Mistikler, yılanda kozmik gücün sembolünü görürler.
Bu, etkisi
maddenin gerçekliğini kaplayan yüksek bir ruhsal özdür.
Sonsuzluğun sembolü kuyruğunu ısıran yılandır; bu, asla
başlangıcı ve sonu olmayan bir dairedir. Bu sembol aynı
zamanda varolan herşeyin kendisinden ayrılarak ya da
farklılaşarak doğduğu Astral Işığı ya da Evrensel Ruhu temsil
eder. Tüm uzay boyunca, ölüm ve hayat verici olan canlı
doğanın manyetik ve elektriksel unsurları titreşir çünkü bir
düzlemde ölmek, başka bir düzlemde doğmak anlamına gelir.
Gizli Doktrin’de (H.
P. Blavatsky’nin dünyaca ünlü eseri, orjinal adı 'The Secret
Doctrine')
şöyle söylenmektedir: “Yılan Sembolü şudur: Dünyamız ya da
daha doğru ifadesiyle cismani dünya ruhsal öğretilerde
genellikle Büyük Deniz olarak tanımlanır; bugüne kendinden
meşhur bir mecazı bırakamış olan ‘hayat denizi’dir dünya.
Siphrah
Dtzenioutha,
evrenin tarih öncesi bir dönemde bir yıkım (pralaya)
sonrasında geçirdiği bir kaos ve evrim döneminden bahseder ve
onu kuyruğunu ağzından çıkaran bir yılana benzetir. Bir o
yana bir bu yana uzanır, kuyruğu ağzındadır, başı boynundan
kıvrılır; öfkelidir, kızgındır… kendini gizleyerek olanları
izler. Her bin yılda bir tezahür eder.”
(Gizli
Doktrin-The Secret Doctrin, II, 504)
Kabala’da, Yaratıcı Güç yılan şeklinde skeçler ve spiraller
oluşturur. Kuyruğunu ağzında tutar ve bu, sonu gelmez
ebediliğin ve döngüsel periyotların sembolüdür.
Kadim insanların, doğanın ruhsal ya da görünmeyen güçlerine
günümüz insanından daha fazla inandığı bir gerçektir. Ruh ve
madde aynı özün iki zıt kutbudur. Düalite herşeyde
görülmektedir, aktif ve pasif olanda; eril ve dişil
olanda… İnsan Tabiat Ana’nın kalbine ne kadar yaklaşırsa ruhsal
gerçekleri de o kadar idrak eder. Ruhsal gerçekler, sembol
kutsallığı sayesinde saklanır, örtülür, her ne kadar onu
kullananın zihnindeki en geçerli anlamına göre değişiyor olsa
da bu sonucu değiştirmez.
Sembolizm, ırkların ruhsal yaşamının bilgisi sembollerinin
açıklamalarındaki tek gerçek rehberdir.
Kadim insanların sembolik hiyeroglifleri okült bir iletişim
bilimine dayalıdır. Sembolik öğretiyi, sembolün açıklanmayan
çok fazla bilgiyi kapsadığını ve bunun da zihni derin düşünmek
üzere tetiklediğini ve eğittiğini bildikleri için
savunmuşlardır. Ama ne yazık ki genelde bunun tam tersi de
görülmektedir; sembol yüzeysel anlamıyla da kabul
edilebilmektedir. Okültizm düşüncede mümkün olanın eylemde de
mümkün olduğunu öğretir. Din, zihinsel isteklerin üzerinde
durmaktadır; dinler sayesinde umut eder ve korkarız çünkü
isteklerimiz vardır. Duygular eylemi harekete geçirir ve
düşünceye de ters hareket ederler. Dinler, kendini sevmenin,
her iki cinsi de sevmenin, ülke sevgisinin, insanlık
sevgisinin bütün formlarını oluştururken bütün bu sevgi
türlerinde en yüksek sevginin tohumu bulunur. Bu sevgi
formlarının herhangi biri çok güçlü bir şekilde geliştiğinde
kişi hangi dini hedefe yürüyor olursa olsun belli bir noktaya
konsantre olacaktır. Bu sevgi formlarının her biri tek bir
yüksek sevgi formuna işaret etmektedir ve o da gerçeğe ulaşmak
uğruna bir tutkuya dönüşebilir. Sevginin İlahi Gücü sayesinde
tüm doğa yenilenir. Tüm sembollerin altında yatan sır budur.
“Doğru
düşünce Ölümsüz Hayata giden yoldur; düşünebilenler ölmezler”
fikri
kabul edilmiş bir felsefi gerçektir. Goethe,
"Güven ve teslimiyet, daha yüksek bir iradenin hükmü altına
girmek, olayların sürecini yönetendir ama biz bunu tam olarak
kavrayamayız ve bunlar aynı zamanda her dinin temel
prensipleridir"
Okültist, ruhsal ve psişik karmaşaların fiziksel
karmaşalar ile paralel çizgilerde yol aldığına inanır ve bu
içsel duygular ilk insan ırklarında da doğuştan vardılar.
Yılan; Usta’nın, onun İlahi Bilgiye dair güçlerinin
sembolüdür. Bilgeliğin ve tedbirliliğin sembolüdür. Bu sembole
her toplum saygı duymuştur. İsa, yılanın yüksek bilgeliğini ve
tedbirliliğini
kabul etmiştir.
“Yılanlar
gibi tedbirli olunuz”
demiştir. Yılan aynı zamanda yaratıcı gücü de temsil
etmektedir. İnsanın yaratıcı güçleri İlahi Bilgeliğin bir
armağanıdır, bir günahın sonucu değildir. Felaketler, doğal
birliği aramaktan dolayı değil, bu güçleri kötüye kullanmaktan ortaya çıkar.
İyi ve kötü böyle açığa çıkar. Eski Ahit’te
ima edilen gerçek lanet budur.
Bilgeliğin kendi kendini döllemenin sembolüne dönüşmesi
yılanın yumurtlayarak çoğalan bir varlık olmasından dolayıdır.
Yumurta, şeklinden ve içsel sırrından ötürü evrensel bir
sembol olarak seçilmiştir. Kapalı bir kabuğun içerisinde kendi
kendine oluştuğu açık olan bir canlı varlığın meydana gelmesi
bilgeliğin oluşumunu simgeler.
Yılan, yıkıma neden olurken aynı zamanda büyüleyen duygusal,
manyetik unsuru temsil eder; ruhsal gücün sezgili varoluşun
girdabına çekilmesidir. Kadim insanlara göre yılan sembolüyle
ateş, ışık, hayat, çabalama, güç, düşünce, şuur, süreklilik,
uygarlık, özgürlük temsil edilir, aynı zamanda zıt
kutuplarıyla yılan sürekli dönen siklusu da ifade eder. Örneğin yaşamla ölüm gibi, zevk ve acı, sıcak ve soğuk gibi,
aydınlık ve karanlık, aktif ve pasif gibi. Isıyla birlikte
genişleme ve bunun devamında da hayatın yeni formlarına
entegre olma hali gelir. İnsan ancak sezginin tezahür edişiyle
ölümsüz yaşam düzlemine yükselebilir. İnsanın Tanrı’ya
yaklaşmak üzere gelişmesi, ölümlülüğün işkenceleri ile
öğrenilen deneyimlerde saklıdır. Sonsuza dek pasif kalan kişi
için, dünyada ruhsal ve psişik gelişim mümkün değildir.
Pasiflik yaşadığımız maddi düzlemde başarısızlık anlamına
gelir. Dünyaya doğan insan, uzun ve tekrarlanan yaşamlarla
gelişmek zorundadır. İnsan tutkuları, varlığının derinlerinde
ekilen tohumun meyve vermesini sağlayan dünyaya tekabül eder. Sessizliğin sesinin söylediği gibi;
“İnsan
hayatının azabından ve onun siyah bulutlarından kanatlı
alevler yükseldi, alevler arındı ve Karmik Göz’e doğru
süzüldü, en sonunda da Yol’un üç giysisinin yücelttiği kumaşı
dokudu.”
Bencilce bir korkudan kaynaklanan eylemsizlik ancak kötü
meyveler verecektir. Bencilliğe düşkün kişi hiçbir amaç için
yaşamaz. Hayatta yapmak üzere geldiği işi yapmayan kişi boşuna
yaşamaktadır.
“Ailenle ve akrabalarınla hayatın çarkını izle,
arkadaşlarınla ve düşmanınla ise görev çarkını izle
ve zihnini zevke de acıya kapat. İçinde eylem de eylemsizlik
de kendine yer bulabilir. Bedenin sarsılsa da zihnin sakin,
ruhun bir dağ gölü kadar duru kalsın.”
|