibi sayılmaz.
Bu durum; bir makineyi imâl eden mühendis ile, onu çalıştıran
işçilere benzer.
Hayvanlarda da durum böyledir. Hayvanların iradeleri vardır
ama imajinasyonları yoktur. Bununla beraber; onların bazı işlerine
bakarak, hayvanlarda da imajinasyon olduğu zannına kapılabiliriz.
Fakat unutmamalıdır ki, bunlar her zaman, kendilerinden yüksek
varlıkların hazırlamış oldukları imajlara göre
iradelerini kullanırlar. Bir hayvanın kendi iradesiyle imajlar
oluşturmak kudreti yoktur. Bundan dolayı da hayvanlar yeni şeyleri,
eski bildiklerine eklemek gibi bir beceriye sahip değildir.
Özellikle ehlileştirilmiş bir hayvanın hareketlerinde belli
bir plana uygun ve belli bir hedefe yönelik işler vardır. Bu
işler hayvanın iradesiyle olur ama onun iradesini kullanması,
sahibinin imajinasyonu doğrultusunda oluşan bir yönlendirmeye
bağlıdır. Örneğin, bir yük arabası beygirini alalım: İmajinasyondan
mahrum olan bu hayvan; yer, içer, hareket eder, ürer vb. Ama
bu etkinliklerin hiç biri hakkında onun kafasında önceden
tasarlanmış bir plan yoktur. Bununla birlikte onun birçok
hareketlerinde amaçlı bir plana uygun işler de yok değildir:
Sahibi tarafından arabaya koşulur ve beygirin çektiği o
araba ile amaçlı ve planlı işler yapılır. Bu işler kuşkusuz
beygirin irâdesiyle olur; yani, herhangi bir nedenle beygir
istemez ise araba yürümez. Ancak beygirin bu iradesini
kullanması, sahibinin kırbacının tesiriyle olur. Dolayısıyla,
beygire bu hareketi yaptıran etmen dışarıdan (hayvanın
sahibinden, arabacıdan) gelmektedir. O halde, zâhiren beygirin
eseri gibi görünen iş; gerçekte hayvanın değil, arabacınındır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, bir işin ya da bir oluşun ortaya
çıkmasında tek başına hiçbir tesirliliği olmayan irade,
başkalarının imajlarına uyduğu (onlar tarafından yönlendirildiği
zaman) o imajların gerçekleşmesinde önemli roller oynar.
İmajinasyon
ve Tekâmül
İmajinasyonun, irâdeyle olduğu kadar, tekâmülle de ilgisi
vardır. Bu ilgi, varlığın tekâmülünü hızlandırıcı
nitelikli bir ilgidir. Bitkilerde irâde olmadığı için
imajinasyon da yoktur. İrâde hayvanlık düzeyinde ortaya çıkıyordu
ama onlar kendi iradelerini kullanarak imajinatif etkinliklerde
bulunabilecek düzeyde değildirler. Dolayısıyla hayvanlarda
irâde vardır (yeni ortaya çıkmıştır) ama bununla
imajinasyon yapabilecek durumda değildirler. Yani iradenin
mevcut olduğu bir varlıkta mutlaka imajinasyon olması şart
değildir. İşte hayvanların bu durumundan dolayı (tekâmül
düzeyleri gereği) onlar dış irâdelerin (kendilerininkinden
daha güçlü iradelerin) ve bu irâdelerle oluşturulmuş
imajların güdümü
altında hareket etmek durumundadırlar.
Tezâhürat âleminde tüm kudretler ruh melekelerinin ortaya çıkıp
gelişmesi oranında kazanılır: İdraklenme cehti şuurlanmayı;
irâde imajinasyonu;
imajinasyon yaratıcılığı doğurduğu gibi… Bu esastan
hareketle diyebiliriz ki, hayvanlarda kendiliğinden hareketin görülmesi,
onlardaki irâde melekesinin gelişimine bağlıdır. Nasıl ki
bitkiler hareket melekesinden yoksubdur… İrâde, hayvanlarda
hareket becerisini sağlarken; imajinasyon da insandaki
kuruculuk, yapıcılık kudretlerini geliştirir ki bu, beşer
ile hayvan arasındaki en önemli farktır. Eğer arılar,
binlerce yıldan beri, ne kadar özenli bakılırsa bakılsın;
yapmakta oldukları peteğin şeklini değiştiremiyorlarsa,
bunun nedenini imajinasyon yokluğunda aramak gerek.
Gelişim olgusu içinde, dünya varlıklarında önce irâde,
ondan sonra da imajinasyon melekesinin ortaya çıktığını
biliyoruz ama imajinasyonu, hangi yüksek melekenin izleyeceğini
henüz bilmiyoruz. Bununla birlikte imajinasyonun, ruhun olgunlaşmasıyla
(tekamüle paralel olarak) oraya çıktığı kesin. Ayrıca şunu
da gözden ırak tutmamak gerekir ki, ruhun tekâmül yolları
çok çeşitlidir. Bu yollardan bazıları; onun imajinasyon
melekesini, ötekiler de başka melekelerini ortaya çıkarmaya
ve geliştirmeye yönelik araçlar olabilir. Bu nedenle yukarıdaki
saptamalar, dünya gelişim ortamı içindir. Her gelişim ortamı
varlıkların belirli melekelerini geliştirmelerini sağlayacak
donanım ve olanaklara sahiptir. Ayrıca, bir varlıkta
majinasyonun bulunması, onun her alanda gelişmiş etmiş olduğunu,
tüm melekelerini geliştirmiş olduğu anlamına gelmez.
Tüm bu açıklamalardan sonra, anlaşılıyor ki, imajinasyonun
ruhsal gelişim üzerindeki etkisi büyüktür. İmajinasyon
melekesini geliştirdiği oranda varlık, tasavvur hâlinde
bulunan düşüncelerini uygulama alanına çıkarır ki; bu da,
varlığın tesirliliğini artırarak, gelişimini hızlandırır.
Dolayısıyla varlıklar, imajinasyon melekelerini geliştirdikçe,
daha gelişmiş (daha süptil) içsel gelişim araçlarına (ve
de zaman-mekân koşullarına) sâhip oluyorlar demektir. Öyleyse,
ruhun tekâmül ile imajinason melekesi arasında yakın ilişki
vardır, bu ilişkinin gelişimi paraleldir ve ayrıca,
imajinasyonun tekâmül hızlandırıcı etkisi vardır.
Ruhsal
Etkinlikler ve İmajinason
Bir aksiyonun gerçekleştirilmesinin ilk ve en önemli (olmazsa
olmaz) aşaması imajinasyondur. Yani, bizim gelişim ortamımızda,
ruhun maddeler üzerindeki tesirliliği ancak imajinasyon ile
olur. Başarıyla yapılan bir işte (o işin sâhibi bilsin /
bilmesin) kesinlikle imajinatif bir etkinlik sergilenmiştir.
Her hangi bir şeyin / işin oraya çıkarılmasında tek başına
iradenin doğrudan doğruya hiçbir tesirliliği yoktur. İrâde
ancak, imajinasyon melekesinin bir elemanı haline girdiği
zaman, o melekeyi sevk ve idare ederek olayların ortaya çıkmasında
etkili olur.
Bazen de öyle olur ki; görünürde hiçbir imajinatif etkinlik
yokken, bir kimse tarafından bir eser ortaya konur ve bu kimse
bu eser hakkında hiçbir imajinatif etkinlikte bulunmuş
olmayabilir. Bu eseri o kimse tarafından ortaya konulmasında
kuşkusuz, onun irâdesi rol oynamıştır. Tüm bunlara
bakarak, bu eserin imajinasyonsuz bir irâde ile orta çıktığına
hüküm vermek doğru olmaz.
Böyle bir durum iki bakımdan olasıdır: Birisi, imajların doğrudan
doğruya ikinci bir şahıs tarafından hazır olarak benimsenmiş
ve alınmış olması. Bir kompozitörün bestelediği bir parçayı
çalan / söyleyen bir virtiozda olduğu gibi… Burada eser
virtiozdan çıkar, onun iradesiyle olur, fakat kompozitörün
eseridir. Çünkü o, onun imajıdır. Bir eseri ortaya koyan
ile onu vücuda getirenin (yaratanın) aynı kişi olması
gerekli olmadığı gibi şart da değildir. “Eğer
bir varlığın imajinasyonu dışında gerçekleşmiş bir iş
varsa; o, onu yapan ruhun eseri olamaz. Bir işi gerçekleştirmiş
olan bir kimse o işin sâhibi sayılabilmesi için, o iş hakkında
imajinatif bir etkinlikte bulunmuş olmalıdır.”
Bir eserin ortaya çıkmasında imajinasyonun tezahür
etmemesinin ikinci yolu da; irâdenin şuur alanına geçmemesiyle
ilgilidir: Ruhun maddeye gömülmesiyle ortaya çıkan şuur
daralması ve kapanması nedeniyle (imajinasyonun ilk aşaması
olan) irâde, şuur alanına geçmemiş olabilir. Bu durumda,
imajinatif etkinliğinden birey haberdar olmamış olabilir. Örneğin,
uyku durumundayken, yapmış olduğu imajinatif etkinliğin
uyandıktan sonra, yani maddeye bağlılığını artırdıktan
sonra, onun egemenliği altına kalarak iş gören
süjenin bu konudaki imajinsyonundan haberdar olmaması,
sırf maddeye bağlanmış olmaktan dolayı şuur alanının
daralmasından ileri gelmiş bir durumdur.
Hayvanlarda da durum çoğu kez böyledir: Hayvan ruhlarının
bedenlenmezden önce, az çok imajinatif etkinlikleri vardır.
Fakat onların sıkı sıkıya maddeye bağlanmış olmaları, dünyada
bu melekelerini karartır. Yani hayvanlar bedenlenmeden önce
(“bedensiz” halde) yapmış oldukları imajnatif
etkinliklerin, onların bedenli haldeyken ortaya çıkışı iç
güdüler (insiyak) şeklinde olmaktadır.
Demek ki, enkarnasyon nedeniyle (maddeyle olan içiçelikten ve
özdeşleşmelerden dolayı) ruhun sâdece melekeleri gölgelenmekle
kalmıyor, şuuru da daralıp
kararıyor.(1) Bundan
dolayı varlık herhangi bir eylem ya da obje hakkında
imajinasyon yaptığının farkında olmasa bile; yine de o
imajinasyon etkinliği, eserini göstermektedir.
Görülüyor ki, eserlerimizin (hatta olduğu gibi tüm
fiilleriyle birlikte yaşamımızın) başlangıcı olan imajinasyon,
ya bizim kendi irademizin sonucu bir etkinlik olabilir ya da biz
bu imajları başka bir varlıktan(hazır olarak almış
olabiliriz. Bu iki durumdan birinciye örnek, bir keman konçertosunu
kendimiz besteleyip icra etmemiz; ikinciye örnek, bir kompozitörün
eserini virtiöz olarak icra etmemiz olabilir.
Şu halde yaptığımız ya da yapar gibi göründüğümüz
eserlerden / eylemlerden hangisinin bize ait olduğunu ve
hangisinin başkalarından kaynaklandığını, eğer görünürde
kanıt yoksa, maddesel
ortamda bunu belirlemek gerçekten de kolay bir iş değildir.
İşte bu yüzden, kendi eserimiz olan birçok işleri başkalarına,
ya da başkalarına ait olan birçok işi de kendimize ait gibi
düşünür ve birçok olayı da tesadüflerle açıklamaya kalkışırız
ki bu durum, bizlerin gelişim düzeyimizin çocukluk aşamasında
olduğunun bir belirtisidir.
Tüm bunlardan anlaşılıyor ki, sergilediğimiz eylem, aksiyon
ve etkinlikler, ya bizim (öz kendimizin) şahsi
imajinasyonumuzun ürünü olan eserlerdir ki, o zaman biz
bunlara rahatlıkla kendi fiillerimiz diyebiliriz; ya da kendi
öz imajinatif etkinliğimizin
dışında olmuş şeylerdir ki, bunlar (gerçek anlamda) bizim
eserimiz olamaz. Bu ikinci türe Bedri RUHSELMAN, RUH ve KAİNAT
adlı eserinde (cilt 2, sayfa 390) “Ahval ve harekatımız”
demektedir. Yani, “hareketlerimiz”
ve “hallerimiz, içinde
bulunduğumuz durumlar”…
Bedri RUHSELMAN, bilgilerinden çok yararlandığını
(eserlerinin bir çok yerinde) belirttiği Üstad adlı varlığın
da belirttiğine göre, tüm ahval
ve hareketlerimiz kendimizden başkalarının ve çoğunlukla
da rehberlerimizin yönlendirmesidir. Bunlar; yararlı olmak,
beklide yaşam planımız için gerekli olmayan bir felaketten,
kusurlu uygulamadan kurtarmak ya da
iyi bir (yaşam planımız için gerekli bir) yola / yöne
yönlendirmek gibi amaçlarla olmak üzere, genellikle bizi
seven, himaye eden varlıklar tarafından bizde bir takım içsel
itilimler ve benzeri motivasyonlar uyandırarak etkili olmak için
gönderilmiş imajinasyon ürünleridir. “İmajlar” olarak
da geçen imajinasyon ürünlerinin objektif birer varlık hâlinde
değer kazanmaları geçmişte bir çok deneyle sabit olmuş bir
gerçektir. (bkz. kaynak eser, sayfalar 371 ve 373) Ancak,
bunlar bazen de düşük titreşimli kaynaklardan gelip, beşeri
zaaflarımıza yönelik, sıkıntılı epröv aracı olan
imajlar da olabilmektedir (örneğin, obsesyon vak’aları…)
Bilim,
Sanat ve İmajinasyon
İmajinasyonun; buraya kadar anlatmaya çalıştığımız,
temeldeki işlevselliğinden dolayı, en küçük sanatlardan, büyük
bilimsel araştırmalara kadar tüm işlerdeki etkisi yadsınamaz.
İmajinasyonsuz bilim olamaz. Beşerin bilgisini artıran tüm
keşifler ancak imajinatif etkinlikle ortaya çıkmıştır. İlmin
laboratuarları, teorileri, araştırmaları (kısaca her şey)
imajinasyon ile oluşur, imajinasyon ile beslenir ve gelişir. Güzel
sanatlarda, imajinasyonun oynadığı önemli rollerden söz
etmeye bile gerek yok. Başka alanlardaki işlerden, eylemlerden
daha fazla, sanat eserlerinde imajinasyon kendi varlığını
hissettirir.
Gerek bilimsel ve sanatsal etkinliklerde, gerekse günlük yaşamın
herhangi bir kesitinde (her şeyi olduğu gibi) imajinasyonu da
iyi ya da kötü niyetlerle kullanmak olasıdır. Moral alanda
imajinasyonun iyi ya da kötü yönlerdeki rolü de göz ardı
edilecek gibi değildir. İmajinasyon; irâde ile başlayıp, irâde
ile bittiğine göre, irâdenin alacağı yöne göre
imajinasyon yararlı ya da zararlı bir tesirliliğe sahip
olabilir. Sevgi, fazilet, digerkâmlık gibi insâni erdemler ya
da kin, intikam, hodkâmlık gibi alçaltıcı duyguların seyri
üzerinde imjinasyonun uyarıcı ya da uyuşturucu tesirleri
kesinlikle vardır. Ancak, şunu da unutmamak gerekir ki, gerek
ilimde, gerekse güzel sanatlarda imajinasyondaki irâdenin tâbi
olduğu iyi / kötü duygularla alacağı yöne göre ortaya çıkan
/ çıkacak eserler; gerek onların sâhipleri için, gerekse
toplum için ahlâk bakımından ya yükseltici ya da
geriletici, hatta tehlikeli sonuçlar doğuru / doğurmaktadır.
Bu durumun toplumda her zaman bir çok örneğini görmek her
zaman olasıdır.
Maddeci zihniyetin temsilcisi ve nefsinin kurbanı bir bilim
adamının birini (ya da birilerini) öldürmek için sarfettiği
imajinatif etkinliği sonucunda ortaya çıkacak bir eserin,
bireyleri mutluluğa ve huzura kavuşturacağına inanmak güçtür.
Benzer şekilde, toplumlara (yazılı / sözlü etkinlikleriyle)
egoistçe fikirleri ve duyguları yayan bir filozofun zihinlerde
yerleşmiş kötü imajları hakkında da aynı şeyi düşünmek
gerekir. Hele zamanımızda, sıradan reklamlarda
ve şarkı kliplerinde bile cinselliği işleyen saz, söz
ve şekil ürünleri hakkında söylenecek hiçbir söz yoktur.
Bunlar elbette ki, sanat şemsiyesi altında toplanabilecek
eserler değildir. Kişiyi (ve özellikle de gençlerimizi) alçaltan,
kaba ve hayvâni duygulara prim veren , onları besleyen hiçbir
şey güzel olamaz. Ete (bedene) ve kaba maddelere yönelik hırsları,
açgözlülükleri körükleyen ve bunları doyurmaya çalışan
herhangi bir fikir ve duyguda güzellik aramak / bulmak, ancak
geri realitelerden doğmuş bir yaklaşımın ürünü olabilir.
Şu halde, bireyin ve toplumun kurtuluşu, kalıcı huzurun ve
koral değerlerin ortaya çıkması uğrunda beslenmiş asil
duygularla imajine edilen şeyler; kişiyi iyiliğe, güzelliğe
ve içsel gelişime doğru zorunlu olarak yükseltirken; sinsi
bir egoizma bataklığının alçak ve nefsâni duygu bataklığına
gömülerek imajinasyon melekesi de gelişimin önüne
genellikle aşılması çetin uçurumlar ve engeller oluşturur.
Durum böyle olduğuna göre, imajinasyon ile yükselmek
istiyorsak; onu kullanırken, başımızı yere değil, gökyüzüne
çevirmeliyiz. Çünkü o, almış olduğu yöne doğru bizi
zorunlu olarak sürükler.
İmajinasyon o kadar önemli ve etkili bir melekemizdir ki; örneğin,
iyice tasavvur edilmiş bir roman, doğada başka varlıklar için
reel bir sahne olabilir. Onu okumuş olan bir kimse özel yöntemlerle
şuur altını, şuurun baskısından
kurtulduğu / kurtarıldığı zaman, gerçek bir yaşam
sahnesinde yaşıyormuş gibi o romanın tüm ayrıntısında yaşar.
Benzer şekilde iyi tasavvur edilmiş bir obje, örneğin; bir
bina, bir araç, bir heykel, tasavvur edenin becerisi derecesine
göre az çok süptil ve az çok sürekli bir halde doğada var
olur.(5)
Kendiliğinden ya da bilinçli olarak ortaya çıkan düşünce
aktarımlarının (telepatilerin), ilhamların ve hatta sonradan
olmuş bazı sempati ve antipatilerin teknik açıklamalarına
da burada girmekte yarar olabilir. Tasavvur sâhibinin bu işteki
kudreti derecesine göre, imajlar (tasavvur ürünleri) yöneldikleri
yollardaki canlı / cansız varlıklar üzerinde az ya da çok
belirgin etkiler yapabilir. Kuşkusuz bu etkiler iyi olabileceği
gibi, kötü de olabilir.
Bunun gibi, zihinsel kurguların; ruhumuzda objektif birer değer
kazanmaları da söz konusudur. Örneğin, hipnoz altında
bulunan bir süjeye empoze elden tasavvur ürünleri ile
(telkin ile) bu süje bir çöl manzarası görmesinin ötesinde;
kendisini, kumların üzerinde yürüyen develerle, devecilerle
ve piramitlerle karşı karşıya bulunan, çölün ortasındaki
bir insan şeklinde duyar. Onun o andaki durumu ile, çölün
gerçekten ortasında olduğu zamanki durumu arasında hiçbir
fark yoktur. Hatta rüyalarda da hal böyledir: Gündüz
zihinde, şuurlu / şuursuz olarak yerleşmiş olan bir imaj;
yarı maddesel uyaranların da etkisiyle, bazen olduğu gibi,
bazen de sembolik sahneler içinde canlanır. Kişi bunları;
kendisinin ya da başkalarının imajinasyon ürünü olduğunu
düşünmeden, bir gerçeklik olarak kabul eder ve bunlarla hâletler
deneyimler. Spatyumda da imajinasyon ortamında yaşanan haller
ve hâletler bunlardan farklı değildir.(*)
|