Üç gece boyunca ay gökyüzünde kaybolur, ama
dördüncü günde yeniden doğar;
Tüm sularda tek bir ay yansır, tüm yansımalar
tek bir aydan kaynağını alır…
Ay sembolü, bazı tradisyonlarda doğadaki,
evrendeki düalite prensibini ve birtakım
güçlerin kutupsallık göstermesini simgelemek
üzere kullanılmıştır. Devriliğin, periyodik
değişimin ve yenilenmenin sembolüdür. Doğum ve ölüm
çemberinin, yani ölüm ve yeniden doğuşun sembolüdür.
Ay genellikle dişil güç olarak, Ana
Tanrıça, eril olan Güneşle birlikte
Gökler Kraliçesi olarak tanımlanır. Bunların aksine
ayın eril prensip olarak tanımlandığı tradisyonlar ise
bazı Afrikalı ve Kuzey Amerika
Kızılderilileri, Alman, Okyanus ülkeleri,
Maori ve Japon sembolizmleridir. Ay ister eril ister
dişil olarak tanımlansın, o bir siklussal zaman
ritminin evrensel bir sembolüdür.
Ayın doğum, ölüm ve yeniden doğum fazları
ölümsüzlüğü ve ebediyeti, sürekli bir
yenilenmeyi, aydınlanmayı sembolize eder. Ay
aynı zamanda Doğa’nın görünmeyen yönünü, karanlık
yanını simgeler. Bazı tradisyonlarda Ay’ın kaybolma
evresi cahilliği ve karanlığı, dolunay
evresi ise spiritüel aydınlanmayı simgeler.
O, ışığın karanlıktaki ruhsal yanı, içsel
bilgisi, irrasyonel, sezgisel ve sübjektif yanıdır.
İlahi Güneşten yansıyan ışık olduğu için, insan
mantığının temsilidir. O, gecenin gözüdür,
tıpkı güneşin günün gözü olduğu
gibi.
Periyodik yeniden yaratılış olarak Ay,
Zaman’dır ve ölçüdür; ilk olarak ay fazları
ile ölçülen zamandır, dolayısıyla da değişim
getiren, acı ve yıkım getirendir; insanın dünyadaki
konumu temsil eder, tıpkı fazlarının çeşitliliği gibi,
gelişim gerçekliğini sembolize eder.
Ay gel-gitleri kontrol eder, yağmurları,
selleri ve mevsimleri, dolayısıyla da yaşam
süresini yönetir. Tüm ay tanrıçaları kaderin
yöneticileri ve kader ağı örücülerdir, bu
yüzden bazen sembol, ağının ortasındaki bir örümcek olarak da
tasvir edilir. Kirmen ve öreke de ay
sembolünün simgeleri arasındadır.
Birlikte tasvir edilen ay ve güneş hieros
gamos’u; yani yeryüzünün gökyüzü ile
olan kutsal evliliğini temsil eder.
Hieros gamos aynı zamanda güneşin ve ayın birleşmesi
olarak da kabul edilir. Ayın karanlığının üç günü
ölen tanrının yer altı dünyasına geçiş
periyodudur, ki o daha sonra tıpkı yine ay
gibi buradan yükselecektir.
Dolunay bütünselliği, tamamlanmayı, gücü,
spiritüel gücü temsil eder. Hilal
kasvetlidir, düşen ay uğursuz sayılır,
şeytani unsur olarak kabul edilir, yeni ay ve yükselen ay ise
ışığın, büyümenin, yeniden doğmanın
sembolüdür.
Ay çoğunlukla hilalle veya ineğin
boynuzlarıyla sembolize edilir. O aynı
zamanda da gecenin denizindeki ışık gemisidir.
Tüm gece hayvanları, örneğin kediler ve tilkiler gibi, ayla
ilişkili sembollerdir, çünkü bir görünüp bir
kaybolan hayvanlardır. Ayrıca bir aydaki
adam sembolü vardır ki elinde bir kütük
taşımaktadır, bu onun bir anlamda cezası olarak
tanımlanır. Ay tanrıçaları genelde üçlüdür, özellikle üç
kader tanrıçası gibi. Ağaçlar ve çeşitli
bitkiler de ayla ilişkilendirilir, örneğin
Hinduların soması gibi…
Ay sembolü kapsam olarak çok geniş ve
komplekstir. Ayın gücü Cicero tarafından
şöyle vurgulanmıştır: Ay güneşin bir yılda
izlediği yörüngeyi her ay tamamlar. Hayvanların büyümesine ve
fundalıkların gelişmesine büyük ölçüde fayda
sağlar. Bu da Ishtar gibi, Hathor, Anaitis,
Artemis gibi ay tanrıçalarının önemli rolünü
açıklamaya yardımcıdır.
İnsan en eski zamanlardan beri ay ve
gel-gitler arasındaki ilişkinin ve de ay
siklusları ile kadınların fizyolojik
sikluslarının arasındaki gizemli bağlantının farkına
varmıştır. Ayla ilgili bir diğer önemli gerçek
de şudur ki; onun periyodik fazlarına eşlik
eden yüzeyindeki belirgin değişimlerdir.
Krappe bu fazların, özellikle de onların kısmi
ve derece derece kayboluşlarının negatif algılanışı
parçalanma miti (Zagreus, Pentheus, Orpheus,
Actaeon ve Osiris gibi) için ilham kaynağı
olmuştur. Bu bilginin aynısı, mitler ve
efsaneler için de söylenebilir. Ataerkillik yerini
anaerkilliğe bıraktığında ay’a dişil, güneşe ise eril
bir karakter atfedilir.
Günümüzde zaman ölçütü olması bakımından
genel olarak ay ritimlerinin de güneş
ritimleri gibi kullanıldığı kabul ediliyor.
Ayrıca, dirilişle de ilgili olası bir denklemi
sözkonusudur; kıştan sonra ilkbahar gelir, buzlanmanın
ardından çiçekler açar, gecenin karanlığından
sonra güneş yükselir, yeni ayın ardından
yarım ay gelir… Eliade, bu kozmik olaylarla
periyodik yaratılış ve evrenin yeniden yaratılışı
mitleri arasındaki bağlantıya işaret etmektedir. Ayın
düzenleyici fonksiyonu aynı zamanda suların ve
yağmurun dağılışında da görülebilir ve
dolayısıyla da yeryüzü ve gökyüzü arasında
bir aracılık fonksiyonu gören bir görünüm
sergilemektedir.
Ay dünyaya ait fazları sadece belirlemekle
ve ölçmekle kalmaz, onları aynı zamanda
eylemiyle birleştirir. Burada birleştirmekle
kastedilen sularla yağmuru, hayvanların, insanların ve bitkilerin doğurganlığını birleştirmesidir.
Ama heşeyden önce o, kendi kimliğini korumak
yerine net ve tamamen görülebilir bir daire
olarak acı dolu değişimlere kendini bırakan
bir varlıktır. Bu fazlar, yılın mevsimlerine ve insan
hayatındaki yaş dönemlerine paraleldir ve ayın
herşeyin biyolojik düzeniyle yakından
ilişkili oluşunun sebebidir, çünkü o da
değişim, gelişme ve gerileme yasalarına tabidir. Bu
da ayın görünmeyen fazlarının insandaki ölüme denk
geldiği mitsel görüşünü açıklamaktadır.
“Dolayısıyla ölüm bir yokoluş değildir”
demektedir Eliade, “daha çok yaşam planına ait
geçici bir değişim denebilir”.
Ölümden sonra aya yolculuk düşüncesi, bazı
toplumlarda korunmuş bir düşüncedir (örneğin
Yunan, Hint ve İran toplumlarında).
Pisagorcu düşünce, yıldızlar teolojisine taze
bir itilim vermiştir: “kutsananlar adası” ve tüm mitsel
coğrafya kutsal küreler üzerine; güneşin, ayın ve
samanyolunun üzerine projekte edilmektedir.
Ayın kaderi formları yeniden absorbe
etmekten ve onları yeniden yaratmaktan oluşur. Ayın
ötesinde olan, ya da üzerinde olan, varolmanın üzerine
çıkabilir. Dolayısıyla, Plütark’a göre, iyi
ölülerin ruhları ayda saflaştırılmakta,
bedenleri dünyaya, ruhları ise güneşe
gitmektedir. Bu durumda da ayın koşulları, insanın koşullarına
eşdeğerdir. Rene Guenon da, ay küresi içinde
formların eridiğini ve böylelikle yüksek
hallerin düşük hallerden ayrıldığını teyit
etmiştir. Dolayısıyla, ayın Diana ve Hekate
olarak, göksel ve cehenneme ait olan olarak ikili rolü de
ayrılmış olacaktır. Diana veya Jana, Janus’un
dişil formudur. Kozmik düzen içinde ay
güneşin kopyası olarak kabul edilir, ama
daha detayda bakıldığında eğer güneş tüm gezegen sistemine
hayat sunuyorsa ay sadece bizim gezegenimize
sunmaktadır. Ay, güneşten ışığını sağladığı
pasif karakteri içinde iki rakamıyla ve
pasiflik ilkesiyle veya dişil prensiple
ilişkilendirilmektedir.
Ay Dünya Yumurtası ile ilişkilendirilirken,
aynı zamanda rahim ve mücevher kutusu ile de
ilişkilidir. Ayın metallerden
ilişkilendirildiği madde ise gümüştür. Doğanın okült yanına
rehber olarak kabul edilirken bu yanıyla,
tezahür etmiş olan dünyanın yaşamından ve
ateş eylemlerinden sorumlu olan güneşin tam
tersidir. Simyada, ay uçucu olanı (ya da değişken olanı)
ve dişil prensibi ve aynı zamanda fazlarının
parçacıklı doğasından dolayı da çokluluğu
temsil eder. Bu iki düşünce zaman zaman
karıştırılmış ve batıl inancın tuzağına düşen
yüzeysel yorumlara sebep olmuştur. Örneğin Grönlandlılar tüm
gök cisimlerinin bir zamanlar insan
olduklarına inanırlar ama özellikle ayın
kadınlarını Baküs alemlerine teşvik etmekle
suçladıklarından kadınlarına aya çok fazla konsantre olmaya
izin vermezler. İslam öncesi Arabistanı’nda
diğer Semitik kültürlerde olduğu gibi ay
kültü güneşe tapınmaya oranla daha baskındı.
Muhammed Peygamber, muskalarda gümüş halindeki bütün
metallerin kullanımını yasaklamıştır. Ayın öne çıkan
bir diğer yanı da onun gece ile olan
ilişkisini kapsar (anneliğe özgü oluş,
kucaklayıcı oluş, şuursuz ve hem koruyucu hem de
tehlikeli olmasından dolayı içinde zıtlıkları barındıran)
ve ışığının solgun niteliği nesneleri yarı
aydınlatır. İmajinasyonla ve hayal kurmakla
ilişkilendirilir. Eliade, tüm düalizmlerin
ayın fazlarında kendi tarihsel nedenlerini
bulmasalar bile en azından mitsel ve sembolik bir model
bulduklarını belirtmiştir. Cehennem ya da
karanlıklar dünyası, ölen bir ayla temsil
edilmektedir. Yüksek dünyalar olan yaşam ve
doğan güneşin dünyası ise bir kaplanla (karanlığın ve
yeniayın canavarı) birlikte kaplanın ağzındaki bir
çocuğun temsil ettiği insanla sembolize
edilir. Ayla ilişkili olduğu
düşünülen hayvanlar görünmekle kaybolmak arasında gidip
gelen hayvanlardır tıpkı yüzergezer hayvanlar gibi;
örneğin kabuğundan çıkıp geri gelen
salyangoz gibi, ya da kışın kaybolup baharda
yeniden ortaya çıkan ayı gibi… Ay'la
ilişkilendirilen nesneler ise pasif veya yansıtıcı karaktere
sahip olan cisimlerdir, örneğin ayna
gibi…
Afrikada:
Zamanın ve ölümün sembolüdür. Bazı Afrika
kabileleri ayı belirli bazı ağaçlarla
ilişkilendirirler. Bazı kabilelerde ise ay
eril tanrılardır.
Simyada:
Gümüşle ilişkilendirilir. Ay arınmış
sevgidir. Güneş ve ay, ruh ve bedendir,
altın ve gümüş, kral ve kraliçedir.
Kızılderililerde:
Asla ölmeyen yaşlı kadın, aynı zamanda bir
testi suyu olan “su bakiresi”. Güney
Amerika’da palmiye ve mısırla
ilişkilendirilir. Dolunay, Büyük Ruh’un ışığını andırır ama
bazı kabilelerde ay şeytanın ve kötü niyetin
simgesidir.
Astrolojide:
Hayvan ruhu, hisler alanı, cinsel hayatın ve
dürtülerin sembolü. Güneşle birlikte kalp ve
onun istekleri olarak ve karakter unsuru
olarak ay, genel davranış tarzını sembolize
eder.
Budizmde:
Barış, sükunet, güzelliktir. Dolunay ve
yeniay ruhsal gücün keskin olduğu
zamanlardır. Hilal, birliğin sembolüdür.
(Yang Chia’nın Aydınlanma Şarkısı) Ay ve sular birlikte
Dharma’nın engelleyici olmayan doğasını temsil
ederler.
Çin Tradisyonunda:
Güneşin ışığını yansıtır, dolayısıyla pasif
prensiptir. Ay, ruhsal ve maddi olma
düalitesinde maddi olandır.
Ay Çin tradisyonunda dişil ilkeyle (yin)
bağlantılı olduğu için ay tanrısı da dişidir
ve batıdan doğar; yeniay ilk olarak batıdan
görünür. Batı da, sonbahar da dişidir ve Çin inanışına
göre sonbahar ayın en güzel göründüğü mevsimdir. Ay
ışığı altındaki yaşlı adam tüm erkek ve
kadınların belgelerini elinde tutan ve buna
dayanarak hangi erkeğin hangi kadınla
evleneceğini söyleyen kişidir; evliliği kader belirler, bu
temaya birçok Çin romanında rastlarız.
Okültizmde, özellikle simyada, Güneş ve
Ay’ın birleştirilmelerinden oluşan iki başlı
insan androjenliği simgeler. Ay sembolü
simyada; değişkenliği ve dişil prensibi
temsil eder.
|