Simya, elementlerin niteliğini değiştirme sembolüyle insanın
kendini değiştirme sürecinde aldığı bir tür eğitimi ifade eden
bir inisiyasyon yoludur. Genelde metalleri dönüştürerek en saf
element olan altın elde etme çabası olarak tanımlanan simya
gerçekte sembolik bir işlemdir ve ruhsal aydınlanmayı,
kurtuluşu temsil eder. Maddeye hakim olmanın arayışı, bir tür
nefsini dönüştürme çabasına yönelik olan ve kökeni Eski
Mısır’a ve onun da öncesinde Atlantis’e hatta Mu’ya
dayandırılan kadim bir sanattır.
Simyanın androjen,
kadüse, mercan, ejderha, altın, kartal, güvercin gibi diğer
pek çok sembolle özdeşleştirildiği görülmektedir. Kurşunun
altına dönüştürülmesi sembolüyle ifade edilen simyada kurşun
içteki insanın veya metalin hasta, ağır ve kaotik durumunu
gösterirken altın hem metalin hem de insanın varoluşunun
mükemmelliğini temsil eder. Simyacılara göre altın, metal
doğasının gerçek hedefidir ve kendi içinde bütün metale ait
özelliklerin dengesine sahiptir. Meister Eckhart’a ait “bakır,
altın oluncaya kadar rahat bulmaz” sözünde ise nefse hakimiyet
sürecinin ve bu sürecin zorlu oluşunun kastedildiği
anlaşılmaktadır.
Simya işleminin
dört aşaması dört ayrı renkle sembolize edilirdi:
Siyah
(günah, başlangıç, gizli güçler) ilk maddeyi (ruhun orijinal
halindeki sembolü) temsil ederdi,
beyaz (ilk hareket, ilk
dönüşüm, cıva), kırmızı (sülfür, tutku) ve nihayet
altın.
Simyanın sembolik anlamları incelendiğinde ilk işlemin,
yakarak toz haline getirme safhası olduğu ortaya çıkar, bu
safha dünyevi olanın ölümünü ifade eder, yani hayata ve
tezahürler dünyasına olan tüm ilginin söndürülmesi demektir.
İkincisi bozunma safhasıdır, bu aşama ilk aşamanın bir
sonucudur, yakılanın ayrışmasından meydana gelir. Çözülme,
yani üçüncü aşama ise maddeden arınma aşamasıdır, dördüncü
olan damıtma aşaması, önceki işlemler sırasında izole halde
olanın kurtuluşunu, beşinci olan birleşme aşaması ise zıt
kutupların birleşmesini sembolize eder. Altıncı aşama
süptilleşmedir ; bu da dünyadan mistik olarak ayrılma ve
ruhsal mücadeleye kendini adama ile sonuçlanır.
Sembol
çizimlerinde bu aşama, kanatlı bir varlıktan doğan kanatsız
bir varlık olarak betimlenir ya da bazen Prometeus miti
ile temsil edilir. Son safha ise katılaşma aşamasıdır, yani
sabit ve değişken prensipleri (eril/değişmez olan,
dişil/”kurtarılmış” değişken) ayrılmaz bir biçimde
birleştirmektir. Simya tüm diğer çalışmaların bir modeli
olarak görülebilir. En basit olan dahil olmak üzere her tür
aktivitenin meziyetleri geliştirmeye yönelik olduğunu gösterir
ve böylece kişi gelişir. İtalyan ezoterist Evola,
Tradizione Ermetica’da şöyle demektedir:
İşimiz, bir varlıktan diğerine dönüşmek ve değişmektir, bir
şeyden başka bir şeye dönüşmek, zayıflığı güce, cismaniliği
ruhsal doğaya dönüştürmektir…
Hermafrodit konusunda ise, İspanyol filozof Eugenio d’Ors,
Introductiocion a la vida Angelica’da şöyle yazmaktadır:
Tek bir bedende iki olmayı başaramayan sevgi, tek bir ruhta
iki olmayı başaracaktır.
Mircea
Eliade’a göre simyacı ateşin efendisidir. Ateşi kullanarak bir
maddeyi diğerine dönüştürür. Güneşin ya da yerin rahminin
doğal ısısının yavaş yavaş olgunlaştırdığını ateş, çok büyük
bir hızla yapmaktadır. Dolayısıyla da ateş, dünyayı
değiştirebilecek büyüsel, dinsel bir unsurun sembolüdür ve o
unsur bu dünyaya ait değildir. Bu nedenle en arkaik kültürler
kutsallığın üstadını (şaman, büyücü-şifacı, büyücü) “ateşin
efendisi” olarak hayal ederler. Ayrıca tıpkı şamanlar gibi
demirciler de ateşin efendileri olarak bilinirler. Bir Yakut
atasözü “demircilerle şamanlar aynı yuvadandır” demektedir.
Bir diğer mesele göre ise “ilk demirci, ilk şaman ve ilk
çömlekçi öz kardeştiler…
Dogonlar’da
demircilik mesleği çok gözdedir ve araç gereçleri
öğretilerinde önemli bir yer tutar çünkü ilk demirci
mitolojide önemli bir yere sahiptir. Demirci, Yüce Tanrı
Amma’dan ekilebilir tohumları almış ve bunları balyozunun
içine koymuş, sonra demir bir ipe tutunmuş, Tanrı da onu
yeryüzüne indirmiştir. Demirci kimi kez Yüce Tanrı’nın öz oğlu
olarak kabul edilir, Tanrı tarafından yaratılışı tamamlamak ve
insanlara mesleğin sırlarını vermek için gönderilmiştir.
Eğitmen-demirci, insanı gizleri anlayabilecek hale getirerek
Tanrı’nın işini tamamlar ve kusursuzlaştırır. Çeşitli
kültürlerde demircilik sanatı, okült bilimler (Şamanizm, büyü,
şifacılık vb.) ile şarkı, dans ve şiir sanatı arasında
ilişkiler bulunmaktadır. Simya, Çin düşüncesinin çok aşina
olduğu mikrokozmos ile makrokozmos arasındaki geleneksel
eşleştirmeyi de benimser. İnsan bedeni olan mikrokozmos simya
terimleriyle şöyle yorumlanmıştır. “Kalbin ateşi zincifre
(1)
gibi kırmızıdır, böbreklerin suyu kurşun gibi karadır” diye
yazıyor ünlü simyacı Lu Tsu’nun yaşam öyküsünün yazarı (MS.
VIII. yy). Taocu simyacı, uzun ömür reçeteleri ve mistik
fizyoloji teknikleri içeren tarih ötesi bir geleneği üstlenir
ve devam ettirir. Ünlü zincifre tarlaları beynin ve karnın en
gizli yerlerinde bulunur: Ölümsüzlük embriyonu simyevi olarak
buralarda hazırlanır…
Simya sanatı,
astroloji ile doğrudan ilişkilidir, bir deyişle astroloji ve
simya, yer ve gök gibi birbirleriyle bağlantılıdır. Zodyak’ın
oniki burcu, İlahi Akıl’da sabit olarak bulunan arşetiplerin
basitleştirilmiş bir resmidir. Ateş, hava, su ve toprak
unsurları ise sembolik olarak, asli cevherin ilk ve temel
farklılaşmalarıdır. Gezegenler birbirlerine olan konumlarına
göre Zodyak’ta beliren olasılıkları ifade ederler ve ruhsal
tesirin işlev görüşünü temsil eder, metaller ise Ruh’un
olgunlaştırdığı cevherin ilk meyvelerinin sembolüdürler. Simyacılar çeşitli metalleri gezegenlerle sembolize ederler;
örneğin altını Güneşle, gümüşü Ayla, cıvayı Merkürle, bakırı
Venüs’le, demiri Marsla, kalayı Jüpiter’le, kurşunu ise
Satürn’le eşleştirirler. Zümrüt Tabletler’de de bu ilişki
ifade edilmiştir: “Aşağıda olan yukarıdakine benzer”…
Simya (alchemia)
kelimesi Arapça el-kimiya’dan gelir, bu kelimenin de
Kadim Mısırca keme sözcüğünden türediği söylenir. Simyanın
kökeni eski Mısır kaynaklı Hermetika metinlerine dayanır.
Simyacılar Hermetika olarak adlandırılan metinlerin kayıp olan
orijinal ve eksiksiz halini Hermes’in Zümrüt Tabletleri olarak
adlandırırlar. Zümrüt
Tabletler de Hermetik Külliyat’ın (Curpus Hermeticum)
bir parçası olarak kabul edilmektedir. Halen mevcut olan en
eski simya çizimleri Mısır Papirüsleri’nde bulunmaktadır.
Simya bilgilerinin Atlantisli Hermes tarafından Mısır’a
getirildiği James Churchward ve Murry Hope gibi araştırmacılar
ve çeşitli ezoterik kaynaklar tarafından doğrulanmaktadır.
Sözkonusu bilgiler belirli bir süre boyunca Mısır’daki
Atlantisliler’in ve yerlilerden belirli bir grubun elinde
kalmıştır. Bazı araştırmacılar Hermes’in öğretisinin en az
yozlaşmayla gelebildiği son noktanın İskenderiye Ekolü
olduğunu ve simyanın bugünkü biçimini alışının İskenderiye’de gerçekleştiğini iddia etmektedirler.
Bu bilgiler
İskenderiye’den Avrupa’ya yozlaştırılarak aktarılırken
ezoterik niteliğinde kayıplara neden olmuştur. Simya Avrupa’da
şarlatanlık olarak nitelendirilmiş, bu nedenle de gizli bir
bilim olarak varlığını sürdürmüştür. İskenderiye döneminden sonra simyanın içrek ve dışrak olarak iki
akıma ayrıldığı görülmektedir. Dışrak simyacılar minerallerden
altın elde etmek, felsefe taşını elde ederek görünmez olma vb.
psişik bazı yeteneklere sahip olmanın takipçisi olmuş, içrek
simyacılar ise bunların sembolü olduğu bazı içsel arınma
çalışmalarının peşinden gitmişlerdir. Simya üç büyük
tektanrılı din tarafından da kabul görmüştür. Hıristiyanlık
dini simyada gerçek irfan’a (gnosis)
(2) götüren bir yol
bulmuş, Hermes’i İdris Peygamber ile özdeşleştiren İslam Dini
ise içinde bir bilgi barındırdırdığını gördüğü bu sanatı
kolaylıkla içine almıştır. Cabir İbn Hayan MS. VI. yy’da bir
okul kurmuş, bu okuldan yüzlerce simya metni etrafa
yayılmıştır. Simya Batı Hıristiyanlığına Bizans yoluyla
girmiş, Rönesans’la birlikte Bizans Simyası’na ait yeni bir
akım da Batı’ya ulaşmıştır. Onbeşinci yüzyıldan itibaren batı
düşüncesinin artan rasyonalistliğine paralel olarak simyanın
manevi yanının giderek geri plana atıldığı görülür. Onaltıncı
ve onyedinci yüzyıllarda, daha önce sadece elyazması olarak
bulunan, ayrıca gizli olarak ve yavaş yayılan pek çok simya
eseri bastırılmıştır. Bütün bu dönemler boyunca simyanın
tıpta, sanatta, fizik biliminde yankılarına rastlanmaktadır.
Modern tıbbın
kurucularından Paracelsus, mekanik
fiziğin kurucusu Newton, dünya edebiyatını etkileyen
Goethe’nin ve tarihteki diğer pek çok ünlü kişi gibi simya ile
uğraştıkları bilinmektedir. Newton’ın biyografisiyle özel olarak uğraşmış olan bilim tarihçisi
Richard Westfall, modern bilimin Hermetik Gelenek ile mekanik
bilimin evliliğinin bir sonucu olduğunu söylemektedir.
C. Gustav Jung’a
(1875-1961) kadar simya genellikle yalnızca bilim tarihi
kapsamında, kimyanın yanlış olan ilk hali olarak görülmüştür.
İdeolojik yanı ise nadiren hakettiği ilgiyi görmüştür. Simya
öncelikle ışığın ruhsal gerçekliğini genişletmeyi
amaçlıyor, bunu da ağır ve karanlık olarak hissedilen dünya
maddesini sistematik olarak geri plana indirgeyerek yapıyordu,
bu yönüyle simya ilk Gnostisizm’in çeşitli mezheplerini
andırmaktadır. Geç dönem ortaçağ elyazmalarındaki ve Rönesans
ve Barok dönem gravürlerindeki sembolik ve alegorik imajların
şaşırtıcı derecede yayılması dış alanda bulunanları
bilgilendirmekten çok simya üzerine çalışan inisiyelere
meditasyonlarında rehberlik edecek bilgiler sağlamayı
amaçlamıştır. Sembolik anlatımıyla simyada ilk maddeden (materia
prima), çeşitli arındırma aşamaları vasıtasıyla felsefe
taşı (lapis philosophorum) oluşturulur ve bu taş
sahibinin başka şeylerin yanı sıra temel metalleri, güneşin ve
ayın metalleri olan altına ve gümüşe çevirmesini ve tüm
hastalıklar için evrensel bir ilaç üretmesini mümkün kılar.
Gerçekte bütün bu
kavramlar Hermetik bilgilerin sembolik ifadeleriydiler. Asıl
anlamıyla simyada amaç fiziksel maddelerle birtakım dönüşümler
yapmak veya uzun yaşamak değil, inisiyatik bir süreçle nefsini
yenmek ve bunun sonucunda şuurlanmayı sağlamaktır. Gerçek
simyacılar veya inisiye adayları için felsefe taşı ise sadece,
nefsini yenmeyi temsil eden bir semboldür. Nefsini yenme
uygulamasında başarıya ulaşıldığında ise ruhsal bir
aydınlanma, kurtuluş gerçekleşecektir. Bu hale ulaşan inisiye
bir tür başkalaşım geçirmiş, farklı bir kimlik kazanmış olur.
Metalin altına dönüşmesi, varlığın arınarak tam bir saflığa
ulaşmasını sağlamak demektir.
Bir simya metninde
yeralan bilgiye göre simyacı, yani zincifre (ölümsüzlük hapı)
yetiştiren kişi Gök’ü örnek alıp Yeryüzünü biçimlendirir.
Bunları kendi içine dönerek arar ve o zaman bedeninde
birdenbire sukabağı biçiminde bir Gök bulur…
Neospiritüalizmin
Türkiye’deki öncülerinden Ergün Arıkdal, simyada bahsedilen
arınma ve inisiyasyon sürecini daha da açık bir dille şöyle
ifade etmektedir:
İnsanın geçmişteki
enkarnasyonları boyunca biriktirdiği tortu vardır. Bu tortu,
cevhere ağırlık yapan, atılması gereken bir tortudur ve her
insanda bulunur. Arınmak için bu tortunun içeriğine nüfuz
etmek, derinlerine inmek gerekir. Astral bedenlerde biriken bu
tortunun analizini yapmak çok zor olmasına rağmen bir inisiye
“cehenneme iniş” olarak adlandırılan böyle bir tecrübeyle de
karşılaşmak ve başarılı çıkmak zorundadır. Bunun sonucunda
gerçekleşecek olan ise inisiye adayının bir çocuk kadar
saflaşmasıdır. İnisiyasyonda, inisiyatörün inisiye adayını
ruhsal tesire bağlamasıyla birinci doğum gerçekleşir. İkinci
doğum aşamasında ise ölmek ve doğmak
aşamaları geçilip yeni bir değişim gerçekleştirilir. Bu
aşamada psişik bir değişim de meydana gelir. İnisiye adayını
bekleyen bir sonraki aşama ise üçüncü doğuş, yani evren dışına
taşan bir özgürlük halidir. Bu aşama gerçekleştiğinde inisiye
adayı evrendeki ve evrenle kendi arasındaki büyük irtibatı
görmüş durumdadır…
Sözkonusu
inisiyasyon herkese verilemeyecek bir eğitimdir ancak halkın
bilgilenmesini de temin etmek için sembolizm kullanılmıştır.
Kutsal kitaplarda, edebiyatta, şiirde, felsefede, halk
masallarında, mitolojilerde sembollerle sık sık karşılaşılır.
Her millette aynı konular farklı şekillerde anlatılmıştır.
Aynı durum şamanzimde de geçerlidir. Anadolu’daki pek çok örf,
adet şamanik inançlardan kaynaklanmaktadır. Masalların çoğu
şamanik inisiyasyonlara bağlıdırlar. Geleneklerde genelde
kayıp bir unsurun peşine düşmek sözkonusu olur, bu bazen
Kutsal Kase olur, bazen kayıp bir şehrin, ülkenin aranması ya
da Aleaddin’in Sihirli Lambası olabilmektedir. Bunların hepsi
inisiyatik bilgilerin halka yönelik olarak
sembolleştirilmeleridir.
Ergün Arıkdal’a
göre dünya nefis hakimiyeti için meydana getirilmiş geçici bir
yerdir.
Simya ile gelen dönüşüm, kişiyi nefsini kontrol etmeyi öğrenmek
yoluyla yükselterek onu ruhsallıkla temas ettiren ilahi tesire
ulaştırır. Simyanın metallerin dönüşümü olarak ortaya konulan yanı ezoterik
yanından, yarattığı manevi dönüşümden ayrı tutulamaz çünkü her
manevi oluşumun, her ruhsal dönüşümün maddi ortamda bir
yansıması, tezahürü mutlaka ortaya çıkacaktır. Yedinci
yüzyılda yaşamış bir münzevi olan Morienus şöyle
söylemektedir:
“Kim nefsi nasıl
saflaştıracağını ve ağartacağını bilirse ve onun yukarı doğru
yükselmesine izin verirse, bedeni iyi korursa ve onu bütün
karanlıklardan, siyahlıklardan ve kötü kokudan kurtarmış
olursa… O zaman nefsi bedenine geri getirebilecektir ve
yeniden birleşmeleri saatinde büyük harikalar zuhur
edecektir…”.
|