Şuurumuzun insanların düşünceleri ve davranışları üzerinde,
bitkisel yaşam, DNA, kuantum nesneleri, suyun molekül yapısı
ve hatta elektrik akımlarının akışı üzerinde çeşitli etkileri
olduğu kanıtlandı. 40’tan fazla çalışmada elde edilen bulgular
oldukça çok sayıda ve birbirinden ayrı olarak dua ve
meditasyon uygulamaları yapan insanların çok uzak mesafelerden
bile diğer bazı kişilerin üzerinde sağlık ve yararlı
davranışlar oluşturmak bakımından önemli bir rol oynadıklarını
ortaya çıkardı. Uzaktan odaklanmanın biyolojik olduğu kadar
elektronik sistemler üzerindeki etkisi 500’den fazla çalışmada
etkili oldu. Birbirinden izole edilmiş ve biyolojik kontrol
altındaki bu insanlar daha sonra düşüncelerini ve
deneyimlerini paylaştılar. 39 benzer çalışmanın meta analizi
bu sonuçların tesadüfen olma ihtimalinin trilyonda bir
olduğunu ortaya çıkardı. Aynı zamanda, Charles Honorton
tarafından Princeton-New Jersey’deki Psikofizik Araştırma
Laboratuvarlarında yayınlanan buna benzer onbir çalışmada da
sürekli ortaya çıkan şu oldu ki, insanlar mekânsal olarak
ayrıyken, korunmuş bir ortamda düşünce ve imajlarını
paylaşabiliyorlar. Ünlü ve şüpheci bazı bilimadamları da,
Honorton’un çalışmalarının ve yirmisekiz diğer benzer
çalışmanın ancak trilyonda bir ihtimalle tesadüf olabilecek
sonuçları ortaya koyduğunu kabul ettiler.
Acaba hangi
noktada yaratılışla olan reddedilemez bağlantımızı şüpheciliğe
teslim ediyoruz? Bizler Batı toplumlarının bize verdiği;
kalplerimizde nefret ve kızgınlıkla dolaşsak da bunun dünyayı
etkilemeyeceğini öğreten bir eğitimi aldık. Şu anda ise bunun
doğru olmadığının bilimsel kanıtına sahibiz. Bizler
birbirimizden ayrı değiliz. Her ne kadar farklı düşüncelere,
hırslara ve isteklere sahip olsak da; her ne kadar farklı
birer kimlik, ego ve bedene sahip olarak görünsek de bizler
enerjetik, ruhsal, kuantum anlamlarında gerçek bir bütün
halinde bulunuyoruz. Bu, insanlığın ilk aydınlanmaya başladığı
zamandan beri sezgisel olarak bilinen birşeydi. Bu içsel
bilgeliğe, daha evrensel birşeyin yansıması olduğumuz, daha
büyük bir bütünün bir parçası olduğumuz bilgisine zaten
sahiptik gibi görünüyor. Peki, bunu entelektüel olarak anlayan
ama uygulamayan insan ne derece iyi biri olabilir?
Kanıtlandığı halde gerçeği ve sezgilerini kasti olarak
görmezden gelmeyi seçen ve kişisel rahatı için evrensel bir
sevgiyi ihmal eden biri ne kadar iyi olabilir? Siz kendi
kimliğinizi tanıdıkça, o kimlik parmaklarınızın arasından
kayar gider. Duyarsızlık kendini yükümlülüğe dönüştürür.
Başkasını sevmek kendinizi sevmek demektir. Başkasına hizmet
etmek, kendinize hizmet etmektir. Sadece kendinize değil,
herşey olana hizmet etmektir…
HARİKA
PSİŞİKLER
Çin'de
ismine "Harika Psişikler" denilen yeni bir çocuk kitlesi
bulunuyor. 1997'den beri, Çin Hükümeti onları tespit ederek
milyonlarca dolar ayırmak suretiyle "Harika İnsani Güçler"e
sahip bu çocukların üzerinde çalışmalar yapıyor. Yunnan
Wenshan Teachers’ Üniversitesi’nden skeptik bazı bilimadamları
araştırılmaya değer görülen yeteneğe sahip beş çocuğu alarak
bazı deneyler yaptı. Araştırmacılar çocukların gözlerini
bağlayarak onlara okumak için birşeyler verdi. Sonuçta
çocukların kulakları, ağızları, burunları, dilleri,
koltukaltları, elleri veya ayakları ile okuyabildikleri
gerçeği ile karşılaştılar. Örneğin, bir kitap rafından bir
kitabı alıp sayfayı yırtıp buruşturarak top haline getirdiler
ve bunları çocukların koltukaltlarına yerleştirdiler. Çocuklar
bunları defalarca kez mükemmelen okudular. Bir küçük kız
çocuğu, bir deste cam kavanozunu birkaç bin kişilik bir
izleyici kitlesinin her üyesine vererek dikkate değer bir
demonstrasyon yaptı. Her bir kavanozun içinde açmamış bir gül
goncası vardı. Küçük kız elini havada salladığında herkes
ellerinde tuttukları goncaların tamamen açtığına şahit
oluyordu. 1997’de Çin Hükümeti bu çocuklarının sayısının en az
100 000 olduğunu açıkladı. Canlı olarak izleyicilerin ve
şüphecilerin önünde yeteneklerini bizzat ispatlayan bu onlarca
binlerce çocuğun kabiliyetlerinin doğruluğundan daha gerçek ne
olabilir?
http://internationalresearchsociety.wordpress.com/author/elissahawke/
PSİŞİK İNSANLARIN YAŞADIĞI BEDEN DIŞI DENEYİMLER GERÇEK MİDİR?
Beden Dışı
Deneyimler gerçek midir? Uygarlıkların başlangıcından bugüne
değin çok, pekçok insan yaşanan BDD'leri bildirmiştir.
Mısırlılar, Hintliler, Kızılderililer, Kadim Grek ve Roma
Uygarlıklarının hepsi BDD'leri doğal bir hadise olarak kabul
etmektedirler. Hatta İncil'de bile Paul bir BDD deneyimini
tanımlamaktadır(Korintoslulara-2/ 12:3). Yapılan bir çalışma,
488 dünya toplumu içinden %89’unun en azından BDD’leri dikkate
alan bir geleneğe sahip olduğunu ortaya çıkarmıştır. Aberdeen
Üniveristesi’nden Dr. Crookall BDD vakaları üzerine 9 kitap
yazmış, çalışmasını bu konuda şaşırtıcı miktarda kanıta
dayandırmıştır. 380 Oxford öğrencisi üzerinde yapılan
araştırma, öğrencilerin %34’ünün BDD yaşadığınız
göstermektedir. New England Üniveristesinden Dr. Irwin’in
araştırmasına göre, öğrencilerinin %20’si yaşamlarının bir
yerinde bir BDD yaşamıştı. Bu fenomen için daha fazla bilimsel
güvenilirlik gerekir mi?
Çinli
bilimadamları, bazı durugörürlerden bedenlerini bırakıp bir
odaya yerleştirilen ve bulunduğu odanın tamamen mühürlenerek
odaya ışık girmesinin imkansız hale getirildiği bir Çinli
karakteri uzaktan görmelerini istediler. Odanın dışındayken
görücüler (durugörürler) saf bir şuur haline yükselecekler ve
odanın dışında oldukları halde içeride ne olduğunu doğru bir
şekilde okuyacaklardı. Görücüler odayı doğru olarak
taradıklarında 15 000 foton (ışık parçacığı) dalgasının odada
belirdiği tespit edildi. Bu deney 1986 yılında Dr. Scot
Hubbard tarafından yüksek kaliteli bir foto çoğaltıcı tüp
kullanılarak ışık emisyonlarını toplayarak tekrarlandı. Bu
konuda pekçok harikulade kişisel vaka çalışmaları da
yapılmıştır ancak bu deneyler en çok bilgiyi elde
edebileceğimiz türdendir. Bu deneyler şunu ispatlamaktadır ki;
beden dışına çıktığımızda bu sadece psikolojik olarak
gerçekleştirdiğimiz bir eylem değildir. Astral bedenimiz, ışık
parçacıkları yayınlayan, ölçülebilir bir varlığı olan bir
enerjetik fenomendir.
http://www.remoteviewed.com/remote-viewing-biblography-papers.html
RUHSAL ŞİFA VE DUA GERÇEKTEN İŞE YARIYOR MU?
Ruhsal şifa ve
dua gerçekten işe yarıyor mu? Yakınlarda yapılan ve 4000 den
fazla hemşireyi kapsayan bir araştırmanın sonuçlarına göre
hemşirelerin %80’i spiritüel çalışmaların hemşirelik
eğitiminde hemşireliğin öz bilgisi olarak yeralması
gerektiğini hissetti. Neden? Çünkü işe yarıyor ve çünkü şuur
üzerine olan yeni teorilerle de paralel. Fizikçi Gerald
Feinberg şu açıklamayı yapıyor: “Eğer böyle bir fenomen
gerçekten gerçekleşseydi fizik denklemlerde onları tanımlamak
için hiçbir değişikliğe gerek kalmazdı”. California Berkeley
Üniveristesi’nden Henry P. Stapp ise şöyle diyor: “Bizim
insani düşüncelerimiz doğaya mekânsal olmayan bağlantılarla
bağlıdır, yani bir insanın belli bir mekanda yapmayı seçtiği
şey hemen o anda evrenin başka bir yerinde gerçek olanı
etkiliyor görünüyor”. Konuyla ilgili bir diğer inandırıcı
kanıt ise şu: Yaşamlarında birkaç seneden daha uzun bir
süredir ruhsal bir yol izleyenler, izlemeyenlerle
kıyaslandıklarında hemen tüm büyük hastalıklara onlardan daha
düşük oranda yakalanmaktadırlar. Amerikan aile hekimleri
üzerinde yapılan bir araştırmada hekimlerin %99’unun ruhsal
inançların iyileştirebildiğine ikna oldukları ve %75’inin
başkalarının dualarının bir hastanın iyileşmesine yardımcı
olduğuna inandığı ortaya çıkmıştır. Hastalar için dua etmenin
daha hızlı iyileşmelerine yardımcı olduğu iyi bilinen bir
bilimsel bilgidir. Dolayısıyla herkesin buna inandığını ve
neden işe yaradığını anladığını biliyoruz ama ruhsal şifaya
güvenilebileceğini ortaya koyan bireysel bilimsel çalışmalar
da var. İşte bunlardan bir tanesi:
Prof.Dr. Glen
Rein, maksatlı olarak göndeirlen sevgi enerjisinin insan DNA
molekülü üzerinde yapısal değişimler yarattığını keşfetti. DNA
molekülü gerçekte açılmamıştır ve sevgi enerjisi bilinçli
olarak gönderildiğinde kendini iyileştirmeye başlamaktadır.
DNA molekülü kendini SADECE sevgi enerjisi bilinçli bir
niyetle gönderildiğinde kendini iyileştirmeye başlıyordu ve
gerilim ve öfke enerjileri gönderildiğinde ise bunun tam
tersini gerçekleştiriyordu. Bu çalışmanın adı “İnsan DNA’sı
üzerinde Şuurlu Yönlendirmenin Etkileri”dir ve çalışmanın
orjinalini şu linkten bulabilirsiniz:
http://www.item-bioenergy.com/infocenter/ConsciousIntentiononDNA.pdf
Ruhsal şifa
hakkında tartışmaları bulabileceğiniz diğer iki link de şunlar
:
http://www.dailymail.co.uk/health/article-408280/Could-spiritual-healing-actually-work.html
http://www.huffingtonpost.com/dr-larry-dossey/spirituality-healing-and_b_680472.html
TUTSAK
ENERJİLER BİTMEMİŞ İŞ DEMEKTİR
Bir Psiko-Regresyon
Vakası (Dr.Francesca Rossetti):
Benliğin
parçaları başka boyutlarda hapsolunca, bu her zaman kişinin
henüz anlamadığı ve bütünleşemediği birşeylerin oluşunu
göstermektedir. Negatif bir davranış güçlü bir suçluluk
tepkisine yolaçabilir, ve bunun da kişinin psişik-genetik
kaydındaki mevcut zayıflıklar tarafından çoğaltılıyor olması
mümkündür.
"Bir kadının
kendine saygısı azdı ve kendisini gerçekten çirkin sanıyordu.
MÖ. 5. yy Almanyası'na geriledi, o zamanki yaşamında kendisini
çok büyük kafalı, küçük elleri ve ayakları olan biçimsiz bir
adam olarak görüyordu. Biçimsizliğinden dolayı köy merkezinde
herkesin görüp de gülmesi için bir kafeste asılmıştı ve birçok
fiziksel ve duygusal acılara maruz kaldıktan sonra kafes
içinde ölmüştü.
Bu ölümü
yaşadıktan sonra, kadın bu geçmiş kişiliğe bağlı yalnızlık ve
çirkinlik hislerini ve nefretini açığa çıkardı. Şİmdiki
yaşamında da, bu deneyimden öğrendiği ders, insanlardaki
herhangi bir farklılığın sorun yaratabileceği ve kişiliği
parçalayabileceği yönündeydi. Ölümden sonra dahi insanların
nefretlerinin, enerjilerini o belirli zaman kuşağında içsel
olarak hapsederek, psişik-genetik kaydını çarpıttığıydı.
Nefreti, kendisinin şimdiki yaşamındaki aurik yapısında bir
bozukluk yaratmıştı, ancak ruhsal rehberler psişik incinmeleri
tedavi eder etmez omurgası doğruldu, iskelet sistemi uyumlu
hale geldi, kolları ve bacakları düzeldi. Bu yaşamında bu
denli güçlü bir tepki yaratan, önceki bir yaşamda kayıp bir
aşk yüzünden duyduğu kırgınlık ve gücenmeydi.
Bu kadın
sevmeyi ve kendini kabullenmeyi öğrendiğinde bu yaşamdaki
hayatından gerçekten haz almaya başladı ve bu belirli yaşamla
ilgili bütün nefreti, negatif enerjileri, negatif varlıkları
açığa çıkardığı zaman kendisini adeta yeniden doğmuş hissetti.
Nefretin şekil bozukluğuna yol açtığını, insanı kurutup
sonunda bir şekilde öldürdüğünü öğrenmesi gerekiyordu."
BİZ
GERÇEKTEN ENERJİDEN OLUŞAN İNSANLAR MIYIZ?
Doğanın
enerjetik-ruhsal bir parçası mıyız? Buna ait herhangi bir
kanıt var mı? 1995 Yılında, Dr Vladimir Poponin ve Dr. Peter
Gariaev, doğada enerjisınin ölçülebilir olduğu DNA hayalet
etkisi keşfetti. DNA molekülünü hermetik kapatılmış bir
konteyner içine koyarak ve ona lazer ışığı vererek bir deney
yaptılar. Bilim sadece gerçeği varsayar. DNA tıpkı fotonların
ışığı çekmesi gibi ışığı bir vakum gibi çekerek bunları dna
sarmal yapısı içinde saklamaya başladı. DNA molekülü üstündeki
deneme kaldırıldı ama en dikkat çeken şey, ışığın devam
etmekte olduğu gözlendi ve orada bile DNA tüp olmadan bir çift
sarmal şeklinde depolandı. DNA sanki enerjetik bir kopyasını
ışık yükleme kaldırıldıktan sonra geride bıraktı. Bu hologram
DNA’nın hayaleti içinde ışık fotonlar yayarak şaşırtıcı bir
süre yapısını korudu. DNA’nın Işık yapısında sıvı azot ile
çalıştığınızda, hayali dna sadece kısa bir süreliğine ayrı bir
kırılma oluşturacak, ama yaklaşık 8 dakika sonra yapısını
yeniden ve ışık saklamaya devam edecektir.
Burada şimdi,
sizin bu okumayı yapmanız gibi DNA da aynı şeyi yapıyor ve
bulunduğunuz konumu terk etmesi durumunda geride ölçülebilecek
enerjetik bir fantom yani hayalet bırakıyor. Bizim fiziksel
bedenimizin hücreleri ile çiftler ve arabirimler arasında her
iplikçiğin DNA ile enerjetik yinelenen verileri olması mümkün
mü? Enerjetik gücü yerinde olan bu fotonlar ışığı tutmak için
sorumlu mu? Bu fikir bize bir enerjetik beden ya da biyolojik
beden bünyesinde yer alan ve kimliğimiz üzerinde gerçekten
güçlü etkileri olan "astral" beden hakkında güven veren bir
çalışma sunuyor. |