Bizim yaşadığımız
günlük dünyayla kuantum fiziği dünyası arasında doğal bir
köprü vardır. Günlük yaşamın daha derin felsefi
anlayışına inmek ve kuantum kuramını daha geniş bir çerçeveden
görmek için kozmosa ve kozmik şuurun varlıklar düzeyinde
oynadığı role yakından bakmak gerekiyor. Şuurun modern
tanımıyla bilincin ne olduğu insanoğlu için her zaman en merak
edilen soru olmuştur.
- Şuur Nedir?
- Dünyada şuur diye bir şey var mıdır? - Şuur artar
ya da azalır mı? - Şuur aynı
zamanda bir tür FARKINDALIK MIDIR ?
Bu soruların
bazılarının yanıtları yaşamın amacının anlaşılması için
kaçınılmazdır. En ilkel yaşam biçimine sahip
amip'in bile nasıl
“canlı” ve
kendine göre şuurlu olduğunun anlaşılması bu soruların
yanıtlanmasına bağlıdır. Daha geniş bir
açıdan bakarsak, verilen bazı yanıtlar yaşamın anlamını ve
amacını aydınlatır. Bilim felsefesiyle günümüze dek bilinen
antik felsefenin, günümüzün modern felsefelerinin ve tüm
ruhsal araştırmaların, psikolojiyle birlikte yeni bir sentezi;
kültürümüzün niçin ve nereden geldiğini sorgulayan ve bireyin
bu koskoca evrendeki yeriyle ilgili sorularının yanıtları
olabilir. Bu sentezin yapılması,
“Yeni Bir Şuur Anlayışına”
kavuşmamız ve aynı zamanda
‘Bireysel Gelişim’
düzeyinde sıçrama yapıp; evreni, varoluşu kendi kapasitemiz
kadar algılayabilmemiz için şarttır.
Günümüz
fizikçileri tıpkı madde gibi şuurun da kuantum dünyasında çok
önemli bir rolü olduğunu hatta o dünyadan çıktığını,
birbirlerinden farklı gözükseler dahi ortak verilerini kuantum
gerçekliğinde bütünleştirme olasılıklarının çok yüksek bir
potansiyel içerdiğini ve
“şuur-madde bütünlüğü” kavramının
yeni fizik açısından ciddiyetle incelenmesi gerektiğini
hararetle savunuyorlar. Yeni fiziğin
kuantum kuramıyla ortaya attığı felsefi ve hatta zaman
zaman metafizik yorum, düşünce
modellerimiz ve kendimizle, ötekilerle ve tüm dünyayla olan
ilişkimiz büyük ölçüde elektron ve foton dünyasını yöneten
yasa ve davranış biçimleriyle açıklanabilir; daha doğrusu bu
dünya bize ayna olabilir. Eğer zihnimiz yasalarını evren
yasalarından esinlenerek uyguluyorsa, (ki öyle) bu yasaları
algılayışımız, doğanın ve evrenin kendi ruhsal ve fiziksel
gerçekliğini bir dereceye kadar yansıtmak zorundadır. Dolayısıyla
kendimizi tanıyarak ve kuantum kuramına göre
atom altı parçacıkların dünyasına
nüfuz ederek yani mikrodan hareket ederek
makroyu tanımlayabiliriz. Dünya kuruldu kurulalı hiçbir
kuram kuantum fiziği kadar bir yüzyıla böylesine belirgin bir
damga vurmamıştır. 1900’da Max
Planck’ın
‘kara cisim ışıması’ kuantumlaşmış enerji yayımıyla
açıklamasının fizikte yarattığı devrim temposundan hiç
yitirmeden 20 yüzyıl yeni kuşak bilim adamlarının olağanüstü
düşünce ürünleriyle zenginleşerek sürdü. Atom altı
ölçekteki evreni inceleyen kuantum mekaniğinin tersine, kozmos
ölçeğinde etkili kütle çekimi ve genel görelilik. Bu iki kuram
birbirini destekleyerek gelişti. Kuantum kuramının özünde
saklı olan
‘Karşıtların Birliği’
ve her iki durumun aynı anda üst üste çakışmış olma ilkesi
kısaca eşzamanlılık; bir şeye hiçbir zaman tam anlamıyla siyah
ya da beyaz demenin mümkün olmadığını anlatıyor.,
Nasreddin Hoca ve Kuantum
Nasreddin Hoca hikayelerinde sık
sık sözü edilen,
‘sen de haklısın, sende haklısın’ ilkesi
kuantum fiziğinde Schrödinger’in Kedisi teorisiyle anlatılan
bir tür üst üste çakışma ve her iki durumu da kendi bünyesinde
barındırmayı ifade eder. Klasik fizik ilkesi
bağlamında bir olguya iki şekilde yaklaşabilirsin,
‘ya şudur-ya budur’.
Yani ya siyahtır, ya beyaz, griye yer yoktur. Oysa Kuantum
Kuramı yepyeni bir şey söylüyor.
‘
Hayır hem o olabilir, hem de bu.’ |