Herkes rüya görür, ancak uyku
fenomenine önem verenlerin sayısı çok azdır. Rüyalarımızı anlamaya ve hatta
analiz etmeye, onların sembolik olup olmadığını anlamaya çalışmadan önce, insan
olarak adlandırılan bireyin gerçekte ne olduğu konusunda materyalist
kavramlardan ve fikirlerimizden arınmalıyız. İnsanın dışsal hali ya da fiziksel bedeni, üzerine giydiği
paltodan öte bir şey değildir. Fiziksel insan, içteki insanın
ya da ruhun kendini fiziksel evrende ifade ettiği bir araçtır
sadece.
Geçmişte ortaya konulmuş çeşitli materyalist teoriler,
rüyaların olağanüstü fenomenini açıklamaya çalıştılar, ancak bu
teoriler öyle ya da böyle tatminkar olmaktan hep uzak
olmuşlardır. Neden? Çünkü materyalistler, insanoğlunun var
oluş bilmecesini “ruh unsuru” olmaksızın açıklamaya
çalışmaktadırlar ve böyle açıklamalar her zaman yetersiz
kalacaktır.
Rüyalarda
ruh ve beden ayrışır
Rüyalar ruh ile bedenin ayrılmasına yol açarlar. Duyular canlılığını
yitirdikçe, içerideki varlık kendini dışsal olandan ayırır. Bu
ayrılmaya yol açan üç değişik yol vardır; bunlardan birincisi
doğal uyku, ikincisi şuurlu olarak meydana getirilen bir uyku
hali; örneğin hipnotizma, manyetizma ya da trans hali;
üçüncüsü ise ölümdür.
İlk
iki deneyimde insan fiziksel bedeninden sadece geçici olarak
ayrılırken, ölüm durumunda onu sonsuza dek terk eder. Ölüm
durumunda, ruh ile bedeni bir arada tutan bağ, durugörürlerin
[1]
gördükleri gibi kopmuştur, ancak trans ya da uyku halinde
sadece serbest bırakılmıştır.
Asıl varlık artık astral planı [2]
deneyimlemektedir. Şimdi astral bedeninde fonksiyonunu
sürdürmektedir ve astral beden şuurluluğu açıklamada bir araç
haline gelmiştir, tıpkı fiziksel bedenin de uyanık durumdaki
şuurluluğu açıklamada bir enstrüman oluşu gibi.
Şuur, varlık astral alemde iken yok olmaz,
sadece geçici bir süre için kapanır.
Tıpkı ölüm olayında olduğu gibi. Aslında varlık,
astral maddeyle kaplı astral alemlerde tamamen şuurludur.
Astral beden, fizik ortamdadır, fizik ortamın sadece biraz
ötesine uzanır. Astral alem, pek çoklarının hayal ettiği gibi
bulutların üzerindeki uzak bir yerlerde değil şu anda ve
buradadır, fizik aleme nüfuz etmektedir.
İnsan
bir ruhtur ve bir bedene sahiptir. Fiziksel bedeninde işlev
görürken, yani, fiziksel, duygusal
ve mantal [3];
kendini üç farklı dünyada ifade eder. Tıpkı astralin fiziğe
nüfuz etmesi gibi, mantal de astrale nüfuz eder. İnsanın uyku
sırasında deneyimlediği astral beden, duyguların ve arzuların
bedenidir ve kişi bu duyguları ve arzuları fiziksel hayatta
ifade eder.
İnsanın uyku sırasında aktif
olan astral bedeni çok süptil
[4]
bir maddeden oluşmakta ve fiziksel maddeyi andırmaktadır. Aslında, bu onun tam bir
kopyası olarak oluşan bir şeydir, ancak sadece durugörürler
tarafından görülebilir. Bir kişi uykuda veya
ölüm sırasında bedenini terk ettiğinde, fiziksel hayatın
günlük uğraşlarını sürdürebilmeyi mümkün kılmak için gereken
dinlenmeyi tamamlamadan önce ruh bedeni terketmelidir.
Bir örnek verelim; birinin saat 10’da yattığını varsayalım.
Ertesi sabah saat 6’ya kadar uyusun. Normal bir insan
yenilenmiş ve günlük yaşamın uğraşlarına hazır hissederek
uyanacaktır. Saat 10’da yatsın, tüm gece uyanık halde yatakta
uzansın, ertesi sabah kendini yenilenmiş hissetmeyecektir ve
gün içerisinde kendini cansız ve uykulu hissetmesi de
olasıdır. Onu yatağa yatırıp birkaç hafta boyunca geceleri
uyanık kalmasını sağlayalım, sonuç ne olur? Fiziksel olarak
bir enkaz haline gelecektir. Yatakta yatma süresi değişmese
de, doğal uykusunu almadığı sürece olacak olan bir tek şey
vardır o da, kendini sağlıklı ve yenilenmiş hissetmeyeceğidir.
Ruh ya da can, fiziksel bedenden ayrıldığında, fiziksel beden
artık o varlık değildir. Rüyaların anlamlarını çözmeye
çabalayan materyalist yazarlarımız, içsel insanın doğasını,
insanın gerçek kimliğini kavramakta başarısız olmaktadırlar ve
bu nedenle sonsuza dek karanlıkta el yordamıyla yürümeye devam
edeceklerdir.
Dinlerle bağlantısı çok kuvvetli olmayan bir kişinin aklında
doğal olarak oluşan ilk soru şudur: Nasıl olur da bir insan
uykusunda bedenini terk ettiği halde sindirim, kan dolaşımı
vb. gibi doğal fonksiyonlarını devam ettirebilir?
Beyin ruhun bir enstrümanıdır
Uyanık olduğumuz zamanlarda kan dolaşımı ya da doğal bedensel
fonksiyonlarımızdan hiçbirini şuurlu olarak yönetmeyiz. Bunlar
biz istesek de istemesek de devam ederler. Daha önce
belirtildiği gibi uyku halinde ruh bedenden ayrılsa bile beden
ile ruh arasında manyetik bir bağlantı vardır. Bu manyetik
bağlantı sempatik sinir sistemi ve insan organizmasının
fonksiyonlarını kontrol eden beyin-omurilikte faaliyet
göstermektedir. Uykuda, astral varlık uyuyarak kendini
dinlendiren bedenin hemen yakınında ya da uzayda binlerce mil
uzakta olabilir, bu manyetik bağ mesafeden bağımsız olarak
halen devam etmektedir. Astral varlık fizik bedeninden ne
kadar uzakta bulunursa bulunsun, düşünce hızında ona geri
dönebilir, bu da şu demek oluyor; düşünen ruhtur, beyin sadece ruhun bir
enstrümanıdır.
Rüyalarımızın çoğu şuuraltı hafızamızdan kaynaklanıyor
olabilir, çünkü zihnimiz belirli bazı düşüncelere
odaklandığında bu düşünceler yavaş yavaş uykudaki şuur haline
sızma eğilimi gösterirler. Şuuraltı hafızasının rüya olarak
adlandırılması pek doğru olmaz, çünkü bu, gerçekte ya da
imajinasyonumuzda daha önce gördüğümüz bir şeyin
hatırlanmasıdır. Kişinin şuuraltı rüyasını elimine etmek için
sadece onu mantık ışığında incelemesi gerekir. Telepati
rüyalarımızdan bazılarını açıklayabilir, çünkü zihnin uyanık
olma durumunda bir başkasının telepatik düşüncelerini alması
(düşünce transferi) mümkündür. Ayrıca “ölü
olarak adlandırılanların”
yaşayanlarla telepatik bağlantılar kurması da mümkündür, çünkü
düşünce bir güçtür ve limitleri bilinmemektedir.
Rüyalarımızın birçoğunun sebebi, şuuraltı hafızamız ya
da telepati ve günlük yaşamımızda meydana gelen dünyevi
olaylar olurken, diğerleri şüphesiz varlığın esiri
[4]
alanlarda yaşadığı astral deneyimleri olmaktadır. Orada
yalnızca “yanlış
adlandırılmakta olan ölüler”
ile değil, ayrıca halen fiziksel bedenlerine bağlı yaşamakta
olan birçokları ile de karşılaşırız ve bu noktada belirtmek
gerekir ki günlük hayatımızın zorlu problemlerinin pek çoğu
uykuda çözülür.
Rüyaya yatmak
Halk
arasında yerleşmiş bir söz olan “rüyaya yatmak”,
genellikle zannedilenden daha fazla bir öneme sahiptir, çünkü uyku ve rüyaların
hayatlarımızı şekillendirmede hayal edebileceğinizden çok daha fazla etkileri
vardır. Uykunuzda okula gidebilir ve fizik yaşantınızda okuduğunuz herhangi bir
şeyi okuyabilir ve çok büyük bir ilerleme kaydedebilirsiniz. Tabiî ki bunu
yapmak çok çalışmayı gerektirecektir. Zihni olumsuz düşüncelerden uzak tutmak,
gerçek bir “arayanın”
o muazzam şuur haline girebilmesinde en gerekli olan unsurdur, çünkü uyanıkken
düşündüklerimizin, uyku halinde üzerimizdeki etkisi oldukça büyüktür. Her birey
belirli bir düşünceler dizisini muhafaza eder, ister iş, ister keyif odaklı
olsun bu düşünceler dizisinin benliğimiz üzerinde çok büyük bir etkisi vardır,
hatta aslına bakılırsa düşünce, etkisi insanın kaderini şekillendirmeye kadar
uzanan bir unsurdur.
“Düşüncelerinizi doğru seçin çünkü bu seçim kısa ancak
sonsuzdur”
Anna
Besant; “Thought Power (Düşünce Gücü)”
İnsanlar bir yaşam içinde, biri tamamen uyanık olduğu, diğeri
ise deliksiz uykuda olduğu iki hayat yaşamak durumunda
olabilirler. Bu iki yaşam, elbette, onun tek bir var oluşunun
iki ayrı ifadesidir. Çok gelişmiş bir ruhsal insan, uyku
sırasında iç dünyasına çekildiğinde, sıradan ölümlüler
sahnesinin çok ötesinde bir ruhsal sevinç haline ulaşır. İnsan
kendisini, az da olsa içindeki İlahiliği görme ihtimali
bulunsa da, bir kas ve et yığını olarak görmeyi alışkanlık
haline getirmiştir. Gerçek varlık (ruh) yavaş yavaş kendini
ortaya çıkarttıkça, evrendeki gerçek yerini bulur çünkü içinde
tanrılığın tüm öz nitelikleri vardır ve önündeki uzun evrim
yolculuğunun sonuna geldiğinde kendini bulacak ve kaderinde ne
olacağına dair yazılanı bilecektir.
|