Güç alanlarının karşılıklı dinamik
etkileşiminden ortaya çıkan evren anlayışı yani olasılık ve
bilgi açısından zengin bir evren anlayışı, her ne kadar buna
mekanik kuantum fiziği, kaos teorisi, mikro ve moleküler
biyoloji, ekoloji, iletişim bilimleri ve bilgisayar
teknolojileri aracılığı ile atalarımızın uygun görmediği
anlayış ve teknikleri kullanarak yeni bakış açılarıyla
bakıyorsak da, aslında yeni değildir. Varoluş veya can
sözcüğünü alan sözcüğünün yerine koyarsak, ve de enerji veya
güç sözcüğünü de hayat sözcüğünün yerine koyarsak, kadim
gizemlerin ve mistik öğretilerinin bakış açısına çok
yaklaşırız. Bu bakış açısına göre, her şey canlıdır ve cansız
şeylerle değil, canlı varlıklarla her düzeyden karşılıklı
etkileşim içinde olduğumuz bir evrende yaşamaktayız.
Birçok ruhsal öğreti, her
şeyin meydana geldiği asli bir teklikten ya da ruhtan söz
eder. Bu kadim öğreti, çağdaş fiziğin ortaya çıkartılan yeni
imajlarıyla da paraleldir.
Örneğin, fizikçi David
Bohm,
"Bütünsellik ve Saklı Düzen"
adlı kitabında her şeyin iç
içe olduğu temel bir durumun varlığını tartışıyor. Bu düzen,
evrenin kendisini dolaylı olarak ifade ettiği bütünselliktir;
sırayla, evrendeki her madde ve nesne bu bütünselliği, saklı
düzeni içerir. Kozmosun tamamı her birimizin içinde saklıdır. Saklı düzende, ne bizim
bildiğimiz zaman ne de mekan vardır. Bütünselliğin
derinliğinde her şey, her şeyin bir parçasıdır. Evrenin bu
tanımının kuantum mekaniğinin bir yorumundan geliyor olmasına
rağmen, bu mistik deneyimlerden elde ettiğimiz tanımın
aynısıdır.
Modern fizikte ve
kozmolojide evren, maddenin de oluştuğu enerji ve alanlardan
meydana gelmiştir. Enerji her şekli alabilirken, alanlar da
enerjiyi şekillere dönüştüren modelleri oluşturur. Hem enerji
hem de alanların tek bir bütünden meydana geldiği yönünde bir
hipotez öne sürülmektedir ve bu büyük olasılıkla Bhom’un saklı
ya da örtülü düzenidir. İşte burada, bizlere çeşitli dinsel
geleneklerden tanıdık olan temel bir yaratıcı üçlemeyle
karşılaşıyoruz. Enerji ve alanların
karşılıklı etkileşimleri sistemleri, birbirine bağlı olmanın
örneklerini, karşılıklı tesirleri ve davranışları yaratıyor.
Biz dahil. Sistem diye bildiğimiz her şeyi bu yaratıyor.
Sistem, bir olayı ve koşulu bütünsel-holistik olarak
tanımlamanın yoludur. Bazı sistemler bilgi ve
enerjiyi öyle bir işleme tabi tutarlar ki, o sistem var olan
durumunu aşıp yeni bir duruma geçmektedir. Uygun enerjiyle
sistem kendini yenileyebilir, dönüştürebilir. Böyle sistemlere
“kendi kendini düzenleyen sistemler”
denir. Bütün yaşayan
sistemler, canlı varlıklar kendi kendini düzenleyen
sistemlerdir ve bu, dünya ve onun ötesinde kozmos için
geçerlidir. Sistemlerin çalışması,
özellikle de kendi kendini yenileyebilenler, yeni bazı bilim
dallarının gelişmesine neden olmuştur, örneğin dinamik bilimi,
karmaşık sistemler bilimi ve kaos matematiği gibi.
Araştırmalar bilim
adamlarını evrendeki çoğu sistemin özellikle de kozmosla
bağlantılı olanlarında doğrusal olmayan ve yabancı çekim
alanları ile tanımlanabilen kaotik sistemler olduğu bilgisine
götürmektedir. Böyle sistemler tanımlanamıyor; yani
davranışları hiçbir şekilde önceden kestirilemiyor.
Böylelikle, evrenin kalbinde sürpriz olasılıklar. Kaos ve
fırtınalar vardır. Bizler önceden bilinen, bir saat gibi
çalışan mekanik bir kozmosta yaşamıyoruz. Kapılar yeni
keşiflere, yeni doğuşlara, yeniliklere ve değişimlere her
zaman açıktır. Peki ya tezahür açısından
tüm bunların anlamı ne? Bu içsel sanatı kullanabilmek için bir
kaos matematikçisi ya da kuantum mekaniği fizikçisi olmamıza
gerek yok. Ne var ki bizlerin, içinde tezahürün de meydana
geldiği evreni yeniden ele almamız gerekmektedir. Son yüzyılın
bilimsel dünya görüşü, ne yazı ki çoğu insanın aşina olduğu ve
toplumsal imajinasyonumuzu yönetmeye eğilimi olan, canlıklarla
nesnelerin zaman ve mekanla birbirinden ayrıldığı bir dünya
görüşünü öne sürmektedir. Bu dünya öyle bir dünyadır ki,
hareket mekaniğinin yasalarına, etki ve tepki ilkesine ve
bunun gibi yasa ve ilkelere göre birbirleriyle etkileşen ya da
birbirinden izole edilmiş parçacıklarla doludur. Her ne
kadar modern görünseler de, yaratıcı vizüalizasyon, pozitif
düşünce, elde edilmiş bir şuurluluk hali, bir yerde Yeni
Düşünce hareketi ve onun kendi içinde çeşitlenen dalları hep
bu klasik bilimsel dünya görüşüne dayanmaktadır; ayrı parçacıkların
dünyasına. Böyle bir dünya görüşünde tezahür fenomeni, bu
görüşün tamamını kabul ettiğimizde zamanın ve mekanın içinden
bize doğru, bizden ayrı bir şeyi, kişiyi veya koşulu bize
doğru sürükleyen manyetizma gibi bir şey olarak görülecektir.
Tezahür mıknatısı zihnimizde bulunan imaj ve inançlarla
çakışan her şeyi bize doğru çekmektedir. Bu birçok soruyu gündeme
getirmektedir. Zamanın ve mekanın içinden gelip tezahür
edeceğimiz şeyi bize doğru iten güç ya da enerji nedir? Bu
acaba bir tür
“psişik” manyetizma olabilir mi? Değilse başka
ne olabilir? Bunun dışında, bu klasik
dünya görüşünde, bizler tezahür ettirmek istediğimiz şeyden
ayrı olarak işleme geçiyoruz. Bu ayrılık hali, bir eksikliğin
farkına varmak olarak açıklanabilir. Bizler işimizin,
yaratıcılığımızın, inancımızın, güvenmemizin,
olumlamalarımızın ya da pozitif düşüncelerimizin verdiği güçle
uzak olmanın ve ayrılığın yarattığı engellerden bir şekilde
kurtulmalıyız. Bize ne olmasını istiyorsak kalkıp onu
tasarlamalıyız.
Modern fiziğin dünya
görüşüne göre, bu ayrılma hali var olmayabilir. Bizler evrene
çok ince ve önemli araçlarla bağlıyız. Eğer David Bohm’un
saklı düzen yaklaşımını kabul edersek,
o zaman zaten kendi üzerimize çekmek istediğimize sahibiz demektir. Bu meydan okuma, belirli
bir zaman ve mekan boyutunda bize gelmesini sağlamak için
değil, tezahür ettirerek biçimlendirdiğimiz örneği
deneyimleyerek yorumlamak içindir. Öyleyse tezahür,
yaşamlarımızı istediğimiz yeni biçimine sokabilmek için
gerekli olan uygun enerjiyi yeniden modellendirmek, meydana
getirebilmektir diyebiliriz.
“Kelebek etkisi”
düşüncesi ile mutabık
kalarak, eğer varlığımızın dinamik alanlarına, doğru zamanda
doğru imajı ya da düşünceyi sunarsak, yani içinde kendi
alanımızın saklı olduğu dünyanın daha geniş bir alanına bunu
yaparsak, istediğimiz tezahürü meydana getirebiliriz. Bu
dinamik sistemde, tezahür ettirmek istediğimizin imajı,
“tuhaf
çekici” dir; geleceğin bilinmezliğini yönlendirip belirli bir biçime
sokan ilkeyi düzenleyici ve yeniden modellendirici
özelliktedir. Böyle
bir dünya görüşüne göre, bizler istediğimizi elde etmiyoruz,
istediğimize dönüşüyoruz. Alanlara ait bu görüş, bir tezahür
kozmolojisinin oluşumunu sağlamaktadır. Bu oluşumla ilgili altı
ilişkili düşünce daha vardır. Ben bunlara tezahürün altı ana
desteği adını veriyorum. İlk üçü dalgalar, karşılıklı
ilişkiler ve ortak enkarnasyonlardır; bunlar kozmosun
yapısıyla ilgilidirler. Alanlar kavramı gibi, onlar da evrenin
bedenini yansıtırlar. Diğer üçü; zihin, öz ve bir oluş içinde
olup kendini bu yapıyla ifade eden ruhla ilişkilidir. Onlar
evrenin ruhunu yansıtırlar. Beden ve ruh iki ayrı varlık
değildir ama tek bir gizemin, tek bir evrensel enkarnasyonun
iki ayır suretidir.
Kozmik Sempati- David Spangler- Ruh ve Madde Yayınları |