Günlük yaşamda (tezahür ortamında) iradelerin
zıtlaşmasına sık sık tanık oluruz ve hatta
kendimiz de bunu deneyimleriz. Realite,
anlayış ve idrak farklılığının doğal bir sonucudur
bu. Bu durum, önceki bölümlerde söylediğimiz gibi,
esasen zahiri bir görünümdür, illüzyondur.
Bu durum esasen ve aynı zamanda denge
unsurudur ve varlıklar için epröv vesilesi ve nedenidir.
Epröv ise gelişime bir araçtır. Gelişim ise, irade
güçlenmesinin gereğidir. İrade ve şuur
güçlendikçe de irade zıtlaşmasının zahiri
olduğu ortaya çıkar.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi, değişik
hatta zıt iradelere sahip olan varlıklar, birbirlerine
epröv çokluğu ve çeşitliliği sağlamak
bakımından yararlıdır. Bu nedenle, kısaca,
“Varlıklar birbirinin
epröv aracıdır.” Bu
nedenle, başımıza gelen her şey, birbirimize
yönelik her etki kabalık ve kötülükler de
dahil, bizim içsel gelişimimiz için ve ihtiyacımız olan bir
haleti yaşayarak bir noksanımızı gidermeye
yöneliktir. Bu demektir ki, kimse kimseye
“kötülük” edemez. Bir eylemi “kötülük”
olarak algılamak, nefsimizin / sahte benliğimizin
rahatsız oluşundan onun işine gelmeyişinden dolayıdır.
Bundan dolayı, diyoruz ki, “Kimse kimseye
kötülük edemez.” Esasen “kötülük” diye bir
şey yoktur; genel anlamda varlığın
uyarılması söz konusudur. Bu uyarıya varlığın vereceği tepki
büyük oranda onun içsel gelişim düzeyi ile
ilintili bir ip ucudur. Unutmayalım ki,
“kötülük” dediğimiz şey / durum sahte
benliklerimizin işine gelmeyen şeydir.
Bu nedenle, özellikle bize rahatsızlık veren
şeylere / durumlara / kimselere
sabır(28)ve tahammül gücü sergileyerek, onlardan içsel
gelişim yönünde yararlanmalıyız. Çünkü,
sabır ve tahammül sergileyebilmek içsel
gelişim bakımından çok önemlidir.
Ayrıca, sabır melekesinin
(erdeminin) sadece iradeyle değil, uyum ve
esneklik melekemizle de yakın ilişkisi var. Esasen,
uyum adına gösterilen tavırlanmanın adı sabırdır. Hele,
yeni olana uyum sağlamak; nefsani / beşeri
ve maddesel iğvaya kapılmamak için
sergilenecek tavır, sadece irade değil, sabır
da ister. Özellikle şu devre sonunun bitiş günlerinde önemi
daha da artmış olan “yeni bir tesir
alanına
uyum
sağlamak” sabır
ve güçlü bir irade işidir ki yeni insanlık
dönemine uyum sağlamanın da gereği budur. Aldığımız
bir etkiye nefsani değil de, vicdani bir tepki
verebilmek uyum sürecini sergilemeyi yani,
sabır ve tahammülü gerektirir.
Yukarıda değinip geçtiğimiz
“kötülük”(29)
konusuna tekrar dönecek olursak, şunları
da söyleyebiliriz ki; “kötülük /
rahatsızlık” dediğimiz şey, sahte
benliklerimizin işine gelmeyen şey ya da durumdur. Halet
yaşamak ve “sabır ve tahammül” ile esneyerek
kötülüklerden ve rahatsızlıklardan; içsel
gelişim yönünde, nefsaniyetin eğitilmesine
yönelik olarak yararlanabiliriz. İrademizi ve
isteklerimizi bu yönde kullanabiliriz. İrade; nefsaniyetin
doyurulması hatta azgınlaştırılması yönünde de
kullanılabilir. Elbette ki, her iki tutumun
ve uygulamanın sonucu da beşere
aittir…
Yaşamın gerçek amacına nüfuz edebilecek
şekilde anlayışımızı artırabilirsek;
zahiri irade zıtlıkları arasında dengeyi
görür, haz ve elem ikileminin teşevvüşe
götürücü etkisinden kendimizi koruyabilir, irademizi vazifemiz
yönünde kullanabilir hale gelebiliriz.
Yaşamın amacının; İlahi İrade
Yasaları’nı tanımak ve maddesel iğvaya maddenin ve
nefsin cazibesine kapılmadan, yasaları uygular hale
gelmek olduğunu bilir ve tüm yaşamımızı buna
göre ayarlarsak; kimsenin kimseye zarar
veremeyeceğini, aksine bunun, ötekisinin
gelişimine bir hizmet olduğunu anlarız. Ayrıca,
bize “haksız”mış, isteklerimize ket vuruyormuş gibi gelen
olayların, gelişmemiz, değişmemiz, değer
kazanmamız için hazırlanmış kendi kendimize
hazırladığımız mizansenler olduğunu
anlamakta zorluk çekmez, ona göre tavırlanırız.(30) Biliyoruz
ki, ruh varlığı kendi eprövünü kendi hazırlar. Yani
o, hem rejisördür hem de oyuncu. Ama ruh
varlığı bedene bağlandıktan sonra; dünya
maddesinin, şuuru daraltıcı ve karartıcı
etkisiyle, kendisinin esasen ruh varlığı olduğunu unutur,
maddeselleşir, makineleşir ve derin uykuya
girer.(31) Aslında
‘atalet’ olan bu uykudan (dejenerasyondan) kurtulana kadar
da ağır eprövler içine girip çıkmaktan
enkarne varlık kendini kurtaramaz. Bu gidiş
içinde, irade olgunluğu belirli bir düzeye
geldikten sonra; bireyin, çevresine ve yasalara uyumu
kolaylaşır. İradesini, İlahi İrade Yasaları yönünde
kullandıkça da, genel anlamda uyumu /
esnekliği (yaşama ve uyaranlara karşı)
giderek artar. Giderek gelişen iradesi ve
anlayış kapasitesiyle; kozmik bir bedenin hücrelerinden biri
olduğunu, başkalarının iradesine bencilce ket
vurmanın ve onlara zarar vermenin aslında
kendisine zarar vermek olacağını /
olduğunu, insan insanın kardeşi olduğunu,
“Kardeşimizi
de ruhumuz gibi
sevmek…” durumunda
onluğumuzu anlayacaktır.
<<
Önceki Bölüm |
DİPNOTLAR
28)
SABIR: Zaman enerjisinin
olgunlaştırıcı etkisine (evrenselişlevini icara etmesine)
esneyerek uyum sağlamaktır sabır. Bu tutum aynı
zamanda, zaman enerjisinin yaratma sürecine
sabırla tahammül etmektir. Bu tahammül gücü
sergilenirken, matlup ve makbul olan; zamanın
geçip gitmesine izin vermeden, zamanı en iyi şekilde (içsel
gelişim ihtiyaçlarının giderilmesi yönünde)
değerlendirmektir ki bu, “dikkatli sabır”
olarak adlandırılabilir. Sonucun iyice
kendini göstermesi için; iyi bir gözlem dikkatli bir sabır
sergilemek ve ilgiyi sürekli kılmak gerek.
(“Sabır içsel genişliğin
anahtarıdır.”-Mevlana Celaleddin) Sabır, enkarne
varlığın geliştirmesi ve bedende tezahür ettirmesi gereken
en önemli erdemlerden biridir. O kadar ki,
bir hadise (Hz.Muhammed’e) göre, “Sabrı
olmayanın imanı yoktur.”M.Celaleddin’e göre
de sabretmek; tespih çekerek ALLAH’ı anmak
ile özdeştir :”Sabretmek,canın tespihleridir.
Sabret, asıl doğru tespih odur.”
(29)
KÖTÜLÜK: Bir Müslüman, dinsel bir
vecibeyi yerine getirmek üzere bir koç kurban etse;
bu, Müslüman için iyi, hatta gerekli, ama koç için kötü
bir şeydir.Sınavda kopye çekmeye çalışan
tembel öğrencinin bu eylemini
öğretmeniengellemeye çalışması, öğretmen açısından
(görevini yaptığı ve haksız /sahte bir başarıyı önlemeye
çalışması bakımından) iyi ve gerekli ama
tembel öğrenci açısından fena / kötü bir
şeydir. Bunun içindir ki, başımıza gelmiş
gibi görünen fenalık, ona müstahak olan (hak eden) ya
da onu gerektiren kendi doğamızdan çıkmaktadır. Bu
nedenle, gerçekten neyin bizim için kötülük,
ve neyin iyilik olduğunu bilemeyiz. İşte bu
nedenle, belli bir amelin (işin / eylemin)
iyi ya da kötü olduğunu takdir etmek ALLAH’a aittir.
(30)
YÜKSEK BEN= Öz benliğimiz, asıl
kendimiz. Mesnevi’den (M.Celaleddin)
“yüksek ben”le ilgili birkaç alıntı:
* “Yücelere
bakmak, önce gözü alır, kamaştırır ama sonra
bakışa bir aydınlık sağlar.” * ”Ruhun
meyli yüceliklere ise, yücelir durursun.
Varacağın yer de orasıdır.” * ”Sen bir mekansın, aslında
mekandır. Bu dükkanı kapa da, o dükkanı
aç.” * ”Kardeş; sen ancak o düşünceden, o
ruhtan ibaretsin. Mütebaki varlığın bakımındansa,
kemik ve deriden başka bir şey
değilsin.”
(31)
Hermes’in özdeyişi: “Ruh varlığı
küreden küreye düşerken,gitgide ağırlaşan bedenlere
bürünür. Bu düşüş, dünya zindanına varıncaya kadar
sürer. Gitgide maddeye daha çok bağlanmanın
verdiği sarhoşlukla manevi kökenlerinin
anısını unutur.”
|