Son
günlerin en çok okunan, kitap listelerinin başında yer alan
DA VİNCİ ŞİFRESİ
adlı eser
düşündürücü olduğu kadar da büyüleyici. Tarih meraklılarının
çok ilgisini çekecek bu kitabı Astroset ekibimiz, sizler için
okudu ve EZOTERİZM sayfamızda paylaşmak istedi. Dan Brown’un
her sayfası soluk kesici; okuru alıp, bambaşka bir dünyaya
götürüyor. “Harward Üniversitesi simge bilim profesörü Robert
Langdon, Paris’te iş gezisindeyken bir gece yarısı, Louvre’un
yaşlı müdürünün müzede ölü bulunduğu haberini alır. Langdon ve
müze müdürünün torunu Fransız kriptoloji uzmanı Sophie Neveu
cesedin yanına ulaştıklarında, müdürün ölmeden önce bazı
sembolik şifrelerle onlara bir mesaj aktarmak istediklerini
anlarlar. Söz konusu sembollerin ne anlama geldiğini
araştırırken, tarihin derinliklerinde gömülü kalmış bir esrar
perdesinin aralandığını ve ipuçlarının onları Da Vinci’nin
tablosuna götürdüğünü keşfedip şaşkına dönerler. Büyük usta
sırrını herkesin görebileceği bir yere, ünlü bir eserinin
içine gizlemiştir.
Mona Lisa.
Olaylar giderek daha esrarengiz bir hale gelir. Ve
aydınlatmaya çalıştıkları bir sırrın, yüzyıllardır tarihin
diğer gizli sırları gibi özenle saklandığını anlarlar. Artık
amaçları, bu uğurda yaşamını yitiren Louvre Müzesi müdürünün,
bu son dileğini gerçekleştirmek ve kapalı kapıları biraz olsun
aralamak olacaktır ama onların da yaşamı tehlikededir. İki
araştırmacının, her şeyi göze alarak tarihin saklı sayfalarını
aralamak için gösterdikleri bu heyecan verici serüven, her
sayfada başka bir şekil alacak ve okuyucuyu da gizemli bir
öykünün içine çekecektir.” Sembol dilin kullanarak bir dantel
gibi çok ince bir zeka ile kurgulanmış bu eser bizi pagan
inancına götürüyor. Kelimenin kökleri Latince deki paganus kelimesine kadar gider
ve taşrada oturanlar anlamına gelir.
“Paganlar”
taşra bölgelerindeki doğaya tapınan, inançlarına sadık kalan,
diğer dini öğretilerle ilgilenmeyen ve inançları da pek doğru
dürüst anlaşılmayan kimselerdi.
Beş köşeli yıldız bu inancın temel sembolü. Ve doğaya
tapınmakla ilgili, İsa öncesinde gelen bir sembol. Eski çağ
insanları, yaşadıkları dünyayı iki yarı halinde düşünürdü,
erkek ve dişi. Tanrılarla tanrıçalar bir güç dengesi
kurarlardı. Yin ile Yang. Erkek ile dişi dengelendiğinde
dünyaya ahenk gelirdi. Dengesizlik olduğunda kaos yaşanırdı.
Bu inançta, beş köşeli yıldız, bütün varlıklardaki dişiyi
temsil ediyor. İlahiyat tarihçilerinin
‘kutsal dişi’
ya da
‘ilahi tanrıça’
dedikleri bu kavram,tarih içinde pek çok öğretide kendine
değişik isimler bulmuş.
Eski dinler doğanın ilahi düzenine dayanıyor. Tanrıça Venüs
ile Venüs gezegeni de bu inançta birleşiyor. Tanrıça gece
gökyüzünde yer sahibiydi ve pek çok isimle anılırdı. Venüs,
Doğu Yıldızı, Ishtar, Astarte. İki resim Astarte Hepsi de doğa
ve Dünya ana ile bağları olan güçlü dişi kavramlardı.
Beş köşeli yıldızın, grafiksel köken açısından Venüs gezegeni
ile bağlantısı var. Romanın kahramanı Langdon genç bir
astronomi öğrencisiyken, Venüs gezegeninin her dört yılda bir
ekliptik semada beş köşeli mükemmel bir yıldız
çizdiğini öğrendiğinde çok şaşırır.Ve bu bilginin eski
uygarlıklar tarafından bilindiğini araştırmayla anlayınca, bu
bilgilere nasıl ulaştıkları konusundaki şaşkınlığı daha da
artar. Eski uygarlıklar bu ilginç fenomeni fark
ettiklerinde öylesine büyülenirler ki, Venüs ile onun beş
köşeli yıldızı mükemmellik, güzellik ve aşkın sembolü haline
gelir. Langdon, Venüs’le ilgili açıklamalarına şöyle devam
ediyor:
“Eski
Yunan’da, Venüs’ün büyüsüne övgü olsun diye, onun dört yıllık
devrini Olimpiyat Oyunları’nı düzenlerken kullanmışlardı. Pek
az insan, dört yılda bir yapılan modern Olimpiyat Oyunları’nın
hala Venüs’ün devrelerini takip ettiğinin farkındadır. Bundan
daha da az insan, beş köşeli yıldızın Olimpiyat amblemi olmak
üzereyken son anda değiştirildiğini bilir, oyunların çok
kapsamlı ruhunu ve ahengini daha iyi yansıtması amacıyla beş
köşeli yıldız, iç içe geçen beş halkayla değiştirilmiştir.
Romanın ele aldığı en ilginç sembollerden biri de
Sangreal-Kutsal Kase sembolü. Kutsal Kase, Son Akşam
Yemeği’nde İsa”nın içmek için kullandığı ve Arimatea’lı
Yusuf’un çarmıha gerilen İsa’nın kanını doldurduğu kadeh
olarak geçer. Kutsal Kase, İsa’nın kadehi olarak kabul
ediliyor. Ama tarihte Sangreal Belgeleri adıyla anılan belgeler
de inanışa göre Kutsal Kase ile birlikte gömülü. Belgelerin
bin yıllardır Tapınak Şövalyeleri adı verilen gizli bir örgüt
tarafından korunduğuna inanılıyor. Belgelerin Tapınak
Şövalyeleri’ne bunca güç vermesinin nedeni, sayfalarda Kase’nin
gerçek tabiatının açıklanması. Tapınak Şövalyeleri’ne göre Kutsal Kase bir kase değil. Kase
efsanesinin yani ayinde kullanılan kadehin dahice düşünülmüş
bir alegori olduğunu iddia ediyorlar. Kase efsanesindeki ayinde
kullanılan kadeh, başka bir şeyin, çok daha güçlü bir şeyin
mecazi hali. Kutsal Kase insanlık tarihinde en çok aranan
hazine olmuş. Kase efsanelere, savaşlara ve bitmek tükenmek
bilmeyen sorulara neden oldu. Dikenli Taç, Çarmıhta kullanılan
Gerçek Haç, Titulus hepsi bin yıllarca arandı ama tarih boyunca
aralarında en özeli Kutsal Kase olmuş.
Prieure de Sion tarikatında (Tapınak Şövalyelerinin diğer adı)
gül sembolü kase için kullanılmış bir sembol. Gülü Kase
sembolü olarak kullanmalarının nedeni ise gizlilik. En eski
gül türlerinden biri olan rosa rugosanın, aynı Venüs
yıldızı gibi beş yaprağa ve beşgen bir simetriye sahip olması
güle, kadınlıkla güçlü ikonografik bağlar sağlıyordu. Bununla
birlikte gülün
‘doğru Yön’ ve yol
bulmak kavramlarıyla çok yakın bağları vardı. Pusula gülü,
aynı Gül Çizgisi gibi, seferilere haritalardaki boylamlara
bakarak yön bulmakta yardımcı oluyordu. Bu yüzden dişi kadeh
ve gizli gerçeğe götüren yıldız anlamındaki gül, pek çok
açıdan gizlilik, kadınlık ve yön tayini olarak Kase’yi
tanımlayan bir sembol olarak kabul edilmişti.
Kase aslında eski bir kadınlık sembolüdür. Kutsal Kase dişiyi
ve elbette şimdi tamamen yok edilmiş olan tanrıçayı temsil
eder. Kadının gücü ve onun hayat verebilme yetisi bir zamanlar
kutsaldı ama erkek egemen bir toplumda tehdit oluşturuyordu.
Bu yüzden kutsal dişi şeytanlaştırıldı ve ona günahkar dendi.
Havva’nın elmayı yiyerek insan ırkını çöküşe uğrattığı
‘ilk günah’
kavramı alegorik bir anlatımdı. Bir zamanlar hayat veren
kutsal kadın artık düşman olmuştu. Kase kayıp
tanrıçanın sembolüdür. Kayıp Kase’yi arayan şövalye
efsaneleri, aslında kayıp kutsal dişinin arandığını anlatan
yasak hikayelerdi.
‘Kadehi aradığını’
iddia eden şövalyeler, kadınlara boyun eğdiren, tanrıçaları
dışlayan, inanmayanları yakan ve paganların kutsal dişiye
saygı göstermesini yasaklayanlardan korunmak için şifreli bir
biçimde konuşuyorlardı. Onlara göre taşıdığı sır öyle güçlü
ki, açıklandığında pek çok şeyi temelinden sarsabilir.
Leonardo da Vinci de, kardeşliğin Büyük Üstat’ı olarak 1510
ve 1619 yılları arasında bu mezhebe başkanlık etmiş. Yaşayan
üyelerin kimliklerinin son derece gizli tutulduğu kardeşliğin
simgesi ise P.S ve fleur-de-lis.
Kitabın kendi satırları
arasından hazırladığımız bu yazı hepimize L.Da Vinci’nin bir
misyonu ve vizyonu olduğunu göstermesi bakımından önemli. Ana
Tanrıça kültleri, Yin-Yang öğretisi ve Kutsal Kase sembolü
daha iyi araştırıldığında
Görünenin Ardındaki Görünmeyen‘e
ihtiyacımız kadar yaklaşmış olabiliriz. Kova çağının yeniliğe
açık insanlığına yakışır daha pek çok bilgi ve belge konuşulur
hale gelecek gibi gözüküyor. Bu çağ güçlü bir yaşam görüşü
gerektiriyor. Mitler, efsaneler, alegorik anlatımlar yerine
sade, açık ve aslında basit ama bir o kadar da güçlü gerçekler
açıklanmayı bekler gibi…
Örneğin Yin ve Yang’ın özünde de güçlü bir yaşam görüşü var. Yin ve Yang
arasındaki denge, batıda anlaşıldığı biçimde sürekli huzur ve
denge değildir. Eski bilgeliklerdeki denge anlayışını yeniden
gözden geçirmemizde büyük yarar var. Bu denge, çelişki ve
gerilimle, farklılık ve çeşitlilikle yani zıt kutuplarla
baş edilmeyi ve bundan uyum yaratılması gerektiğini anlatıyor.
Yani Zıtların Birliği. En zor ama kurulduğunda asla
sarsılmayacak ve onu yaşayan kişiyi de sarsılmaz yapacak bir
denge. Güçleri yok sayan, ‘hiç
anlaşmazlık olmasaydı, yaşam ne güzel olurdu’
tarzındaki saf ve çocuksu bir görüş değil. Tam tersine,
çelişkilerle baş etme ve farklılıkları dengeleme anlayışı. Bin
yıllar içinde ademoğlu güçlendi artık bin yıllardır
sembollerle örülmüş gerçekleri yaşabilecek güç ve kapasitede.
Biraz silkinmesi ve uykudan uyanması yeterli.
Günlük yaşamda, pek
çoğumuz çatışmalarla uyum içinde yaşamak zorundayız. İkilem
üstüne kurulu bir dünyada yetiştirildiğimiz için şiddet,
kızgınlık ve saldırganlık olmadığında barış, huzur, mutluluk
olduğunu düşünürüz. Buna rağmen içimizdeki huzur ve mutluluğun
birkaç saniyede uçup gittiğini de sık sık şahit olur, bir
türlü işin içinden çıkamayız.
Yaşam Mücadelesi
Yaşam sürekli bir mücadeledir. Kavramamız gereken ise, hiç
hoşlanmadıklarımız da dahil olmak üzere çevremizdeki bütün
varlıklar içindeki yerimizin kendine özgü bir yapısı olduğu ve
bu çelişkileri çözerek geliştiğimizdir. Kendi
içimizde, kendimize uzak gördüğümüz diğerlerine ait özellikleri
de taşıdığımızı ve içimizdeki yin-yang dengesinin böyle
kurulduğunu fark edebilirsek önce kendimizle uyumlu olabiliriz
ki diğerleri ve çevre ile uyum sağlayalım. Dünyanın
geleceği; eril ve dişilin ortak değerlerini özümseyebilecek
değişmiş, farklılaşmış kadınlara ve erkeklere aittir. Feminizm
tüm zararlarına ve aşırılıklarına rağmen kadını, aşağı bir
statünün dar çerçevesinden çıkarmaya uğraştı. Şimdi ataerkil
düzenin kullandığı kalıplardan, rekabetten, kendini
beğenmişlikten ve her ne pahasına olursa olsun üstünlük elde
etme düşüncesinden kurtulup, kaçma sırası erkeğe geldi. Yeni
insan eril ve dişin uyumlu bütünlüğünü kendinde toplamış
insandır.
DA VINCI
ŞİFRESİ-DAN BROWN - Altın Kitaplar Yayınevi 2003
|