Holografik/
alan modeline yaklaşımımızdaki ilk soru şudur: Beyindeki hangi
süreçler şuurla bağlantılıdır. Beynin sinir ağındaki dahili
sinirleri kendisini çevreleyen ortamdan ayıran zar boyunca,
bir elektrik polarizasyonunun varlığı kesin bir şekilde tespit
edilmiştir. Bu zarın birtakım iyonların geçirgenliğini
değiştirerek polarizasyonu azaltma kabiliyeti vardır. Böylece,
ne zaman sinirlerde itici bir kuvvet harekete geçse komşu
nöronlar arasındaki bağlantı noktasına, sinapsise ulaşana dek
polarlanma, bir sinir hücresinin zarı boyunca ortadan kalkar.
Bu noktada sinapsis aralığı boyunca bir potansiyel farkı
mevcuttur. Bazı hallerde bu sinapsis aralığı boyunca cereyan
eden aktarma, aynı anda gelen başka bir itici kuvveti iptal
eder, diğerlerinde bu aktarma nöronu harekete geçirmek için
başka bir itici güç meydana getirir. Beynin bütün kısımlarının
birbiriyle olan bağlantılarıyla alakalı süreç nedir? Bu
sürecin kimyasal ya da elektro-kimyasal olmadığına dair açık
deliller var. Massachusetts Cambridge'deki NASA Elektronik
Araştırmalar Merkezi'nden Evan Harris Walker şuurun gayri
fiziki ve fakat gerçek bir büyüklük olduğunu varsayıyor. Söz
konusu sürecin kimyasal olması zaruretinin olmadığını iddia
edip devir işleminin bir
'kuantum-mekanik tünelleme'
süreci sebebiyle
olabileceğini ileri sürüyor. Sinapsiste bir nevi
kuantum-mekanik olayın meydana geldiğine dair ikna edici
deliller ortaya koyuyor, fakat böyle bir sürecin şuuru
tamamıyla açıklamayacağını kabul ediyor;
" Uzun mesafeler boyunca (santimetrelerce) geçişe izin verip
sinapsisler hakkında bilinenlerle de çelişki yaratmayan ve
tercihen biraz önce sinapsiste meydana geldiğini açıklamış
bulunduğumuz süreci de değiştirmeyen bir süreç bulmamız
lazım."
Bilim
adamları soruyor, eğer şuur denilen bilmece beynin bütün
kısımlarının kendi aralarında birbirleriyle olan bağlantıları
ise, böyle bir bağlantıyı açıklamak iki yoldan mümkün
gözüküyor. İlki Walker'in takip ettiği bağlantının ya
kimyasal, elektro kimyasal, ya da kuantum-fizik türünden bir
parçacık reaksiyonu yoluyla etkilendiği yaklaşımı. İkinci
yaklaşım ise bağlantının uzayın uygun bölgesi üzerinde yayılan
bir kuvvet alanı yoluyla etkilenimi. Bir
olasılık da elektro-manyetik alandır. Bununla birlikte
beyindeki akınlar dendrit ve aksonların uzunlukları boyunca
yayılmadığından beynin çeşitli bölgeleri elektrik olarak
birbirleriyle bağlantılı değil gibidir. Beyindeki elektriğin
iniş çıkışları esasen oldukça yöreseldir ve herhangi bir sinir
hücresinin ufak bir kısmının doğrudan komşuluğuyla ilgilidir.
Başka deneyler aksini ispatlamadıkça elektro-manyetik alanları
süreç olarak bir kenara bırakabiliriz. Peki o zaman bu
bağlantıyı oluşturan şey nedir? Bilimsel
açıdan yanıtımız belki de kuantum fizikçisinin karşılaştığı
problemde yatıyor. Bazı fizikçiler atom parçacıklarının
arasında bir bağlantı ya da kuantum potansiyeli olduğuna
inanıyorlar, fakat beynin nörofizyolojisinde olduğu gibi,
herhangi bir bağlantı alanı ya da süreci bulamıyorlar. Bilim
bu konuda araştırmalarını hızla derinleştirerek, metafizik
verilerin elde etmiş olduğu bilgilerle kendi elindekileri bir
potada eriteceğe benziyor. Zihnin
çevresini tamamen yeniden inşa etme yeteneğinde beynin bilgi
depolamada inanılmaz gücü vardır. Pieter Van Heerden'in
belirttiği gibi eğer beyin saniyede yalnız 1 byte bilgi
depolarsa bunu tamamlamak için sinirlerde bir ömür boyunca,
akıl almayacak sayıda 3X10 10 adet iki tabanlı basit itici
kuvvet işlemi yapılması lazım gelirdi. Beynin yeteneklerinin
bir saniyede bir adetten çok daha fazla byte depolayabilmesi
hayret vericidir; yine şuurun ancak holografik bir modeli böyle
bir yeteneği açıklar gibidir.
Fotoğraf hologramları yeniden
elde edilecek şekilde bilgi depolamak için olağanüstü bir
yeteneğe sahiptir. Bir hologram plakasına sadece ışığın dalga
boyunu değiştirerek arka arkaya görüntüler yerleştirilebilir.
Her bir görüntü kendi kimliğine sahiptir ve diğer görüntülere
etki etmeden yeniden elde edilebilir. Aslına bakarsa, 10
trilyon byte gibi bir bilgi 1cm küpe başarılı bir şekilde
holografik olarak depolanmıştır. Van Heerden holografik bir
işlemin beynin benzer yeteneğini izah edebileceğini ileri
sürer. Başımızın
içinde evrenler üstünde üst üste binmiş evrenler vardır.
Upanişadlar'daki bir pasaj bu noktayı çok güzel ifade ediyor.
"Bir kimse uyuyacağı zaman her şeyi olan bu dünyanın
malzemesini de yanına alır, onu bir kenara ayırır, onu kurar
ve kendi zekası ve aydınlığıyla rüyasını görür. Böylece bu
kişi kendi kendine aydınlanmış olur. Orada ne araba vardır, ne
koşumlar ne de yollar. Fakat arabayı, koşumları ve yolları
kendi kendine kurar. Orada ebedi mutluluklar, zevkler ve
memnuniyetler yoktur. Fakat ebedi mutlulukları, zevkleri ve
memnuniyetleri kendi kendine kurar. Orada su birikintileri,
nilüfer gölleri ve çaylar yoktur. Fakat su birikintilerini,
nilüfer göllerini ve çayları kendi kendine kurar. Zira o bir
yaratıcıdır" Sayıları
giderek artan bir nörologlar gurubu, daha üst seviyedeki beyin
fonksiyonlarına, bir tür biyolojik ışıldamayı işleyen optik
bir sistem açısından bakmaya başladıklarını belirtiyor.
Kafatasının içindeki bu ışık Upanişadların söz ettiği, kendi
kendine aydınlanmanın ta kendisi olabilir. Buna ilaveten
orta-beyinde optik kiyasmanın hemen gerisindeki bölgenin
sinirlere ait hologram plakasının bölgesel olduğunu ileri
sürüyor. Hipofiz bezi, talamus, hipotalamus ve epifiz özelde
bilinçli farkındalık tiyatrosunda bir araya gelmiş gibidir.
Epifiz çokları tarafından fonksiyonlarını yitirmiş bir duyu
organı olarak düşünülür ve kısmen göz retinasında rastlanılana benzer, ışığa karşı hassas dokulardan
oluşmaktadır. Floyd bunun epifizin, algıların üzerinde kurulup
hatıraların yeniden oluşturulduğu,örnek muğlaklığın
'iskeletini' teşkil etmesi iddialarını desteklemede yardımcı
olabileceğini belirtiyor. Bu bezelye
kadar organa Doğu'da uzunca bir zaman üçüncü göz yahut iç
uyanıklığına açılan ruhani bir kapı nazarıyla bakılmasını göz
önünde tutmak gerekir. Nöro-fizyologlar beynin muhtelif
organları arasındaki bağlantıyı tespit etmeye teşebbüs ederken
ilgi çekici bir meseleyle karşılaştılar.
Şayet epifiz hafızada
ve algılamada asli bir rol oynuyorsa, yerinden çıkarılması bu
fonksiyonların derinden hatta tamamen bozulmasına yol
açardı. Halbuki durum böyle değildir. Farelerde epifizin
kesilip atılması bünyenin biyolojik saatini bozuyor ama
görünüşe bakılırsa başka bir etkisi de pek yok. Bu ekranın
hologram plakasının gerçekte bir organı yerine bir bölgenin
fonksiyonu olabileceği ortaya çıkıyor. Epifiz, sinirlerin
enerji alanı merkezindeki, üzerinde kayan resim-zemin
ilişkilerinin dış gerçekliği temsil ettiği şuurun ekranı
olarak temsil edilen ışık patlamasının vuku bulduğu noktayı
işgal ediyor. Böylece şuurun, pek öyle bir organla ya da organ
topluluğuyla ilgili olmayıp beyindeki enerji alanlarının iç
etkilenmeleriyle ilgili olduğu sonucuna varıyor. Beynin,
şuurlu bir farkındalığın ekranındaki bütün parçalarının iç
bağlantıları hem gelişmekte olan bir semender ceninin kafatası
hücreleri arasındaki ilişkiye, hem de çift-yarık deneyindeki
ayırt edilemez parçacıklar arasındaki ilişkiye benzer çarpıcı
olan özellikleri ortaya koyarlar. Zihin ve madde arasındaki
ilginin sırrı işte burada diyebiliriz. Dr. Burr'ün ifadesiyle;
'En son tahlilde evren bir birimdir,
bütün parçaları evren'in bütünlüğüyle bağlantılıdırlar ve
zaruri olarak Evren'in bütünlüğü ve tek tek parçalarının
faaliyetleri arasında bazı iç ilişkiler vardır."
Einstein’ın birleşik teorisinden çekim
yasasına göre sonucun tam doğrulanması noksan olmakla beraber,
evrenin kendine has özelliklerinden birinin de aletlerle
ölçülebilen alanlar olduğu açıktır. Buna elektro-statik
alan, elektro-manyetik alan denmesi fark etmez. İsim genellikle
kendisinin incelenmesindeki uygulamaların bir sonucudur. Başka
bir ifadeyle evrenin bilmezlikten geldiğimiz kendine has tek
bir birleştirici özelliği vardır, bu da
ALAN özellikleridir. Fizikçi
Bohm ve Hiley, Burr'ün L-alanlarında varsaydığı maddenin
düzenlenmesinde hükmeden aynı varlık gayesi bu tarafı işaret
ediyorlar. Diyorlar ki:
'Bir parçanın varlığının bağımsızlığını
iddia eden herhangi bir gayret, bu kırılmaz bütünlüğü inkar
eder. Bu zaruri olarak alt sistemlerin her zaman bir bütün
olarak sistemden daha az yer kapladıkları manasına gelmez.
Daha ziyade bir alt sistemi kendine has kılan şey ancak onun
geçici dengesi ve söz konusu olan sınırlanmış çerçevedeki
davranışının bağımsız olabilirliğidir." |