Tüm
evrendeki varlıklar arasında, bütünsel holistik bir ağ, bir
iletişim ve etkileşim varsa, hem şuursal hem fiziksel
ilişkilerde de bir holizm
var demektir. Modern fizikçilere göre şuur, varoluşun dalga/parçacık ikiliğinde dalga
tarafını, yaşamın fiziksel yanı da parçacık tarafını
oluştururlar. Şuuru bir kuantum dalga fenomeni olarak görmek
mümkün müdür? Başlangıçta ayrı ve tek tek olan
şeyleri bir araya getirerek yeni bir şey yaratan kuantum
ilişki tarzı çok önemlidir ve fizik felsefesinde yeni bakış
açılarına kapı açar. Ancak, önemi fiziğin de ötesine geçer,
evrensel boyutlara taşar. İnsan şuurunun kuantum mekaniksel
doğasını anlayarak yani şuuru bir kuantum dalga fenomeni
olarak görerek, zihinsel yaşamımızın kökenini geriye, onun
parçacık fiziğindeki köklerine dek izleyebiliriz; bu tıpkı
fiziksel varlığımızın kökenini araştırmak gibidir.
İnsandaki
zihin/beden ikiliği, tüm bu sorunsalın altında yatan
dalga/parçacık ikiliğinin bir yansımasıdır. Böylece insan
varlığı kozmik varlığın ufak bir mikro-kozmosudur. Hepimizin
temel varlığında aynı şey vardır ve evrendeki her şeyi
açıklayan tek bir dinamikle birleşmiştir. Evrenin de bizimle
aynı hamurdan yapılmış ve aynı dinamiklerle bir arada
tutuluyor olması, oluşun büyüklüğüdür. Şuuru kuantum dalga
mekaniği tarafından mümkün kılınmış bir çeşit yaratıcı ilişki
olarak yorumladığımızda, hem şuurun hem de beynimizde olduğu
gibi maddeyle olan ilişkisinin anlaşılmasında birçok şey yerli
yerine oturur. En önemlisi, eğer materyalizmle ve onun
indirgeyici düşünce yapısıyla savaşmak istiyorsak, bu içgörü,
zihnin sadece beynin işleyişinin bir yan ürünü olmadığı
konusunda tartışmamızı sürdürmemize izin verir. Nasıl dalga
fonksiyonları birbiri içine geçmiş iki elektron bağıntısı tek
bir elektrona indirgenemezse şuurun yoğunluğunu oluşturan
dalgaların bağıntısı da titreşen molükellerin tek tek
gösterdikleri eyleme indirgenemez. Yoğunluk kendi içinde bir
şeydir, bileşenlerinin sahip olmadığı özellik ve niteliklere
sahip olan yeni bir şeydir.
Arlaton Timaeus'da
şöyle der: "İki şey bir üçüncüsü
olmadan başarılı bir şekilde birleşemezler; aralarında
birbirlerini çeken bir bağ olması gerekir. Bütün bağlar içinde
en iyi olan kendini ve bağladığı tarafları tam anlamıyla bir
birlik içine getirebilendir."
Şölen'de de birbirine aşık olan iki insan için benzer bir
yorum yapmıştır. Böyle bir durumda artık sadece seven ve
sevilen yok, bir de aralarındaki aşk vardır der; Martin Buber.
Buna,
"aradaki", Ben'le Sen'i bir arada Ben-Sen yapan
bağlayıcı güç, demiştir. Alman Filozof Martin Heidegger
estetik üzerine yazdığı denemede tüm bu bütünlük, hakikat ve
varlık'ın açığa çıkışı arasında bir ilinti kurar. Bu açığa
vurulmanın özü Varlık'ın kendisine aittir. Şuurun birliğinin
özü olan ilişkisel holizm aynı zamanda sanat ve hakikatin da
özüdür. Böyle bir bütünlükle fiziksel dünya arasındaki köprü
(zihin, hakikat ve güzellik, maddi dünya arasındaki köprü)
sonunda her birinin dalga/parçacık ikiliği içinde kökenine
inilerek anlaşılabilir. Bu en birincil seviyede, ne dalgalar
ne de parçacıklar birbirlerine indirgenebilir. Beraber
oluşturdukları varlık geriye dönülmez bir birliktir. Romalı filozof
Lucretius bunu şöyle ifade etmiştir.
"Ortak köklerle birbirine bağlanmış
ikili için ayrılık bir felaket yaşamadan mümkün değildir.
Nasıl bir esans yumrusunun kokusu onun doğası yok edilerek
alınamazsa, zihin ve ruh da bedenin çözülmesine yol açmadan
ayrılamaz. Çünkü onların kökeni daha ilk andan beri onları
oluşturan atomların birleşmesiyle ortak bir yaşamla
yüklenmiştir. Bu tıpkı bedenimizi tutuşturan sezgi-şuur ateşi
gibi birleşmiş ikilinin karşılıklı eylem etkileşimidir." Lucretius ruhun
"ruh atomlarından"
oluştuğuna inanırdı. Geleneksel terminolojiye göre materyalist
olarak sınıflandırılır, fakat söz ettiği
"ruh atomları",
"ruh dalgaları" olarak ele
alınabilir.
Eğer Lucretius kuantum fiziğinden ve
dalga/parçacık ikiliğinden haberdar olmuş olsaydı, zihinle
beden arasındaki ince birliğe tutkulu inancı, burada
geliştirilen fikre çok benzer olurdu. Belki de bugünkü
materyalistler de buna benzer bir dönüş gösterebilirlerdi.
Tabii eğer modern fiziğin gelişmelerinden haberdar olsalardı.
Bu aynı zamanda, birçok ruhçunun ileri sürdüğü
'şuur bir
kuantum alansal ilişkisidir, hiçbir şekilde maddenin bir
özelliği olamaz' görüşünün takipçisidir. Şuura, maddenin temel
bir parçası gibi davranmak mümkün değildir, kökenine inilemez,
çünkü ortada iki ya da daha fazla parçacığın ilişkisi söz
konusudur. Şuur özünde ilişkiseldir yani bağıntısaldır ve
oluşabilmesi için en azından iki şeyin bir araya gelmesi
gerekir. Yani bu dünyada zihinselliğin en temel biçimi ancak
dalga fonksiyonları birbiri içine geçmiş iki parçacıkla
ilintili çok ilkel bir şuur olabilir. Bundan daha yüksek
seviyede olan her şey, şuurun birçok aşaması ve derecesi
birçok tür ve derecede ilişkiye bağlı olacaktır. Bu da
onların, bu duruma karşılık, birçok tür ve derecede yapıya
bağlı olması demektir. Öyleyse, bizim insan şuurumuz, daha
temel yaşam biçimi ya da temel maddeyle ilintili bilinçten tür
bakımından değil, sadece derece ve karmaşıklık açısından
farklıdır. Aslında, doğada parçacıklar iki temel çeşitte
vardır: Fermionlar ve Bozonlar. Fermionlar maddeyi oluşturmak
için birleşen parçacıklardır (elektronlar, protonlar ve
nötronlar) ve bunlar anti-sosyaldirler. Bunların dalga
fonksiyonları kısmen birbiri içine geçer ama asla tamamıyla
bir geçiş sağlamazlar. Bunlar her zaman bir dereceye kadar tek
başlarınadır. Diğer taraftan bozonlar fotonlar ve sanal
fotonlar, eksi ve artı W parçacığı ve nötr Z parçacığı,
gluonlar ve gravitonlar ilişki parçacıklarıdır. Bunlar evreni
birbirine bağlayan, gücü taşıyan parçacıklardır ve temelde
toplu halde bulunurlar. Bunların dalga fonksiyonları öylesine
iç içe geçer ki tamamıyla birbirleriyle birleşirler.
Birbirlerinin kimliklerini paylaşıp kendi bireyselliklerinden
vazgeçerler.
|