18.
YY’ın en önemli felsefecisi olan Immanuel Kant, felsefe tarihi
için bir dönüm noktasıdır. Kant’ın ilk felsefi düşüncelerini
kendisinden devşirdiği Leibniz-Wolf felsefesi rasyonalist bir
felsefedir. Rasyonalizm, doğru bilgiye vardıran organın
(a priori)
bilgileri olan akıl olduğuna inanır. Yeniçağda bu rasyonalist
anlayışın oluşmasını matematik ve fizik sağlamıştır.
A priori
bilgi Kant’a göre doğuştan gelen daha doğrusu deneyden
gelmemiş, düşünce bilgisinde bulunduğu öteden beri ileri
sürülen bilgi türüdür. Kant temel öğretisini bu
"a priori"
kavramı üzerine kurmuştur. Doğa
ile akıl arasında bulduğu uygunluktan cesaret alan
"aydınlanma
düşüncesi" bundan sonra yalnız doğa olaylarını değil, manevi
olayları da akılda yerleşik olan ilkeler ile açıklamaya
girişmiş, akıl için “doğuştan yani a priori”
olan kavramlar ve ilkeler ile
“Tanrı” yı da,
“İyi”
yi de,
“Adaleti” de
bileceğimize inanmıştır.
Kant’a göre insan, Tanrısal akıldan pay almıştır.
“İlk temel
akıl”
“Tanrı” yaratması
sırasında bir yandan evrene, öbür yandan da insan ruhuna sözü
geçen ilkeleri yerleştirmiştir. İşte nesne ile düşünce
arasındaki uygunluk da bu yüzdendir. Tanrı, evrenin içine
matematik-mekanik ilkeler yerleştirmiştir dolayısıyla Tanrı
büyük bir mantıkçı, matematikçi gibidir. Tanrı
evreni mucizelerle değil, rasyonel yasalarla yönetir. Gerçi bu
yasaları o kendisi koymuştur ama bir defa yarattıktan sonra
evrenin gidişine artık karışamaz olmuş, onu kendi kendine
işlemeye bırakmıştır. Tanrı, kendisini işleten ilkeleri
“önceden kurmuş” olduğu doğanın aracılığı ile yürütür.
Tanrı’nın bizi şaşırtacağından korkamayız; düzensiz, kaotik
bir şey bekleyemeyiz; bu dünyada her şey yolundadır, iyidir;
Tanrı’dan kötü şey gelmez. Kant Felsefesi iki döneme ayrılır
Gelişmesi bakımından Kant’ın felsefesi iki döneme ayrılır: 1.
Kritik öncesi dönemi, 2. Kritik dönemi. 1781 yılında
yayınlanan
“Salt Aklın Kritiği”
ile Kant’ın
“Kritik Felsefe”
denen felsefe görüşü başlamıştır.
Yenilik, Kant’ın
“salt”
kavramını
genişletmesi ile başlamaktadır.
“Salt”
bilen süje de bulunan,
deneyden gelmemiş olan bir form öğesi demektir.
Kant’a göre hem görüde, hem de düşüncede a priori olan bilgi
öğeleri vardır ve onu ilgilendiren de,
“kesin a priori”
dir, yani deney ile hiçbir şekilde karışmamış olan bilgi
öğeleridir. Onun
a priori’ye bu ilgisi, bir yandan konuları
gereği
a priori
bilgilerle çalışan metafiziği eleştirmek
isteğindendir; öbür yandan da
a priori
bilgiyi deney
bilgisinden üstün saydığındandır. Çünkü
a priori
bilgi,
“zorunlu”
ve
“tümel geçerliği”
olan bilgidir.
A priori
bilgiyi,
a posteriori
bilgiden yani
deneyden türemiş olan bilgiden ayıran da bu ölçüdür.
“A posteriori”
olan bilgiler sallantılıdırlar yani
gözlemlerle boyuna düzelirler. Buna karşın,
a priori
bilgiler
zorunludurlar yani deneyin, bunların başka türlü de
olabileceklerini göstermesine olanak yoktur. Kant
yargıları önce iki bakımdan ikişer ikişer ayırır sonra da
bunları aralarında birleştirir. Bir bakımdan
a priori
(deneyden gelmeyen) ve
a posteriori
(deneyle elde edilen)
yargılar, öbür bakımdan da analitik ve sentetik yargılar
olarak ayırt edilir. Analitik yargılar yalnız kavramları
açıklayan kavramın tanımında saklı olan
“aydınlatan”
yargılardır.
“Cisimler yer kaplarlar”
yargısında yeni bir şey öğrenemeyiz çünkü “yer kaplama” zaten
cismin tanımının içinde bulunmaktadır. Buna
karşılık, sentetik yargılar bilgimizi genişletirler,
çoğaltırlar çünkü bunlarda kavramımızın dışına çıkıp onu başka
kavramlar ile birleştiririz ve başka kavramlar arasında
bağlantılar kurarız. “Cisimler ağırdırlar” yargısında yeni bir
şey öğrenirim çünkü “ağır olmak” cisim kavramında kapsanmış
değildir; burada “cisim” kavramı ile
“ağırlık” kavramını bir
araya getiriyorum, onların arasında bir bağ kuruyorum.
Analitik yargılar yani yalnız kavramları açıklayan yargılar,
karakterleri gereği, hep a priori ’dirler, deneyden gelmezler.
Buna karşılık, sentetik yargılar; bilgimizi genişletip,
çoğaltan yargılar içinde a posteriori, deneyden türemiş
olanları da vardır.
Kant’ı ilgilendiren; hem sentetik hem de
a priori olan
yargılardır. Sentetik a priori yargı; hem bilgimizi
genişleten, hem de deneyden gelmeyen yani zorunlu ve tümel
geçer olan bilgiler demektir. Böyle yargılar var mı? Kant’a
göre var ve “Salt
Aklın
Kritiği” nin başlıca ödevi de, bu çeşit
yargıların dayandığı temeli bulup göstermektir. Bilgide
kesinlik, ancak salt deney bilgisinin dışına çıkıp bu gibi
sentetik apriori yargıları kullanmaya hakkımız olan yerde
olabilir.
Şimdi, metafizikte bu gibi sentetik a priori yargılar mümkün
mü? İşte Kant için bütün mesele budur çünkü
“Salt Aklın Kriğiti” nin ana konusu,“Metafizik mümkün müdür? Ya da
tıpkı matematiğin ve fiziğin olduğu şekilde bilimsel olan bir metafizik
olabilir mi?” önermesini içerir.
Demek
ki, a priori olan sentetik yargılar, bir yandan yalnız
duyguların, öbür yandan da yalnız düşüncenin sağladığından
başka türlü olan bilgilere bizi vardırmaktadırlar. Bu çeşit
bilgi deneyden gelemez yoksa ona a priori diyemezdik. Bu bilgi
deneyden bağımsızdır ama her türlü deneyin temelidir,
altyapısıdır; ancak bu türlü bilgi deneye sağlam bir bağlantı
kazandırabilir. Örneğin sentetik
a priori bir yargı olan şu
“her olayın
bir nedeni vardır” önermesi, indüktif olarak
temellendirilemez; onun için a priori’dir. Ama bu önermenin
geçerliği varsa, o zaman deney dünyasındaki en küçük bir olay
bile bir nedenler zinciri içinde yer alır; bununla da deney
dünyası düzenli bir bütün haline getirilmiş olur.
Kant’ın birbirleriyle tam olarak denkleştirilmeyen iki
davranışı var: Bir yandan metafizik düşmanı bir anlayış, öbür
yandan da pratik akıl temeli üzerinde, akıl bakımından zorunlu
olan yeni bir metafizik kurmak denemesi. Metafizik düşmanlığı,
aşkın olanı bilemeyeceğimizi ileri süren öğretiye tutarlı
olarak bağlı kalmak demektir. Biz ancak fenomenleri, deney
çerçevesine girenleri biliriz; onun için bu çerçeveyi aşandan
(aşkın olandan) kaçınmalıdır;“kritik” ten maksat
da,
“duyular-üstü” ye geçmeyi önlemektir.
“Salt
Aklın Kritiği”nden çıkan başlıca sonuç budur. Buna karşılık
Kant’ın pratik akla dayanan yeni bir metafizik kurmak
isteyişinden şüphe edilemez. Böylece o, teorik akıl ile
bilimsel bir metafizik kurulamayacağını göstererek, bu zamana
kadar bu yolla geliştirilmiş olan metafiziği yıktıktan sonra,
yeni metafiziği pratik akıl inancı üzerinde, duyguya değil de,
akla dayandığı için zorunlu olan bir inanç üzerinde kurmayı
denemiştir. Onun için “Kant metafiziği yıkmıştır” demek pek
doğru olmaz; yıktığı bir metafizik yanında kurduğu bir
metafizik de var demek daha doğru olur. Kant
bir sözünde şöyle demiştir: “İnsan aklının bilgilerinin bir
çeşidinde garip bir alınyazısı var: Kaçınamadığı sorular
yüzünden tedirgin olmak; gerçi bu sorular aklın kendi
yapısından çıkarlar ama o bunlara yanıt da veremez; çünkü
bunlar insan aklının her türlü gücünün üstüne çıkarlar.” “Ama
bu sorulara yanıt veremezlik de edemez insan; bu yüzden
“sonu gelmeyen çekişmelerin” içine düşmüştür. Bu çekişmelerin
geçtiği alanın adı da metafiziktir. Bir zamanlar metafiziğe
“bilimlerin kraliçesi” gözü ile bakılıyordu ama çağımızda da
hor görülüyor, “itilip kakılıyor”; bu gibi araştırmalara
aldırış edilmiyor, diyordu Kant ama aldırışsızlık boşunadır,
çünkü insan doğası metafiziğe ve bu tip konulara ilgisiz
kalamaz” diyerek açıklıyordu düşüncelerini. Kant’ın bu
sözlerinin günümüz için de geçerliğini yitirmediği görülüyor.
Kant,
“teorik
akıl” ile
“pratik akıl”
arasında; doğayı
“mekanist” olarak
açıklama ile
“teolojik” olarak
açıklama arasında; “doğru”,
“yararlı”,
“iyi”
ve “güzel”
değerleri arasında;
“doğru” ve
“yanlış”ı
bilme arasında kesin sınırlar çizmeye çalışmıştı. Onun her
alan sınırlarını belirtmek isteyişi, felsefesinin kritik
niteliği ile ilgilidir. “Kritik” deyimi bir
anlamıyla
“ayırma” demektir. Oysa Kant’tan sonra Alman
idealistlerinin ana tutumu, sisteme varmaktır.
“Sistem”
düşüncesi ise, daima ayrılıkları, birleştirmek, karşıtları
uzlaştırmak ister. Sistem de bütün düşünceler tek bir ana
önermeye sıkı sıkıya bağlanır, bundan tutarlı olarak
türetilir. Kant felsefe tarihi içinde başlı başına bir okul
olma niteliği taşıyan ender filozoflardandır. |