Bilimsel
Araştırmalar ve İnsan Enerji Alanı
1900 yılından sonra yapılmış olan atom fiziği ya da kuantum
fiziği alanındaki son çalışmalar, mikro ve makro sistemleri
algılama biçimimizi köklü bir değişime uğratmıştır. Maddenin
ve enerjinin temel dinamikleri hakkında tamamen yeni bir bilgi
sistematiğine ulaşılmıştır. Tüm evrenin birbirinden
yalıtılamayacak bir enerjetik alan olduğu fikri gündeme
gelmiş, maddi organizasyonların, evren enerjisinin lokal
yoğunlaşmaları olduğu kabul edilmiştir.
Mikro ve
makro ölçekteki tüm sistemler yani atomlar da, insan da,
gezegenler de güneş sistemi ve galaksiler de “açık sistemler”
halinde bulunmaktadır. “Açık sistemler” demek bulunduğu
mekandan yalıtılamayan, izole edilemeyen, o mekandaki bazı
titreşimleri, çeşitli frekanslardaki enerjileri içine alan ve
o mekana bazı titreşimleri, enerjileri yayan sistemler
demektir.
İnsan
bedeni de bir açık sistemdir. Açık sistem oluşu onu
içinde
bulunduğu mekana bağımlı kılar. Yani insan mekandan bağımsız
düşünülemez. İnsan, bulunduğu mekandan çeşitli frekanslardaki
enerjileri de sistemine alır. Sistemine aldığı enerjilerin
başında şakralarından giriş yapan ve Hint literatüründe
“prana”, Çin kültüründe “chi” veya “ki” denilen hayat enerjisi
yeralır. Hayat enerjisi, insanın canlılığını
sürdürebilmesindeki etkenlerden biridir.
İnsanın
açık sistem oluşu nedeniyle mekanda maruz kaldığı enerjilerin
çok farklı nitelikleri vardır. Bu enerjilerin bir kısmı
sağlığı ve ruh halini olumlu yönde etkilerken bir kısmı
olumsuz etkiler. Ayrıca her insan hem fiziksel olarak, hem de
psikolojik olarak kendini güvende hissetmek ister. Güvenlik
ihtiyacı, insanın bir aileye veya bir topluma aidiyet ihtiyacı
kadar gerekli bir psikososyal ihtiyaçtır. Kendimizi güvende
hissetmediğimizde tüm dikkat ve enerjimiz çevremizdeki olası
bir tehlikeye yönelir. Tehlike algısı, korku dediğimiz duyguyu
doğurur. Korku duygusu tarafından kuşatılan insanda neşe,
coşku, huzur ve yaratıcılık sözkonusu olamaz. Zihin, beden ve
enerji alanında alarm zilleri çalar. Örneğin enerji alanı çok
hızlı bir şekilde enerji kaybeder ve bu kayıplar insanı bitkin
düşürür. Çeşitli nedenlerle sık sık bitkin düşen insanlarda
tükenme duygusu, her şeye karşı isteksizlik, üşengeçlik,
depresif belirtiler, çabuk sinirlenme gibi stres faktörleri
devreye girer. Bu belirtilerin kronikleşmesi ise çeşitli
seviyelerde hastalığa davetiye çıkarabilir. Dolayısıyla psişik
korunma uygulamaları hepimiz için gereklidir. Yeni bir ortama
girdiğimizde, karakter olarak zor bir insanla bir arada
yaşamamız gerektiğinde, bir tartışma veya toplantı sırasında
ve bunun gibi diğer başka durumlarda kendimizi güvende ve
güçlü hissetmemize yardım eder. Psişik korunma pratikleriyle
ailemize, dostlarımıza, çalışma arkadaşlarımıza ve hiç
tanımadığımız pek çok insana olumlu bir psişik atmosfer
sağlamış oluruz.
Bedende
Olma, Topraklanma ve Nefes
Pek çok
insan, uyanık olduğu saatlerin büyük bir bölümünü hayal ve
imgelemeler dünyasında yaşar. Günün kalan zamanını ise uykunun
derinliklerinde geçirir.
Hayal ve
imgelemeler dünyasında olmak bilinci bedende ne olup
bittiğinin farkında olmaktan ve dış dünyadan uzaklaştırır.
Hayale ve imgelemeye daldığımızda zihin dış dünyayı algılamayı
keser. Kentin en kalabalık bir caddesinde hayallere dalarak
yürüyen bir insanın farkındalığı tamamen iç uzayına dönmüştür.
Bu imajinasyona gömülmüş insan çevresindeki trafiğin, az ötede
kavga eden birilerinin, çalan kornanın vs. hiç farkında
olmayabilir. Bu haller, gözlerimiz açık olduğu halde tam bir
uyku halidir.
Etkili bir
enerji çalışması ve psişik korunma egzersizi yapacaksak önce
genel olarak kendi profilimizi gözden geçirmekte yarar var.
İşe şu soruları sorup kendimizi gözlemleyerek başlayabiliriz:
Ben günün
ne kadar zamanını farkındalıkla yaşıyorum? Ne kadar zamanımı
kendimi hatırlamadan, fark etmeden geçiriyorum? Çevremde olup
bitenlerin ve kendi bedenimin ne kadar farkındayım?
Bir
taraftan kendini gözleme çalışmaları yaparken bir taraftan da
gün içinde yapabileceğimiz başlangıç egzersizleri vardır.
Bedende
Olma Gerekliliği Özellikle
çalışmakta olan bireylerin çoğu ya bir çalar saatin sesiyle,
ya cep telefonunun alarmıyla ya kendiliğinden ya da ya da aile
bireylerinden birinin seslenmesiyle uyanıyor ve birdenbire
yataktan fırlayıp çıkıyor olabilir. Böylesine uyanıp yataktan
fırlamak, uykudayken bedenle bağlantısı oldukça gevşemiş olan
bilinci tüm bedene odaklamadan ve yaymadan güne başlamaktır.
Hani derler ya henüz uyanamadım hala uyuyorum. Bu söz durumu
çok güzel anlatır. Uyanmış olmak, dikkatin ve farkındalığın,
dolayısıyla bilincin dış dünyayı algılamaya ve etkili kararlar
alabilir duruma geldiğini, olaylara müdahale edebilir halde
olunduğunu ifade eder. Fizik olarak uyandığı halde kendini
uyanmış gibi hissetmeyen insanlarda zihin donuk ve mattır.
Bedenle zihin arasında tam bir bağlantı yoktur. Bir nevi
uyurgezerlik sendromu devam etmektedir.
Böyle bir
insanın sokağa çıktığını ve bir tehditle, bir tehlikeyle
karşılaştığını düşünün. Henüz bedenini bile tam olarak
algılamazken, zihin ve kas, zihin ve beden bağlantısı tam
değilken, algılanan tehlike çok ciddi olmasa bile bir şok
etkisi yaratıp donakalmasına neden olabilir. O halde ne
yapılabilir?
Bedene
Yeniden Odaklanma Egzersizi
Uyanır uyanmaz yataktan
fırlamayın.
O günkü işlerinizi ve
projelerinizi düşünmeyin.
Endişelenip acele etmeyin ve
sırtüstü uzanın.
Ayak parmaklarınızı ve
ayaklarınızı düşünün ve onları hareket ettirin.
Baldır ve bacaklarınızı kasıp
bırakın ve bacaklarınızı düşünüp hissedin.
Karnınızı ve gövdenizi,
kollarınızı fark edin, düşüncenizi bu bölgeye yönlendirin.
Ellerinizi birkaç kez yumruk yapıp açın.
Tüm bedeninizi bir bütün olarak
fark edin, hissedin ve bedeninizi esnetin.
Bedenimin farkındayım,
bilincimi tüm bedenime odaklıyorum, güne uyanık ve enerjik
olarak başlıyorum deyin.,,
Fiziksel
bir ağrınız ve rahatsızlığınız varsa bile bu egzersizi yapın.
Ağrıyan bölgeleri de fark edin. O bölgeye dokunun, okşayın ve
enerji verdiğinizi düşünün. Bedensel farkındalığınıza ve
bedeninizdeki tüm hücrelere teşekkür edin. Onlar aracılığıyla
fizik dünyada bulunduğunuz için hücrelerinize ve bedeninize
sevginizi sunun. Sevginin gül pembesi ışığının kalp
şakranızdan içeri girerek tüm bedeninizi doldurduğunu
imgeleyin ve gülümseyin. Sonra nazik bir şekilde kalkıp
yataktan çıkın.
Bedenimizi
fark etmek, bedende olduğumuzu hissetmek açılarından önemli
olan bir diğer uygulama da topraklanmaktır. Eğer
topraklanmamışsak ve sakin bir ruh halinde değilsek, nefes
ritmimiz hızlı ve düzensizse, imajinasyon kabiliyetimiz ne
kadar iyi olursa olsun etkili bir psişik korunma çalışması
yapılamaz. Bazı insanların her nerede olurlarsa olsunlar
bedenlerine odaklanıp sakin bir nefes ritmiyle topraklanmış
kalmayı öğrenmeleri rahatlamaları için yeterlidir. Topraklanma
uygulaması ile de bilinciniz bedeninize odaklanmış olur.
Enerji alanınız yerkürenin enerjileriyle bağlantılı olduğu
için kendinizi daha güçlü ve güvende hissedebilirsiniz.
Topraklanma
egzersizi
Bacaklarınızı hafifçe açıp ayakta durun ve gözlerinizi
kapatın. Omurganızın dik ve bedeninizin rahat olmasına dikkat
edin. Vücudunuzu kasmayın. Kollarınızı, bedeninizin hemen
yanında aşağı doğru serbestçe bırakın. Her iki elinizin
başparmağı, küçük parmağı ve yüzük parmaklarının uçlarını
birleştirip kalan iki parmağı yere doğru uzatın.
Gökyüzünden
gelen beyaz bir ışık huzmesi düşünün. Bu ışığın başınızın
tepesindeki tepe şakranızdan içeri girdiğini, tüm bedeninizi
doldurduğunu, kök şakranızdan ve ayak tabanlarınızdan
yerkürenin derinliklerine doğru aktığını imgeleyin. Bu
imgelemeye nefesi de ekleyin. Nefesiniz gayet sakin ve derin
olmalı. Nefes aldıkça ışığın bedeninize dolduğunu, nefes
verdikçe bedeninizden yerküreye doğru aktığını düşünün.
Kollarınızı ve bedeninizi kasmadan birkaç dakika bu şekilde
kalın.
Bu
egzersizi gün içinde işyerinizde uygun bir ortamda da yapmak
sizi enerjik kılacak ve rahatlatacaktır.
Kendinizi
psişik olarak korumak için, Tanrı’nın, Buda’nın, inandığınız
bir peygamberin veya mistik bir üstadın gücünü ve sevgisini
size yardım etmesi için, enerji alanınızı sevgiyle ve iyilikle
donatıp sizi korunma altına alması için çağırabilirsiniz.
Gözlerinizi kapatıp, korunma imajınızı tahayyül edin. Tanrısal
bir güçten veya mistik bir varlıktan size doğru akıp gelen bir
sevgi selinin, bir enerji dalgasının tüm auranızı ve
bedeninizi doldurduğunu düşünün. O varlıktan sizi kutsamasını
ve korumasını dileyin. Bu sırada sizi rahatlatan bir
meditasyon müziği veya ney sesi dinleyin. Bedeninizi gevşetin
ve bu anın tadını çıkarın.
En
yüce duygu sevgi duygusudur. En yüksek titreşim sevgi
enerjisinin titreşimidir. Sevgi enerjisinin odaklandığı merkez
kalp şakrasıdır. Her tür olumsuz titreşimi etkisiz hale
getiren ve en güçlü korunma sağlayan sevgi enerjisini auradan
çevreye doğru yayan kişiler en güçlü korunmayı kendiliğinden
temin eder. Daima neşe ve iyimserlik içinde olan, yüce bir
planın işlediğine inanan, bardağın dolu tarafını görmeyi seçen
ve tüm varlıklara karşı şefkat hisleri duyan kişilerin kalp
şakrası, Tanrısal sevgi enerjisine oldukça açıktır.
Negatifi
Negatifle Yok Etmek Zordur Hangi
nedenle olursa olsun sorun veya çatışma yaşadığınız insandan
size doğru akıp gelen olumsuz enerjiyi, ona olumsuz enerji
göndererek, ona olan düşmanca duygularınızı besleyerek, ona
olan nefretinizi canlı tutarak ve ona beddualar okuyarak
etkisiz hale getiremezsiniz.
Sürekli o
insanı ve çatışmayı hatırlayarak, o çatışma sırasında neler
hissettiğinize odaklanarak, zihinsel düzeyde onunla kavga
etmeyi sürdürerek bu durumdan herhangi bir fayda elde
edemezsiniz. Tam tersine aranızdaki olumsuzluğu besler,
zihinsel ve psişik seviyede çok fazla enerji tüketirsiniz. Bu
durum auranızı zayıflatır, hem çevreye psişik kirlilik yayar
hem de önce kendinize sonra da ona zarar verirsiniz. “Şiddet
kullanırsanız, şiddet görürsünüz”, “Nefret ederseniz nefret
edilirsiniz”, “Severseniz, sevilirsiniz” diyen ezoterik
öğretiler, yaşamın enerjetik doğasını son derece yalın bir
şekilde ifade etmiştir.
Duyguları
sürekli kılan düşüncelerdir. Düşüncelerimizi değiştirdiğimizde
yaşadığımız duygular da değişir. Düşünce gücümüz ve
imajinasyon yeteneğimiz sayesinde içinde yaşadığımız gerçeklik
deneyimlerimizi oluştururuz. Her ne düşünüyorsak, o düşünceyi
sık sık düşünerek enerjiyle besliyorsak, onun gerçekleşme
olasılığını artırırız. Bu nedenle duygularımızı değiştirmek
istiyorsak önce o duyguları oluşturan düşünceyi kesmeyi
denememiz gerekir.
Kendini
Sevme Gerekliliği
Ezoterik
öğreti, “Kendini sevmeyen bir insan başkalarını sevemez” der.
Yüzeysel olarak baktığımızda elbette ki her insan kendini
sever veya sever görünür. Ancak bilinçdışı alanlara
girdiğimizde her insanın kendini ve deneyimlerini olduğu gibi
kabul edemediğini, kendiyle tam bir barış ve uzlaşı içinde
olamadığını, bazı pişmanlıklar içinde olduğunu görürüz.
Geçmişte yaşadığı kimi deneyimler için kendine kızan,
pişmanlık duyan, kendini suçlayan, kendini affetmeyen, yaptığı
kimi eylemlerden dolayı kendini sevemeyen kimliklerle veya
duygularla karşılaşırız. Kendini sevme egzersizleri yapmanın
hepimize olumlu geri dönüşleri olacaktır:
Kendini
Sevme Egzersizi Bedeninizde
beğenmediğiniz, hoşlanmadığınız veya ağrıyan bir bölge varsa
önce o bölgeye yoğunlaşın, farkındalığınızı oraya yöneltin ve
o bölgeye sevginizi sunun. Daha sonra dikkatinizi kalbinize
odaklayın ve sağ elinizi kalbinizin üstüne koyun. Eğer
odaklanacağınız bir yeriniz olmadığını hissederseniz kalbinize
yoğunlaşın, sağ elinizi kalbinizin üstüne koyup kalbinizi
düşünün ve ona sevginizi sunun, ona teşekkür edin.
Daha sonra
tüm benliğinizi ve bedeninizi düşünün. Sevgi hislerinizi
bedeninize ve benliğinize yöneltin. Bedeninizin sırasıyla
yeşil, gül kırmızısı, altın sarısı renklerle dolduğunu
imgeleyin. Sonra da beyaz ışık ile dolduğunu düşünün.
Zihinsel
Tavrınızı Değiştirmeyi Deneyin Değişim ve
yeni yaratımlar tam da şu anda alacağınız zihinsel tavırlarda
yatmaktadır. Yaratıcı olan güç, aynı zamanda değişimden
yanadır. İçinizdeki yaratıcı gücü ortaya çıkarmak ve kendi
yararınıza kullanmak istiyorsanız değişimden yana tavır alın.
Tüm eski inanç ve tavırlarınızı, kararlarınızı gözden geçirin.
Bugün, artık işinize yaramayan ne varsa atın. Zihninizden
silin. Yaramış olsalardı zaten şu anda değişim ihtiyacı
duymazdınız, bunu unutmayın. Geçmişin dramlarına gömülüp
kalmayın. Gelecekte gördüğünüz belirsizlikte kaybolmayın.
Mümkün olduğunca geçmişteki olumsuzlukları düşünmeyin ve
unutun. Bilerek ve isteyerek hatırlamama tavrı geliştirin.
Hatırlasanız da oradan size bir fayda gelmeyeceğine inanın.
Ancak yaşadığınız bazı deneyimler nedeniyle kendinize kızgın,
kırgın, öfkeli iseniz, suçluluk duygularınız varsa, kimi
eylemleriniz nedeniyle kendinizi sevmiyorsanız o deneyimlerin
içimizde yarattığı tortulardan arınma egzersizi
uygulayabilirsiniz.
İç
Tortulardan Arınma Egzersizi
Bir
defter alın. Yalnız kalacağınız bir odaya çekilin. Önce
çocukluğunuzu düşünün. Hatırlayabiliyorsanız 5 yaşınızla 10
yaşınız arasındaki süreci gözden geçirin. Bu yıllarda sizi
üzen bir olay, kendinize kızmanıza neden olan bir anı var mı?
Varsa o anıya yoğunlaşın. Neler olmuştu? Neler hissetmiştiniz?
Kendinize niye kızmıştınız? Tüm bunları gözden geçirerek ve o
zamanlar hissettiğiniz duygulara yoğunlaşarak yazmaya
başlayın. Bu sırada içinizden ağlamak gelirse ağlayın. Bırakın
gözyaşlarınız aksın.
Aynı
şekilde 10 yaşınızla 15 yaşınız arasını, 15 yaşınızla 20
yaşınız vs düşünerek şimdiki yaşınıza kadar ilerleyin. Bu yaş
dilimleri taramasını bir güne sığdırmaya kalkmayın.
Gerekiyorsa 3 hafta, gerekiyorsa üç ay içinde, istediğiniz
zamanlarda yoğunlaşarak bu arınmayı deneyin. Sonra da
yazdığınız her sayfayı yırtıp uygun bir yerde, örneğin büyükçe
bir tavanın içinde yakın. Kağıtlar yandıkça içinizden dışarı
çıkan negatif tortuların da dağılıp giden dumanla birlikte yok
olduğunu düşünün.
Her insan
Dünya’daki yaşam kesiti içinde edindiği eksik veya hatalı
öğrenmelerini düzeltmek, yarattığı sebep-sonuç zincirlerini
daha pozitife çevirmek, işine yaramayan alışkanlık ve
davranışlarını pozitifiyle değiştirmek ister. Hayat da ona bu
değiştirme imkanlarını cömertçe sunar. Zaten tüm mesele,
hayatın bize cömertçe sunduklarıyla yaptığımız değişim dansı
değil midir? |