Giriş ve
Parapsikolojinin Kadîm Geçmişi
Geçmişi
1800’lü yılların ortalarına kadar inen Metapsişik araştırmaların;
laboratuar koşullarında parapsikolojik bir disiplin olarak
incelenmesi aşamasına gelinceye kadar, elde edilen sonuçlar,
ileri sürülen iddialar ve varsayımlar çok az değişti.
Gerek sujenin psişesine bağlı, gerekse sujeden bağımsız
biz psişenin yönetiminde olan beden dışı olguların (PSI
phenomena) nitelikleri, ortaya çıkış biçimleri hep aynı
değişmez bir görünüm taşımıştır. Duyular dışı algılama
(DDA) psişik varlığın beden dışı deneyimlerinin
ancak bir kısmını içerir. Beden dışı psişik eylemler;
telepati, psikokinezi / telekinezi, prekognisyon, durugörü,
otomatik yazı ve otomatik resim gibi sınırlı olguları
kapsamaz. Bunun böyle olduğu 1800’lü yılların metapsiçik
araştırmalarından beri biliniyordu. Fakat genel bir
kanaatin oluşmasına, mevcut inanç ve bilim temsilcilerinin
zaman içinde gerçeklere uyum sağlamalarına izin verecek şekilde
parapsikoloji ismi altında gelişen; ister geri düzeyli,
ister üstün düzeyli olsun, psişik araştırmalar
meyvelerini, aynen kadîm zamanlardaki gibi tekrar vermiştir.
Charles RICHET’in ünlü “Metapsişik Trete”sinde
sıralayıp düzenlediği vak’a örneklerinin dışında
yeni hiçbir psişik olgu bulunmamış, doyurucu bir açıklama
da önerilmemiştir. Tüm çalışmalar maddeci psikolojinin gözetiminde
ve dar bir DDA kadrosu içinde yıllarca sürdürüldükten
sonra 1968 Uluslararası Moskova Parapsikoloji Kongresi’nde
bu dar disiplinin çerçevesi biraz esnemiş ve genişleyebilmiştir.
Bundan sonra (1975’ten itibaren de Deneysel Ruhçuluk olan
Spiritizm’den yararlanarak; “ölüm anı”, “ölüm
sonrası olguları” ve “geçmiş yaşamlar” gibi konular
ileri parapsikolojinin konuları içine girmiştir.
Kısaca insanın gerçek doğasını incelemek ve her yönüyle
değerlendirmek zorunluluğu maddeci (dolayısıyla tutucu)
bakış açısının giderek daha çok zorlamaktadır. 80’li
yıllardan itibaren “Yeni Çağ” (New Age) anlayışı,
insan varlığının çok boyutlu yapısını incelemek; insanı
sadece psiko sosyal kültürel bir varlık olarak değil,
“psiko kozmik bir varlık” olarak ele almanın zorunluluğunu
ortaya çıkarmıştır. Yakın gelecekte ve kaçınılmaz
olarak; ruhçuluğun metapsişiğe, metapsişiğin
parapsikolojiye, parapsikolojinin de tekrar (temelde olan) Ruhçuluğa
(insanın gerçek doğasının bilimine) dönmesini hepimiz göreceğiz.
Bütün mesele, insanoğlunun nereden gelip nereye gittiğini
anlatmak, gerçekten kim / ne olduğunu ve var oluşunun amacını
anlatmaktır. Kendini bilme çalışmaları ve idraklenme
cehti çok yönlüdür ve metasişik, bu yönlerden biridir; tıpkı,
bilimcilerin el yordamı ile (duyular ve âletlerle) doğayı
ve insanı araştırmalarının bu yönlerden birisi olduğu
gibi…
Parapsikolojinin konusu olan DDA ve ilgili olaylar
tarihin karanlıkları içinde yok olup gider ama, insana tek
yönlü yaklaşımın kısırlığı özellikle 1800’lü yıllar
içinde anlaşılmış; Fizik, kimya, biyolojinin ortaya
koyabildiğinden / açıklayabildiğinden başka olguları da
bulunduğu görülmüştür. Adı konmamış olsa ya da değişik
adlarla söylenmiş olsa bile Parapsikolojik araştırma
kapsamına giren çeşitli toplumların kültürlerinde (dünyanın
dört bir yanında) çeşitli inisiyatik topluluklarda, hatta
değişik dinlerin izleyicilerinde hep görülmüştür. Örneğin,
Din Psikolojisi’nde bunlar; mistik deneyim, aşkın
deneyimler, parapsişik olaylar, mistik şuur, mistik hezeyan,
ruhsal haller, vecd igbi değişik adlarla ele alınır(1). Şamanizm, Budizm ve Sufizm bunun örnekleri
ile doludur. Günümüzde araştırmacı Parapsikolog Prof.
Dr. S.Kripper çok değişik toplumlarda bu tür araştırmalarıyla
tanınmış bir bilim insanıdır(2).
Parapsikolojinin kapsamına giren PSI olgusunun böylesine
kadim bir geçmişi olmasına karşın, günümüz modern
Parapsikolojisini Joseph RHINE ile başlatmak ve bu değerli
araştırmacıyı “Parapsikolojinin babası” olarak bilmek
âdet olmuştur. Prof. RHINE 1930’dan itibaren PSI olgusunu,
olabildiğince laboratuar koşullarında incelemeye koyulmuştur.
(Duke Üniversitesi, North Carolina, ABD). Bizim DDA dediğimiz
ESP (Extra Sensory Perception) sözcüğünü ilk öneren de
odur.
Prof. RHINE o yıllardaki psikolojisinin yetersizliğini ve
insana yaklaşımının kısırlılığını görerek bu bilim
dalının sınırlarının ötesinde de bir şeylerin olduğunu
ifade etmek ve o zamanın tutucu zihniyetinin bağnazca
tepkilerine rağmen o maddeci ortamda ilk parapsikolojik araştırmalarına
başlamak cesaretini göstermiştir. Prof. RHINE bu çalışmalarını,
emekli olana kadar Duke Üniversitesi’nde sürdürmüş;
emekli olduktan sonra, İnsan Doğasını Araştırma Vakfı
FRNM’i kurarak, çalışmalarını kesiksiz sürdürmüştür(3).
DDA
Yeteneklerimiz
Parapsikolojinin araştırma alanına giren DDA’ımızla
ilgili yeteneklerimizin başlıca özelliklerini şöylece özetleyebiliriz:
Bu yetenekler doğuştan olduğu gibi, bir vesileyle sonradan
da ortaya çıkabilmektedir; ayrıca, herkeste de gizli olarak
var. Potansiyel halde bulunan bu yetenekler bazı pratiklerle
geliştirilebilir de… Bunlar, fizik, kimya, biyoloji (FKB)
denemeleri ve deneyleri gibi her istenilen an yinelenemez; günümüz
maddeci biliminin sunduğu bilgilerin ötesindeki koşullar
gerçekleşince, ortaya çıkar. Dolayısıyla PSI olgusunun
kendine özgü koşulları ve PSI olgusunun kendine özgü
inceleme yöntemleri vardır. FKB yöntemlerini bu olguya ve
DDA’a uygulayamazsınız. “Henüz bunu yapamıyoruz ve açıklayamıyoruz…”
diye de PSI olgusunu yok sayamazsınız… PSI olgusunun, söz
konusu; maddeci bilimin dar sınırlarına girmez özelliğine
karşın, onu çok az sayıda kimse (süje, medyum,
“psychic”) kontrollü olarak kullanabilmektedir. Örneğin,
Ingo Swan, Uri Geller, Ted Serios, Nina Kulağına vb. Bu şahıslar
ve bunlar gibi daha pek çoğu ile sıkı laboratuar koşullarında
“bilimsel” testler ve başarılı denemeler yapılmıştır.
Bunlara, yazımızın akışı içinde yer yer değineceğiz.
İnsanların yanı sıra, DDA araştırmaları kapsamına
bitkiler ve hayvanlar da alınmış ve bu canlıların da
bilmediğimiz yetenekleri olduğu ortaya çıkarılmıştır(4).
Bitkilerle ilgili olarak “Baxter etkisi” terimi
Parapsikoloji literatürüne bu çalışmalar ile girmiştir.
Dünya biliminin kendimiz hakkındaki
bilgimizin genişlemesine katkıda bulunan bu araştırmalarI;
gerçek anlamda bilimsel karakterlere sâhip, basiretli ve
cesur bilim insanları tarafından gerçekleştirilmiştir.
Maddeci bilimsel zihniyetin her türlü bağnazca tepkilerine
rağmen, açık bir zihin ve hoşgörü ile klasik
materyalizmin dar kalıplarından kendini kurtarabilmiş bu
bilim insanlarından bazılarının adlarını (yurdumuzdan başlayarak)
saygıyla ve şükranla anımsayalım:
Dr. Bedri RUHSELMAN, Ergün ARIKDAL, Recep DOKSAT,
Ayhan SONGAR, Mehmet ÖZ, Dr. J.B. RHINE (Duke Univ.), Dr. J.
MIHALASKY (Newark Müh. Koleji), Hans HOLZER (N.Y. Teknoloji
Enst.), Dr. J. PALMER, Dr. TART (California Univ.), Dr. M.RYZY
(California Univ.), Dr. S.KRIPPNER, Dr. TENHAEF (Utretch Univ.
Hollanda), Dr. LOZANOV (Bulgaristan), Dr. VASILIEV (Eski
Sovyetler), Prof. KOGAN (Eski Sovyetler), Dr. H. MOTOYAMA
(Japonya), Dr. K. RAO (Hindistan), Dr. R. MORRIS (Edinborough
Univ., Scotland), Dr. R. STANFORD (St. Jones Univ., New York),
Dr. W.Braude (Mind Science Foundation, Teksas, ABD), Dr. R.
Nelson (Princeton Univ., New Jersey, ABD). “Normal ötesi”
olarak da nitelendirilen bu parapsişik yeteneklerin uydukları
kurallar / ilkeler, yukarıda adlarını saydığımız bilim
insanları tarafından mensubu oldukları kurumlarda incelenmiştir(5).
Dahası, DDA konusunda yetenekli (medyum nitelikli) kimselerin
bu becerilerinden askeri ve politik alanlarda bile yararlanılmıştır(6).
Görülüyor ki, beş duyu ile sınırlı değiliz; dünyada
yaşayan enkarne varlıklar olarak (hayvanlar ve bitkiler de dâhil)
bilinen ve maddeci bilimin bize öğrettiği beş duyumuzdan
başka duyulara / algılara da sâhibiz. Kendimizde böyle bir
şey fark etmemişsek bile, çevremizde ve dünyanın her yanında
DDA’dan (telepati, durugörü, prekognisyondan biri ya da
birkaçı aktif durumda olan) bu yeteneklere sâhip bireyler
var. Bu nedenle PSI olgusu ve DDA inanç konusu olan bir şey
değildir, bu bir olgudur / fenomendir. At gözlüklü bağnaz
bir yaklaşımla, “Ben inanmıyorum…”, demenin 21.YY
insanına yaraşır bir yanı olmasa gerek… PSI olgusu ve
DDA konularıyla ilgili örnekleri içeren yayınlara günümüzde
de artık bolca rastlıyoruz. Bu nedenle, kolayca ulaşılabilecek
bu örnekler ile yazımızı gereksiz yere uzatmak istemiyoruz(7).
Daha önceki paragraflarımızdan birinde de değinip
geçtiğimiz gibi, aslında hepimizde; pasif / gizli durumda
bulunan DDA’nın geliştirilme yöntemlerinin bulunduğunu
da biliyoruz. Yazımızın sonunda okunmasını önerdiğimiz
kitaplarda bu yöntem ve teknikler bulunabilir(1,4,6,9). DDA’nın bir kimsede ortaya çıkıvermesi
doğuştan ya da sonradan olabilir. Birey, bu algılarından
birine ya da birkaçına doğuştan (ya da çok küçük yaşlardan
itibâren) sâhip olabileceği gibi, sonradan da bazı
pratiklerle / tekniklerle geliştirebilir. ( Bu konuda Bkz.
OTUZ DERSTE RUHSAL GÜÇLERİ GELİŞTİRME, Selman Gerçeksever
– Ruh ve Madde Yayınları). DDA’la ilgili olarak, bazı
vak’alarda gördüğümüz gibi; yaşam akışı içindeki
şok nitelikli haller de (ateşli bir hastalık, âni bir
darbe, hatta “el vermek / almak” ) PSI olgusunun ortaya çıkışına
vesile olmaktadır.
Konumuzun akışı içinde ayrıntılarını sunacağımız,
Parapsikolojinin tarihçesine baktığımızda; beşeri
tarihimizde, bu yeteneklerin / DDA’nın yaygın olarak
kullanıldığı dönemlerin bulunduğu görülmektedir. Örneğin,
Atlantisliler’in parapisişik yetenekleri, bugünkü
bizlerin beş duyularımız kadar yaygın ve normaldi. Dünyada
bulunuş amacımız içsel gelişim ve şuurlanmak olduğuna göre,
bu günkü dünya sâkinleri olan bizler için, dünya
okulunun bugünkü icaplarına ve zaman-mekân koşullarına göre;
bilinen beş duyudan fazla yeteneğin, yani parapsişik
yeteneklerin yaygın olarak kullanılmasına gerek yok görünmektedir.
Bu devrenin standart beşeri olarak, DDA’dan çok;
idraklenme cehti içinde arınmak, saflaşmak / sâdeleşmek,
uyum ve esneklik yeteneklerimizi geliştirmek, kısaca giderek
daha çok “insanlaşmak” durumundayız. Dolayısıyla esas
olan, şuurlanarak “insanlaşmak” (beşeri zaaflardan
kurtulmak) oluyor. DDA’lardan birini ya da birkaçını
kullanıyor olmak her zaman erdemliliğin / bilgeliğin
belirtisi olmayabilir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, esas
ve temel olan; idraklenme cehti içinde (eğer gerekiyorsa, yaşam
planımıza uygunsa, bir karmik gereklilik söz konusu ise)
bir ya da birkaç DDA’da açılabilir ama bu çok önemli değildir.
Bu yeteneklerle ne yaptığımız, ne hallere girdiğimiz önemlidir.
Deneysel
Çalışmaların Başlaması
Parapsikolojinin araştırma alanına giren ve genel olarak da
“ruhsal deneyimler / altıncı his” sözcükleriyle adlandırılan
PSI fenomeni (olgusu) hemen hemen tüm kültürlerin
folklorunda saptanmıştır. Bunların bir kısmı sözlü
olarak; daha az bir kısmı da yazılı olarak günümüze
kadar gelmiş, literatüre de geçmiştir. Rapor edilenler
genellikle birbirine benzer ve birbirini doğrulayan durumlardır.
Bu demektir ki, birbirinden habersiz ve apayrı yörelerde /
ülkelerde bulunan insanlar hemen hemen benzer yetenekleri
(belli bir sınıflamaya sokulabilecek becerileri sergiliyor)
(8).
Chicago Üniversitesi’nin “Ulusal Düşünceyi Araştırma
Merkezi” tarafından yapılan bir araştırma göstermiştir
ki; ABD halkının büyük bir çoğunluğu yaşamlarının
bir döneminde, bir ya da birden fazla (herhangi bir türden)
paranormal bir deneyim geçirmiştir. Avrupa ve dünyanın başka
yerlerinde yapılan benzeri araştırma ve anketlerle de buna
yakın sonuçlar elde edilmiştir. Görüldüğü gibi,
parapsikolojinin kapsamına giren olguların kökleri sanki
toplumların kültürlerine kadar nüfuz etmiştir.
Gerek rapor edilen, gerek anketlere konu olan, gerekse
konumuzun kökenlerini oluşturan olguların en yaygınlarından
biri “gerçek rüya” olarak adlandırılan rüyalardır
ki; bu tür rüyalarda şahıs rüyasında, gerçekte o an
bulunduğu yerden uzakta olmakta olan bir olayı algılar ve
çoğunlukla da uykusundan uyanır. Bu durum sanki, “rüyada
durugörü” dür. Kişinin rüyasında algıladığı olay
hakkında, uykuya dalmadan önce hiçbir bilgisi ve düşüncesi
yoktur. Fakat rüyasını anlattıktan sonra yapılan
incelemede, olayın doğruluğunu ve algılamanın gerçekliği
ortaya çıkar. Bu tür rüyaları anneler daha çok görmüştür.
Örneğin, anne rüyasında evden uzakta bir yerde trafik
kazası geçiren çocuğunun durumunu (hem de ayrıntısına
varana kadar) rüyasında görmüştür.
Bunun biraz değişik bir tipi de, gündüz (uyanık
olarak) görülen rüyalardır. (Daha doğrusu, uyurken durugörü
algılamalarıdır) Örneğin, evinden uzakta bulunan bir anne
birdenbire fenalaşarak eve gitmesi gerektiğini düşünür
ve bunu dile getirir. Gerçekten de evine geldiğinde, çocuğunu
kritik durumda bulur ama böyle bir itilim içine neden girdiğini
bilemez ve açıklayamaz da…
Bu olayda söz konusu olan, bu anneye (ya da
benzerlerine); çeşitli kaynaklardan gelen sezgisel (ya da
“titreşimsel”) bilgidir. Bu kaynaklar, olaydan yayılan
titreşimsel etki olabileceği gibi, annenin rehber varlığından
(özbenliğinden / asıl kendisinden) gelen uyaranlar da
olabilir. Anne bunu, beş duyusu dışında, yani DDA’sıyla
elde etmiştir. Bu, annenin açıklayamadığı (açıklayamadığı
için de “tesadüf” deyip geçtiği) telepatik ir algılama
olabileceği gibi, durugörü ya da prekognitif (
prekognisyonla ilgili) bir algılamada olabilir.
Spotan olarak (yani kendiliğinden) ortaya çıkan bu tür
olgular, hemen hemen her toplumda halk tarafından ciddiye alınırsa
da; sözde çağdaş (ama “maddeci”) bilim tarafından
ciddiye alınmaz, çünkü bilim (sâdece maddeci bir bakış
açısıyla yetindiği için) bu tür olayları açıklamada
acz içindedir ve “tesadüf”, “halüsinasyon” vb. kılıflarla
geçiştirmeye çalışır. Şimdilik bilimin parapsikolojik
dalı bunlarla ilgilenmemektedir, yeni yeni de; kuantum fiziği
ve “kuantum bilgeliği”ne sâhip, zihni madde ile koşullanmamış
bilim insanları(9).
Parapsikolojinin 1960’lı yıllarda Prof. J.B. Rhine
tarafından (günümüz maddeci bilimine uyumlu) temellerinin
atılmasına kadar; bu tür olaylar göz ardı edilmekteydi,
rahatsızlık olarak ya da “tesadüf” olarak
nitelendirilmekteydi (en azından çağdaş parapsikolojinin
ortaya çıkışına kadar…) Parapsikolojinin araştırma
alanına giren konular maddeci zihniyetin temsilcilerini
rahatsız ediyordu; çünkü, DDA’lar insanın ruhsal bir
yanının olduğunun en güzel, en esaslı kanıtıdır ama
onlar bu paranormal fenomeni kendi maddeci yöndem ve
bilgileriyle açıklayamıyorlardı; kurtuluşu ve rahatı,
“olmaz böyle şey, ben inanmam…”demede buluyorlar. Söz
konusu zihniyetin kitabında da “ruhsallık” diye bir şey
yok… Gerçeklere açık olmayan gözler / zihinler elbette
ki bu en büyük gerçekten (insanın gerçek doğasıyla
ilgili bu en büyük gerçekten) rahatsız olacaktır.
Bu nedenle parapsikolojinin bilimsel / deneysel bir
disiplin olarak ortaya çıkışından önceki maddeci bilimin
katılığından ve tutuculuğundan dolayı, ruhsal olgunun
felsefî açıdan olanaksızlığı benimsenmişti (19.YY’ın
sonları). Bununla birlikte, çok az sayıda öncü bilim
insanı(10) konuya karşı ilgilerini canlı tutabilme başarısını
gösterebildiler. Bu şekilde dinin spiritüel yanı ile
bilimin maddeci felsefesi arasındaki çarpışma, bazı şahısların
zihinlerinde entelektüel krizlere / teşevvüşlere neden
oldu. Bu teşevvüşten kendini kurtarabilen araştırmacılar
çeşitli ülkelerde konuyla ilgili dernekler / vakıflar
kurdular. İşte bu tür sivil toplum örgütlerinden ilki
1882’de İngiltere’de kuruldu: İngiliz Ruhsal Araştırma
Derneği. Bundan birkaç yıl sonra da Amerikan Ruhsal Araştırma
Derneği kurulur.
Bu derneklerin amacı, o yılların maddeci biliminin yöntemlerini
PSI fenomenini incelemesine uyulmamaktı. Bu derneklerin araştırmacıları
(11) kendiliğinden (spontan olarak) ortaya çıkan
deneyimleri / olguları topladılar, bunları kendilerine göre
bir sınıflamaya tâbi tuttular. Bundan amaç, kadîm
zamanlardan beri biriken kendiliğinden vak’alar ile
telepatinin gerçekliğini kanıtlamaktı. Bu şekilde, bir
kimsenin zihinsel durumunu, kendisinden uzakta bulunan başka
birisinin zihnine aktarılabildiğini ortaya koymuş oluyordu.
Sonunda telepati denemeleri ve testleri, değişik ülkelerdeki
bu tür kuruluşlarda gerçekleştirilmeye başlandı.
Bunun yanı
sıra başka bir araştırma türü de spiritizm (deneysel ruhçuluk)
celselerini kapsamına alıyordu. 19.Y.Y.’ın ruhsal araştırma
derneklerinde(12)
yapılan spiritizm celselerindeki olaylar incelendi; bununla
da kalınmayıp, onlarla ilgili testler düzenlendi. Bu çalışmalardan
sonra, netleşen sonuçlardan biri; medyumların (süjelerin),
ölmüş kimselerle görüşebildikleri gerçeğiydi. Dolayısıyla
da, ölümden sonra da bir hayatın sürüp gittiği fikri
zihinlerde yeşermeye başladı.
Bu araştırmalar, Atlantik Okyanusu’nun iki kıyısında
da sürüp gitmiştir. Bu araştırmaların ve incelemelerin
önde gelen isimleri şunlardır:
Sir Oliver LODGE (İngiltere)
Sir William BARET (
İngiltere)
William JAMES (ABD)
G.HEYMANS
(Hollanda)
William McDOUGAL
(ABD, Duke Univ.)
Bu araştırmacılar bağlı oldukları üniversitelerin
bünyelerinde telepati testleri geliştirdiler.
Konumuz olan
Parapsikolojinin tarihçesi içinde tüm bu araştırmaların
belki de sentezi durumunda olan çalışmalar; ünlü bir
biyolog ve parapsikolog olan ( ve aynı zamanda
“Parapsikolojinin babası” olarak da kabul edilen) Prof.
J.B. Rhine tarafından yapılmıştır.
Prof. Rhine,
Parapsikolojiyle ilgili ilk çalışma ve denemelerine; ABD
– Kuzey Karolina’daki Duke Üniversitesi’nde başlamış,
1935’te de burada resmen Parapsikoloji laboratuarı kurmuştur.
Prof. Rhine’in Duke Üniversitesi’nden emekli oluşundan
sonra da, bu laboratuar yine aynı semtteki (Durham Kenti) İnsan
Doğasını Araştırma Vakfı’na (FRNM Parapsikoloji Enstitüsüne)
aktarılmış ve Prof. Rhine, ölünceye kadar Parapsikoloji
etütlerini (karısı Prof. Louisa Rhine’la birlikte) burada
sürdürmüştür. Parapsikoloji laboratuarı ve Parapsikoloji
Enstitüsü, kuruluşundan beri, ruhsal meleklerin (PSI)
fenomeni farklı tiplerim ölçümüyle ilgili yöntemler geliştirmiş,
araştırma süreçlerinin standardizasyonuna büyük katkıda
bulunmuş; ayrıca her yaz açtığı kurslarla (“Summer
Study Programs”) pek çok amatör parapsikoloğun yetişmesine
hizmet etmiştir.
Bu çerçevede
Parapsikoloji alanına yapılan en belirgin katkı, duyular dışı
algılama ESP / DDA kartlarının Parapsikoloji araştırmalarına
uyarlanması (Dr. Zener’inde katkılarıyla) olmuştur.
Sözünü
ettiğimiz kartlar her birinin üzerinde beş ayrı şekil
bulunan “Zener Kartları”dır. Beş Zener Kartının her
bir şekli, beş farklı renkte basıldığından bir destede
25 kart bulunur. Zener Kartları ile; telapati, durugörü ve
prekognisyon çalışmaları yapılır. Bu kartlarla bilimsel
nitelikli bir DDA çalışmasının nasıl yapılacağı, ilk
olarak “THE REACH OF THE MIND” adlı eserinde J.B. Rhine
tarafından anlatılmıştır.
Gerek ABD’deki, Parapsikoloji Enstitüsü, gerekse İngiltere’deki
Ruhsal Araştırma Derneği’nin yaptığı çalışmalarda
yaklaşık 12.000 (On iki bin) adet sponton vak’a incelenmişti.
Bunların büyük çoğunluğunu prekognisyon, durugörü ve
telepati türü deneyimler oluştururken; kalan kısmını da,
telekinetik vak’alar oluşturuyordu. Psikokinezi ( ya da
Ruslar’ın ifadesiyle “telekinezi”) yeteneği DDA’nın
ikinci ana türünü oluşturur. (bkz.dipnot 8)
Bu yeteneğin test edilmesiyle ilgili olarak bildiğimiz
tavla oyunu zarları da kullanılmıştır. Zar atma işinin
gelişi güzelliğini (randomization) sağlamak için çeşitli
yollar denendiğini biliyoruz. Beşerî hilenin bu işe de
bulaşmaması için, akla gelebilecek her türlü önlem alınmıştır.
Bu araştırma ve ölçümlerin bilimsel ayrıntıları ve
sonuçları FRNM’in yayın organı olan “Journal of
Parapsychology”de yayınlanmıştır.
Psikokinezi’nin (PK’nın) deneysel testlerine, kas
teması olmaksızın bir kimsenin; hareket eden objeleri doğrudan
doğruya zihinsel olarak etkileyip etkileyemeyeceğinin anlaşılması
amacıyla başlanmıştı. Bu amaçla, zar atma yöntemiyle
denemeler yapıldı: Bu şekilde süjeler hareket hâlindeki
zarları istedikleri şekilde etkilemeyi hedefliyorlardı.
Zarların atılışı sırasında herhangi bir hile olasılığını
ortadan kaldırmak için, dikkatli ve titiz önlemler alındı.
Bu konuyla ilgili ilk bilimsel nitelikli (laboratuar koşulları
altındaki) çalışmalar “Journal of Parapsychology”de
yayınlanmıştır. Dokuz yıl süreyle yapılan bu test çalışmaları
sonunda ; süjelerin, zihinsel güçleriyle zarları
etkiledikleri anlaşıldı ve sonuçlar 1943’te sâdece
bilimsel raporlar hâlinde yayınlanmakla da kalmadı,
bildirilere de konu yapıldı. Bu şekilde beşerî zihnin
telekinetik gücü kanıtlanmış ve test edilmiş oluyordu.
Titizlikle oluşturulmuş laboratuar koşullarında yapılan
psikokinezi denemelerine örnek olarak; (ABD’de Prof.
Rhine’in çalışmalarından ayrı olarak) Pittsburg Üniversitesi’nden
Robert McCONNELL’in çalışmaları ile, W.E.COX ve
H.FORWALD’ın deneysel testleri gösterilebilir. Bunlardan
özellikle COX, bildiğimiz tavla zarı yerine; madeni para
(yazı – tura…), su spreyi, su içindeki hava kabarcıkları
ile süjeler üzerinde denemeler yapmıştır.
Kuşkusuz, 40’lı yılların başlarından itibaren
elektronik teknolojideki gelişmeler bilgisayarı bu alana
itmiştir. Bilgisayarla son derece rastgele bir şekilde
(randomly) zar atışlarıyla pek çok PSI testi yapılmıştır.
(Prof. Richard BROUGHTON, TARTIŞMALI BİLİM PARAPSİKOLOJİSİ,
Say Yayınları). Bu araştırmalar kapsamında, rastgele sayı
üreticilerinin daha ilginç öncü kullanıcılarından biri
Prof. Helmut SCHIMIDT’dir. Denemelerinde bir dizi lamba ve
bunları yakmak için radyoaktif kaynaklar (örneğin, strontiım
90) kullanılmıştır. Prof. Schimidt’in bu tip denemeleri
başka araştırmacı parapsikologlar tarafından da yinelenmiştir.
Aslında en doğru spontan telekinetik vak’a örnekleri,
ruhsal deneyimler döneminin resmi başlangıcı olarak da
kabul edilen FOX KARDEŞLER’e aittir. Bu iki kız kardeş
ABD New York Eyaleti sınırları içinde fakir bir çiftçi
ailesinin (okula gitmemiş) çocuklarıdır. FOX ailesi bu iki
kız aracılığıyla (medyumluğu ile) spontan tekinsizlik
(psikokinetik) vak’alarla karşılaştıkları zaman, yıl
1847’ydi. Bu vak’ann deneysel ruhçuluktaki adı
“tiptoloji fenomeni”dir. Tiptoloji, anlamlı darbe
sesleriyle ortaya çıkan bir olgudur. Aslında söz konusu
darbe sesleri dünyada
ilk kez FOX’ların evinde duyulmuş değildir. Yazılı kayıtlara
göre tiptoloji fenomeni bilinen şu mekanlarda da
görüldü:
1661’de, İngiltere
– Tedworth (Bay Mompesson’un evi)
1520’de, Almanya
– Oppenheim (Melancthon’ların evi)
Parapsikolojinin
Konusu
Parapsikoloji’nin hedef konusu genel anlamda “PSI
Fenomeni”dir. Yani, bireyin; enkarne bir ruh varlığı
olmasından dolayı, ortaya çıkan ruhsal deneyimler
(paranormal deneyimler) toplamının genel adıdır “PSI
olgusu”. Buna, “ruhsal yeteneklerimizin bir kısmının
enkarne varlık aracılığıyla tezahür etmesinin adıdır…”
da denilebilir. PSI (“say” diye telaffuz edilir) fenomeni;
ya zihinsel deneyimler / algılamalar (telepati, durugörü,
prekognisyon) şeklinde, ya da fiziksel etkiler (psikokinezi /
telekinezi, “mind over matter”) şekilnde ortaya çıkmaktadır.
Daha öncede belirttiğimiz gibi; DDA’da beş duyu tamamen
devre dışıdır.
PSI olgusunun DDA’lar aracılığıyla ortaya çıktığı
durumlar şunlardır:
Rüyalar,
Sezgiler,
İpnoz,
Meditasyon (13)
Beden dışı
deneyimler
Bu durumlar
genellikle algılamaları kapsadığından; telepati, durugörü
ya da prekognisyon türlerinden biriyle ilgili olabilir.
Psikokinezi (“tekinsizlik”) türündeki vak’alar ise,
yaygın olarak; poltergeist (“poltırgayst” okunur) ve
haunting (“honting” okunur) vak’alarında ortaya çıkmaktadır.
Bunlardan “poltergeist”; bir kişiyle (“focal person”)
ilgili olup, kısa bir zaman dilimi içinde çok sayıda görünür.
Tekinsizliğin “haunting” türünde ise, ortada “focal
person” yoktur. (perili köşkler, hayalet şatolar vb.)
Parapsikolojinin
Genel Görünümü
Bu yazı
dizimizin akışı içinde özetlemeye çalıştığımız DDA
araştırmalarının ilk sonuçları yayımlanmaya başladığı
günlerde, konunun araştırmacıları; maddeci septiklerden,
inançsızlardan ve özellikle de klasik psikolojinin tutucu
mensuplarından çok eleştiri almışlardı. Bu eleştiriler,
bu çok bilmiş maddeci zihniyetin mensuplarından o kadar yoğun
bir şekilde gelmişti ki; aydın parapsikologlar, işi gücü
bırakarak eleştrileri karşılamaya koyulmuşlar, bu önyargılı
sözde bilim insanlarını biraz olsun yumuşatmaya çalışmışlardı.
İşin kötüsü ve gerçek / yapıcı bilimsel zihniyet ile
kolay kolay bağdaştırılamayan yanı, bu eleştirilerin yapıcı
olmaktan çok uzak olmasıydı…
Aradan geçen yıllat, septiklerin (“goats”= keçiler)
biraz rahatlamasına, parapsikologların da daha dikkatli çalışmasına
zemin hazırlamıştır. Aslında septikler; saldıracak pek
bir şey bulamamışlardı da onun için geri çekilmişlerdi.
Çünkü gerçekten de ortada “PSI fenomeni” diye bir şey
vardı ve aslında bu “şey” dev bir buzulun okyanus üzerinde
görünen sadece (1/10’luk ) uç kısmıydı. Evet, günümüz
maddeci biliminin son 60-70 yıldan beri kabul etmek lütfunda
bulunduğu Parapsikoloji’nin kapamına giren PSI fenomeni,
asıl temelde olan Metapsişik Tetkilerin sadece ondabirlik uç
kısmıdır. İnsanın gerçek doğasının tanınmasına yönelik
araştırmaları kapsayan metapsişiğin en özgün çalışmaları
da Dr. Bedri RUHSELMAN tarafından başlatılmıştır.
Yurdumuzdaki metapsisik araştırmaların ayrıntıları için
astroset sitemizin, konuyla ilgili bölümlerini
incelemelerini okurlarımıza öğütleriz.
Günümüze daha yakın yıllarda (örneğin 90’lı yıllarda)
gözden kaçmayan başka bir durumda; bu alanın araştırmacılar
tarafından yavaş yavaş profesyonel bir meslek olarak
benimsenmeye başlanmış olmasıdır. 90’lı yılların en
önde gelen parapsikologları (hepside Prof. Dr. Olarak);
Richard BROUGHTON, Ramakrishna RAD, John PALMER, KANTHAMANI,
Morris ROBERT, William BRAUDE, Rek STANFORD, Roger NELSON,
Charles TART, Helmut SCHIMIDT, Scot ROGO, TENHAEFF (14)
.
Doksanlı yıllardan sonra, Parapsikoloji’nin içinde
olduğu kadar, dışında da göze batar bir değişim
olagelmektedir: Artık bilimsel alandan, konuya karşı yöneltilen
önyargılar; yerlerini deneysel sonuçların yaygın olarak
anlaşılmasına bırakmaktadır. İnsanın kendini gerçek doğasıyla
(asıl varlıksal yapısıyla) ilgili, doğal merakından
dolayı; halkın DDA’a ve DDA araştırmalarına karşı
duyduğu yaygın ilgi, başlangıçtan beri canlılığını
korumaktadır. Bununla birlikte işin şarlatanlığı ve
sahtekarlığı çok eski yıllardan beri gözden kaçmamaktadır.
Bilime ve insanın gerçek doğasının anlaşılmasına karşı
sergilenmiş olan bu zulüm; kötü niyetli cahillerin elinde
bir karalama aracı olurken, konunun samimi ve dürüst araştırmacıları
için daha dikkatli ve titiz olma nedenini oluşturmuştur.
Her yeniliğin (“yeni” olanın) başına gelen bu durum,
zaman zaman halkın yanılmasına neden olmuşsa da; çok geçmeden,
şarlatan ile dürüst araştırmacı herkes tarafından ayırt
edilir duruma gelmiştir. Her alanda olduğu gibi,
parapsikoloji alanında da söz konusu sahtekarlar,
samimiyetle sürdürülen bilimsel araştırma ve denemelere gölge
düşürmüşse de, halk tarafından çok geçmeden işin aslı
anlaşılmıştır. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra şu ya
da bu nedenle; konuya karşı halkın gösterdiği güçlü
merak / ilgi alanı sürekli olarak canlı tutmuş ve az yukarıda
belirtmeye çalıştığımız kritik dönemlerin hızla geçilmesinde
önemli rol oynamıştır. Artık günümüzde, bilimsel
nitelikli elemanların sıkıntısı çekiliyor. Geçmiş yıllara
göre, pek çok kitap yayınlanmış ve konuyla ilgili sivil
toplum örgütlerinde konferanslar / seminerler verile gelmiştir.
Bunlardan yurdumuzdaki en güzel örneklerinden biri son iki yıldır
(uluslar arası nitelikte olmak üzere BİLYAY Vakfı tarafından
başarıyla sergilenmiştir (15) .
Parapsikolojik
Vak’a Etüd Yöntemleri
Parapsikolojide
“olay / vak’a etüd yöntemleri” iki ana grupta toplanır.
Spontan vak’a etütleri
Serbest tepki yöntemleri.
Bunlarda kendi içlerinde
dallara ayrılır:
Spontan olay yöntemleri:
1) Mahalinde
vak’a etüdleri
2) Anketler
3) Röportajlar
B) Serbest Tepki Yöntemleri
1) Algılanacak
hedef olarak kartpostal resimler (remote viewing)
2) Algılanacak
hedef olarak çeşitli küçük objeler (remote viewing)
3) Kişiler
(Psychometry)
Bu konular ve genel
anlamda Parapsikoloji konusunda okunabilecek eserler:
PARAPSİKOLOJİ,
D.Scott Rogo (Ruh ve Madde)
ALTINCI DUYUNUZU
GELİŞTİRİNİZ, Milan Ryal (Ruh ve Madde)
PARAPSİKOLOJİ,
Richard Broughton (Say)
RUH VE MADDE
Dergisi (İstanbul)
ÜÇÜNCÜ GÖZ
Dergisi (İstanbul)
PARAPSİKOLOJİ
Dergisi (Bursa)
PARAPSİKOLOJİ
DERSLERİ, Paul Krafchik (Ruh ve Madde)
GİZLİ PARAPSİKOLOJİ
SAVAŞI, Jacques Bergier (Ruh ve Madde)
RUHSAL ARAŞTIRMALAR,
S.Ostander + L. Schroeder (Ruh ve Madde)
UYANIŞ, Charles
Tart (Ege Meta)
PARAPSİKOLOJİ ve
FELSEFE, D. Ray Griffin (Ruh ve Madde)
Metapsişik
terimler sözlüğü, Ergün Arıkdal (Ruh ve Madde)
|