FELSEFE TARİHİNİN KÖKENİ |
Thales
’in
dünyanın sudan yapılmış olduğu varsayımından çok önceleri
Homeros
“Okeanos
(Yu.deniz) tanrıların babası ve anasıdır”
demiştir.
Mezopotamyalıların yaratılış şarkısı da şöyledir
‘Ne göğün ne
de yerin adı
bunların babası
Apsu’yla anası Tiamat’tan
çıkan sular tek olarak varken, karmakarışık bulunuyordu.’
Görülüyor ki, ilk
Yunan düşünürlerinin geliştirdikleri kavramlar, çok eski
toplumlardan gelen halk düşünceleridir. Felsefe tarihinin
kökeni İ.Ö. 15 YY’a kadar
iner. İ.Ö
15 YY.’da
Baltık kıyılarından ve Güney
Rusya'dan gelen, kendilerine Arya (soylu
ya da ezoterizmde eski Atlantislilerin öğretmenleri olarak kabul edilen
Naakeller) adını veren insan
toplulukları önce İran’a sonra Hindistan’a yerleştiler. O
çağda, şimdiki İran topraklarının
güneyinde Persler, kuzeyinde de Medyayılar vardı. Kimi
kaynaklar gerek Hint ve gerek İran’a Tanrı düşüncesinin bu
gruplarca getirildiğini ileri sürmekteler. Nitekim bu
grupların Indra,
Mitra ve
Varuna adlı koruyucu tanrılarına eski Hint
metinlerinde olduğu gibi eski İran metinlerinde
rastlanmaktadır. Bu sava göre aryaların
Varuna ’sı İran’da
Ahura olmuştur. İlkçağ İran
felsefesi de çağdaşları gibi
totemcilik ve canlıcılıktan dönüşen bir felsefedir.
İ.Ö
6-10 YY. arasında yaşadığı sanılan büyük İranlı düşünür
Zerdüşt’ün kurduğu Mazdeizm 'den
önce de ilkel bir Mazdeizm
bulunduğu ve bu dinin daha sonra
Parsilik adını aldığı bir gerçektir. Zerdüşt,
ekonomik yapıya çok önem veren gerçekçi bir düşünürdü. Ona
göre,
“gerçek dindarlık, oruçla
tapınmayla değil, tarım çalışmalarıyla elde edilir”
Ahura
Mazda ’nın bakışı her zaman çalışkan çiftçinin
üstündedir. Mazdeizm,
bir evrim diniydi. Zerdüşt’e göre Dünya evrim yasalarına
bağlıdır ve insanlar bu evrimi gerçekleştirmek
zorundadırlar.
Mazdeizmle
birlikte İran topraklarına egemen olan
Mitraizm, hemen her ruhsal
öğretinin karşısında bir de gizemciliğin (mistisizmin) yer
aldığını belirtir. Mitraizm
adı verilen İran gizemciliği, aryaların (Hintli
Avrupalılar ya da Beyazlar
olarak anılanların) Tanrı’sı Mitra’ya
dayanmaktadır. Birçok dereceleri
gerektiren ve dine girmek bir
inisiyasyon törenini zorunlu kılan
Mitraizmin ana düşüncesi
evrensel kurtuluştur ve amacı insanları fizikötesi gizlere
egemen kılarak ölümden önce mutlu etmektir.
|
HİNT FELSEFESİ |
Hint felsefesi
geleneksel olarak ruhsal ve gizemsel bir felsefedir. Hindistan
genellikle ruhsal felsefenin beşiği sayılır. Hindistan’da en
basit inançlar bile bir felsefe değeri taşır. Hint felsefesi
dört döneme ayrılır.
1. İ.Ö 15.YY ’dan
İ.S 6.YY’a kadar süren
Vedik dönem 2. İ.S 6.
YY ’dan 10
YY’a kadar süren klasik ya
da Brahman-Budacı dönem 3. 10.YY ’dan
18.YY’a kadar süren klasik
sonrası ya da Hinducu dönem 4. 18.YY
’dan günümüze kadar gelen yeni dönem
Hindistan’a özgü ruhsal
felsefenin
ayırt edici niteliği
‘bireysel’
oluşudur. Bu felsefenin
dış görünüş altındaki özü öğretilemez ve öğrenilemez. Kişi,
kendi kurtuluşunu sağlayacak bu özü ancak derin düşünmesiyle
elde edebilir. Bireysel derin düşünme gizemciliğin de
kaynağıdır. Bu bakımdan Hindistan, gizemciliğin de gerçek
vatanı sayılmalıdır. Bütün bu öğretilerin kaynağı Hindistan’ın
asıl ve en eski yerlileri oldukları kabul edilen Vedaların
oluşturdukları Vedacılıktır. Hindistan’ın ulusal ve en eski dini
Vedizm ’dir. Çoktanrıcı Vedacılık giderek
çoktanrıcılıkla tek tanırcılığı
uzlaştıran Brahmanizmi ve daha sonra da bunların daha bir
gelişmişi olan Hinduizmi
doğurmuştur. İ.Ö 6. YY ’da bu
öğretilerin birer reformu olarak ortaya çıkan Budizm ve
Jainizm ise Tanrı’dan pek söz
etmez. Hint çoktanrıcılığı, bir
tek tanrının çok görünüşlerini dile getirir. Bu bakımdan
temelde bir tek tanrıcılıktır. Tüm
doğa Brahman adı altında tanrısal bir tek güç olarak
soyutlanmıştır. Bu tek güç insanlara üç ayrı tanrı biçiminde
görünür;
Brahma,Vişnu,Şiva Tek
gücün üç
ayrı görünüşü olan bu üç tanrının da teklikte çokluk olarak
çeşitli görünüşleri vardır. Örneğin Şivanın sekiz görünüşü vardır. Brahmanın tekilliği,
öğretinin ilkelerinin belirlenmesi açısından iyice anlaşılıp
bilindikten sonra tanrılar kolaylıkla birbirlerine de
dönüşürler. Örneğin Vişnu kimi
yerde Rama, kimi yerde Krişna
olur.
Evrensel varlığın
birliği, çeşitli görevlerin gerektirdiği çeşitli görünüşlerle
böylece çoklaştırılmıştır. Kimi araştırmacılar Hint
mitolojisinin çeşitli mitolojilerin kaynağı olduğunu da ileri
sürmüşlerdir. Bu araştırmacıların saptadıkları pek çok akla
uygun kanıtlara örnek olarak baba tanrı
Diyanus Pitar (Yunanlıların
Zeus Pater),gece
tanrıçası Nakta (Yunanlıların
Nyks), rüzgar tanrı Vata
(İskandinavların Votan), gök tanrı
Varuna (Yunanlıların
Uranus, İranlıların
Ahura)’sı gösterilebilir. Hindistan’da, din, sanat
ve felsefe gizemsel bir yapı içinde birbirlerine karışmış
olarak gelişmiştir. Rig-Veda
insanlığın ilk kutsal kitabıdır ve İ.Ö 1500 yıllarında
düzenlendiği sanılmaktadır. İlk ruhsal anlayışın
ise Sümer uygarlığından sızdığı sanılan çoktanrıcı bir evren
anlayışı olduğu düşünülür. Zecharia
Sitchin’de dünya tarihi
araştırmalarını, 12 Gezegen türü diğer kitaplarında ve
araştırmalarında da aynı sava dayandırır. O da Sümerleri
başlangıç kabul eder ve hatta daha ileri giderek Sümer’lerin
tanrılarının çok gelişmiş uzaydan gelen bazı uygarlıklar
tarafından eğitildiğini yine Sümer tabletlerine ve
destanlarına dayandırarak açıklamaya çalışır.
Rig-Veda, günümüzde de incelenen çok kalıcı ve sağlam
bir ilke ileri sürmektedir:
“Varlığı varlaştıran
eylemdir”
Antikçağ Yunan
Felsefesiyle onun üstüne kurulan daha sonraki felsefelerin pek
çok öğeleri eski Hindistan’da
işlenmiştir. Budacılık, bu açıdan, en bilinçli ve ilginç
düşünsel yapıdır. Bununla birlikte bütün bu ruhsal felsefeler,
kabul edilir ki Veda’ların etkisi altındadır.
|
ÇİN FELSEFESİ |
Yeni belgeler Çin uygarlığının sanıldığı kadar eski
olmadığını, İ.Ö. 1000 yıllarında başladığını göstermiştir.
İ.Ö.4500 yıllarında Çin topraklarında Moğol tipinde ve
neolitik uygarlıkta bir halk yaşıyordu. Bu halkın
Tibet, Türk ve
Tai
karışımı olduğu sanılmaktadır. İ.Ö. 2000 yıllarına doğru bu
halkın iki ayrı kültür düzeyinde gelişmeye başladığı ve bu
kültürlerden birine
Yang-Şao
öbürüne Long-Şan adı
verildiği saptanmıştır. İ.Ö 1450 yılında
Şang devleti kurulmuştur. Doğa güçlerine bağlanmayla
başlayan bir din anlayışı, ilkel bir doğa felsefesine
dönüşmüştür. Bu
doğa felsefesi, evrenin ve evrendeki her şeyin
Chi-Hava-Ruhtan
oluştuğunu ileri sürer. Antik çağda
Anaximenes
’te
havayı ruh olarak ele almıştır. Daha sonra,
su, ateş, hava, toprak ve maden de eklenerek bu ilk
öğelere tahtayı da katmışlar ve
sayı altıya çıkarılmıştır. Bütün nesneler bu
öğelerin çeşitli birleşimleriyle
oluşuyordu. Daha sonra
Yi King-Değişimler Kitabıyla
bu öğeler sekize çıkarılmıştır. Bu
öğelerle birlikte maddesel
karşılıklı etki anlayışı,
Yang (etkin) ve
Yin (edilgin)
kavramlarıyla dile getirilen karşıt güçler ikiciliği,
Yuan
(başlangıç) düşüncesi geliştirilmiştir.
-
Chi
-
Su
-
Ateş
-
Hava
-
Toprak
-
Maden
-
Tahta
(Bütün nesneler bu öğelerin
birleşiminden oluşur)
-
Yi-King
değişimler kitabı da
eklenir ve Yang-Yin-karşıt
güçler iticiliği ile Yuan
başlangıç düşüncesi temel alınır Çin felsefesinin özünde; bu
bir evren modelidir.
Çin
felsefesi İ.Ö. 6 Y.Y.’den beri bu temeller üstünde üç koldan
gelişmiştir:
Çin
Budacılığı özel bir nitelik taşımakla birlikte temelde Hint
felsefesinin malı olduğundan, Çin’e özgü düşünsel yaşam
Taoculukla
ve
Konfüçyüsçülükte
biçimlenir. Eski doğa felsefesini özümseyen bu okullardan
Taoculuk, felsefe açısından önemli
bir kavram getirir; -
Tao-Yasa
ve Wu-wei-eylemsizlik Antikçağ Yunanlılarıyla karşılaştırılırsa
Tao
Herakleitos’un logos’una, wu-wei
stoacıların apatheia ve
Epikuros’un
ataraksiasına uygun düşer.
Konfüçyüs de kuşkusuz, bir Çin Sokrates’idir. Antikçağ Yunan
felsefesiyle aynı koşutluk Hint felsefesinde de izlenebilir.
İ.Ö 4 Y.Y’da Konfüçyüsçülüğe
karşı Mo-Tzu’nun
kurduğu Moizm öğretisi, tıpkı
Platon gibi, toplumun bilgelerce yönetilmesi gerekliliğini
savunmuştur. Avrupalılarca törebilimin simgesi sayılan Çinli
bilge tipi, bu öğretinin oluşturduğu bir tiptir. Görüldüğü
gibi dünyanın öbür bölgelerinde gerçekleşen
kurgul felsefe, aşağı yukarı aynı
süreçte kapalı Çin’de de olagelmiştir.
|
MISIR FELSEFESİ |
Eski Mısır Felsefesi, Antikçağ dışındaki diğer bütün
felsefeler gibi dinsel nitelik taşır. Mısır tarihi İ.Ö 3000
yılına kadar çözülmüştür. Doğa görüşü Mısırda da Hint
Felsefesinde olduğu gibi çok tanrıcıdır ama bu çok tanrıcılık
tek tanrının değişik görünümlerini
dile getirir. İlk tanrı
ya da baş
tanrı, evrenin yaratıcısı olduğuna inanılan güneş
tanrısı
Ra’dır. Toprak (Gebb)
ve Gök (Nut) onun yanında yer
alırlar, evreni bu tanrılar üçlüsü yönetir. Her köyün ayrı
tanrısı vardır, yönetim merkezinin tanrısı bu tanrıların
üstüdür. Yönetim merkezi değiştikçe bu
üst tanrı da değişir. Mısır toprakları tek yönetimde
toplanma çoğunlukla hayvan, azınlıkla bitki ve nesnelerle
simgelenen bu tanrılar yerlerini kozmik tanrılara
bırakmışladır.
İnsan biçiminde tasarlanan ilk tanrılar, özellikle
İsis’le
Osiris,
çok sonra meydana çıkmışlardır. Eski
Mısır inanç ve felsefesine göre;
gerçek ve sonsuz yaşamın öte
dünyada olduğu ve bu dünyanın o sonsuz yaşam için bir
sınav yeri olduğu düşüncesi geliştirilmiştir. Bu felsefe daha
sonraları
Hermesçilik
adı altında ve gizemsel bir nitelikte, simyacılık ve
astrolojiyi de kapsayan ezoterik ve geleneksel bir bilgi ağına
dönüşmüştür. Eski
Mısır tanrıları İsis-Osiris
ve Serapis’in birçok ulusları
etkilediği ve bu etkilerini pek uzun bir süre sürdürdükleri
bir gerçektir. Kimi yazarlar din düşüncesinin de kaynağını
eski Mısır topraklarında bulmaktadırlar. Görüldüğü
gibi Eski Mısır, Hint, İran,Çin uygarlıklarında felsefenin
temelini oluşturan öğeler,
antikçağ felsefesi ile paralel benzerlikler sunmaktadır.
Antikçağ Felsefesi ve Eski Mısır İsa’dan önce 8.YY’da
başlayıp, İsa’dan sonra 5.YY’da
sona eren bin yıldan çok süren bir
tarih aralığının ürünü olan antikçağ ya
da diğer adıyla ilkçağ felsefesinde ve filozoflarında, Eski
Mısır, Hint, Çin felsefelerinin izine rastlamamak ve
aralarında bir paralellik görmemek pek mümkün değil! Bir ağ
gibi birbirini tamamlayarak, holistik
bir bütünün değişik yönlerini, parçalarını sunarak tarih
aralıklarına uzanıvermiş. Bu bilgi örgülerini araştırdıkça
hayranlık yerini şaşkınlığa bırakıyor. Şimdi bizde bu tarih
aralıklarına kısaca göz gezdirerek,
“Bu göğün altında hiçbir şeyin
yeni olmadığını”
önce kendimize kanıtlamaya
çalışıyoruz. Yeni bir çağı ve yeni bir
anlayışı algılayabilmek, hissedebilmek ve entelektüel düzeyde
de tatmin olmak için eski ve tarih önemlidir.
“Eskiyi bilirsek, yeniyi daha
rahat anlarız.” |
ORPHEUS VE ORPHİC ÖĞRETİ |
Orphic (Orfe)sözcüğü efsanevi bir
şair-şarkıcı-filozof ve ruhsal kişi olan Orpheus adından gelir. Orphic
ruhsal öğretisinin Tanrısı, Yunanistan’a; kuzeyden,
Trakya'dan gelmiş olan
Dionysius’tur. Bu Tanrı,
taşkınlığın, coşkunluğun ve sarhoşluğun bir simgesi.
Dionysius değişmelerin ve ışığa
kavuşmak isteyenlerin Tanrısıdır. Bu tanrı onuruna düzenlenen
törenlerde coşku, sevinç ve aynı zamanda da korku birbirine
karışmıştır. Homer’in Tanrıları ise,
idealleştirilmiş insan şekilleriydiler ve bu Tanrılara ibadet
için muhteşem ve aydınlık tapınaklar yapılır ve ibadetler,
ölçülü merasimler çerçevesinde yürütülürdü.
Yunan’da M.Ö. 5.YY, din, ahlak ve
psikoloji ile ilgili konular yüzyılıdır. Bu yüzyılda birinci
problem, Tanrıların karakteri konusudur. Homer’in Tanrıları
iyilik ve kötülük bakımından insana benzeyen ama onlardan daha
kuvvetli olan ve gamsız mutlu bir hayat süren varlıklardı ve Olymp denen bir sarayda
otururlardı. Oysa, beşinci yüzyılda, Tanrıların, kötülükten
uzak ahlak ve fazilet sahibi varlıklar olarak anlaşılmak
istendikleri görünmektedir. M.Ö 5:YY.’da görünmeye başlayan Opheus
doktrini, hemen aynı kavramları içeren
Eleusinian (Elözis)
misterleriyle birleşmeye başladı
ve özellikle Pythagorasçılığı(Pisagorculuğu) etkiledi. Daha
sonra bu öğreti Yeni Pisagorcular
ve Yeni Eflatuncular tarafından benimsendi.
Orpheus’çulara
göre:
“öbür dünyada var olabilmek için bu dünyada çileli bir yaşam
sürmek gerekliydi. Bu görüşte ruh Tanrısaldır. İnsanin ilahi
ve şeytani iki yönü vardır. Şeytani yönünü eğiterek, dünyaya
gelip gitme çemberinden kurtulmak ve ruhu özgürleştirmek
mümkündür.”
Ölümden sonra
dirilme Orpheus öğretisinin ana
prensiplerinden biridir. Bu inanç
Pythagorasçılıkta devam etmiştir. Ana gaye, insanın
kendisini, bedenin ve tekrar doğuşların
esaretinden kurtarmasıdır. Ruhu beden üzerinde hakim kılmak
için bilim ve sanatta özellikle matematik, geometri ve
müzikten yararlanılır. |
FELSEFEDE
NEOPLATONİZM/YENİ PLATONCULUK |
Yeni
Platonculuk adıyla da anılan
Neoplatonizm, Antikçağ sonlarında
dinle felsefenin birleşmesi ile oluşan sadece filozofik değil
daha ziyadesi ile teozofik,
Hermetik hatta mistik bir akımdır.
Yeni Platonculuk, her şeyden önce, mistik bir karakter
taşıyan Platon felsefesini temel alır. Aristo ve Stoa’dan
aldığı etkileri bu temeller üzerine oturur. Bu
teozofik akım Doğu öğretilerinin
etkisinde kalarak Aristo, Platon ve Stoa öğretilerinin sentezi
ile ortaya çıkan tamamen gizemci ve
Hermetik bir akımdır.
Yeni Platonculuk İskenderiye’de Plotinos’tan ziyade onun hocası
Ammonius Sakkas tarafından ortaya atıldığından bu öğretiye
‘İskenderiye Okulu’
adı verilir. İskenderiye Okulu Öğretisi diğer adıyla
Neoplatonizm, ilk Hıristiyanlıkla,
Müslüman ülkelerde gelişen tasavvufi felsefeyi büyük çapta
etkilemiştir. Hatta İslam tasavvufu bu felsefeden doğdu da
diyebiliriz.
Sudur (Emanation/Emanasyon)
ilkesi Sufizmin temelidir. İslam
tasavvufundaki
“Külli Ruh, Külli Nefis,
Külli Akıl” kavramları hep
bu öğretiden kaynaklanmaktadır. İsa’nın doğumundan sonra
Hıristiyanlığın ilk yüzyılında bu
Yeni-Platoncu düşünceler
Hıristiyanlıkla birleşerek çağlar
boyu devam edecek Hıristiyan
mistisizminin temelini atmıştır.
Konuyu daha iyi
anlamak için Yeni-Platonculuğun
geliştiği dönemdeki tarihsel aralığı incelemek gerekir. Çünkü
bu dönem içindeki felsefi ve dini olaylar ve Yeni-Platonculuğun
ortaya çıkmasına zemin hazırlamışladır.
Tarihi bakımdan Aristo,
ilkçağ tarihinin çok önemli bir döneminde yaşamıştır. Onun
yaşadığı yıllarda Yunan devletleri, Makedonya ordularının
saldırısına uğrayarak siyasi bağımsızlıklarını yitirmişlerdir.
Öğrencisi İskender’in Yunanistan üzerinden geçen orduları da
Hindistan’a kadar uzanmışlardır.
İskender’in Asya
seferiyle
‘Helenistik Çağ’
adı verilen dönem başlamıştır. Yunan kültürünün Akdeniz
çevresinde yayılıp bu bölgeyi kültürce
Helenleştirmesi demek olan
Helenizm de, Yunan kültürü kendi içine kapalı olmaktan
çıkmış, Doğu Akdeniz ve Mısırda oturan ulusları birleştiren
büyük bir kültür akımının temeli olmuştur. Bu süreç, İskender’in
ölümünden (İ.Ö.323) sonra Doğu Akdeniz çevresinde kurulan
Helenistik devletlerde Yunan ve Doğu düşüncelerinin karşılaşıp
birbirleriyle kaynaşmasıyla başlamıştır. İki düşüncenin de bu
kaynaşması Roma İmparatorluğunda da sürecek, nihayet
Hıristiyanlıkta son formuna
ulaşacaktır.
İlkçağ kültürünün Aristoteles’ten sonraki başlıca
evreleri Helenizm, Roma Felsefesi ve
Hıristiyanlıktır. Bu arada Septikler, Epikuros felsefesi, Stoacılık da
bu kültür kaynaşmalarına ışık tutmuşlardır. |
|
|