"Gölgeler çoktur, fakat Güneş birdir."
Bir sembolü, ilksel birlik, başlangıç kavramlarını ifade eder.
Bunun yanında sembolün ilk hareketi başlatanı; yani Tanrı’yı
sembolize ettiği, tüm olasılıkların toplamı ve aynı zamanda öz
olduğu, merkez, tohum sembolleri ile bağlantılı olduğu ve
ayrıca birin bölünemez olduğu bilgisi de vardır.
Bir sembolü izole olmakla ilişkilidir ve önce düaliteyi,
dolayısıyla da çokluluğu, onun ardından da nihai birliği
başlatan prensip olduğu varsayılır. Bir sayısının iki temel
özelliği vardır; birincisi ilk sayı oluşu, ikincisiyse diğer
sayılardan oluşmadığı halde oluşan tüm sayıların içinde
bulunmasıdır.
Çin sembolizminde Bir sembolü yang’dır; yani eril,
göksel ve uğurlu olandır. Taoizm’de Tao Bir’i yaratır, Bir
ikiyi, iki üçü ve üç ise herşeyi yaratır. Çin felsefesine göre
ilk başta En Büyük ve En Yüksek vardı ve bundan En Büyük Bir
doğdu ve büyüdü; bu sonraları, iki ilke olan yin ve
yang’a bölündü ve bunlardan da beş element (tahta, ateş,
toprak, maden, su) doğdu. Bu beş elementten ise on bin nesne
gelişti. Konfiçyüsçü düşünürler ve Lao-zi, Bir’in bir bütün ve
Mükemmel varlık olduğunu ifade etmişlerdir. Yaratıcı
faaliyetin asli gücü büyüktür, tüm yaratılış bunun
sayesindedir ve bu güç tüm göğe yayılmıştır.
Hıristiyan Tradisyonunda ise Bir, Baba olan Tanrı’nın,
Uluhiyet’in sembolüdür. Yahudilikte Tanrı Adonai’nin, En
Yüksek Olan’ın temsilidir. İslam’da bir sembolü birlik, Mutlak
olan ve kendi kendine varolan Tanrı’dır. Pisagorculuk’ta ise
Ruhun sembolü, herşeyin kendisinden sadır olduğu Tanrı, öz ve
Monad’dır.
Eski Türk yazıtlarında Kelam, “ağızdan ağıza aktarılan bir”
olarak ifade edilir. Neo spiritüalizmin kurucu üstatlarından
Ergün Arıkdal bir sembolü ile ilgili şu bilgileri veriyor:
“Antropologlara göre bir sayısı ayakta duran insanın
sembolüdür. Özellikle insan, dik duran bir maymun olarak ele
alındığı zaman, bir simgesi daha anlamlı hale gelmektedir.
Antropologlara göre insanın ayakta dik duran bir maymun olması
onun akıllı ve zeki olmasından daha önemlidir. Çünkü ayakta
durabilmesiyle zeka fonksiyonlarının pek çoğu harekete
geçmiştir. Böyle zannedilmektedir. Yani insan ayakta
duramasaydı bugünkü kadar akıllı ve zeki olamayacaktı. Ayakta
durmasının kendisine sağladığı birçok faydalar vardır ve bu
sayede çok değişik fonksiyonlarda bulunabilmiştir. Bu şekilde
zekası ve aklı da gelişmiş olmaktadır. Dolayısıyla
antropologlara göre insanın ayakta durması zeki ve akıllı
olmasından önce gelir. Bu husus arkeolojik olarak birçok
simgelerde gösterilmiştir; özellikle baston, dikili taş vs. bu
objeler insan ile bir arasındaki ilişkiyi gösterir gibidir.
Özellikle faal, aktif insanı… Hatta daha da ileri giderek,
yaratma işlemiyle birleşmiş olan insanın da bir ile temsil
edildiğini söylerler. Elbette bu antropologların,
teorisyenlerin ve teologların ifadesidir ama genelde hep bu
kanaldan hareket edilmiştir. Buna rağmen bir aynı zamanda
ilkeyi, prensibi de simgeler. Bu, tek olan prensiptir. Bütün
ortaya atılmış olan ne varsa prensip içinde tezahür etmiştir.
Ve gene de bütün bu tezahürler sonunda bu tek olan prensibin
içinde yok olurlar. Aşağı yukarı Kuran’daki “Sonunda Tanrı’ya
dönersiniz” ifadesiyle bu prensip anlatılmış gibidir. Bu aktif
bir prensiptir. Bir bakıma Yaradan’dır. Herşeyin kaynağı ve
sonu, evrensel ve varlıkbilimsel merkez olan varlığın simgesel
yeri de Bir’dir. Yani Bir olanla bütün bunlar anlatılmak
istenir.
Ayrıca üstün bir varlık sevgisinin bilgisiyle insanı
yükseltmek için vasıta olan vahiy de bir ile simgelenir. Bir
bakıma vahiy yani tebliğlerin yekunu üstün bir varlık
seviyesinin bilgisiyle insana gelmektedir. Tek bir merkezden
çıkıp gelmektedir. Ve güneş gibi ışın saldığı için mistik bir
merkez olarak bir kabul edilmiştir. Bir olandan intişar
etmiştir. Burada bir ile birlik’i birbirinden ayırt etmek
gerektiğini düşünüyorum.
Arapça’da vaht “bir” demektir. Bunlar her ne kadar aynı
kelimenin türevleriymiş gibi görünüyorsa da anlam bakımından
birbirlerinden farklıdırlar. Birlik, çokluğun birliğini ifade
eder. Vahdet, çok olanın biraraya gelişidir. O tek başına,
yegane olan anlamında değildir. Birleşmiş bir çokluğu;
yokedilemeyen, bölünemeyen birliği anlatır. Bir tür Mutlak
Varlık gibidir. Müşterek bir ölçüsü yoktur. Mütealdir,
biriciktir, bir bakıma Tanrı anlamına da gelir Vahdet…
Çokluktan tekliğe indirgenmiş olmayı ifade eder. Ama bu “Bir
Olan” anlamına gelmez. Örneğin, İslam Tasavvufundaki “Vahdeti
Vücut”, yani mevcut olan, var olan, yaratılmış olan şeylerin
birliği tekliği prensibi ele alınır ki burada Tanrı’yla
birleşme manası yoktur. Çünkü orada kullanılan “Vahdet”
kelimesi çokluğun birliğini ifade etmek için kullanılmıştır”.
Tanrı’yı temsil eden bir sayısı sembolizmde bazen daireyle,
bazen de noktayla ifade edilmiştir. Bir sayısı, sayıların ve
harflerin birbirleri ile ilişkilendirilmesini temel alan okült
çalışmalarda genelde alfabenin ilk harfi ile karşılanır. Allah
sözcüğü, Arap ve Fars alfabesindeki, sayısal değeri 1 olan
elif harfi ile başlar. Allah sözcüğünün ilk harfi de 1
şeklindedir ve ebcet hesabındaki değeri 1’dir.
Bir her zaman aynı ve değişmezdir. Bu nedenle de kendisiyle
çarpıldığında yine kendisini verir. Bir, Pisagorcular ve
onların etkisi altındaki düşünürler tarafından gerçek bir sayı
olarak ele alınmamıştır, çünkü Euclid’in kabulüne göre bir
sayı birimlerin oluşturduğu bir toplamdır. Kobel’e göre bundan
bir’in bir sayı değil bir yapıcı, diğer bütün sayıların temeli
olduğu anlaşılır. Bir, sayıların ilk başlatıcısı olduğundan, tek
sayı olsa da, eril ilkeye daha yakın durmasına rağmen hem eril
hem de dişil olarak görülür. Bir, ilahiliğin sembolüdür çünkü
ilahilik Ruh’tur. Ruh ise çoklukla tanımlanan maddeden tamamen
farklıdır ve dolayısıyla bir’in zıddı yoktur. Bir Hint bilgesine
göre “Bir, dünyaya ısı yayan güneştir”.
Araştırmacı Schimmel’e göre Bir, ilksel
bir’in, bir ikincisi
olmayan ilahinin, kutuplaşmamış varoluşun simgesi olmuştur.
Sembol, ilişkiyi, bütünlüğü ve birliği kapsar ve kendi
içine dönüktür, ancak yaratılmış bütün varoluşun ötesinde
durur. Gerçek birlik kavranamaz, ama bununla birlikte ortada
bir düalite mevcuttur. Kutupsallık tanımayı sağlar. Sıfatlarla
nitelenen herşey ancak kutupsallık sayesinde tanınabilir,
örneğin büyük ve küçük; yüksek ve derin, acı ve tatlı gibi…
İlahilikse bütün bunların ötesindeki mutlak varoluştur.
|