" Elimizde
bulunan Kadim Bilgelik sırlarına ve ezoterik bilgilere göre;
özellikle son 3500 yıldan beri dünya insanına, kapasitelerine
göre bilgi veren ve mitolojilerde İLAHLAR olarak ifade bulan
yüce varlıkların öğretilerinin, çeşitli derinlik düzeylerinde
olmak üzere sürmeye devam etmektedir. Altın
çağda, tüm bu öğretilerin yeni bulgulara göre yeniden
bütünleşeceği ve bazı saklı bilgilerin gün ışığına çıkacağı,
insanlığı yeni bir ışıkla aydınlatacağı aktarılmakta tüm
sembollerin ve mitolojik öykülerin de bu bilgiler ışığında
yeniden incelendiğinde başka şeyler söyleyecekleri ifade
edilmektedir. "
‘SEMBOL’
sözcüğünün Türkçe karşılğı ‘simge’ dir. Her insan;
konuştuğu dilde, hareketlerinde, rüyalarında, anlasın ya da
anlamasın, bilerek / bilmeyerek sembolleri kullanır.
Sembollerin bir düzene bağlı olmaları ve bunların
yorumlanması, gerçekten; ayrı bir disiplin ve bilimsel çalışma
konusudur. Uygarlık tarihi, dinler tarihi, dilbilim, sosyal ve
kültürel antropoloji, sanat, psikoloji, tıp ve tüm bu
düzenleme ve yorumlamada büyük rolü olan disiplinlerdir.
Aslında, herhangi bir
sembolün tam olarak açıklanması / tanımlanması kabil değildir.
Çünkü bir sembol hem apaçık, hem de anlaşılmaz bir
durumdadır. Bu durum, sembolün en önemli niteliklerinden
biridir. Sözcükler, bir sembolün anlam ya da anlamlarını ifade
etmek için gereklidir ama sembolü tam değerinde ifade etmekten
uzaktır. Yani, bir sembolü yorumlamaya başlayabilirsiniz ama;
bu, o sembolün sonuna kadar çözüleceği anlamına gelmez.
Sembol, kendi içeriğini gizleyerek açıklar, açıkladıkça da
gizler...
Sembol, bir kimsenin
zihninde ve anlayışında gizli olabildiği kadar, başka birinin
zihninde ve anlayışında belirli bir düzeyde açık olabilir;
bazen de, açık sandığımız halde, gizlidir. Anladığımızı,
çözdüğümüzü sandığımız anda, onun arkasından yeni gizlilikler,
yeni anlamlar başlar… Ayrıca sembol; statik
değil, dinamiktir. Gizlilik, bilinmezlik varolduğu sürece,
sembol de sürüp gidecektir. Bu gidiş içinde, sembol akli
ölçüleri de, akıl yürütmeyi de aşabilir ki, bu halde bile
abesliğe / saçmalığa düşmez. Sezgiler, sembolü çözmede destek
olabilir ve sembol, ne kadar yorumlanırsa yorumlansın,
simgesel değerinden birşey yitirmez.
Ezoterik ve okült
tradisyonlarda semboller 7 kategoride sınıflandırılır:
1- Olaylar ve olayların
konusuyla ilgili semboller, 2- Kişiler ve kişilerin
karakterleri, huyları, mizaçlarıyla ilgili semboller, 3-
Hayvan ve bitki sembolleri, 4- Eşya ve doğayla ilgili
semboller, 5- Geometrik biçim sembolleri, 6- Sayısal
semboller, 7- Renklerle ilgili semboller.
Tüm bunlardan ayrı olarak, psikolojik yönden de konuya
yaklaşabiliriz: C.Jung’a göre, ‘Adem’;
kozmik insanın (İnsan-ı Kamil’in) bir simgesidir. O, tüm
psişik enerjilerin bir kaynağıdır. Genellikle yaşlı bilgeler;
hakim kimseler şeklinde, baba ve atalar arşetipine bağlıdır.
Bu yaşlı adam; ak sakallı dede, nur yüzlü ermiş, (genellikle
batıda) İsa Peygamber imajı şeklinde olmak üzere, bilgeliğin
simgesidir. Uzun ve ıstıraplı deneyimlerden çıkıp gelmiş,
erdemli insanlara özgü bir bilgeliktir bu... Başka türlü
ifadesiyle; beşeriyetin uzun ve ıstıraplı deneyimlerinin
sonucunda ortaya çıkmış bir imajdır bu. Manevi ve maddi her
türlü güce / bilgiye sahip ve onları yaşamına uygulayabilen
bir bilge varlık imajı... Bu imajı, beşeriyet; aynı zamanda, ‘Adem’
olarak da sembolize etmiş olmaktadır.
Bu cümleden olmak üzere;
rüyalarda görülen evliyalar, peygamberler, pirler, filozoflar
ve ak sakallı dedelere ait imajlar, beşerin bu bilgelikle
kendini tamamlama gereksinimindendir. Aslında dünya beşeri,
içsel bir itilim ile; bilgeliğin, kusursuzluğun, giderek
aslına daha çok benzemenin özlemini çekmektedir. Özünden
kaynaklanan asıl, temel itilim de budur. Gelişmiş,
olgunlaşmış, kemale ermiş varlık sembolünü dünya insanları
kendi kültürlerine uygun olarak, o kültürlerin en büyükleri
olarak rüyalarında imajlar halinde görürler. Onları görmek bir
bakıma; o bilgeliğe yanaşmak, onunla bütünleşmek / kaynaşmak
ve onunla bir olmak arzusunun bir sonucu olmuş olmaktadır.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi; zaten var olan gizli bir bilgi
ve bilgeliğin etkin hale getirilmesine yönelik bir içsel arzu
ve içsel arayıştır bu… (Ruhsal Rehberlikler tarafından aynı
bilgelik sembolü bazen de o kişiye özüne ve kendine yöneltmek
şeklinde de kullanılır, evliya ve peygamber rüyalarına
dönüşür, hangisinin şuuraltından hangisinin rehberlik
yönlendirmesinden olduğunu anlamak her zaman kolay değildir ve
bu da semboliktir.)
Daha genel anlamda olmak
üzere; herşey başka bir şeyin sembolüdür. Yani, tezahür etmiş
olan örneğin, üç boyutlu şu alemde bulunan her bir şey, onun
idesinin, yaratılış kalıbının sembolüdür. Kuşkusuz, örneğin
bir UFO da başka bir şeyin sembolüdür...
Başlığımızı
oluşturan öteki sözcük olan ‘MİTOLOJİ’ye
gelince; gerçek kadim bilgilerin hemen hemen hepsi şöyle der:
“Önce kelam (söz) vardı...” Bununla birlikte Eflatun
yine de şöyle sormadan edemedi: “Hangi söz?” Eflatun,
bu sorusunda haklıydı; çünkü, Eski Antik Yunanca’da ‘söz’
kavramını vermek için üç sözcük bulunmaktadır: ‘mythos’,
‘epos’ ve ‘logos’.
Bunlardan ‘mythos’ ve ‘epos’ arasında organik
bir bağlantı vardır. ‘Epos’, belli bir düzen ve ölçüye
göre söylenen / okunan sözdür. ‘Epos’; beşere,
Tanrıların / İlahların bir armağanıdır. O, yüksek duygulara
yönelten sözleri bir araya getirerek, insanı büyüler. ‘Epos’,
zaman içinde; şiir, destan, ezgi gibi anlamlara gelmiş,
günümüzde, ‘epik’ ve ‘epope’ adlarıyla da
kullanılır olmuştur.
‘Logos’ ise,
gerçeğin, beşer sözüyle dile gelmesidir. Logos, aynı zamanda
yasal düzeni de yansıtır. Beşerin bedeninde ve ruhunda bir
logos bulunduğu gibi, evrenin ve doğanın da bir logosu vardır.
Logos; beşerde düşünce, doğada da yasadır. O, her yerde, her
şeyde ortaklaşa vardır. Logosu bulmak, sırlarını gözönüne
sermek ve onu beşer kelamında dile getirmek düşünürün asıl
görevidir. Logos kavramıyla açılan yol dosdoğru bilime varmış;
öyle ki, ‘logos-logia’ günümüzde herhangi bir araştırma
alanında bilim adamını ve bilimi dile getirmek için kullanılan
bir ek durumuna gelmiştir. Mitolojiler, evreni ve insanı,
kendilerine özgü öyküler içinde anlatan; efsaneler, masallar,
tragedyalar ve destanlar topluluğudur.
Kuşkusuz,
mitolojiler bünyelerinde sembolleri de barındırılar. Mitos,
bir efsane, bir sembol, bir örnek tiptir. Beşer aklı bu
sembollerle, bu mitoslarla gelişmektedir. Bunu, batı alemine
ve dünyamıza ‘arşetipler kuramı’ ile sunan;, ünlü psikolog
Carl Gustav JUNG’tur. Aslında, daha küresel bir yaklaşımla;
arşetipler; dünya beşerinin ortak hafıza alanındaki
binyıllardır birikmiş olan ortak sembollerdir. Dr. Jung
bunların varlığını keşfetmekle kalmamış, aynı zamanda; ruh
varlığını, onun sonsuzluğunu ve tekrar tekrar doğuşları kabul
etmiş spiritüel bir psikologtur.
Alemin incelenmesi ve
insanın incelenmesi, her zaman birbirine yardım eden
çalışmalar olagelmiştir. Alemi ve onun yasalarını inceleyen
bir araştırmacı, aynı zamanda kendini de incelemiş olur, ama
bu işe kendini incelemekten başlamak daha isabetli olacaktır.
Kendini inceleyen bir kimse de, aynı zamanda, alemi inceliyor
demektir. Kendini Bilmek konusunu en iyi ifade eden Yunus
Emre’nin şu dörtlüğü, bir bilgenin yüreğinden ve dizelerinden
dökülerek hepimize ne kadar çok şey anlatıyor.
|