Klasik fizik,
Ortaçağ ve Yunan Felsefesinin ve kökleri eski Mısır’a kadar
uzanan kadim bilgeliğin yaşayan, canlı, amaç ve zeka dolu,
tanrı sevgisinin insanın yararına kullanıldığı kozmosunu
almış, ölü, tıkır tıkır işleyen
cansız-ruhsuz bir makineye dönüştürmüştür. Kopernik
devrimi dünyayı yerinden oynatmış, dolayısıyla insanları da
dünyanın merkezi olmaktan çıkarmıştır.
Newton’un devinim üzerine üç kuralı ve oluşturduğu mekanik
güneş sistemi modeli tamamıyla cansız bir yaşam taslağıdır.
Nesnelerin hareket ediyor olmalarının nedeni belirli ve sabit
kuralları izliyor olmaları, soğuk sessizlik, bir zamanların
coşkulu ve büyülü anlayışının üzerine gölge düşürdü. İnsanın,
yaşamın evrim süreçlerinin ve bilincin tüm kozmosa yayılabilen
etki alanının sanki bu koskoca mekanik makinenin çalışmasıyla
hiçbir ilgisi yoktu…
Tarih boyunca
kendimiz ve evren içindeki yerimizle ilgili algılayışımızı
günün geçerli fiziksel kuramlarına dayandırmanın bedelini şu
anda da çok pahalı ödüyoruz ve ödemeye de
devam edeceğe benziyoruz… Tam 300 yıldır, fizikçi olsun
olmasın herkesin kişisel felsefesi, kimlik arayışı, diğer
insanlar ve dünyayla ilişkisi, kasvetli-mekanik Newtoncu
görüşün izini taşıyor. Marx’ın
tanımladığı tarihin değişmez yasaları, Darwin ’in
kör evrimci mücadelesi ve Freud ’un insan ruhunun her sorunu
salt cinselliğe indirgemesi; tümü de, büyük ölçüde ilhamlarını Newton ’nun katı fizik kuramından
alarak, bizi kendimizden ve evrenden kopuşa ve yalnızlığa
mahkum etti. Günlük yaşamımızın
her evresiyle ilişkide olan o bir sürü teknolojik araç gereç,
bilincimize öyle derin nüfuz etmiştir ki hepimiz kendimizi bu
mekanik aynalarda görmeye başladık. Bu nedenle de insani
sorunlar büyümeye; sevgi, anlayış, şefkat, yardımlaşma,
dayanışma gibi ruhsal yasaların yeryüzündeki uygulama alanları
daralmaya başladı.
Depresyon ve Mekanistik Anlayış
Günümüz insanının
çok sık şikayet ettiği depresyon, stres, yaşamın anlamıyla
ilgili sorulara yanıt bulamama, amaçsızlık, sıkıntı ve
yabancılaşmanın artmasının asıl nedeni; bölen,
ayıran, parçalayan
mekanistik anlayışların tümüne
aittir. Kutsal olan hiçbir şeye hürmet göstermeyen büyük
çoğunluktaki çağımız insanının bu anlayışı, evren ahengiyle
uygun olmayan hesapsız işleri; sayıları gittikçe artan maddi
yapılaşmayla katılaşarak birleşti. Bilinçten ve maddenin asıl
anlamından kopmamıza neden oldu. Mekanistik
dünya görüşü yaşamlarımızı ve düşüncelerimizi hala böyle etki
altında tutarken Newtoncu fiziğin heyecanının da çoktan geçmiş
olması ironik bir durumdur. Tabii
ki hala dinamoları çalıştıran, insanı uzaya gönderen fizik
Newtoncu fiziktir ama artık yaratıcı fiziksel düşüncenin ön
planında değildir. Günümüzde Newtoncu
fiziğin daha alt seviyede bir fen bilgisi eğitimi olduğu
düşünüldüğünden önde gelen üniversitelerde klasik fizik dersi
verilmemektedir. Onun yerine şimdi fizik biliminin
uygulanışını kökünden değiştirmiş olan “Yeni Fizik”,
Einstein ’in görelilik kuramı ve
kuantum mekaniği var.
Görelilik ve Kuantum Kuramı
Görelilik kuramı
fizik biliminin uygulanmasına önemli katkılarda bulunmuş olsa
da yeni bir dünya görüşüne öncü olamamıştır.
Einstein ’in yanlış yorumlanması,
tarih ve antropoloji alanında
‘görelilik’ (rölativite) adlı
bir akımın çıkmasını sağlamışsa da görelilik kuramı yüksek hız
ve çok büyük uzaklıklar fiziğiyle ilgilidir, ancak kozmolojik
ölçekte kendini gösterir ve yere bağımlı günlük yaşantımızda
hiçbir şekilde yeri yoktur. Kuantum fiziği ise farklıdır. Atom
taneciğinin içindeki mikro dünyanın fiziği olarak bize,
gördüğümüz her şeyin iç işleyişini ve en azından fiziksel
olarak ne olduğunu anlatır.
Bedenlerimiz de dahil madde dünyası atomlardan ve onların daha
küçük bölümlerinden oluşmuştur ve bu temel gerçekliğin küçük
parçalarını yöneten yasalar günlük yaşamımızın her yanına
yayılmıştır. Bir tek foton ya da ışık parçacığı optik sinirin
duyarlığını etkiler. Belirsizlik ilkesi, yaşlanmaya katkıda
bulunan genetik hataların birikmesinde ve bazı kanser
çeşitlerinin gelişmesinde ve hatta evrimin oluşumunda da aynı
ölçüde rol oynayan elektronları yönetir. Benzetme düzeyinde,
kuantum fiziği imge yönünden günlük yaşamın deneyimlerine
uyarlanabilecek kadar zengindir. Heisenberg’in Belirsizlik
İlkesi çoktan sosyolog ve psikologların diline girmiş; kuantum
sıçraması deyimi artık her türlü ani değişiklik durumunu
tartışırken kullanılan bildik bir deyim haline gelmiştir.
Belirsizlik İlkesi Belirsizlik
ilkesine göre dalga ve parçacık tanımlamaları birbirlerine
engel olurlar. Varoluşun tam anlamıyla anlaşılması için her
ikisinin de aynı anda ulaşılır olması gerekirken, belli bir
zamanda ancak birine ulaşmak mümkündür. Bu durumda,
ya elektron parçacık konumundaysa
onun kesin durumunu ya da dalga
konumundaysa momentumunu (hızını) ölçebiliriz. Fakat asla
ikisini birden aynı anda ölçemeyiz.
Yeni bir metafor ve dünya görüşü Kuantum
fiziğinin fiziksel ve ruhsal dünya hakkında söylediklerinden
doğal olarak yeni bir metafor ve dünya görüşü kaynaklanır. Bu
dünya görüşünün özellikleri; yeni fiziğin niye yeni olduğunu
tartıştıkça ve yeni fizik bilinciyle bakarak, insan
felsefesine ve insan ilişkilerine yani psikolojiye nasıl
uygulandığını gördükçe daha da netleşecektir. Kuantum kuramı
şimdiye dek ortaya atılan en başarılı fizik kuramıdır. Deney
sonuçlarını ancak birkaç desimal
nokta kaymasıyla doğru olarak önceden hesaplayabilir. Fakat
her nasılsa bu ön tahminleri ve sonuçları açıklayamadığı için
genel denklemlerden yeni gerçeklik ortaya çıksa da,
buluşlarıyla insanın hayal gücünü canlandıran bu ‘yeni dünya görüşü’ henüz yeterince
anlaşılmış değildir.
Kuantum Kuramı ve Günlük yaşam Kuantum
kuramının tamamlandığı son altmış yılda kuantum fizikçileri
arasındaki yaygın görüş, kendilerinin gerçek dünyayla ilgili
ne bir şey söyleyebilecekleri, ne de söylemeleri gerektiğidir.
Yapabilecekleri en emin şeyin denklemler sonucu tahminlerde
bulunmaya devam etmek olduğunu söylerler. Ve bu katı söylem
kuantum kuramıyla günlük yaşam arasında yapılacak yeni
sentezlerin oluşumunu aksatmaktadır. Bu aşırı bilimsel ve
“gerçekçi olmayan”
görüş, Danimarkalı fizikçi
Niels Bohr
tarafından yapılan kuantum kuramının Kopenhag yorumu olarak
bilinir. Fizik, her
şeyin olasılıklar denizinde yüzdüğü ve hiçbir şeyin sabit bir
yerde varolduğundan söz edilemeyen, kuantum seviyesindeki
olayların garip ve belirsiz doğasından etkilenerek bu görüşü
şiddetle savunmuştur. Bu görüş kuantum kuramcıları ve onların
felsefi izleyicileri arasında atom-altı parçacık seviyesinde
gerçeklik olmadığı, hatta bazı durumlarda gerçeklik diye bir
şey olmadığı şeklinde saçma ve asılsız söylemlerin
ya da teorilerin oluşmasına da
neden olmuştur ki tamamen yanlış anlaşılmış faraziyelerdir.
Oysa nesnelerin varolduğu gerçek bir dünya vardır ve bizler o
gerçek dünyada her gün soluk
alıp-vermekteyiz. Kuantum kuramının yeni metafor oluşturması
ve çağımızın ana felsefesi
olabilmesi için, hakkında günlük yaşamın gerçekleriyle ilgili
olarak çok konuşulması ve çok örnek verilmesi gerekir. |