İnsanoğlu
ilk çağlardan bu yana rüyalarla hep ilgilenmiştir. Rüyalar
bizim meta, öte bir yanımıza aittir. Atlantis’ten hatta ilk
kıta olduğu söylenen Mu’dan beri
kehanet rüyaları görmek önemli olmuştur. Kadim Mısır’da
kehanet rüyaları gören kişiler büyük itibar görürdü. Çağımızın
Parapsikoloji biliminin
‘Oniromansi'
yani rüya
aracılığıyla geleceği bilme olgusu
gerçek olarak
kabul edilinceye kadar
‘Rüyalar’
sadece inisiyatik,
sırri, mistik,
sufi ve okült
grupların yani ezoterik bilimlerle uğraşan grupların inceleme
alanında kaldı. Tıpta da hastaların iç
durumlarını anlamak isteyen psikologlar tarafından incelendi.
Freud gibi düşünenler rüyaları sadece şuuraltının tatmin
edilmemiş isteklerinin şekil değiştirerek karşımıza çıkması
olarak ele alırken, Jung gibi
düşünenler de rüyaları çok daha geniş kapsamlı bir biçimde ele
alarak insanlık ailesinin ortak dili olarak düşündüler.
Gerçektende bazı rüyalarda, bizim kişisel şuur alanlarımızı
yani bireyselliğimizi ve psikolojik hayatımızı aşan daha büyük
bir enerji ve bilgiyle temas ettiğimizi işaret eden semboller
vardır. Rüyalar sadece basit bir düş ve kuruntu gibi kabul
edilmemeli. Uzun zamandan beri pek de gerçekçi yorumlar
yapmayan rüya tabir kitaplarının itibarlarını kaybetmiş
olmaları rüyaların önemine ve gerçekliğine halel getirmez.
Duyular Dışı İdrak
olgularının, Parapsikoloji adlı bilim dalının ışığı altında,
1900’lü yıllardan itibaren üniversite çevrelerinde incelenir
olmaya başlaması, D.D.İ olgularından bir tanesi olan rüyalara
da eski değerini kazandırmaya başladı. Önsezisel (Premonituar)
rüyalar kavramı büyük bir gerçekliktir ve mutlaka ciddiye
alınmalıdır.
Rüya pşisik yaşamın yani insanın
ruhsal yanının uyku sırasındaki gerçekliğidir
Carl
Jung, Freud’un her şeyi
Odip kompleksine bağlamasına karşı
çıkarak, ‘kollektif Şuuraltı’
teorisini ileri sürmüştür. Ona göre şuuraltı sadece kişisel
deneyimlerin baskı altına alındığı belli belirsiz bir yer
değildir. Şuuraltı, Dünya Hafızasına ait çeşitli sembollerin,
insanların ihtiyaçlarına uygun olarak ortaya çıkmasına da
hizmet eder. İslam’da
Levh-i Mahvuz,
Jung’ta Kolektif Bilinçaltı, Tibet
Lamanizmin’de
Akaşa olarak adlandırılan, dünyanın esiri,
süptil anılarını saklayan Büyük
Bir Ana Kayıt Sistemi düşünelim. İşte bunlara,
Akaşik kayıt
ya da saklı kayıtta denir. Bu, her şeyin görülür,
işitilir, duyulur, bilinir olmasının da bir açıklamasıdır.
Biz bedenden
ayrılsak bile yani beden kayıt sistemimizi bıraksak bile ana
kayıtlar, astralimizde yani
müteal gayri şuurumuzda zaten
kayıtlıdır. Ve hiçbir şeyi kayıtlardan silmemize
ya da yok etmemize imkan yoktur.
Bu nedenle de tüm eylemlerimizden hatta düşüncelerimizden de
sorumluyuz. Pozitif ya da negatif
düşüncelerimiz, astral dünyada form tutacak kadar ısrarlı
iseler, tepemizde dolaşan bir bulut gibi bizi izleyecekler ve
bazı olayları reel kılacaklardır. İşte
Jung, rüyalar kolektif
bilinçaltından sembolleri günümüze taşıyor derken, hepimizde
mutlaka bir yansıma bulan
‘Dünya Hafızası’nın sembolik anlatımlarını, kehanet
rüyalarını ve sembolik rüyalarını işaret etmiş oluyordu. Bu
çağın bir gereği olarak, bilimsel anlayışlarda da ruhsallığa
bir geçiş var. Artık materyalistik
ve mekanistik bir bilim anlayışı
pek rağbet görmüyor.
Bilim ne diyor?
Bilim adamları son
araştırmalarında spiritüel ve
bütüncül sonuçlar elde etmeye başladılar. Kuantum fiziği ve
rölativite teorilerinin ilk katkılarıyla gerçekleşen büyük
değişim diğer bilim dallarına da hızla ve
holistik bir şekilde yayılıyor. Modern bilim adamları
yeni çağa yakışan NEO tanımlar sunuyorlar bize…
Matrix filmindeki oldukça
şaşırtıcı evren, sistem, insan-kozmos ilişkisini dünya ailesi
olarak niye bu kadar çok sevdik acaba? Hiç düşündünüz mü?
Hepimizin içinde o
Neo olan yöne hitap ediyor da
ondan… Şimdilik bizi fazla ürkütmemek için açıklamalar biraz
sınırlı kalıyor, sempatik bir şekilde bazı şeyleri
Neo düşünmeye alıştırılıyoruz da
ondan… İçimizdeki Neo canlanıyor.
Bu çağda tek bir Neo olamaz.
Herkes kendi kendinin Neo’su olmak
zorunda… Bu ne kadar güzel, ne kadar özgür ve insan onuruna
yakışır bir durum… Neo
bilim adamlarımıza göre evren tasarımı;
“Birbirinden ayrı ve farklı
duran parçaları birbiriyle özden ilişkili olan, bölünmez ve
dinamik bir bütünlük olarak tanımlanıyor. Yani evren artık bir
makine şeklinde tasarlanmıyor aksine bütün parçaları
birbirleriyle özden ilişkili olan ve ancak kozmik bir sürecin
kalıpları şeklinde anlaşılan bölünmez ve dinamik bir bütünlük
olarak kabul ediliyor.” İşte bu yüzden, Rüyalar
kanalıyla kişisel ya da kolektif
geleceğimize akort olabilme yeteneği bizim alışılmış klasik
deneyimlerimizin içinden geçen bir iplik gibidir diyor.
David Bohm,
Holografik Evren adlı kitapta. (RM Yay.)
Holografik bütünlüğün
özlü gerçeği rüyalarda daha çok ortaya çıkıyor. Rüya görmekte
olan benliğimiz uyanık durumdaki benliğimizden çok daha
akıllı. Ör: Bencil insanların hatalarını dürüstçe betimleyen
rüyalar görmeleri bir açıklamadır. -Rüyalarımızda hava
kabarcıkları gibi ortaya çıkan o sonsuz bilgelik akışının
kaynağı nedir? -Saklı bütünsel bir düzen
sonsuz bir bilgi kaynağını mı simgeliyor ? -Rüya ve hayal sandığımız
derin, gizli bir düzen gerçek, gerçek sandıklarımız asıl
rüya ve illüzyon olmasın sakın!... -Rüyalarımız kavramsal ve
ortaya çıkmamış düzenler arasında bir köprü mü? -Ya da
saklı olanın belirgin olana dönüşümü mü?
Jung
Haklıydı!
Carl
Gustave Jung
mitlerin, rüyaların, halüsinasyonların
ve dinsel içerikli görsel imgelerin hep aynı kaynaktan, tüm
insanlarca paylaşılan kolektif bir şuur
dışından kaynaklandığını
söylerken haklıydı.
(Bilinmeyen Jung-
Stephan Hoeller-
EGM Yay.)
Her
şeyin sonsuza dek birbiriyle bağlantılı bir evrende tüm
şuurlar da birbirleriyle bağlantılıdır. Görünümlerimiz ne
olursa olsun bizler sınırları olmayan varlıklarız.
Ya da David
Bohm’un dediği gibi
‘Şuurunun derinliklerinde
insanoğlu tektir.’ |