Spiritüalizm & Parapsikoloji

WWW.ASTROSET.COM

UYKU

Bedri RUHSELMAN’ın RUH ve KÂİNAT adlı eserinin 745-765 sayfalarından güncel Türkçe’ye uyarlanmıştır
Derleyen: Selman GERÇEKSEVER

  Sıradan yaşamda gelip geçici şuursuzluk hallerinden biri de uykudur. Mâdem ki dünyaya bir takım deneyimler geçirmek için geliyoruz ve bu deneyimlere şuur ve irademizle girişmek durumundayız; o halde, neden dünya âtıl şuursuz ve “ölü” gibi bazı haller başımızdan geçiyor? Bu durumlar sırasında dünya deneyimlerinden geçmiyor muyuz, tamamen kullanılmaz durumda mıyız? Araya neden bu şuursuzluk halleri, sanki “boşluklar” giriyor? Ayrıca, uyku durumu tekrardoğuş fikrine aykırı mıdır, değil midir gibi bu durumda var…

  Her şeyden önce şunu anımsatmak isteriz ki, ruhun maddesel esâretten kurtulmuş ya da hiç olmazsa, spatyomda ortaya çıkmış olan “serbest şuur” hâli; kitabımızda “bağlı şuur” olarak ifadeye koyduğumuz dünya maddelerinin olanakları ve baskıları arasında tezahür eden sıradan şuur hâlinden bambaşka bir şeydir, denecek kadar geniş kapsamlıdır.

  Şimdiye kadar kitabımızın değişik kısımlarında, sırası geldikçe söylendiği gibi; beyin gibi, dünya maddelerinin her an değişebilen ve herhangi küçük bir olay ile arızalanan / rahatsızlanan fâni, sabit olmayan elemanlarıyla ilgili ”bağlı şuur” hâli, ruhun ebedi varlığıyla sürüp giden genel şuur durumuna hiçbir zaman ölçü olamayacağı gibi, herhangi bir rahatsızlıktan dolayı bağlı şuur” da oluşacak değişmeler de “serbest şuur” üzerinde etkili olamaz. Şunu da anımsamak gerekir ki, bir kez madde dünyasına adımını atmış olan varlık, bu ilk adımından başlayarak kesintisiz bir şekilde sürüp giden deneyimlerine başlamış bulunur. Bu deneyimlerin kesilmesi, onun dünyadan ayrılacağı ana kadar sürer gider.

  Yeryüzünde enkarne bir varlığın geçirdiği hiçbir dakika boş değildir. İster uyusun, ister çocuk hâlinde bulunsun ya da deli olsun, hasta olsun, o; sürekli bir şekilde çevresinden tesirler alır ve bu tesirler onun ruhunda görünen / görünmeyen birçok izlenimler oluşturur. Bu konuda psikoloji bilim dalı pek çok örneklerle doludur. Esasen biz de, kitabımızın daha önceki kısımlarında (degajman ve unutma kavramları karşısında) bu durumla ilgili bazı örnekler vermiştik. Şimdi konunun ayrıntılarına girmeden önce “doğal uyku” durumu üzerinde biraz duralım:

Doğal Uyku

  Görünüşte ruhun tüm maddesel etkinlikleri, durmuş gibi görünen doğal / normal uykuda; birçok ruhsal melekeler, hattâ bazen uyanık durumdakinden fazla olarak etkinleşir. Bu konuda yapılmış dikkate değer ve göz ardı edilmemesi gereken deneyler vardır. Bu deneylere değinmeden önce herkesin bildiği bir olayı burada anımsatmak isterim: Genellikle insanlar istedikleri saatte uyuyabilir. Bir istatistiğe göre, insanlar ortalama 12 dakikalık bir hata ile bu işi başarıyla yapabilmektedirler. Bu hatâ sürekli olarak her zamanki saatten erken uyanma şeklinde görünmektedir. Doğrudan doğruya kendim yapmış olduğum denemelerim (celselerim) sırasında bu noktayla ilgili bazı bakımlardan çok dikkate değer bir gözlem ile karşılaştım. Ruhun değişik melekelerinin uyku sırasındaki etkinliğini gösteren bu gözlem bence çok öğreticidir:

  Bundan birkaç yıl önce (1940’lı yılların ilk yarısı) Devlet Demir Yolları’nda görevim vardı. Bilecik’teydim. Bir gün İstanbul’da bulunmamı gerektiren önemli bir işim çıktı. Bu işimi görebilmek için, o gece İstanbul’a doğru saat 3’te geçecek olan ekspres trene yetişmeliydim. Yalnızdım ve beni o saatte uyandıracak güvenilir bir kimse de yoktu. Böyle durumlarda ara sıra yaptığım gibi, saat 2’de (trenin hareketinden bir saat önce) uyanmak kararıyla, her zaman olduğu gibi 22’de yattım. O zamana kadar yapmış olduğum denemelerin sonuçlarına güvenerek, kesinlikle zamanında uyanacağıma emin bulunuyordum. Derhal uyumuşum. Bir rüya görmeye başlıyorum: Rüyamda, uyandığım zaman saat 3 olmuş. Aklıma dün akşamki kararım ve bugün İstanbul’da görülmesi gereken önemli işim altüst olduğu fikri geliyor. “Eyvah!” diyorum. “Treni kaçırdım. Dünkü telkinlerim beni aldattı. Trene rahatça yetişmek için saat 2’de uyanmaya karar vermiştim. Oysa ki, şimdi bir saat geç uyanmış bulunuyorum. Tam trenin gelme zamanı. Ama neyleyim, ben kalkıp hazırlanıncaya kadar o gelip gidecek…” Yatakta başımı kaldırıp, pencereden dışarı bakıyorum(1). Tren istasyondan ayrılmak üzeredir. Fena halde canım sıkılıyor. Bir telkinle uyanabileceğime dâir olan kuvvetli inancım yüzünden, benim için yaşamsal bir önemi olan İstanbul’daki işimi kaçırdım, diye üzülüyorum. Öfke ve ümitsizlikle karışık bir takım sıkıcı duygular içinde tekrar uyumaya karar veriyorum. Fakat tam bu sırada kim olduğunu bilemediğim ve çok iyi tanıdıklarımdan, hattâ dostlarımdan biri olduğunu sandığım birisi ortaya çıkıyor ve bana şunları söylüyor:

  “Üzülme ve uyuma. Hiçbir şey yitirmiş değilsin. Tren bir saat sonra gelecek, onunla gidersin ama seni o trene almayacaklar. Bununla beraber, sen gizlice arkadan bir vagonun içine gireceksin ve karanlık dar bir yerde gideceksin.” Bu sözlere inanmıyorum ve kendi kendime şunları söylüyorum: "Bu dost her kimse beni üzüntüden kurtarmak için böyle anlamsız saçma tesellilere kalkışıyor. Çünkü bu son trendir. Bundan sonra gelecek olan 7 treni benim işimi görmez. Ayrıca, ben bu kurumun görevlilerindenim; her trenin neresine olursa olsun binmek benim hakkımdır. Kim beni trene almamazlık yapabilir” diyor ve uyumak üzere gözlerimi kapatıyorum.

  İşte tam bu sırada gerçekten uyandım. Gördüğüm rüyamın canlı ayrıntıları ve etkisi o kadar içime nüfuz etmiş ki, ilk zamanda rüya görmüş olduğuma ya da şimdi uyandığıma inanamadım. Kendimi kontrol ettim; şimdi gerçekten uyanık bulunuyordum. Hemen saatime baktım 2’ye beş vardı. Derin bir nefes aldım; demek ki işlerimin doğurduğu heyecanla ben bu gece bir kâbus geçirmiştim ve bu kâbusta olduğu gibi akşamki telkinlerim hiç de boşuna gitmemişti. Treni kaçırmamıştım. Çünkü onun gelmesine daha bol bol bir saat vardı. Henüz bu düşüncelerim bitmemişti ki, odam birden aydınlandı ve istasyona olanca gürültüsüyle bir tren girdi. “Herhalde bu sık sık gelip geçen marşandizlerden biri. Bol zamanım var…” düşüncesinden dolayı tembel tembel başımı kaldırıp istasyona doğru baktım. Bir de ne göreyim; istasyonda duran tren yolcu treni değil mi! Oysa ki, bu saatlerde ancak bir tren vardır, o da benim beklediğim ekspres. Hemen deli gibi yataktan fırladım ama henüz giyinmeye başlarken, tren hareket etti ve İstanbul’a doğru bizim istasyonu terk etti.

  Ne olmuştu, nasıl oldu da 3’te kalkması gereken bu tren bir saat önce, yani 2’de hareket etti? Çok geçmeden durumu kendi kendime açıkladım: O sıralarda saatimin yelkovanı gevşemiş bulunuyordu; ara sıra biraz ileri, biraz geri kalıyor ve umulmadık zamanlarda, zamanı yanlış gösterirdi. Demek gene bu mel’un yelkovan bir saat geri fırlamıştı ve 3 yerine 2’yi gösteriyordu. Ola ki ben akşamki telkini de bu yanlış ayara göre verdiğim için ona göre uyanmıştım. Yani bu saate göre tam zamanında uyanmıştım ama gerçekte bir saat geç kalmış bulunuyorum. Bu kez canım gerçekten çok sıkıldı ve şimdi işlerimin cidden alt üst olduğunu düşündükçe, rüyamdayken ortaya çıkan ve hâla üzerimden tesiri silinmemiş bulunan üzüntüm bir kat daha arttı ve sanki saatimi parçalayacak gibi oldum. Fakat artık iş işten geçmiş ve her şey olup bitmişti. İstemeye istemeye saatimi düzelttim yani 3 yaptım ve yattım.

  Artık sabaha kadar deliksiz bir uykuyla uyuyarak, iyice gerilmiş olan sinirlerimi yatıştırmak gerekiyordu. Uyuyabilmek için kafamdan tüm parazit fikirleri kovdum ve uyudum. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum. Uykunun içindeyken sanki birisi beni uyandırmak için dürter gibi oldu. Bu duygu ile uyandım ve çevreme baktım, kimse yoktu. Hiç de yeri olmayan bu uyanış, henüz yatışmamış olan sinirlerimin gerginliğini arttırmaktan başka bir işe yaramamıştı. Fakat gene nedensiz bir duygu ile pencereden dışarı baktım. Demir yolunun görünen sonlarına doğru gözüm kayıverdi. Uzaktan, istasyona ve dolayısıyla İstanbul yönüne doğru gelmekte olan bir trenin ışığı görünüyordu. Acaba bu gelen bir marşandiz miydi diye düşündüm. Sonra otomatik bir şekilde istasyona baktım. Birkaç yolcu görünüyordu ve saat 3:55’ti. Artık ne olursa olsun hiçbir şey düşünmeden yataktan fırladım, yarım yamalak giyindim. Esasen akşamdan hazırlamış olduğum çantamı kaptığım gibi kendimi istasyona attım.

  Fakat ben tüm bu işleri yapıncaya kadar; inen inmiş, binen binmiş ve tren ağır ağır hareket etmeye başlamıştı. Bu, benim beklemekte olduğum trenin ta kendisiydi. Hemen vagonlardan birinin basamağına atladım. Kapısı kilitliydi. Oradan hızla indim ve başka bir vagona yöneldim ama onun da kapısı kilitliydi. Gece olduğu için de ortalıkta kimse görünmüyordu. Hava soğuktu ve ben böyle basamakta, bir saatlik uzaklıkta olan bir sonraki istasyona kadar gidemezdim. Bu sırada tren istasyondan çıkmıştı ve giderek hızlanmaya başlamıştı. Tekrar yere indim, güçbela ve tehlikeli bir şekilde en sondaki vagonlardan rastgele birinin basamağına kendimi atabildim. Eğer bunun kapısı kilitli olmuş olsaydı ve tekrar yere atlayamayacak ve orada gitmeye mecbur kalacaktım. Çünkü tren iyiden iyiye hızlanmıştı. Bereket versin ki bu basamağın kapısı kilitlenmemişti. Derin bir nefes aldım ve içeri daldım.

  İçerideydim ama burası vagon sahanlığı idi ve iç kapıları kilitliydi. Dar ve karanlık olan bu sahanlıkta gitmek dışarıda basamakta gitmekten elbette çok daha konforlu olduğundan, buna canım sıkılmadı. Çok geçmeden, bulunduğum bu vagonun lokanta vagonu olduğunu fark ettim. Kondüktörler buraya uğramadığından, ve ben de ara istasyonlarda çok az duran trenin bu kısa duruşları sırasında, inerek tekrar tehlikeli bir oyuna girişmek istemediğimden, tren büyücek bir istasyona gelinceye kadar orada yolculuğu göze aldım. Tren sabaha karşı İzmit’e yaklaşınca, lokantanın garsonları uyandı, ben de bu dar yerden kurtuldum.

  Daha sonra durum anlaşıldı: Benim saatim doğruydu ve sandığım gibi yelkovan geri gitmemişti. Ancak akşam saat 19:00’da Bilecik’ten geçmesi gereken bir yolcu treni kaza sonucu rötar yapmış ve saat 2’de gelebilmişti. İşte benim ekspres sandığım ve gereksiz yere saatimin ayarını onun gelişine göre değiştirdiğim tren buydu… Asıl ekspres de tam zamanında gelmiş bulunuyordu. Demek ki ben daha önceden de rötardan haberdar olmuş bulunsaydım, saat 2’de ilk uyandığım zaman, tam zamanında davranacak ve hiçbir telaşa gerek kalmadan, rahat rahat trene yetişecektim. Bunun tersine olarak da, eğer ilk tren geçtiği zaman, onu kaçırdım diye hiç uyanmadan yatmış olsaydım, hiç yoktan ekspresi kaçırmış olacaktım. Şimdi birçok bakımdan dikkate değer bu olayın bazı noktaları üzerinde durmak isterim.

1- Akşam yatarken vermiş olduğum karar gereğince, saat 2’den beş dakika önce uyandım. Bu durum, şimdiye dek yapılmış olan birçok gözleme uygundur. 

2- Uyandığım zaman, yataktan kalkıp, hazırlanmam gerekirken, gecikmiş bir yolcu treninin tam o dakika da gelişine aldanarak, şuuraltımla dosdoğru yapmış olduğum bir işi dünya şuuruyla (uyanıklık şuurunla) bozmuş ve saatimin de yanlışlığına hükmederek yeniden uyumaya karar vermiştim. Buraya kadar olan şeylerde o kadar bir sıra dışılık yoktur. Bununla birlikte , burada da açıklama isteyen konular yok değildir. örneğin, akşamdan belli bir saatte uyanmak üzere yapılan telkinle insan, hangi psikolojik otomatizmanın etkisi altında o saatte uyanabiliyor? Eğer uyku sırasında kişi âtıl ve cansız gibi duruyorsa, bu etkinlik nereden geliyor? İkinci olarak, burada hiç şaşmadan zamanı belirleyen kimdir ve bu nasıl olur?

  Bundan önceki konularımızı anımsayan okuyucularıma bu konudaki durumlar yabancı gelmeyecektir. Fakat burada şu noktayı, öneminden dolayı kesin olarak vurgulamayı zorunlu görüyorum: Bu konu, ruhun varlığını ve sürekli etkinliğini tanımayan bir fikir sâhibi için açıklanabilir türden değildir. Çünkü burada yalnız bitkisel bir şekilde yaşayan bedenin atâletine karşılık, beşerî yaşamın tüm zorunluluklarını en ince ayrıntısına dek izleyen ve gerçekleştirmeye çalışan bir etkinlik / aktiflik söz konusudur. Bu etkinlik dünya işlerinin önem ve zorunluluğunu bilen ve uyumayan bir varlıkla ilgilidir ki, bu da ruh varlığıdır. Ruh varlığının bedenle ilişkisi, her zamankinden kuşkusuz daha kudretlidir. Nasıl ki, bu örnekte ben sürekli olarak saate bakmama karşın; gene de yanılmaktan kurtulamadığım halde, uyku durumundaki etkinliğimle bu işi daha kusursuz yapmış bulunuyorum. Bununla birlikte şimdi ortaya koyacağım noktalar bu örneği daha gizemli bir görünüme sokmaktadır.

3- Akşam yatarken, 2’de uyanmam konusunda vermiş olduğum telkinin gerçekleşmesi, yani benim uygun saatte uyanabilmem eğer bir otomatizma ile olmuş olsaydı, yeniden uyuduktan sonra ve özellikle de sabaha dek deliksiz bir uyku ile uyumak konusunda vermiş olduğum karar üzerine trenin hareketinden altı dakika önce uyanmamam gerekirdi. Klasik gözlemlere uygun olan bu durum burada otomatik bir hareketi değil, belirli bir amaç uğrunda sarf edilmekte bulunan bir cehti gösterir. Bu cehit, benim o sıradaki bağlı şuurumun ters yönde cereyan etmekteydi. Çünkü benim her şeyden ümidimi kesmiş ve uyumaya karar vermiş bağlı şuurumun bu hareketine karşılık gene ben de bulunan ve trene beni yetiştirmeye çalışan bir varlığın etkinliği sürmektedir. Bu durum, insanın uykusu sırasında âtıl olmadığını ve çevresiyle ilişkileri hakkında bilgi sahibi bulunduğunu ve hatta bir takım etkinlikler gösterdiğini kanıtlar.

4) Arada geçen rüya olayında ayrıca bir öneme sahiptir. Olduğu gibi gerçekleşen başka rüyalar görmüşümdür. Fakat bu kadar canlı ve ayrıntılı bir rüya ile karşılaşmadım. Bu rüyanın bazı özelliklerini ayrıca belirtmek istiyoruz.

a) Gerçekten, aynen rüyada gördüğüm gibi ilk treni kaçırdım. 

b)Bu rüyada birisi başka bir trenin geleceğini be ona yetişebileceğimi söylüyor, ben ise ikinci trenin olmadığına emin bulunarak buna inanmıyorum. Oysa ki, gerçekte; her zamankinin tersine bu durum da gerçekleşiyor. Hatta bu durum, o zaman bence o kadar olasılık dışı bulunuyor ki, ben saatimi bile değiştirmek gereğini duyuyor, rüyaya önem vermiyor ve “Uyuma!” diye yapılan uyarıya da kulak asmayarak, uykuya dalıyorum. 

c) Rüyamda trene alınamayacağım, arkada karanlık ve dar bir yerde yolculuk edeceğim de bildiriliyor.

O zaman ortada buna hiçbir neden göremediğim için, buna da kulak asmıyorum. Fakat gerçekten de bir saat sonra, hiç beklemediğim bir şekilde, trenin bütün kapıları kapalı bulunuyor; birnbir güçlükle ve tehlikeler içinde, kendimi arka vagonlardan birine atabiliyor ve karanlık, dar bir yerde uzunca bir süre yolculuk etmek zorunda kalıyorum.

  Bu olaylarda ortaya çıkıp belirginleşen nokta, bağlı şuurumuzun dışında etkinlik gösteren basiretli bir varlığın ifadesidir. Görülüyor ki, uykuda insan, dışarıdan görüldüğü gibi ölü gibi âtıl durumda değildir. Uykuda olan bir kimse (hatta gelecektekiler de dahil olduğu halde) olaylar karşısında,uyanık durumdakinden daha duyarlı bir hal içindedir. Kısaca bizler uyurken dünyada olup bitenlerden bağımsız ve onlara duyarsız değiliz.

  Doğrudan doğruya kendimin deneyimlediği bu örnekten sonra, başka araştırmacılar tarafından toplanmış ve incelenmiş / irdelenmiş bu konuyla ilgili başka örnekler de vermek isterim: Bunlar uyku sırasında, beden organizmamızda yapılan tesirlerin asıl varlığımızda oluşturduğu izlenimleri ve hatta imajları içermektedir. Bu durum uykudaki bir kimsenin dünya titreşimlerinden etkilenmekte olduğu nu açıkça göstermektedir:

I) Uyumakta olan bir süjenin bir tüy parçası ile burnuna ve dudaklarına dokunuluyor ve süje şöyle bir rüya görmeye başlıyor: Onun yüzüne ziftten bir maske geçirmişler. Yüzüne iyice yapışmış olan bu maskeyi birden bire çekip çıkarıyor fakat maskeyle birlikte dudaklarının, burnunun ve olduğu gibi tüm yüzünün derisi de kalkıyor.

II) Uyuyan birisinin ensesini hafifçe çimdikliyorlar. Bu sırada süje rüyasında, çocukluğunda kendisini tedavi eden bir doktorun ensesine “pehlivan yakısı” yapıştırmakta olduğunu görüyor. 

III) Uyumakta olan süjenin kulağının dibinde, çelik bir bıçak ile demir maşa birbirine sürtülerek, hafif bir ses çıkartılıyor. Süjenin rüyası şöyle: Çanlar çalmakta ve kendisini 1848 Haziran olaylarında yaşamakatadır. O, bu olayın tüm ayrıntısını görmektedir.

IV) Burnuna bir kolonya şişesi yaklaştırıldığı zaman uyanan bir süje kendisini Mısır’da Kahire’de bir lavantacı dükkânında görüyor ve orada bir dizi maceralar geçiriyor.

V) Bu gruba sokulabilecek benim de bir rüyam vardır: Bundan 19 yıl önce Kastamonu’da bulunurken bir gece, birinci dünya savaşının acı günlerinden birini rüyamda görüyordum: Davullar çalıyor ve 314’lülerin askere alındıklarını duyuruluyor. Fakat bu davul sesi bana o kadar acı geliyor ki, onu sanki beynimin içinde gümbürdüyor sanıyorum. Bizi palas pandıras yakalıyorlar ve burada ayrıntısına da gerek görmediğim birçok maceralar içinde savaş alanına götürüyorlar. Fakat tüm bu hengamede davulun sesi susmuyor. Bundan başka, savaş alanına geldiğim zaman, bu berbat ses top sesine dönüşüyor. Bu ses savaş alanının öteki tüm gürültülerine egemen. Sonunda bu baş belası sesin azâbı içinde uyanıyorum fakat uyanırken ve uyandıktan sonra da o sesin aynı ritimle sürüp gittiğini duyuyorum. Yalnız bu kez, o ne bir davul sesidir, ne de top  sesi. Sadece, sadece tokmağı ile vurulmakta olan kapının sesidir.

  Bu rüyalar basit oldukları kadar, konumuzu aydınlatıcı içeriktedirler. Fakat bunların yanında daha karışık öyle rüyalar vardır ki, bunlar bizi bilgi alanında daha ilerilere götürürler. Bunları incelediğimiz zaman, fikir gibi bir takım yüksek titreşimli etmenlerin de uyumakta olan kimseler üzerinde izlenimler ve imajlar oluşturabildiklerini anlarız. Aşağıdaki rüya buna güzel bir örnektir.

  Bunu, Paris Hastanesi cerrahlarından (operatörlerinden) Dr. Aimé Guimard şöyle anlatıyor:”Bir eylül akşamı her zamanki gibi yatağa girmiştim. Saat onbire doğru, dayanılmaz bir diş ağrısı başladı ve bu durum sabahın ikisine kadar sürdü. O günlerde, mide kanseri ameliyatı hakkında yazmakta olduğum bir kitabın son bölümüyle ilgili planı da bu ağrılar ara sıra ağrının şiddetlenmesiyle kesintiye uğruyor ve o zaman, yarın sabah erkenden komşum olan diş hekimi Dr. Martial Lagrange’e gidip, dişimi çektirmeyi düşünüyordum. İşte tüm uykusuzluğum boyunca düşüncem bu iki nokta üzerinde gidip geliyordu.

  Sabah saat ona doğru diş hekimi arkadaşımın bekleme salonuna girdim. O beni görünce “İşte bu garip!” diye bağırdı ve ekledi. “Bütün gece seni rüyamda gördüm.” Ben gülerek karşılık verdim: Rüyanız inşallah benim araya karışmamla rahatsız edici ve usandırıcı olmamıştır. Yanıtladı: “Gördüğüm rüya rüya değil, tam bir kabustu: Rüyamda mide kanseri olmuşum; sen de sürekli olarak benim karnımı yarmakla meşguldün.” Doktor, uzun zamandır bu diş hekimi arkadaşı ile görüşmediğini ve onun bu kitapla ilgili hiçbir bilgisi olmadığını da ekliyor.

  Bu örnekte operatör doktorun kafasından geçen ameliyat vetiresiyle ilgili fikirler, ister istemez dişçiye yansımıştır. O sırada bedeni uyuşuk ve uykuda bulunan diş hekiminin yarı serbestleşen perispirisi bu fikirlerin kolaylıkla tesiri altında kalmıştır. Biz bu tür tesirlerin beden üzerindeki tezahürlerine o kadar inanırız ki; eğer bu koşullar altında gönderilen fikirler biraz daha usulünce yönlendirilmiş olsalardı ve süje de daha derin bir degajman durumunda bulunsaydı, diş hekiminin midesinde gerçekten birtakım marazi durumlar bile belirebilirdi, diyebiliriz. Çünkü metapsişik araştırmalar kapsamında yapılmış başka denemeler bu durumun daha kuvvetli örneklerini bize göstermiştir. Nasıl ki, tahayyülün yaratıcı kâbiliyetleri ve dedüblümanın ilk bakışta doğal değilmiş gibi çeşitleri hakkında daha önce ifadeye koyduğumuz sözler de bu fikirlerle bizi doğrulamaya yaramıştır sanırız. Böylece, bazı rüyaların incelenmesiyle, insanın uyku durumunda da gündüz ki işleriyle meşgul olduğunu daha iyi anlamış oluruz. Bu tür rüyalardan da bir kaçını okurlarıma sunuyorum.

1.Yıllar önce Hudson’da büyük ve güzel bir evi olan bir dostum tarafından davet edilmiştim. Bir aralık, orada bulunan başka misafirlerle beraber bir kır gezintisine çıktık. Kırlarda epeyce dolaştık. Gezi yaklaşık bir saat kadar sürmüştü. Eve döndüğümüz zaman, bence değerli bir anısı olan altın kol düğmelerimden birisinin gezi sırasında düştüğünü fark ettim. Bunun ne zaman ve nerede yitirdiğimi elbette bilmiyorum. Hava kararmıştı. Mevsim de sonbahar olduğundan, yerler kuru yapraklarla örtülüydü. Bu yüzden kayıp kol düğmemi aramaya gerek görmedim. O gece rüyamda, bir duvar kenarındaki asmanın üzerinde kurumuş bir salkım üzüm görüyorum. Asmanın altındaki toprağın üzeri kuru yapraklarla örtülü ve bu yaprak örtüsünün altında kol düğmem sanki bana göz kırpıyor. Ertesi gün uyandığım zaman, dünkü gezintimiz sırasında, böyle asmalı bir duvarın yanından geçmiş olduğumuzu anımsayamadım. Arkadaşlara sorduğumda, onlar da bunu anımsayamadılar. Kimseye bir şey söylemeden, birgün önce dolaştığımız yerleri yeniden görmek için dışarı çıktım. Dosdoğru gidiyordum. Karşıma bir duvar çıktı. Bu duvarın üzerinde bir asma ağacı yaslanmıştı ve manzarası da tıpkı rüyamdaki gibiydi. Altında, aynen rüyamdaki gibi kurumuş yaprak örtüsü vardı. Pozitif düşünen kafamla; kendimi gördüğüm rüyaya göre hareket eden bir budala yerine koymuştum. Bunun için sanki kendimden utana utana yapraklara eğildim ve onları biraz karıştırdım. Çok geçmeden altın kol düğmemin parlaklığı gözümü aldı: O, rüyada gördüğüm gibi yaprak örtüsünün altında duruyordu.

2.Borockelbank çakısını yitiriyor, her yanı arıyor ama bulamıyor. Rüyasında, çakısının bulunduğu pantolonunu ve cebini görüyor. Sonunda çakı orada bulunuyor. 

3.Dante’nin oğlu Jaques Alighieri; babasının “Di Comediae” adlı eserinin parçalarını toplarken, bu parçalarla ilgili onüç şarkının yitirildiğini görüyor ve onları bir türlü bulamıyor. Bu duruma çok üzülen Jaques bir gece gerçekten çok güzel bir rüya görüyor. Bu rüyada babası beyazlar giyinmiş ve başı da son derece aydınlanmış (nurlanmış) olduğu halde kendisine görünüyor ve oradaki gizli bir dolapta aranılan şarkıların bulunduğu yeri ona gösteriyor. Ertesi gün Jacques rüyada gördüğü yere bakıyor ve kendi eliyle koymuş gibi buluyor. 

4.1870 yılında köprüleri ve anayolları incelemekle görevlendirilmiştim. Arasıra bu yörede olan su baskınları köprülerin durumunu tehlikeye sokuyordu. Yıllardan beri bu işlere bakmaya o kadar alışmıştım ki, bu yüzden bende oluşan kendine güven duygusundan kuşkulanmıyordum. Bununla birlikte bir gece köprülerden birinin son derece açık, seçik ve canlı bir tablosunu görüyordum. Bir ses bana rüyamda şunları söylüyordu: “Git ve o köprüyü incele”  Bunu üç kez yinelemişti. Ertesi sabah at sırtında yaklaşık 6 mil kadar uzakta bulunan o köprüye vardım. Köprünün  durumunda hiçbir anormallik yoktu. Fakat rüyamın, üzerindeki etkisi o kadar güçlüydü ki, bu durum beni dikkatli bir şekilde köprüyü incelemeye zorladı. Suyun içine girdim ve hayretle gördüm ki, su içindeki temeller akan suyun etkisiyle aşınmış ve iyice incelmiş. Hemen o günden başlayarak onarıma başlattım. Şurası muhakkak ki, eğer ben o rüyayı görmeseydim, köprünün onarımı yapılamayacaktı. Çünkü öteki köprüler arasında bu köprünün temellerinin bu duruma geldiği aklımın kıyısından bile geçmemişti.

  Uyku sırasında ruhun dünya işlerine yönelik ilgisi ve etkinlikleri bazı koşullar altında o kadar ileri gidebilir ki, bunları uyanık halde iken, ancak metapsişikte kullanılan yöntemlerle ve telestezik(2) becerilerinin yardımıyla gözlemlemek olasıdır. Ruhun bu etkinlikleriyle ilgili olarak elimizde pek çok örnek bulunmaktadır. Bu etkinlikler bağlı şuurda, geleceğe yönelik olayları önceden bildirici rüyalar şeklinde ortaya çıkar. Bu yolda çalışan bilim insanları bu tür rüyalara “telepatik rüyalar” demiştir. Hepsini aktarmak bu kitabın kapsamı dışına taşacağından, örneklerden sadece bir tanesini aktarmakla yetineceğiz:

  “1895 yılı başlarında Rus Donanması’nda yüksek rütbeli bir subayın hanımı madam Lukawski, bir gece kocasının inlemeleriyle uyandı. Kocası uykusunda şöyle bağırıyordu: “İmdaaat, beni kurtarın!”aynı zamanda da boğulmak üzere çırpınan bir kimse gibi çırpınıyordu. Besbelli ki, rüyasında berbat bir deniz kazası görüyor ve bunu sanki yaşıyordu. Uyandıktan sonra, karısına anlattı: Büyük bir geminin güvertesindeymişim. Bu gemi birdenbire çarparak batıyormuş. Kendisinin birden denize fırlattığını görmüş ve bir yolcuyla birlikte canını kurtarmaya çalışıyormuş ama giderekte dalgalara yeniliyormuş. Karısına bu rüyasını anlattıktan sonra, şunu da ekliyor: “Ben şimdi inandım ki, benim ölümüm denizde olacak…” O buna o kadar inanmıştır ki, sanki son günleri gelmiş bir kimse gibi, işlerini bu olasılığa göre düzenlemeye bile başlamıştı. Aradan iki ay geçti, rüyanın etkisi zayıflamaya başladı. Bununla birlikte Karadeniz’e gitmesi için bakanlıktan gelen bir emir bu etkiyi yeniden canlandırdı.

  Petersburg Garı’nda karısıyla vedalaşırken, Lukawski şunları söyledi: “Rüyayı anımsıyor musun?” Karısının yanıtı şöyle oldu: “Allah aşkına, niçin onu bana soruyorsun!” Çünkü ben geri dönmeyeceğimden ve tekrar görüşemeyeceğimizden eminim.” Madam Lukawski eşini yatıştırmaya, sakinleştirmeye çalıştı ama o, sesindeki derin bir hüzünle şunları söylemekten kendini alamamıştı: “Sen ne dersen de, kanaatim ve hissiyatım değişmeyecek ve sonumun yakın olduğunu biliyorum. Bunu kimse engellemeyecek. Evet, ben gemiyi, güverteyi, çarpışmayı ve sonumu görüyorum. Bunların hepsi yine aynen rüyamdaki gibi gözümün önünde” Kısa bir sessizlikten sonra ekledi: “Benim ölüm haberim geldiği ve sen mâtem (yas) giysini giydiğin zaman, nefret ettiğim o uzun siyah peçeyi koymamanı rica ederim.” Madam Lukawski tepki vermeye gücü yetmedi ve hıçkırmaya başladı. Tren düdüğünü haykırarak hareket zamanını haber verdi, Lukawski karısını sevgiyle kucakladı ve tren istasyonundan ağır ağır uzaklaştı gitti.

  “Madam Lukawski iki haftalık sonsuz gibi gelen bir endişenin ardından Karadeniz’de Wladimir ve Sinens adında iki geminin çarpıştığını gazetelerden öğrendi. Ümitsizlik içinde Odesa’daki amiral Zelenoi’ye kocasından bir haber almak için telgraf çekti ve şu yanıtı aldı: “Kocanızdan şimdiye kadar hiçbir haber alınmadı. Fakat şurası kesin ki O, Wladimir’deydi.” Bundan bir hafta sonra kocasının ölüm haberi geldi: Kaza sonrası Wladimir’de M.Henicke adında bir yolcu, bir cankurtaran simidiyle/ yeleğiyle denize atlamıştı. O sırada M.Lukawski’de suya düşmüştü cankurtaran simidine doğru yöneldi ama Henicke onu görünce “iki kişiyi kaldırma, ikimiz de  boğuluruz!”diye haykırmıştı. Fakat buna rağmen Lukawski simide saldırır ve yüzme bilmediğini söyler. Bunun üzerine Henicke, “o halde tutunun, ben iyi yüzücüyüm. Kendimi kurtarabilirim” dedi. Fakat tam bu sırada büyük bir dalga geldi ve onları birden bire ayırdı. M. Henicke kendini kurtarabildi fakat Lukawski mukadderatına doğru yürüdü.”

  Bu rüyalar insan varlığının uyku sırasında da dünya işleriyle, hattâ uyanık durumdakinden daha basiretli bir şekilde ilgilendiğini açıkça gösteriyor. Demek ki, enkarne varlık uyurken de dünyada yaşamaktadır ve dünya deneyimlerinden ayrılmış değildir. Fakat bu durum, uyanıklıkla karşılaştırıldığında, başka bir düzende olmaktadır. Bununla birlikte, şunu da unutmayalım ki, uyku durumu dünya deneyimlerinin selameti için başka bir bakımdan zorunludur. Doğal uykudaki durumu bu şekilde gördükten sonra, biraz da yapay uykudan söz edelim:

  Bu konuda yapılan denemeler (celseler / seanslar) konumuzun irdelenmesine yarayacak değerli çalışmalardır. Hipnoz durumundayken süjeye verilen telkinlerin daha sonra süjenin durumu ve hareketleri üzerinde ne kadar etkili roller oynadığına yönelik daha önceki kısımlarda (3) bazı örnekler vermiştik. Burada birkaç örnek daha vererek onları desteklemek istiyoruz. Bunları öncekilerle karşılaştırarak yeniden gözden geçirmekte yarar olabilir. Çünkü önceki örnekler şimdiki konumuzu da aydınlatıcı niteliktedir.

  Doğal uykuda olduğundan daha çok ileride bir beceri ile hipnoz durumundaki süjeler uykularının birçok aşamasında dışarıdan değişik tesirler alırlar ve o tesirlerin izlenimlerini ruhlarında taşıdıklarıyla ilgili bazı tezahürler gösterirler.

1)Mile Ce’line bir bilim kurulu karşısında somnambül durumuna getiriliyor. Bu durumdayken o, tıpkı bir hekimin yaptığı gibi, asistanlardan birçoklarını muayene ediyor, rahatsızlıklarının tanısını koyuyor ve etyolojileri, tedavileri hakkında açıklamalar yapıyor. Elbette somnabül durumundayken, bazı kimselerin sıra dışı işler yaptığını çoğumuz bilir, bunlardan da vereceğimiz birkaç örnek işimize yarayacaktır.

2)Bir hizmetçi olan Gassendi gece karanlıkta, üstü sürahi ve bardaklarla dolu bir tepsiyi başının üstüne koyarak son derece dar bir merdivenden hiçbir arızaya uğramaksızın inip çıkardı.

 3)Bir somnambül, gözleri kapalı olduğu halde yazı yazardı. Fakat onun bu yazıyı görebilmesi için mutlaka şamdanını yakmaya ihtiyacı vardı. O da öteki iyice aydınlatılmış olduğu halde bile o (yazabilmek için) gene de şamdanını yakmalıydı. Çevresinde bu olayı izleyenler yazısını yazarken şamdanını söndürdü. Somnambül göremez oldu ve yazısını yazamadı. Ancak şamdan yeniden yakıldıktan sonra, yazmayı sürdürebildi. Unutulmasın ki, tüm bunlar olup biterken, onun gözleri kapalıydı.

4)Başka bir somnambül gece yarısı yatağından kalkıyor, sadece birkaç kolon ile ayakta duran tehlikeli yüksek duvarlardan ibaret bir harabeye gidiyor ve bu yüksek duvarların üzerinde, sanki geniş bir caddede geziyormuş gibi güvenle dolaşıyor.

5)Yirmidört yaşında bir genç kadın şiddetli bir sinir krizi sonunda hastalanıyor. Bu hastalıktan sonra kendisinde doğal bir somnamnülizma durumu oluşuyor. Marazî uykusunun her başlangıcında önce şiddetli çırpınmalar geçiriyor. Bir süre sonra da somnambülizma durumu başlıyor. Fakat bu durum başlayınca o tamamen değişiyor ve hareketli bir yaşama giriyor. O ıstıraplı çırpınmalar da sona eriyor. Bu durumdayken; kitap okuyor, iş yapıyor ve özellikle hayret edilecek hızda dikiş dikiyor. Tüm bunları yaparken gözleri yarı kapalıdır. O, değişik bir hal içinde bulunduğunu o zaman biliyor ve bu sıra dışı durumun ne kadar süreceğini, bir sonraki durumun ne zaman başlayacağını ve o zaman kendisine karşı nasıl hareket edilmesi gerektiğini doğru olarak söylüyor. Bu sıra dışı durumlar; bazen birkaç saat, bazen de bir gün boyunca sürüyordu. Ama her seferinde uyandıktan sonra bu bayan hiçbir şey anımsamıyordu. 6)Somnambül eczacının durumu metapsişikte klasik bir örnek olarak kabul edilir. Bu şahıs, uykudayken; gündüzmüş gibi işlerini görmekte ve reçetelere bakarak ilaçlar hazırlamaktaydı. Hattâ bir gün doktor, eczacının durumundan kuşkulanmış ve kasten zararlı bir reçete yazarak, öteki reçetelerin arasına karıştırır. Kendi de eczanenin bir yerinde gizlenerek, eczacının bu reçeteye nasıl bir tepki vereceğini gözlemeye koyulur. Eczacı her zamanki gibi gene uyku durumunda olduğu halde, eczaneye gelir ve reçetelere bakarak birer birer ilaçlarını hazırlamaya başlar. Sıra o reçeteye gelince, hayretle durur ve kendi kendine, “Acayip , bunu doktor nasıl yazmış olabilir… Yarın bunu doktora göstermeliyim” diyerek onu yan tarafa bırakır.

  Tüm bu örnekler incelenirse, görülür ki; uyku yalnız bedenle ilgilidir ve gerçekte ruh “uyanık” durumdadır ve hatta bazı koşullar altında; bedeni, tıpkı uyanık durumdaki gibi de kullanır. Burada insanı aldatan nokta şudur: Uyku durumundayken yapılan işlerden ve alınan izlenimlerden kimsenin haberi olmaz ve bunlar sonunda ve bazı koşullar altında belli belirsiz ve çok kez dikkat çekmemiş bir rüya şeklinde normal şuura yansımış olsalar bile, akademik düşüncelere kurban giderek, gerçek değerleriyle bir inceleme konusu olmak hakkını yitirmiş bulunurlar.

  Bununla birlikte, unutmanın doğal bir vetire olduğunu ve hatta dünya deneyimleri için gerekli bulunduğunu bilen bir metapsişikçi başka türlü düşünür. Onun bu düşünüşünü destekleyen kuvvetli nedenlerde vardır ki, bunların bir an önce akademik birer konu olmasını o, tüm samimiyetiyle diler. Kısaca, uyku durumunun, dünyadaki deneyimleri geçirmek fikriyle uyuşamayacağını düşünemeyiz. Çünkü uyku durumu da, dünyasal deneyimler içinde ve başka bir düzende cereyan eden ruhsal etkinliğin ortaya çıkışından başka bir şey değildir.

(1) Yattığım odanın pencereleri tren istasyonuna bakıyordu ve burada, uzaktan trenin gelişini bile görebiliyordum.

(2) telestezi: olayları uzktan agılayabilme. Telesteziye giren psişik yetenekler: Durugörü, duruişiti,önsezi vb. Bu yeteneklerin hepsinin genel adı…

(3) Bu konuda kitabımızın şu bölümlerine başvurulabilir: “Hipnozun fenomenik tezahürleri” , “Geçmiş yaşamları anımsamak gerekli değildir.”, “ Dedübluman olayının deneye dayalı gözlemleri 

Yayın Tarihi: 08 Aralık 2014

 

© Astroset 2003-2014