Sebebe dayalı bir evrenden
varlığı gayeli bir evrene geçmek, bütün teşkil eden bütün
parçaların iddia edilen iç bağımsızlığı, Burr 'ün yer
çekiminin bütün olayların düzenlenmesine hükmeden bir asıl
alan olduğu iddiası klasik fiziğe ait temel düşüncelere
tamamen aykırı görüşlerdir. Felsefeci Geoffry Chew 1968'de
'kendi kendine ayakta durma felsefesi'
diye adlandırdığı dünya görüşünde böyle
kökten bir hareketi formüle etti.
"Evren kendi kendine ayakta durmaktadır."
Kendi
kendine ayakta durma felsefesi Newton tarafından öne sürülen
kabulden mekanik dünya görüşüne bir ret teşkil eder. Artık
dünyaya, temel özellikleri olan temel unsurlardan var edilmiş
olarak bakamayız.
Bilimsel
anlamda alan nedir?
Yeni bir bilim olan Psiko nöromünoloji, telkinin vücuttaki bağışıklık sistemini nasıl
harekete geçirdiğini inceler. Beyin fizyolojisini ayrıntılı
olarak ele alan araştırmacılar fikir ya da inançtan, nöronlara
uzanan sebep-sonuç zincirini izlemeye çalışıyorlar. Öyle ki
bir fikir ya da inancın etkisiyle nöronlar, hastalık ve
dengesizlikle savaşmak üzere beyaz kan hücrelerini arttıran
bağışıklık sistemini harekete geçirecek sinyalleri
hipotalamusa ve hipofiz bezine göndermektedir. Bir düşünce
nöronlar vasıtasıyla kaslara ve organlara iletilen bir
biyoelektrik sinyale nasıl dönüştürülmektedir? Cevap
muhtemelen tüm canlıların bir parçası olduğu keşfedilen
biyoelektrik alanların yapısında yatmaktadır.
Chi denen eski
Çin'deki vital (hayatsal) enerjinin Mesmer'in canlısal
manyetizmin, Reich'ın orgon enerjisi'nin, Harold Burr
tarafından keşfedilen L-alanları 'nın
ya da Rus bilim adamları tarafından bio plazmik, Çekoslovak
bilim adamları tarafından psikotronik denen biyoelektrik
enerjinin, aynı gerçekliğin farklı adlarla ifadesi olduğu bir
gün anlaşılabilir. İngiliz Matematikçi G.D. Wasserman bu
enerjiye "morfo genetik alanlar"
ya da "M-alanları"
dedi.
Bu terim Rupert Sheldrake tarafından geliştirildi. 1981 'de
yayınlanan Yeni Hayat Bilimi (New Science of Life) adlı
kitabında bu alanları, mümkün, yapısını ve rolünü ana
hatlarıyla anlatır. Morfo genetik terimi, yani
"varlık haline gelen şekil",
bedenin alana göre şekillendiğini, alanın bedenden
yayılmadığını ifade etmektedir. Alan bedensel (maddesel)
tezahürden önce gelir, büyüme akışını yönlendirir ve bedeni
değiştirir. Evrende dev zihinsel bir alan neden olmasın ?
Evren empresyonist bir resimdeki boya darbelerinde olduğu gibi
bağımsız, toplama parçalar olarak anlaşılamaz. O bir
hologramdır, içinde, ağın her parçasının bütünün yapısını
belirlediği, birbiriyle bağlantılı olayların faal olduğu bir
ağdır.
Bilim
dünyasında kuantum gerçekliği
Kimse bakmadığı zaman atomun
ne yaptığı sorusunu açıklamak ve kuantum ölçme problemini
çözmek için bilim dünyasında en azından sekiz farklı kuantum
gerçekliği resmi öne sürülmüştür. Bir kuantum sıçraması
sırasında gerçekten ne olur?
Derin
gerçeklik yoktur İlk olarak ünlü kuantum
öncülerinden biri olan Danimarkalı fizikçi Niels Bohr
tarafından formüle edilen kuantum gerçekliği sadece olayların
"gerçek"
olduğunu
savunur. Olaylar ağaç, kaya, yıldızlar ve fizikçinin ölçüm
aletleri olan Geiger sayaçları, balon odaları gibi gözümüzle
gördüğümüz şeylerdir. Bunlar hiç kuşkusuz gerçektir. Ancak,
atomların kendileri bu kadar gerçek değildir. Onları sadece
ölçümlerin sonuçlarından dolaylı olarak biliyoruz.
Fizikçiler
atom dünyasıyla kurulan bu dolaylı ve eksik temaslara göre
atomun neye benzediğini resimlemek için tıpkı kör bir adamın
fili tarif etmeye çalışması gibi çok uğraşmışlar ve bu
görünmez dünyanın sıradan bir resmini oluşturma girişimlerinde
amaçlarına ulaşamamışlardır. 1920'lerin sonlarında Bohr atom
dünyasının ağaç, kaya ve taşlar gibi bir gerçekliğe sahip
olmadığı için insanlar tarafından asla resimlenemeyeceğini
savunmuştur. Bohr 'un inancına göre, atomların var olduğu
kesindi, fakat var olma şekilleri, yalnızca olaylar dünyasında
yaşamakla sınırlı olan insanlar tarafından asla
kavranamazdı. Ayrıca, atomları resimlemekte yetersiz kalmamız
atomlar hakkındaki bilgimizin çok az olmasından değil, çok
fazla olmasından kaynaklanmaktadır. Bohr 'un meslektaşı Werner
Heisenberg bu fizikçileri, dünyanın düz olduğuna inananlara
göre atom dünyasının resimlenmesi araştırmasına devam eden
Einstein ve Erwin Schrödinger'le karşılaştırıyor;
"Yeni deneylerin bizi uzay ve zamandaki
nesnel olaylara götüreceği umudu, dünyanın ucunun
Antarktika'nın keşfedilmemiş bölgelerinde keşfedileceği umudu
kadar iyi temellenmiştir."
Heisenberg'in sözleri
bir kehanetin özelliklerini taşıyor. Altmış yıl sonra, kuantum
dünyasını Einstein'ın tahayyül ettiği sağduyuyla resimleme
konusunda her zamankinden daha ilerideyiz. |