|
SCHRÖDİNGERİN KEDİSİ |
Kuantum fiziğinin
ve bunu dünyadan söz etmek için kullananların karşı karşıya
olduğu temel gizemin "Nasıl oluyor da herhangi bir şey meydana
geliyor?" değil de, "Nasıl oluyor da herhangi bir şey
varoluyor?" sorusu olduğu çok açıktır. Eğer, yaygın görüşe
bağlı kuantum fizikçilerinin inandığı gibi, gerçeklik esasında
içine bir çok değişik olasılık katılmış, neyin ne kadar
katıldığı belli olmayan bir aşureyse,(ki fizikçiler ne derse
desin bu asla doğru değildir ve Tanrı evrenle zar atmamıştır)
bu bir sürü karışım halindeki madde-dalga akışı içinde biz
etrafımızdaki katı, kesin nesnelerin bildik dünyasını nasıl
anlayabiliriz? Gerçeklik hangi noktada ve niçin
gerçekleşmiştir?
Fizikçilerin haklı olarak laboratuarlarda
çözümünü aradıkları bu evrensel soruya ruhsallık her zaman
doğru yanıtlarını
a priori
olarak vermiştir. Fizikçilerin bu
bilinemezci sorunu açıklığa kavuşturma çabasıyla, kuantum
kuramının öncülerinden Irwin Schrödinger, kedisini tartışma
konusu yapmıştır. Schrödinger'in kedisi hayvan deneyleri için
kullanılan laboratuar kafeslerinden birinin içine
yerleştirilir, yalnız kafesin duvarları katı bir maddeden
yapılmıştır. Bu son derece önemlidir çünkü paradoksu
anlayabilmek için kediyi deneyin sonuna dek görmememiz çok
önemlidir. Geçirimsiz
kafesin içinde Schrödinger, ölümcül bir deney düzeneği
hazırlamıştır. Schrödinger kafesin içine bir parça
radyoaktif,madde yerleştirir; basitçe anlatacak olursak,
çürümüş bir parçacığı %50 yukarıya, %50 aşağıya ateşleme
olasılığı olan bir düzenek kurar. Eğer bu parçacık yukarıya
ateşlenirse, kedinin yemeğine zehir bırakan bir anahtarı
çalıştırır. Kedi yemeğini yer ve ölür. Aynı şekilde, eğer
parçacık aşağıya ateşlenirse, kedi için sadece yemek
bırakılır ve kedi yeni bir deneye tabi tutulmak üzere hayatta
kalır. Olacakların bu
seçimi, en azından yukarısı ölüm, aşağısı yaşam dersek, bizim
günlük yaşamımızda her gün yeniden belirlemek zorunda
olduğumuz seçimdir. Fakat, işler kuantum kedileri için o kadar
kolay değildir. Hele hele basit hiç değildir, çünkü ana kuantum
kuramına göre, kedi hem canlı hem de ölüdür. Kedi iki durumun
da aynı anda üst üste bindirildiği bir durumda var olur; tıpkı
elektronların aynı anda hem parçacık hem dalga olduklarının
söylendiği gibi. Bu durumda dalga
fonksiyonu (kurallar) bize kedinin zehiri yiyip öldüğünü
(olasılık1) ve kedinin yediği yemekten çok zevk alıp
yaşadığını (olasılık 2) söyler. Biz ancak; bu dalga fonksiyonu
temelden
"çöker" ve tüm olasılıklar aniden sabit bir
gerçekliğe karşılık gelecek duruma düştüklerinde kediyi ya
gömebiliriz ya da okşayabiliriz. Görülen o ki; böyle bir çöküş
bir ara olmuş olmalıdır. Çünkü kafesin kapısı açılıp, içeriye
bakılınca kedinin kesinlikle ölü olduğu görülür. Fakat niçin?
Schrödinger 'in kedisini ne öldürdü?
Bu soru sadece mekaniksel kuantum kedilerine değil, bize de
sorulması gereken bir sorudur ve çevremizde gördüğümüz her şey
doğrudan
"niçin gerçeklik var? "
ya da başka şekilde soracak olursak
"varoluşun amacı nedir?"
sorunsalında odaklaşır ve kedinin kimlik krizinin neden bir
paradoks oluşturduğunu gösterir. Bu bir paradokstur, çünkü bir
yanda dünya ya ölü ya da diri olan sıradan kedilerle doludur,
öte yanda yüzyılımızın en bilimsel beyinlerini meşgul eden
fizik bunun imkansız olduğunu söylüyor. Schrödinger
denkleminin matematiği kedinin kaderini hiçbir şeyin
belirleyemeyeceğini, hiçbir şeyin onun dalga fonksiyonunu
çökertemeyeceğini söylüyor. (En azından fiziksel hiçbir şeyin)
Kafese konacak herhangi bir fiziksel nesne,
örneğin, bize kedinin ölü mü yoksa diri mi olduğunu söyleyecek
bir kamera çok fazla olasılığın dokunuşundan etkilenecektir.
Sonuçta klasik kuantumun mekaniksel davranış biçimini
sergileyecektir. Yani kendi gözlerimizle gördüğümüz sonuca
rağmen, kuantum kuramı kedinin hem ölü hem diri olduğunu ve de
hep öyle kalacağını söyler. Bu paradoksa aynı zamanda
"gözlem sorunu"
denmesi şaşırtıcı değildir, çünkü hem bizim sağduyumuzla
yaptığımız gözlemlerimize meydan okur hem de gerçeği
şekillendirmede gözlemin-gözlemcinin oynadığı kritik rolü öne
çıkarır. |
|
|