Ne ekersen onu
biçersin
Hasat sembolü özellikle Yakındoğu, Hitit, Grek, Roma ve Maya
tradisyonlarında, Tevrat’ta, İncil’de yer bulur. En çok
ilişkilendirildiği semboller buğday, tarla, bahçe, meyve,
orak ve üzüm salkımıdır. Pek çok tarım ritüelinde yeri vardır.
Hasat kimi kaynaklara göre ölümü simgelemekte, hasadı yapan
ise zamanla ve Kronos’la ya da Satürn’le
ilişkilendirilmektedir. Kronos’un bir orağı vardır ve bu orak
Sonbahar Güneşi’nin batan gücünü temsil eder. Hasat sembolüyle
sıklıkla ilişkilendirilen orak, Sümer’de kraliyetin
sembolüdür.
Hitit ilahları üzüm sakallı ve buğday değnekli olarak tasvir
edilir. Hititler’e ait bir Açıkhava mabedi olan Yazılıkaya’da
bunan kabartmalarda başları konik külahlı 12 ilah, ellerinde
oraklarla tasvir edilmiştir. Orak, Eski Mısır’da İsis’le,
dolayısıyla da Sirius Sistemi ile ilişkilendirilir.
Yuhanna’nın Vahyi’nde hasat vaktinde asmanın salkımları orakla
toplanır. Hasat sembolü, bazı tradisyonlarda ayıklanma olarak
da adlandırılan
*
“devre sonu”yla
(*dünya
gezegeni okulunun bir öğretim devresi sonu)
ve dünya okulundan devre sonunda diploma alanlarla
alamayanların ayırt edilmesini simgeler. Bu sembolizmde Ruhsal
İdari Organizasyonlar’ın ektiği tohumların hasadını yapması,
verimi alması söz konusu edilir.
Tarımsal
Ritüellerde
Tarımsal
ritüeller ve inanışlar tradisyonlarda sıkça görülür ve
çeşitliliği fazladır. Hasat sembolünde tezahür eden bir güç
söz konusudur. Çeşitli şekillerde biçimlenen basit ya da
karmaşık ritüeller insan ile bu güçler arasında yararlı
ilişkiler kurmayı amaçlar. Örneğin bir tarlanın ilk ya da son
başaklarını biçmeme adeti çok yaygındır. Bu geleneğin anlamı,
hasadın gerçek gücüne, özüne zarar gelmemesini sağlamaktır.
İnanışa göre tüm bitkilerin gücü bu ekinde toplanmıştır ve bu
güç kutsal bir güçtür. Pek çok ülkede kesilen son buğday
demeti “gelin” olarak adlandırılır. Perulular yararlı
bitkilerin onlara bereket ve refah getiren kutsal bir güç
taşıdığına inanırlar. Örneğin “Mısır Anası” (zara mama) tasviri
mısır saplarından yapılır ve biçimi kadını andırır ve yerliler
anne olduğu için onun pek çok mısır üreteceğine inanırlar. Bu
tasvir bir sonraki hasada kadar saklanır, ama yılın
ortasına doğru büyücü hekimler ona devam edecek gücü olup
olmadığını sorarlar, eğer zara mama zayıfladığını söylerse onu
yakarlar ve yeni bir Mısır Anası yapılır, böylece mısır
tohumlarının ölmemesi sağlanır. Endonezyalılar pirinç ruhundan
söz ederler, bunun pirinci büyüttüğünü ve çoğalttığını
söylerler, bu nedenle çiçeklenmiş bir pirince tıpkı hamile bir
kadına nasıl davranıyorlarsa öyle davranırlar ve bu ruhun bir
sepette kapalı kalmasına ve pirinç ambarında saklanmasına
dikkat ederler ve bunun için pek çok önlem alırlar. Ekinin
zayıfladığını fark eden Burmalı Karenler pirincin ruhunun
(kelah) ekinden uzaklaştığına ve onu geri döndürmeyi
başaramazlarsa ekinin yok olacağına inanırlar. Sumatra’nın
Minangkabauerleri pirincin, Saning Sari adlı, Pirincin
Anası anlamına gelen “in doea padi” adı verilen dişi
bir ruh tarafından korunduğuna inanırlar. Belirli pirinç
filizleri, özenle yetiştirilip tarlanın ortasına dikilir,
bunlar tüm ekin üzerinde yararlı ve zorlayıcı bir etkiye sahip
olan indoea padi’yi temsil ederler.
Norveçliler
skurekail’in (orakçı) tüm yıl boyunca tarlalarda
görünmeden yaşadığına ve çiftçinin buğdayından beslendiğine
inanırlar. Orakçı, bir adama dönüştürülmüş son demetin içine
hapsedilir. Cracow bölgesinde son demeti bağlayan kişi “Baba”
ya da “Büyükanne” olarak adlandırılır.
Bir Yunan
efsanesinde Frigya Kralı Midas’ın gayri meşru oğlu
Lityerses’in doymak bilmez iştahı ve buğday biçmedeki eli
çabukluğundan sözedilir. Tesadüfen tarlasından geçen her
yabancı Lityerses tarafından yakalanır, tarlaya götürülür ve
onunla hasat kaldırmaya zorlanırdı.
Tarımsal
faaliyetlerin başlangıç ve bitiş ritüelleri incelendiğinde
aralarındaki benzerlikler dikkati çeker. Bu ise tarımsal
törenin bir kapalı devre olduğunu gösterir. “Yıl” kapalı bir
birimdir. Yeni yıl eski yıldan tamamen farklıdır. Bitkinin
yaşamındaki etkin gücün yenilenmesi etkisini zamanın
yenilenmesi üzerinde gösterir. Eski yıl, topluluğun
günahlarıyla birlikte kovulur. Düzenli aralıklarla yenilenme
düşüncesi erginlemeyle manevi yenilenme umudunu doğurur ve bu
umudu besler.
Hasat ve
Ölüm İlişkisi Tarım,
üretkenlik ve ölüler arasında bir tür ilişki vardır.
Genellikle, bitki ve toprağın bereketiyle ilgili bir tanrı
aynı zamanda bir ölüm tanrısıdır. Önceleri bir ağaç suretinde
betimlenen Holika, daha sonra ölüm tanrısı ve bitkisel
bereketin simgesi olur. Eski Yunanistan’da ölüler de tahıllar
gibi pişmiş toprak kaplara konulurdu. Bereket tanrılarına da
yer altı tanrılarına da adak olarak mum yakılır. Pek çok yerel
tapınımı, özellikle de bitki tapınımlarını bünyerinde
bitleştiren büyük bereket tanrıçası Durga, ölülerin ruhlarının
baştanrısı olmuştur. Kadim Hindistan’da hasat döneminde ölüler
ritüel olarak yakılır ve aynı zamanda hasat bayramı
kutlanırdı. Aynı geleneğe İskandinav ülkelerinde de
rastlanmaktadır. En önemli bereket ve tarım bayramları
ölülerin anıldığı törenlerle aynı zamana denk gelmektedir. Bir
zamanlar Mikail Yortusu Kuzey ve Orta Avrupa’nın her yerinde
hem ölüler hem de hasat bayramıydı.
Tufan
Tufan, ezoterik tradisyona göre sürekli tekrarlanan bir
hadiseyi ifade eden bir semboldür. Pek çok tradisyonda
anlatılagelen çeşitli tufanlar mevcuttur. Tufan, dünya
gezegeni okulunun öğrenim devrelerinin bitimindeki veya iki
devre arasındaki “toplu doğal afetler dönemi”dir. Tufan
sembolü depremler, volkanik patlamalar, dünya ekseninin
değişmesi, iklimlerin değişmesi, kıtaların okyanuslara
gömülmesi, dağların yükselme harekeleri gibi tüm büyük afetler
için kullanılır. Dünya bugüne dek birçok defa “toplu doğal
afetler dönemi” geçirmiştir. Bunu Heraklitus, Empedokles,
Platon, Aristoteles geçmişte insanlığın uğradığı su ve ateş
felaketleri olarak ifade etmişlerdir. Pisagor’a göre insanlık
böyle altı doğal afetler dönemi geçirmiştir ve şu an yedinci
devrede bulunmaktayız.
Olgun
Başakların başı eğik olur
Devre Sonu,
Kıyamet ve Hasat Sembolü İlişkisi Buğday
başakları sembol dilinde esneklik ve uyum yasasını simgeler.
Buğday başakları her türlü fırtınaya dayanıklıdırlar ve
eğimleri vardır. Esnekliği en güzel onlar sembolize ederler.
Esneklik ve uyum bir şuur faaliyeti olduğundan bireyin
uyanışında büyük etkisi vardır.
Zorlayıcı
olaylara karşı gösterilen esneklik ve uyum süreci; şuurun
uyanışına, kıyam etmeye hizmet ettiği icin önemli bir
süreçtir.
Buğday başakları spiritüel olarak zor koşullarda esneyerek
sabretmek, ayakta kalmak, kırılmadan dağılmadan zorluklara
uyum göstermek anlamını taşır.
Buğday başaklarının rüzgarda esneyerek kırılmadan
dayanabilmesi ve rüzgar bitince yine dik durması onların
esneme gücünün çok yüksek olduğunun bir göstergesidir ve tüm
inisiyatik öğretiler insandan da bu esnekliği ve yumuşaklığı
göstermesini beklerler.
Semavi
Yönetimler ekinlerinin mümkün olduğunca verimli yetişmesi için
çalışmaktadır. Tohumların yeryüzü tarlasında yetişerek
başaklara dönüşmesi, yani dünyaya enkarne olmuş ruh
varlıklarının buradaki uygulamalarıyla tekamül etmeleri,
gelişmeleri beklenir. Hıristiyanlığın kutsal kitabı İncil’de
dünya okulunda yetişmekte direnen otlar ve onların ürettiği
olumsuz tesirler “delice otları” olarak tabir edilir ve zamanı
geldiğinde Dünya Rabbi olgunlaşan bitkileri hasat ederek bu
otları buğday başaklarından ayırır. Hasat zamanı geldiğinde
yani devre sonunda delice otları ile buğday başakları
birbirlerinden kolayca ayırt edilebilir haldedirler, çünkü
artık başarı durumları netleşmiştir.
Hasat
zamanı veya sonrasında yeryüzünde genelde “tufan” sembolüyle
ifade edilen bir toplu doğal afetler dönemi gerçekleşir. Toplu
doğal felaketler gerçekte yeryüzünü yeni devreye hazırlayıcı
bir temizleme, arıtma işlevini görür ve bu çoğunlukla hasat
alındıktan sonra ve yeni devre başlamadan önce meydana gelir.
Ergün Arıkdal bu konuda şu bilgiyi vermektedir:
“Fiziksel
kıyametler hasat alındıktan sonra, tarlanın içinde kalan
sapların yakılıp bırakılan külle tarlanın daha verimli
olmasını sağlamak içindir. Fiziksel kıyamet, hasat
toplandıktan sonra tarlanın tekrar sürülmesi demektir”.
Kıyamın
Sembolik Anlamı Kıyam
kelimesinin anlamı uyanıştır, şu anda bütün insanlık bu
uyanışı ve ayağa kalkabilmenin sancılarını yani kıyam’ı
yaşmaktadır. Kıyamet iki türlü açıklanabilir; birincisi
varlığın kişisel kıyameti, ikincisiyse varlıkların
kıyametleri. Birincisi varlığın bedenini terkedişinden sonra
bir şuur uyanıklığına sahip olması demek olurken ikincisi ise
her okulun eğitim dönemi sonunda meydana gelen toplu bir
şuurlanmayı ifade eder. Bu şuurlanma daha önceki realitelerin
bir hakikat içinde birliğe ulaşması demektir. Bu noktada tüm
fazlalıklar, tüm hatalı hareketler, düşünceler, ifadeler,
bütün hatalı öğretiler terk edilerek gerçeğe ulaşılır, yani
gerçek serbest şuura ulaşılır. Bu şekilde kıyam etmek uzun
devreler içinde gerçekleşir. Genellikle fiziksel olarak
ele alınan (dağların yürümesi, yerlerin yarılmaz vs) kıyamet
gerçekte tüm boyutlarda, varlığın hem iç boyutunda hem de dış
boyutunda meydana gelir. Gerçek kıyamet uyanıştır,
yükselmektir, bir yükselme hazırlığıdır. Tıpkı bir yayın
gerilmesi gibi anlayış seviyesinin yükselmeye hazır hale
gelmesidir. Yükselmek ise kendini geliştirmekle; yani bireysel
olarak iç donanımını arttırmakla, kapasitesini açmak daha
fazla ve daha yüksek enerjilere temas edebilmekle ve o yüksek
enerjilerin bilgisini kendi üzerine çekebilmekle, o bilgilere
nüfuz edebilir hale gelmekle gerçekleşebilir. Kişiler tek tek
kendi yükselişlerini gerçekleştirirken dünyanın enerjilerini
de yükseltmiş olurlar. Bu yükselişi sağlamak için görev almış
pek çok varlık gelişmek ve geliştirmek adına çalışmakta, bu
doğrultuda hazırlanmış olan yaşam planlarını da böylelikle
gerçekleştirmektedir. Görevli olanların yaşam planlarını
mümkün mertebe tutmaları, ona sarılmaları ve o yolda
ilerlemeleri onlar için çok ferah ve aydınlık yolların
açılmasına neden olacaktır çünkü yaşam planlarını
gerçekleştirmektedirler. Aksi takdirde bu kişiler yaşam planın
dışına çıktıklarında yollarda çok fazla çukur, çamur, uçurum,
beklenmeyen hadiseler, karanlıklar, bataklıklar, dikenli
yollarla karşılaşabilirler ama kendi yollarında yürüdükleri
taktirde o yol onlara felaketler ve sıkıntılar getirmez çünkü
seçtikleri ve bir program yaparak içine doğdukları yolda emin
adımlarla ilerlemektedirler.
Kıyamet
global bir gelişim, bir başkalaşım hareketidir. Üst üste seri
olarak oluşan olaylar şuurlanmanın hızını meydana
getirmektedir. İçinde bulunduğumuz kıyam devrinde, başka bir
deyişle devre sonunda, her varlık bir atılım yapabilmenin
hazırlıkları içindedir. Şu an dünya gezegeninde içinde
bulunduğumuz alan çok ağır, çok yoğun, hareket etmesi zor, son
derece dejenere, yoz, ilahi tesirlerin kaybedildiği Tanrı ve
Varoluşun Özüne ait en değerlir bilgilerin, hafızalarda en
ufak bir izinin bile kalmaz hale geldiği dolayısıyla her şeyin
giderek katılaştığı, maddeleştiği ağır bir alandır. Şu an bu
ağır alan içinde varlığını sürdüren herkes enerjisi
kullanılmış ve ağır bir hale gelmiş geçmişi ve geçmiş anıları
ile olan bağını koparmak, mevcut şuurunu ve anlayış seviyesini
değiştirmek ihtiyacındadır.
Bu aynı
zamanda mevcut enerji seviyesini de değiştirmek, yükseltmek
anlamına gelir. Anlayış seviyesi aşıldığında geçmiş de aşılmış
olur. Buna “karmik telafi” adı verilmektedir. Bizler dünya
olaylarının içinde yaşamımızı sürdürürken iç varlığımız bu
olaylardan biz fark etmesek de pek çok bilgiyi bünyesine
emmekte, böylelikle gelişimimiz gerçekleşmektedir. Bu gelişim
global ölçekte seyrine devam ederken varlıklar bazen negatif,
bazen de pozitif hareket eder.
Istırabın
Sembolik Anlamı Her
şey pozitif yönde geliştiği halde anlayış seviyeleri nedeniyle
bazı olaylar insanlara olumsuz gibi görünür ve böylece ıstırap
ortaya çıkar. Bizleri diri ve ayakta tutan, anlayışımızı
yükselten, toleransımızı artıran, hatta bize gerçek sevgiyi
tattıran ıstıraplarımızdır. Istırap, İnsan varlığının dünya
olaylarını sentezleme gücünü ifade eder ve yüksek bir planın
tesirlerini bizim algılama biçimimizdir. Ancak bu ıstırap
geçici bir örtü gibidir ve onu çıkarttığımızda ortaya olgun
bir mutluluk, bir gelişme meyvesi doğar. Dolayısıyla gerçekte
her şey pozitiftir. Her şey gelişme yolundadır ve bu amaçla
her araç kullanılır. Bazen ıstırap bilgiye susamış, çöllerde
kaybolmuş ruhlara arınma için sunulan bir testi su gibidir.
Sembol dilini çözerken ıstıraba bakış açısının değiştirilmesi
yeni çağa adaptasyonun ilk ve temel adımıdır. Bu adım
atılamıyorsa uyanıştan da söz etmek abesle iştigal olur.
Kıyamet
yani uyanış, ayağa kalkış fiziksel bir değişim olmamasından
öte, psişik bir değişimdir. Herkes, Ruhsal Yönetim’in gören
gözü, işiten kulağıdır. Bu nedenle Tanrı için “O her şeyi
bilir” derler. Alınan bilginin toplamı ise bizi büyük bir
hazırlığa götürmektedir. Genel dünya tekamülünün
gerçekleşebilmesi için veriler biriktiriliyor. Belli bir
kıvama ulaştığı zaman büyük bir sıçramayla bütün Dünya Okulu
olduğu gibi başka bir şekle, başka bir hayata dönüşür. İşte bu
işaret edilen Yeni Çağ ya da Altın Çağ’dan sonra yapılan
sıçrama ile insanlık ailesi olarak ortak kullanılacak yeni
bilgiler ve yeni bir eğitim devresi başlayacaktır. Tüm
ezoterik tradisyonlar içinde bulunduğumuz dönem için bu
bilgiyi değişik yollarla anlatmanın sembollerini bulmuşlardır.
O tip dönemlerde toplu bir kıyamet yani uyanış yaşanır. Ondan
sonra ise Dünya gezegeni yeni bir döneme hazırlanır ve
yeni bilgilerle, uygulamalarla karşılaşılır, belli bir süreç
ve aşamadan sonra da kıyamet tasvirleri fiziğe dönüşür.
Kadim
bilgeliğe göre; gezegenimiz kendini yenileme ihtiyacı
içindedir. Dünya bir başkalaşım yaşayacak ve yeni dünyanın
üzerinde de yeni şartlara uygun varlıkların enkarnasyonları
yani doğuşları gerçekleşecek, dünyaya başka Ademler ve
Havvalar gelmeye başlayacaktır. Bizler ise dünya insanlığı
olarak çok büyük bir sıçramanın eşiğinde olduğumuzdan bir
hızlanma içindeyiz. Meydana gelen tüm yozlaşmalar, karmaşalar
bu yüzdendir. Herkes son vazifesini tamamlamaya, kendi
realitesini, anlayışını yükseltmeye çalışmaktadır.
|