Gordon
Thomas’ın bu değerli araştırma ve derleme eseri, bize On
Üçüncü Havari’den söz ediyor. Hz.
İsa’ya gönülden bağlı gizemli kadının,
Mecdelli Meryem’in detaylı bir biyografisi.
Hz İsa’nın en sadık takipçisi olan
Mecdelli Meryem
ya da diğer adıyla
Maria
Magdalena; sadık ve tutkulu, günahkar ve azize bir
kadının inanç dolu yaşamının en güzel örneği. Aynı zıt
kutupları tek bir bünyede toplayan bir dişilik sembolü…
Kutsal Kase figürü, Tapınak Şövalyeleri alegorisi, aslında çok
derinlerde saklı kadın doğasının gizemli yanını, gizemdeki
dengeyi ve ahengi işaret ediyor gibi… Her zaman olduğu gibi
derin sembolleri çözmek zor olduğundan yüzeydeki olgularla
ilgilenmek hatta bunlar adına bayrak taşımak nedense daha
kolay geliyor bizlere… Evlendi-evlenmedi, çocuğu oldu-olmadı,
dirilişten sonra yaşadı-yaşamadı… Bu tartışmalar bile inanın
ki, asıl sembolü çözmeye çalışmaktan daha kolay bazen. Mecdelli
Meryem sembolünü iyi anlamak için daha ziyade onun tarih
içindeki rolüne ve temsil ettiği değerlere bakmak gerekebilir.
Örneğin Mecdelli, Yeni Ahit’te,
iki kez önemli bir pozisyonda gösterilmiştir. Bunlardan
birincisi İsa ile ilk karşılaşması, ikincisi ise Dirilmiş
Mesih’i görmesidir. İki olay da, kişiliğinin sembolize ettiği
gerçekle ilgili ipuçları sunmaktadır. Kadınların aşağı ve bayağı olarak değerlendirildiği bir çağda
ve ortamda, güçlü iradeli, kararlı ve sağduyulu bir kadın
olarak kendini ifade ettiği açıktır. Ama bütün bunların
ötesinde de güçlü ve sarsılmaz bir inancı da temsil etmiştir. Ataerkil
dönemde yaşanan bin yıllar kadının ezilmesi ve aşağılanması
ile geçti; oysa yeniyi oluşturmak için iki kutup arasındaki
dengenin iyi bilinmesi, yaşanması, hakkının teslim edilmesi
gerekmiyor mu? Hep bir yana ağırlık yapmış bir terazi ile yeni
bir denge kurabilir miyiz?
“Güçlü yaşam dolu karakteriyle, yaşadığı dönemin kadınlara
koyduğu yasaklara ve kısıtlayıcı adetlerin önüne kendisini
korkusuzca koyabilen bir kadının canlı portresi. Bu tarihi
doküman doğru olduğu kadar insancıl ve inanılır.”
Gordon
Thomas 13. Havari adlı kitabında düşüncelerini şöyle ifade
ediyor:
Hubert
Richards, The
First Easter
(İlk Paskalya; Fontana Boks, 1976)
adlı hayranlık uyandırıcı kitabında, bu konuya şöyle
yaklaşmaktadır:
Bir şeyi mit
olarak adlandırmak, onu efsane sayarak bir kenara atmak demek
değildir. Bir mitten daha gerçek bir şey daha yoktur. Mitler
aslında birlikte yaşadığımız şeylerdir. Onlar, kendimizi ve
evrenimizi ifade etmemizi sağlayan sembollerdir. Ne olduğumuzu
ve bizim için değerli olan şeyleri anlatmamızı sağlayan
şiirlerdir. Birlikte yaşadığımız gerçekler, bizim için anlamı
olan mitlerle ifade edilmelidirler.
Sembollerin Doğru
Yorumu
Ve
devam ediyor Gordon:
“Asıl
soru, ne tür bir gerçeklikle karşı karşıya olduğumuzdur.
Örneğin; İsa’nın üçüncü gün ölümden geri geldiğini,
dirildiğini ve Mecdelli Meryem’in
bunun ilk tanığı olduğunu söylerken, ne tür bir gerçekliğe
yöneliyoruz?
Bize bu gerçekliği aktaranlara ihanet etmemek konusunda daha
dikkatli olmamız gerekmez mi? Astrologlar da hayal gücünün bir ürünü olarak kenara
atılamazlar. Tarihi geçmişleri, Medes’in
kutsal sınıfına kadar izlenebilir. Cyris
tarafından Media ve
Persia birleştirildikten sonra,
yeni krallıkta bütün dini fonksiyonları bu astrologlar
yönetiyordu. Ama dini inançları büyücülüğü yasakladığından, bu
kişiler büyücü değillerdi. Yaşadıkları dünyanın değerleri göz
önüne alındığında,
"Bilge Adamlar"
olarak adlandırılabilirler. En
önemlisi, bu astrologlar bir yıldızın görünmesinin, bütün
dünyadaki insanlar için adalet ve barış getirecek yeni bir
çağın başlangıcını haber veren yeni bir kralı doğuracak bir
bakireyi haber vereceğine inanıyorlardı. Astrologlar, herhangi
bir yeni yıldıza ya da başka sıra
dışı göksel fenomenlere anlam yükleyecek
şekilde eğitim almışlardı. Yolculuk yaptıkları mesafe
düşünülürse, muhtemelen Beytlehem’deki
doğum gerçekleşmeden bir iki yıl önce yola çıkmış
olmalıydılar. Rehber ışıkları bir kuyrukluyıldız
ya da bir
nova, yeni bir yıldız veya Jüpiter ile Satürn’ün her
sekiz yılda bir bir hizaya
gelmesiyle oluşan bir göksel olay olabilirdi. Ama sonuçta
bunların hiçbirinin önemi yoktur. Astrologlar, yıldızı tarihin
içinde izlemişlerdir. Bu
olayın gerçekten olduğuna inanabiliriz ya
da bu astrologların antik dünyadaki üç temel ırkın-beyaz,
sarı ve siyahi ırklar-
temsilcileri olduğu gerçeğini görmezden geliriz. Daha da kesin
olanı, aralarında aydınlanmayı tanıyan bir teolojiyi masumiyet
karşısında alçakgönüllü olma bilgisini, kendisini yoksulluğun
ayaklarının dibine atacak zenginliğin kehanetini yani İsa
gerçeğini paylaştıklarıdır.
Hayatlarını, Kilise’nin kabul ettiği İncil’e inanırken, bu
dört müjdenin dışında kalan diğerlerinin de doğru
olabileceğini kabul edenleri haksız çıkarmaya adamış olanlar
hep var olacaklardır.”
Konuyla ilgili diğer yazımız için
TIKLAYIN! |