Metafor / Kuantum Evren

www.astroset.com

Kültürel Küreselleşme (3)

Doç. Dr. Haluk BERKMEN

POST MODERN YAKLAŞIMDA YAPI BOZUMCULUĞU

  Postmodern yaklaşıma göre bilimsel açıdan klasikleşmiş olan fakat günümüzde geçerli düşünce tarzı olmaya devam eden kavramları ve varsayımları sorgulamak gerekmekte ve kültürel küreselleşmenin etkilerinden mümkün olduğunca kurtulmak gerekmektedir. Önce, Fransız felsefeci Jacques Derrida’nın meşhur ettiği “Yapı bozumculuğu” (deconstruction) kavramından söz etmek istiyorum. “Yapı bozumu” yıkım değildir, nihilizm ile ilgili değildir, analiz hiç değildir. Daha çok batı düşünce sisteminin klasik kavramlarını anlamak ve altta yatan varsayımları çözebilmek için başvurulan bir bakıştır. Yapı bozumu yaklaşımının iki temel dayanağı vardır.

  1. Politik ve 2. Felsefi-Bilimsel dayanak

  Politik dayanak ikinci dünya harbi öncesi ve süresinde Avrupa’ya hakim olmuş olan Faşist ve Nazi görüşün hatalı yönleridir. Bu iki politik yaklaşım insanları aynı potada eriterek bireyselliği yok etmeğe çalışmış, kendi gibi düşünmeyenleri dışlayarak düşman ilan etmiştir. Jean Francois Lyotard 1959 yılında yayınladığı “Postmodern durum” adlı kitabında Faşizmi ve Nazizmi güçlü bir şekilde tenkit etmiştir.

  Postmodern bakışın felsefi dayanağı ise ikili kavramların kısıtlayıcı oluşları ve bilimsel bir açıklamada kullanılan terimlerin anlamlarının yeni açıklamalarla genişletilmeleri gerektiğidir. Postmodern düşünürler bilgisayarların her eve girişi ile bilginin bir yandan yaygınlaştığını, diğer yandan sığlaştığını savunmaktadırlar. Çünkü, bilgisayar çağının analitik yaklaşımı bilgiyi sözel ve görsel bilgi türü ile kısıtlamaktadır.

  Bu saptamalar Postmodern yapı bozumculuğunun önemli  dayanaklarıdır. Fakat yapı bozumunun bir de bilimsel dayanağı vardır ki, bu dayanağı modern fizik kuramları olan Görelilik ve Kuantum kuramları sağlamışlardır. Zira her felsefi düşünce akımı döneminin biliminden etkilenmiş ve bilimin ürettiği yeni kavramlardan yararlanmıştır.

  Örneğin, “Gerçek nedir?” sorusu postmodern düşünürler tarafından yeniden ele alınmış ve tartışılmıştır. Jean Baudrillard’a göre “Gerçek var olma özelliğini yitirmiştir”. Baudrillard’ın sorgulaması Leipnitz’in sorgulamasından farklıdır. Leipnitz: “Neden varlık vardır?” şeklinde soru yöneltir. Baudillard ise: “Acaba yokluk var mıdır?” şeklinde sorar. 

  Yaşayan Felsefe
 
Bu sorgulamadan kasıt varlık-yokluk ikileminin özüne inmek ve bu ikili bakışın getirdiği birtakım sonuçların yapısını bozmaktır.

  Varlık-yokluk ikilemi olduğu sürece ben ve öteki ayırımı da bulunmaktadır. Ben-Öteki ikilemini aştığımızda, yani bu ikili yapıyı bozduğumuzda, ben ile öteki yakınlaşmakta, biri diğerini kabul eder duruma gelerek bütünleşmektedir. Ancak yapı bozumculuğu kesin çizgilerle tanımlanabilen bir yöntem değildir. Kendini sürekli yenileyen Yaşayan bir felsefe modeli olarak tanımlanabilir. Yaşayan Felsefe, tanımını da ilk olarak ileri sürmüş olan düşünür, Jaques Derrida’dır.

  Yaşayan felsefe içinde yapı bozumculuğu, Heidegger ve Nietze tarafından ileri sürülmüş olan “yıkım” veya “tersine çevirme” kavramlarından daha az negatif bir yaklaşımdır. Ancak, yapı bozumculuğunun kesin olarak tanımlanmaması felsefe ile uğraşanları rahatsız etmektedir. Çünkü, felsefe kesin kavramlarla çalışmak zorundadır. Bir bakıma felsefeye “Kavram matematiği” de denebilir. Dolayısıyla, açık ve kesin tanımlı olmayan kavramlar felsefenin ilgi alanının dışındadır, şeklinde bir görüş bulunmaktadır. Fakat bu tanımı yapanlar da batının analitik mantığına bağlanmış olan düşünürlerdir.

  Felsefi kavramlar ortamın ve kültürün ürünü olmak zorundadırlar. Her dönemde ortaya atılmış olan kavramlar hem o dönemin bilimsel görüşlerinden etkilenmiş hem de o dönemin varsayımları üzerine inşa edilmiştir. Şu halde, 20. yüzyılda ileri sürülen bilimsel kavramlarla postmodern görüşün örtüşmesi hem doğal hem de gereklidir.

  Hem Hem Mantığı
 
Einstein’ın Görelilik kuramı mutlak uzay ve mutlak zaman kavramlarını geçersiz kılmıştır. Hem uzam hem de zaman nesnelerin hızına göre değişmektedir. Burada durağanlık değil hareket önem kazanmıştır. Uzam, nesnelerden bağımsız bir sahne olmaktan çıkmıştır. Şu halde nesnelerin bulunmadığı bir boşluk kavramı da tartışma konusudur. Uzayda karanlık bir bölge bulunması o bölgede hiçbir nesne bulunmaması anlamına gelmez. Örneğin, karadelik denen gök cisimleri öyle kuvvetli bir çekim gücüne sahiptirler ki karadelik içine düşen ışık dahi dışarı çıkamaz. Yani, karanlık yokluk demek değildir.

  Eğer yokluk diye bir gerçeklik yoksa ve sadece varlık varsa ikili mantık bir bakıma yıkılmış olmuyor mu? “Varlık” her bölgede varsa “yokluk” kavramı sadece metafizik olmakta ve dolayısıyla yeni bir mantık yaklaşımı gerekli olmaktadır. Buna hem-hem mantığı da denebilir. Çünkü her kavram hem kendisidir hem de aksi. Kısa-uzun, şişman-zayıf, büyük-küçük gibi ikili kavramlar asla mutlak olmayıp görelidirler. Oysa ki Aristo mantığında mutlak ayırımlar ve kategoriler bulunur. Her nesne birtakım kategoriler sayesinde tanımlanır. Aristo (analitik) mantığı ayırımcı ve sınıflandırıcıdır. Hem-hem mantığı ise bütünleştirici ve birleştiricidir. Bu bakımdan Aristo mantığı ya-veya mantığı olup nesneleri tanımlamaya yardımcı olabilir ama insanları tanımlamakta yetersiz kalır.

  Gerçek Ötesi Gerçeklik
 
Postmodern yaklaşım insanı ve insanın sezgisel yönünü de içerdiğinden sadece fizik ile bağlantılı olmayıp güncel metafizik kavramların ortaya çıkışına da yardımcı olmuştur. Batıda görülen yeni mistik akımların kaynağını 1968 sonrası yayınlanan postmodern kitaplarda bulabiliriz. Günümüzün tüketici toplumu her türlü ürünün yaygınlaştığı tüketimin çoğaldığı bir pazaryeri gibidir. Toplumda her şey metalaştırılmıştır (nesneleştirilmiştir) ve maneviyattan maddiyata doğru sürekli değişen moda akımları halinde sahte bir gerçeklik yaratılmıştır. Yeni bir "yaşam tarzı" olarak reklamlar ve “simülakr” görüntüler bizi kuşatmıştır.

  Simulakr kavramı gerçek ötesi bir gerçeklik anlamını taşır. Yani bizim insan olarak deneyimlediğimiz gerçekliğin farklı bir şekilde algılanmasını sağlar. Bu durumu daha iyi anlayabilmek için iki tane aletten söz edeceğim. Bunlar yaşamımızın ayrılmaz parçaları haline dönüşmüş olan bilgisayar ve cep telefonudur.

  Bilgisayar, özellikle 1970li yıllardan itibaren tedricen her eve ve her iş yerine girmiş olan olmazsa olmaz bir alettir. Onunla hem sayısal işlemler daha hızlı ve daha çabuk yapılabilmekte hem de çeşitli bilgilere kısa sürede ulaşılabilmektedir. Yani, günümüzde bilgisayar kitabın ve gazetenin yerini almaktadır. Hızlı bilgi erişimi aynı zamanda hızlı etkileşme ve hızlı ilgi kaybetmeye de yol açmıştır. Günümüzün gençliği her an yeni bir konuya ilgi duymakta ve kısa sürede ilgisini kaybedip yeni bir konu aramaktadır. Bu da derinlemesine yoğunlaşmaya ve uzmanlaşmaya da engel olmaktadır. Üstelik, bilgisayar sayesinde çeşitli elektronik sitelerin sunduğu bilgiler her zaman güvenilir değildirler. Bilgisayar toplum mühendisleri için ideal araçlar olmaktadırlar. Bilgisayar sayesinde geniş halk kitlelerini yönlendirmek ve şartlamak kolaylaşmıştır.

  Son yıllarda e-dergiler, e-şirketler ve özellikle e-postalar hayatımızın parçası haline gelmişlerdir. Bilgiye ulaşmak ve kolay alışveriş yapmak bakımından büyük yarar sağlayan bu oluşumlar bize birer simülakr sunmaktadırlar. Artık bilgiye ulaştığımızda bu bilginin kimin tarafından ve hangi amaca yönelik üretildiğini bilmiyoruz. Hatta hangi ülkede üretilmiş olduğunu dahi bilmiyoruz.

  E-posta ile konuştuğumuz şahsın gerçek olup olmadığını da bilemiyoruz. Kendisine yakıştırdığı isimden hareketle onun cinsiyetini dahi saptayamıyoruz. Böylece karşımıza sanal bir gerçeklik içinde etkileşen sanal insanların dünyası çıkıyor. Gençler de bu sanal gerçeklik içinde günlerini gün ediyorlar. Artık insanlar yüz yüze konuşmak yerine bilgisayarda “çet” etmeyi tercih ediyorlar. Hatta bilgisayarla ilişkiler kurulup bozulabiliyor da. İnsanlar kendi gerçek isimlerini, karakterlerini ve cinsiyetlerini gizleyerek “mış gibi” yapıyorlar. İşte bu mış-gibi yaşam şekline ve görüntülerine “simülakr” adı veriliyor.

>> Önceki Bölüm

>> Sonraki Bölüm

Yayın Tarihi:18.Mart.2008

 

© Astroset 2004-2010