“Ölüm her zaman bizimleydi, her zaman da bizimle olacak. İnsan
varlığının ayrılmaz bir parçasıdır o.
Bu nedenle hepimizin çok ilgi duyduğu bir konu olmuştur.
İnsanoğlunun ortaya çıkışından beri insan ölümü
zihninde tartmıştır. Gizemlerini bulmaya çalışmıştır.
Çünkü, ölüm sorusunun anahtarı
yaşam kapısının kilidini açar.”
E. Kubler ROSS
|
Giriş
Ölüm
konusunu bugünkü bilimsel anlayışa en yakın şekilde incelemiş
bir psikoloji profesörü olan E. Kübler ROSS’un da belirttiği
gibi ölüm sorusunun anahtarı aynı zamanda hayat kapısının da
kilidini açabilecek türden bir anahtardır. Zira tekâmülcü
ruhçuluk bilgisine göre dünya insanlığı asırlardan beri
biliyor ki, ölüm denen olayla geçtiğimiz yer, doğmadan önce
yani bu dünyaya gelmeden önce bulunduğumuz yerdir. Her iki
olayın arasında da “hayat” dediğimiz bir dönem
vardır ki, bu dönemde de doğmadan önce bulunduğumuz yerde
(spatyom, ahiret) kendi kendimize aldığımız kararları
uygularız. Dolayısıyla aslında “ölmek” diye
(hele yok olmak anlamında) bir şey yok. Gerçekte olup duran
şey, devamlı olarak bir kez spatyoma, bir kez dünyaya
doğmaktan başka bir şey değildir. Evet, yok olan bir şey var
ama bu sadece bedendir. Aslında o da yok olmuyor, daha doğru
bir ifadeyle aslına dönüyor. Ama ebedi olan ruh mevcudiyetini
(çeşitli ortamlarda, daha doğrusu çeşitli ortamlardaki
maddelerle bağlantı kurarak) sürdürüp gitmektedir. Başka bir
deyişle, ruh varlığı bir kez spatyomda, bir kez fiziksel
dünyada tezahür ediyor. Bu tezahürlerinde söz konusu her iki
ortamın da özelliklerine uygun nedenler kullanıyor.
İşte günümüz bilimsel anlayışında, E.K. Ross ve benzeri bilim insanları bu gerçeği kendi
yöntemleriyle keşfetmeye çalışmaktadırlar. Konuya yaklaşımı
doğrudur, yanlıştır, tek yanlıdır, materyalistçedir vs; bu,
bilimin bileceği bir iştir, ama insanla bu kadar iç içe olan
bir konuyu incelemek herhalde bilimin en önemli araştırma
alanlarından birisi olsa gerektir.
3000 yıllık Vedalar’dan çağdaş düşünürlere kadar tüm dinlerin
ve felsefi akımların vazgeçilmez konusu olmuş, inisiyatik
öğretilerde deneysel olarak yaşamaya çalışılmış olan ölüm
konusunu bu yazımızda “ölüm ve
ölüm ötesi”
olarak değil de “ölüme yakın
deneyimler”(ÖYD) şeklinde inceleyeceğiz. Buna “yarı
ölüm halleri”, “ölümün eşiğine kadar gidiş
– gelişler” ve bunlara benzer deneyimler olarak
da bir ad takabiliriz.
Uyku, şuur kaybı, baygınlık, hatta astral
seyahat gibi deneyimler, “yarı ölüm”
sayılabilecek hallerdir. Bunlar çoğunlukla öte âlemin
sınırlarına kadar gidip gelenlerin deneyimleridir. Hatta bazı
inisiyatik öğretilerde ölmesini bilmenin gerektiği üzerinde
durularak, ölmeden önce ölmek gerektiği vurgulanır. Bazılarına
göre korkuların en büyüğüdür ölüm… Bazıları da ölüm için “düğün
gecesi” tabirini kullanmışlarıdır.
Ölüme
yakın deneyimler (ÖYD)’in en güzel örnekleri reanimasyon
çalışmalarıyla ortaya çıkarılmıştır. Başta Dr. Raymond
Moody’ninkiler almak üzere öteki araştırmacıların bu konudaki
çalışmalarını konunun akışı içinde sizlere sunacağız. Ayrıca
astral seyahat (projeksiyon) ve benzeri deneyimler de bir
bakıma ölüme yakın bir deneyim sayılabileceğinden, bunlara da
satırlarımız arasında yer vermek istiyoruz. Günümüz bilimi
parapsikoloji adı altında son 60-70 yıldan beri konuya
parapsikolojik araştırmalar ile eğiliyor olmasına karşın,
geçmişinin ne kadar eski olduğunu göstermek bakımından, bu
dizimizde; kutsal metinlerde, ilkçağ felsefesinde ve
inisiyatik öğretilerde nasıl ele alındığını özetle sunmak
istiyoruz. |