Karmaşada mutlu
olmak mümkün mü?
Öncelikle, yanıtlanması gereken soru, huzursuz ve karmaşa içinde
olan bir toplumda ferdin mutlu olması mümkün müdür? Veya, toplumun
değişimini doğal kabul edip kendini akıntıya terk etmek mi mutluluk
getirir? Kültürel olarak yok olmayı kabul eden insanlar mı daha
mutlu olurlar, yoksa, kültürel değişime karşı koyup geleneklere
bağlı kalmayı seçenler mi daha mutlu olur?
Günümüzde, Türk gençliği bu konuda kararsız ve bir arayış içinde
olduğu görünümünü veriyor. Özellikle bu durumu kızlarda görmek
mümkün. Bir kısmı başörtüsü ve türban takarak geleneklerine bağlı
kalmayı seçiyor, diğer bir bölümü tüm batı değerlerine sarılarak
tüketim toplumunun güncelliğini tercih ediyor. Fakat her iki gurup
da teknik oyuncakları kullanmaktan büyük zevk duyuyor. Hepsinde cep
telefonu var. Hepsi bilgisayarlara meraklı ve parası olanlar derhal
en pahalı ve lüks arabaları kullanmaya bayılıyorlar. Yani, kısacası
iki farklı dünya görüşünün çelişkisi Türkiye’yi adeta şizofrenik bir
yapıya itiyor.
Küreselleşen dünyada insanlar hak ve özgürlüklerine sahip çıkan
bireyler olmak yerine, uluslararası karteller haline dönüşmüş olan
birtakım sanal güçlerin tanımak istediği kadar hak ve özgürlüklerle
yetinmek durumundalar. Yani, istenen düşünen insan değil, tüketen
insandır. Bunu sağlamak için de sürekli yeni gündemler, yeni
modalar, sanal ve geçici zevkler, istekler yaratılmaktadır. Mutluluk
bu açıdan kısa süreli, geçici, güncel oyalanmalar haline
dönüştürülmüştür. Uzun vadeli planlar, amaçlar ve anlamlı girişimler
adeta küçümsenir olmuştur. Bir zamanların “Bize plan değil, pilav
lazım” sözü günümüzün düstur sözü haline gelmiştir, denilebilir.
Son
15-20 yıldır Türkiye halkı bir AB hayali ile oyalanmakta, geleceği
adeta Avrupa Birliğine ipotek edilmektedir. Medeniyetin ölçüsü AB
kriterleri imiş gibi bir gerçek dışı hayal peşinde koşulmaktadır. AB
bizim için bir “simülakr” durumuna dönüşmüştür. AB
kriterlerine uyum sağlayacağız diye geleneksel değerler
küçümsenmekle kalmayıp Anayasadan bile kaldırılmak istenmektedir.
Bütünün Hayrı
Bu gidişi gören aydınlar ne yapmaktadırlar? Bir kısmı batı
değerlerini kutsal saydıklarından, milli devlet görüşünü Kemalizm
olarak tanımlamakta ve ikinci cumhuriyetten söz etmektedirler. Diğer
bir kesim ise aşırı tutucu dinci ve katı kurallarla yönetilen bir
Türkiye özlemi çekmektedirler. Oysa ki çözüm, güncel bilgiler ile
oyalanmaktan değil, bilgelik yolunda ilerlemekten geçer. Bilge kişi
şöyle der: “Bütünün hayrına olmayan benim hayrıma da olamaz”.
Burada bütün,
yakın çevreden başlayarak, dalga dalga halkalar halinde genişleyen
insanlık ve doğa çevresidir. İnsan doğadan kopuk bir varlık haline
getirilmek istense de yapısı itibariyle doğaya bağlı ve bağımlıdır.
Şu halde, doğayı koruması ilk görevidir. Büyük şehirlerde yerleri ve
çevreyi temiz tutmak, her şehirli vatandaşın sorumluluğu olmalıdır.
Bu ilk adımdır.
İkinci
adımda yakın çevre aile ve dost, arkadaş çevresi gelir. Üçüncü adım
ise ülke, toplumun bütünü ve ulus devlet kavramlarına önem verip
onları korumaktan geçer. Çünkü, şahsi mutluluk ve karın doyurmaya
yönelik davranışlar ve seçenekler kısa vadede bir fayda sağlansa da
uzun vadede mutlaka ters tepkiler verecektir. İşte, Avrupa’da
yaşamlarını sürdüren vatandaşlarımızın durumu. Onların durumu
Türkiye halkındakinden de beter. Ne tam olarak yaşadıkları topluma
uyabilmekteler, ne de geleneklerini sürdürebilmekteler. Bu konuda
yapılmış olan Duvara
Karşı filmi, Türk gelenekleri ile
toplumun değerleri arasındaki çatışmayı çok güzel gözler önüne
sermiştir.
Dördüncü ve son adım, tüm dünya halklarına saygılı olmaktan ve elde
bulunan gücü milli çıkarlara alet etmemekten geçer. Yani, “Ya
benden yanasın veya bana düşmansın” yaklaşımı yerine, “Hepimiz
bu dünyanın insanları olarak barış içinde yaşamanın yollarını
bulmalıyız” felsefisini uygulayabilmek. Sözlerimi Mevlâna
Celalettin Rumi’nin bir dörtlüğü ile bitiriyorum:
Beri gel, daha beri,
daha beri.
Bu yol vuruculuk
nereye dek böyle?
Bu hır-gür, bu savaş
nereye dek?
Sen bensin işte, ben
senim işte.
Ne diye bu direnme
böyle, ne diye?
Ne diye aydınlıktan
kaçar aydınlık, ne diye?
Topumuz bir tek
olgun kişiyiz, bir tek.
Ne diye böyle şaşı
olmuşuz, ne diye
|