Teozofinin yeniden canlandırdığı Kadim Bilgeliğin Üstatları,
çok eski zamanlardan beri, bizlere, bu sınırsız evrende Tanrı
olmayan hiçbir şeyin, İlahi Varlığın bir parçası olmayan
hiçbir atomun olmadığını öğrettiler. Bir kaya, insan bedeni,
insanın ölümsüz bedeni ve insan üzerine ışığını yansıtan
gezegen, hepsinin kendi özlerinde tezahür ettiğini anlattılar.
Bu öğretilere göre, dünyaları vareden işleyiş bir tekamül
süreciydi. Başlangıçta hiçbirşey yoktu ve sadece her
şeyi
bilen, her şeye gücü yeten, her zaman, her yerde olan, "Bilinmeyen Ruh" vardı;
her
şeyin kaynağı ve kapsayanı, Olan
vardı. O’nun isteğiyle Ruh ve Madde ayrıştı; madde tezahür
etti ve giderek artan yoğunluğuyla en alt düzlemde yoluna
devam etti. Bu, bizim dünyamızın ve diğerlerinin en yoğun
madde formudur. Bu inişte, madde doğal güçlerin ya da varoluş
kanunlarının kontrolüne tabi oldu, bu kanunlar değişmezdi ve
doğayı olduğu gibi tüm gezegenleri de etkiliyordu. Bugün de,
o formları var ettikleri çizgide, formların korunmasında ve
dönüşmesinde hala işlerliklerini sürdürmeye devam ediyorlar.
Bu evrimsel etkiler sonunda zamanın yoğunluğu içinde maddeyi
yeniden ruhta çözülme noktasına getirecek.
Belirli metaller ve taşlar maddenin en alt derecedeki ya da
yoğun formlarını temsil ederler. Bunların içinde moleküller
(kümelenmiş atomlar) en çabuk etkilenenleridir. Saf hidrojen
gazı belki de maddenin bilim tarafından kabul edilen en yüksek
ya da en ince tezahürüdür. Bu uç noktalarda moleküler
yoğunluğun derecesi sınırsızdır ve moleküller o kadar yakındır
ki hiçbir yerde keşfedilebilen bir boşluk ya da aralık
bulunamaz, ayırıcı çizgiler yoktur.
Gazlar, sıvılar ve katılarla ilgili sınıflandırma değişken
maddenin geçici koşullarını basitçe açıklar. Isı, katıyı
sıvıya dönüştürür, sıvıyı da gaza. Maddi elementlerin
nitelikleri moleküler bir düzene ve temel olarak moleküllerin
atomsal olarak yapılanmalarına bağımlıdır.
Ayrıca en başarılı fizikçiler, doğa
fenomeninin imajinatif olduğunu söylemekte ve araştırma
yöntemlerinin sınırlılığına rağmen, bulgularının, en çok
büyüleyici ve en az görünür olan karakterinin tüm realiteleri
kapsadığını ortaya çıkarmaya çalışmaktadırlar.
Dolayısıyla bizlere, çelikte, elmasta ve camda bile atomların
ilişki içinde olduğunu ama bunların her birinin bir akaşik
(*esiri) zarfla örtüldüğünü ve bu zarfta
durmak bilmez, çabukluğu algılanamayan titreşimlerin olduğunu
söylemektedirler. Algılanabilen maddenin her bir molekülüne
nüfuz eden ve onu kuşatan bu akaşa yine de öyle saftır ki
bilim onun varlığını varsayabildiği ve etkilerinin farkına
varabildiği halde onu kontrol edememekte veya yasalarını
öğrenememektedir.
Akaşa keşfedilmemiş olsa bile, bilim adamlarının çalışma
yeteneğinin sınırlarının her şeyin sınırı olduğunu düşünmek
mantıklı mıdır? Ya maddenin incelmesinde süregelen
derecelenmenin birden bitip ötesinde sadece mutlak bir
boşluğun başladığını ve hatta Tanrı’nın diğer tarafta çok
uzaklarda bunduğunu düşünmek ne derece mantıklı olabilir?
Böyle bir düşünceye zeki zihinler tarafından bir zamanlar
inanıldıysa bile akaşanın varlığının kanıtlandığı bir ortamda
akaşanın ya da esirin keşfiyle birlikte hala böyle düşünülmeye
devam edilebilir miydi?
Maddenin akaşik hali modern batı biliminin maddi yöntemleriyle
yapılan araştırmalarına meydan okurken, doğulu filozoflar bunun
üzerine derinlemesine çalışmışlar ve bu çalışmalarda şuurun
bağlantılı ve olağandışı halleriyle ilgili çok daha kesin
bilgiler edinmişlerdir. Doğulu filozoflar bunu atomların
düzlemi olarak bilir ve kabul eder. İçinde potansiyel olarak
bulunan yasalar belli bir dereceye kadar bizim materyal
düzlemimize benzemektedir ve atomik koşullardaki varyasyonları
moleküler düzeyde bildiklerimiz gibi sınırsızdır. Bu yasaların
güçleri ise daha etkilidir, bunun nedeni de yönettikleri
maddenin inceliğidir ve bu düzlemde büyük ihtimalle bir
tekamül (evrimleşme) yolunda olup, ilerleyiş kaderinin
nihayetinde cismani bir varoluş bulunan şuurlu varlıklar
yaşamaktadır. Bizce, bugünün insanlarının milyonlarca yıl önce
varoluşun bu aşamasından geçtiğini kabulde, veya en azından
bunu söylemekte ters bir tutum yoktur.
Bu
okült konularla ilişkili bazı öğretilerin muazzam felsefe
sistemlerinin çok kısa bir özeti olarak diyebiliriz ki;
katı
olan astralin, psişik düzlem ise akaşik olanın tezahürlerinden
biridir. Bazı kişiler, düşünme konusunda kökü derinlere uzanan
bir hoşnutsuzluk hissetmekte ve hayalet hikayeleri hakkında
teozofların icat ettiği imajinatif bir tür koyun ağılına
kapatılmışlığın dışında astral düzlemin olmadığını iddia
etmekte hatta bu düşünceyi komik bulmaktadırlar. Diğerleriyse,
bu konuda daha ciddi ve olasılıkla da manevi eğilimi olanlar
ve kendi mizaçlarına uygun olarak meleklerle, şeytanlarla veya
ölülerin ruhlarıyla kişileştirdikleri görünmeyen dünyaya
ilişkin belirsiz kavramları düşünmekle vakit geçirmektedir.
Her ikisi de yanlıştır.
Astral düzlem maddi düzlem kadar gerçektir. Bu düzlemin
fenomenleri de kendine has birtakım yasalara tabidir ama bu
yasalar yoğun formların gerçekliğindeki yasalardan farklıdır,
bunun da nedeni, maddesinin incelik derecesinin çok daha
yüksek olması ve bunun sonucunda da etkilere çabuk yanıt
vermesi, dolayısıyla değişkenliğinin (akışkanlığının)
olmasıdır. Bu maddenin atomları arasında titreşim farkları ve
değişkenliği olan şekilleri ile yoğunluk farkları
bulunmaktadır. Tıpkı bildiğimiz maddi düzlem gibi, şuurun
olası tüm derece ve halleri de varlıklarla doludur ve bu
varlıklar da ait oldukları düzlemin maddesinden oluşan
formlara bürünmüşlerdir; tıpkı bizlerin de fiziksel olarak
hayvanların, ağacın ve kayanın benzer unsurlarından meydana
gelmiş olduğumuz gibi.
Maddi ve astral düzlemler arasında belirlenmiş kesin bir
hattın varolduğunu düşünmek bir hatadır. Görsel gözlemlerine
kapılıp giden hayalci bir kişinin büyük ihtimalle bu
gözlemlerine dayanarak ürettiği imajlar tamamen hayal ürünüdür
çünkü o imajlar kişinin görme kapasitesine bağlıdır. Herhangi
bir aracı kullanmadan bakan bir göz görüntüyü tek bir noktaya
çekecektir. Mikroskopsa, onu astral bölgenin kenarında çok
daha uzağa koyacaktır. Bakteri, bir düzleme ait olduğu kadar
diğerine de ait olacaktır.
Eğitimsiz bir psişik şuurluluk da
soyut dünyanın sınırlarını ve koşullarını idrak etmekte
güvenilmez bir rehberdir; çünkü o da görücünün
kapasitesine bağlıdır ve onun algılayışı çok geniş
farklılıklardaki koşullara uyumlu olabileceği gibi kör veya
hayalci olabilir, diğer varlıklara çok fazla yakın olabilir,
hatta onlarla karışması bile mümkün olabilir.
Bir
gloksinya çiçeğinin çanında veya bir orkidenin taç yaprağında,
bazen rengin saf beyazdan koyu kırmızının karanlık gölgesine
ya da mora doğru sürekli derinleştiğini görürüz ve bu değişim
öyle ince gerçekleşir ki mikroskopla bile ayırt edilemez. Bu,
tıpkı saf ruhun yoğun maddenin en düşük seviyelerine inişine
benzetilebilir. Daha geniş bir anlayışla, astral düzlemin yarı
maddi olduğu söylenebilir, burası esiri maddenin en düşük
seviyesidir ve onun üzerinde de psişik düzlem yeralır, bunun
da ötesinde burada bahsetmeye gerek olmayan ince ortamlar
bulunmaktadır. Ama, gerçekte, bu incelmiş madde alemlerinde,
belirtilen düzlemler ve alt düzlemler birbirleriyle
uyumlanabilmek için karışır ve karşılıklı olarak birbirlerine
bağımlıdır. Ayrıca her biri alt ve üst düzlemlerindeki,
incelik olarak kendisine yakın olan titreşimlere duyarlıdır.
Bu, alt düzlemlerde bile böyledir. Örneğin, bir düşünce psişik
düzlemde bazı titreşimler yayar ve bu da astralde diğerlerine
karışır ve bu diğer düşüncelere etki ederek onların
değişmelerine neden olur, ya da onları yönlendirir, ta ki
eylemin kaba (yoğun) organları tarafından kabul edilebilene
kadar. Benzer şekilde bir duygu yoğun madde tarafından
sinirler vasıtasıyla algılanmaz; onu kuşatan astral atomlar
tarafından algılanır ve bu atomlar vasıtasıyla yüksek bir
titreşim düzeyinden mantal veya psişik atomlara aktarılır ve
orada düşünce prensibi tarafından farkedilir hale gelir ve
hatta titreşimleri daha yüksek, spiritüel olanı mantal düzleme
aktaracak bir doğaya da sahip olabilir. Bu dönüştürücü
olmadan; yani zihin ile maddi organlar arasında hareket eden
astral prensip olmadan kişinin eliyle bir şeyi tutması bile,
Jüpiteri yörüngesinden fırlatmaktan daha kolay olmayacaktır.
Varlığının astral ve mantal prensipleri arasında uyumlu bir
karşılıklı eylem olmasaydı insan akılsız olurdu.
Bir prensibin
anormal bir şekilde uyarılması zihin ve beden sağlığı için
gerekli olan eylemlerin uyumunu bozacaktır ve bu da psişik
düzlemin maceracıları için en büyük tehlikedir.
Bu gerçekleştiğinde doğru değerlendirme ve doğru idrak etme
güçlerinin ötesindeki bir madde türüne mahsus titreşimlerin
etkisine maruz kalırlar. Anormal bir biçimde uyarılan
şuurlarında son derece parlak etkiler belirir ve kalkışılan
zihinsel asilimilasyon sayesinde, bağlanma ve aktarma
zincirinin düşünce organı olan beyne yanıt verişindeki
yetersizlik nedeniyle yanlış anlayışlarla saparak ölçülerin
ötesinde bir bozulmaya uğrayabilirler. Geçici yanılmalar ve bu
etki devam ettiği taktirde bunların getirdiği delirme hali
kanıtlanamayan sonuçlardır.
Gözden kaçırmak, hatta hafife almak için fazla gerçek olan bir
diğer tehlike de, o düzlemde karşılaşılabilinecek zararlı
varlıklardır. Bedeni olmayan varlıkların zararının da olmadığı
düşünülmemelidir. Astral düzlemde yaşayan çok sayıdaki varlık
yalnızca kollektif şuura sahip olup orada ya da maddi planda
bir güç olarak tezahür ederken; tekamül (gelişmişlik, evrim)
düzeyi şuurlu bir bireyselliğe ulaşmış olan başkaları da
vardır ve bunların da düşmanca olabilen ya da olmayabilen
belirli bir zeka düzeyleri vardır. Bunların arasında gelişim
aşamasında olan ve biz maddi düzlemde yaşayanların hakkında
hiçbirşey bilmediği bazı güçleri etkili bir biçimde
kullanabilen çok sayıda varlık vardır ve astral planın bu
etkileri, bağlantıya geçen insanlardan kaynaklanan irade gücü
tarafından harekete geçirildikçe, bu güçler bilinçsizce ve
körlük halinde kullanılmış olur.
İnsanların büyük çoğunluğunun astral planı hissetmeye dair
belli bir derecede zorlanmadan bir kavrayış elde
edebilecekleri birkaç yöntem vardır ve yaygın olarak bu
görüntülerin önemi büyütülmekte, kişiler bunu hem uykuda hem
de uyanıkken şuursuzca gerçekleştirmekte, psişik olarak
şekillendirmektedirler. Tüm kendi kendine uyarılarak
gerçekleştirilen trans hallerinde bu sonuç ortaya çıkar ve
birçok zaman hipnoz halindeki kişi istem dışı olarak
hipnotizörün yeterince dikkat etmemesi sonucunda bu şuur
haline geçer ya da tehlikeli araştırmalar sürecinde maksatlı
olarak bilinçdışına geçme ile birlikte büyüleyici denecek
kadar gizemli olan daha derin trans hallerine geçiş yapar.
Derin trans halleri özellikle tehlikelidir çünkü süje sadece
farklı bir düzlemin tehlikelerine maruz kalmaz (başka bir
varlık araya girmeye kalkışabilir), aynı zamanda da
operatörünün yönlendirmelerinin yaratabileceği ilave bir riske
de girer ki bu da sözkonusu koşullarda “kargayı kılavuz
edinmek” anlamına gelecektir.
İnsanların şu anda içinde bulunduğu trans hali ve alınan
bilgilerin pek çoğu maddi düzlemin üzerindeki düzlemlerden
gelen titreşimlerden kaynaklanmaktadır yani astral plan
kökenlidirler ve bu tip bağlantılarda göze çarpan bir artışın
olduğunu söyleyebiliriz. Dahilik ve delilik de bunun
etkilerinin benzer tezahürleridir diyebiliriz. Ama şüphesiz
ki, psişik algılamayı ifade eden altıncı hissin insanlığın
ortak özelliği olacağı bir zamana da giderek yaklaşıyoruz. Bu
ortak özellik tam olarak açığa çıkmadan önce insan ırkı tüm
prensiplerine ait titreşimlerine büyük bir ivme kazandırmalı
ve maddenin atomik hallerine ait anlayışlarında doğru algılama
kapasitesini artırmalıdır. İlerleyişimizi bazen bekletebiliriz
ama bu ancak büyük riskler sözkonusu olduğunda yapılmalıdır.
|
Çevirenin Notu:
Esiri Madde: Aether, Ether,
Esir
Duyularla algılanmayan,
atmosferin ötesindeki uzayı dolduran süptil madde. Maddenin
bildiğimiz katı, sıvı, ve gaz hallerine oranla yoğunluğu daha
az, vibrasyonel hızı daha yüksek, daha akışkan, daha ince,
algılanamaz hallerini nitelemede kullanılan bir sıfattır. Eski
Yunanlılar’a göre, içinde yoğun kürenin bulunduğu maddenin
özü. Bütün evreni ve atomlar arasını da dolduran, tartılamayan
cevher. (Metapsişik Terimler Sözlüğü- Ruh ve Madde Yayınları-
S:61)
Akaşik Kayıtlar
(akashic records): Evrende
meydana gelen her olayın, her hareketin yok olmadığını,
hepsinin izlerini bıraktığını ve kaydolduğunu ileri süren
teozoflarca kullanılan bir terimdir. Terim Hint
teozofisindeki “evrendeki tüm uzayı kapsayan temel
esîrî cevher” olarak tanımlanan “akaşa” sözcüğünden Batılı
teozoflar tarafından türetilmiştir. Bu görüşe göre, nasıl
evrende hiçbir madde dönüşümler geçirmekle birlikte yok
olmazsa, hiçbir hareket ve olay da yok olmayıp akaşa denilen
süptil cevhere kaydolur.
Budizm’de akaşa, bu kayıtlanma olayının kapsamıyla ilgili
olarak iki türde ele alınır:
-
1- Kişisel akaşa: Kişinin
duyguları, algıları, zihinsel oluşumları, bilinç
hareketleri, fiziksel biçimi vs. ile ilgili bireysel akaşa.
-
2- Maddi her şey ile
ilgili olan sınırsız akaşa.
Batı teozofisine göre akaşa
ya da akaşik kayıtlar her düşüncenin, her eylemin, her sesin,
her ışığın vibrasyonlarının kaydolduğu, özetle, fiziksel
alemden yansıyan tüm
tesirlerin seri ve dakik bir biçimde yoğunluklarına göre
sınıflanıp kaydolduğu sınırsız ve ebedi bir arşivdir. Batı
teozofisinin kurucusu olan ve akaşa sözcüğünü Batı’ya aktaran
H.P. Blavatsky’ye göre “kişisel akaşik kayıtlar”ın
yanısıra, her gezegenin “gezegensel akaşik kayıtlar”ı
mevcuttur ki,
Rudolf Steiner ve
Edgar Cayce gibi ünlü
medyumların Dünya tarihinin bilinmeyen geçmişiyle (Atlantis,
yedi kök soy vs.) ilgili olarak aktardıkları bilgileri, bu
“gezegensel akaşik kayıtlar”la irtibata geçerek aktardıkları
ileri sürülür. Kimileri
Kur'an’daki
Levh-i
Mahfuz kavramını akaşa kavramıyla ilişkili
olarak yorumlarlar. (Vikipedi-özgür ansiklopedi)
Beşinci Unsur
(Akaşa)
: Batı Okültizmi’nde de, Teozofi’de de beşinci unsur esir
(ether) anlamında ele alınmıştır. Hindu tradisyonlarında esir
anlamında ele alınan beşinci unsura akaşa denir. Hindu
tasvirlerinde akaşa ruhun siyah yumurtası svmbolüyle, ateş
eşkenar üçgenle, hava mavi daireyle, su gümüş hilalle ve
toprak sarı kareyle simgelenir. Tradisyonlarda, genellikle
dört unsur içinden ateş, ruhu; hava ve su süptil planları;
toprak fiziksel ortamı simgeler. (Semboller Ansiklopedisi- RM
Yayınları-S: 69)
İlk Madde:
Batı okültizminde matera prima adıyla belirtilen “ilk madde”
tradisyonlarda genellikle madde kainatının yaratılan ilk hali
olarak betimlenir. Kimi simyacılar ilk madde ile beşinci
unsuru (quinta essentia) aynı şey kabul etmişlerdir. Beşinci
unsur Aristo tarafından dört unsurun ötesindeki süptil
maddeyi, yani esiri ifade etmek üzere ortaya atılan bir
kavramdır. Egzoterik (dış) simyada tüm maddi hallerin oluştuğu
ilk madde cevherine felsefe taşı da denilmiştir.(Semboller
Ansiklopedisi-RM Yayınları- S:168) |