Sembolizm

WWW.ASTROSET.COM

ATEŞİN RUHSAL DOĞASI

Edward C. Farnsworth
Çeviren: Işık UÇKUN

  Ateşin kökeni ve doğası en eski çağlardan beri teorinin, spekülasyonların ve araştırmanın konusu olmuştur. Yerli kabileler Uzakdoğu’da hep gündüzleri ortaya çıkan küreyi görmüşlerdir, bu küre gökyüzünü aşıyor, ateşli, gizemli bir gücü temsil ediyordu. Dolayısıyla, Güneş-Tanrı sakinleşen kızgınlığıyla güneşten kavrulan dünyaya alevlerini saçtığında yerliler, genellikle en sevdiği av alanını ve hatta ateşin doymak bilmeyen, yedikçe açlığı artan canavarının avını  gördüler. Şimdi ise ateş, korkunç gök gürültülerinin, bulutlardan aralıksız sıçrayan kör edici alevlerin ortasından geri çekilmiş ya da millerce uzaklara kadar yıkım püskürten dağların korkunç teröründen kaçmış durumda. Şüphesiz aborjinlerin saf imajinasyonları ateşin kökeni ve doğası ile ilgili çeşitli düşünceler üretmiştir. Şimdi bile, milenyumlar süren bir süreçten sonra, modern aborjinler olanca keskin zekalarına rağmen bulmacayı tam olarak çözememekte, bu her yere nüfuz eden unsurun esaslı doğasını kavrayamamaktadır.

   Bu sorunu çözmek adına bilimsel araştırmalar hangi genel çözümleri üretmiştir? Laplace’ın belirsizlik hipotezine göre ısı, tüm maddelerin ilk olarak gaz halinde varolmasına neden olmuştur. Sir Humphrey Davy ısının, bedenin kan hücrelerinin onları birbirinden ayıran titreşimi olduğunu söylemektedir. Yine, ısı fenomeninin ilk akla gelen nedeni harekettir ve ısının iletişim yasaları, hareketin iletişim yasaları ile aynıdır.

  Şimdiki zamanın bilimi, ısının bir hareket biçimi olduğu ifadesini tekrarlamaktır. Bu ifade de bizi hemen şu soruyla karşı karşıya getirmektedir; “Hareket nedir?”
  Eyvah! Onca özen gösterdiğimiz bilimsel araştırmalar bize zerre kadar tatmin edici bir yanıt veremiyor. Aynı şekilde bilime şu soruyu da sorabiliriz, “Hayat nedir? Tanrı nedir? Soyut zaman ve mekan nedir?” Makul kabul edilen bilime başvurarak, onun rehber niteliğindeki elini sıkarak geniş ve çekici bir otobana çıkmış oluruz ve bu tıpkı çıkmaz bir yol gibi aniden kocaman ve aşılmaz bir dağın önüne bizi getiriverir. Bulunduğumuz yüzyılın bilgisine sahip olmakla gurur duyanlar olarak altüst olmasak bile sallanmış olmalıyız ve adımlarımızı geriye doğru döndürmeliyiz; çünkü bizler sadece heves uğruna zevk almak için bir geziye çıkmış değiliz, bu daha çok en değerli mücevheri aramaya çıkmış bir madencinin keskin bir arayış içinde hedefine yürümesine benziyor. Bu yüzden, izin verin başka bir yön çizelim, pekçoklarının “O kadim zamanlar” ın ayak sesini hisseden yolunu izleyelim; izin verin geçmişe ait bir gözle, tarihi zamanlara bir bakış atarken o döneme ait bazı inançları kısaca inceleyelim.

  Şimdi, en üstünkörü bir bakışla bile şu gerçek görülüyor ki en ileri uluslar arasında ve hatta parıltı ve uygarlık güneşi neredeyse yükselmiş olanlarda bile, ateş sembolü kendi doğası içindeki kutsal ve ilahi olanı içermesi veya temsil etmesi nedeniyle korunuyordu. Bu yüzden de ateş Ebedi Gücün sembolüydü.

  Meksikalılar ve daha sonra da Aztekler, Güneş-Tanrı’ya insan kurban etme gibi yozlaştırılmış ve vahşileştirilmiş inanışlarında en saf sembolün bile cismanileştirilmesinin sonuçlarının nerelere varacağının çarpıcı bir örneğidir; kalbin sunakta kurban edilmesiyle bir hayatın kendini insanlığın hizmetine adayarak, o insanlığı daha yüksek güçlerle daha yakına getirmesi hedeflenirdi. Mısır Uygarlığı’nın doruk noktasını yaşadığı ve onun ilk düşüş yolunu işaret ettiği o eski zamanlarda Mısır’ın bütün tapınaklarında sönmeyen bir ateş yanmaktaydı. Aziz Patrick’in gelişinden önce İrlanda’nın gizemli yuvarlak kuleleri bu güzel adanın yeşil tepelerinden, yanan sönmez ateş huzmelerini gönderecekti. Her Yunan, Latin ve Pers köyü veya kasabası her zaman beslenmesine özen gösterilen ateşini dikkatle korurdu.

  Bir Roma tapınağı olan Vesta’da tanrıçanın bir resmi bulunmazdı çünkü o temiz ateşte otururdu, etrafını ona hizmet eden beyaz giysili Vesta Bakireleri sarmıştı. Eğer şans eseri bir ateş ihmal edilip sönmeye yüz tutarsa hakaret edildiği kabul edilen ilahe kutsanmış bölgeyi aceleyle terkeder, yaşanan bu felaketi haber alan tüm devlet çalışanları ve özel iş sahipleri işlerini askıya alır, senatör konuşmasının ortasında durur, pazar yeri demagogların (kışkırtıcı)nutuklarıyla yankılanmayı keser, eli sıkı tüccarların pazarlık sesleri de tamamen susardı. Bütün bunların hepsi kutsal bölgelere geri çağrılan ve yatıştırılmış olan tanrıça yayılan güneş ışınlarının odaklandığı noktaya geri dönüp ölümlülerle ilgilenmeye yeniden başlayana kadar devam ederdi. Perslilere ve bazı diğerlerine göre, evlerdeki ocakları ısıtan ateş temiz tutulmalı, temiz olmayan hiçbirşey bu ateşe atılmamalıydı.

  Pek çok kadim filozofa göre Evren temelde su ve ateşten yaratılmıştır. Kadim Azteklerde ateş tüm tanrıların babası ve annesi olmuştur. Gnostiklerde(1) ateş hayati bir öneme sahip olmaya başlamış, hayatın prensibinin altını çizmiştir. Onların felsefesine göre bu prensip, ortamların giderek arınarak yükselişleri anlamına gelmektedir. Bedeni ve tüm maddi şeyleri yakıp küle çeviren nitelikteki ateş kaba bir tezahür, açgözlü ve mantıksız bir unsur olmaktadır. Orada ateşin diğer tezahürleri bizlerin bu dünyada temas ettiğimizden çok daha düşük seviyeli ve ilkeldir, ayrıca bunlar da maddenin belirli ortamlarına denk gelmektedir tıpkı teleskopun bizlere engin uzayın derinliklerinde varolan bazı şeyleri göstermesi gibi. Yine en ilkel ateş bile kendisiyle aynı düzlemde bulunan hiçbir hayat formuna zarar vermeyecektir ve diğer yandan o, bir şeylerin doğasını ya da formunu farklı bir ortamda değiştirecek ve bunu gerçekleştirdikten sonra gizli bir hale dönüşecek, ancak uygun bir neden olduğu taktirde ortaya çıkmak üzere tekrar çağrılacaktır.
  Ateşin daha ince tezahürleri vahşilikten daha uzaktır ve mevcut canlılara zarar verici niteliği daha azdır ama tüm ateşler Mikrokozmosta ve Makrokozmosta kendi düzlemlerine ve görevlerine sahiptir. Gnostiklerle birlikte zihinlere, mevcut koşulları değiştirme gücüne sahip olma düşüncesi geldi. Zihnin pek çok seviyesi vardır ve evrende de bunlara tekabül eden ateş ile ilgili pek çok seviyedeki farklı anlayışlar vardır. İstek de bir ateş unsuru olarak düşünülür ve bunun da insanlarda büyük oranda çeşitlilik gösterdiği açıktır. Nasıl ki semenderler gibi bazı canlılar ateşle kuşatılıyorlarsa, evrendeki her canlı da ateşin daha yüksek geliştiriciliği tarafından kuşatılıyordur. Su ve toprak ateşin pek çok illüzyon niteliğindeki görünümünden ikisidir. En yüksek ateşler serin ve sakinleştiricidir çünkü onun bu hali daha aşağı seviyedeki ateşin hararetli taşkın halinin tamamen tersi bir durumdan kaynaklanır. Dolayısıyla ateş, kavranabilen tüm tezahür etmiş zekaların toplamıdır; kısacası ateş, varlığın pozitif ve negatif kutbunu temsil eder.

  Doğu felsefesi, kırkdokuz ateşten, ya da Güneş Sistemi’ndeki kırkdokuz şuur halinden sözeder; aynı zamanda üçyüzkırküç unsurun varolduğunu öne sürer. Kimya ise günümüzde toplamda yetmiş elementin sadece biraz fazlasını bilmektedir.

  Eski ve Yeni Ahitler’de, ateş ile ilgili çok şey söylenir. Yanan dağın ortasında Tanrı’nın Meleği Musa’ya görünür, ama diğerleri o saf ve tükenmeyen tesire yaklaşmamalılar. Sina Dağı’nın tepesine Yasa koyucu olan Yehova ateş ve dumanların ortasına iner. Ateşin veya dumanın rehberlik eden önderleri inatçı karakterli ve güvenilmez İsrailliler’in çölde kırk yıllık işkence niteliğinde bir seyahat yapmalarına neden olur. Bethlehem Yıldızı(2) onların yolunu doğrudan Doğu’nun Kahinleri olan, kadim sırları saklayan ve siklusa ait yasaları bildiği gibi, çağların insanlığa sunduğu her öğretmenin doğum zamanını da bilen bilge Magilere yönlendirir. Şam’a olan seyahati sırasında Saul’un (Pavlus) fiziksel gözleri göksel ışıkla körleşmiş ve bu ışık onun ruhsal görüsünü aydınlatmıştır. İncil’in “vahiy” bölümünde şu sembolik bilgiyi görüyoruz: “…Ve tahtın önünde yanan yedi ateş meşalesi vardı, onlar Allah’ın yedi ruhudur”. (Vahiy: 4/5)

  Ateşin kadim halklar için kutsallığına ve bu halkların, bilimin bugün mutlak olarak sahip olmadığı bir bilgiye sahip olduğuna ilişkin başka pek çok örnek vermek mümkün. Ancak bilim yükseldikçe onun materyalistik algılayışları da kadim halkların sahip oldukları derin bilgiye açık olacaktır.

Dipnotlar:

(1)   Gnostisizmi benimsemiş olanlara verilen addır. Gnostisizm, eski Mısır ve Eski Yunan Ezoterizmlerini (Platon, Pisagor), İbrani tradisyonlarını, Zerdüştçülüğü, bazı Doğu geleneklerini ve dinlerini, Hıristiyanlığı eklektik bir tutumla sentezleyen, birçok öğretinin benimsediği mistik felsefeye verilen genel addır.
(2)   Hz. İsa doğarken Bethlehem kasabası üzerinde görüldüğü rivayet edilen parlak yıldız ya da gök cismi

Ateş Sembolü

Yayın Tarihi: 30.Mart.2010
 
 

© Astroset 2004-2010